8 Temmuz 2011 Cuma

Osmanlı'da ve Cumhuriyet'te Alevilik Algısı-2


Yeni_Özgür_Politika Şair ve yazar Hüseyin Şimşek, Kemalizmin anlı-şanlı yazarlarından Yakup Kadri, Refik Halid Karay, Reşad Nuri Güntekin, Muhsin Ertuğrul ve Haldun Taner’in eserlerinden yola çıkarak, ‘’Alevileri, taşralı Sünniler değil; asıl muktedirler aşağıladı“ yorumunda bulunuyor… Bu yazarların eserleri, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okullara tavsiye edilmiştir.

Kızılbaş- Alevi- Bektaşi aleyhtarı bu kampanyaya, birçok Kemalist yazar da eşlik eder. Söz gelimi Peyami Safa (Server Bedii adıyla), 1927 yılında ‘’Bektaşiler Arasında Bir Genç Kızın Hatıratı“ adlı bir roman yayımlar. Romanın daha girişinde şu satırlar okunmaktadır: “Son derece meraklı, heyecanlı, bâkir bir kızın sergüzeştidir. Server Bedii Beyin ince ve hassas kalemiyle yazılmış, okuyanları hayretlere ilka edecek derecede zevk ve heyecan verir. Bu eser Bektaşiliğin bütün gizli âdetlerini, merasimlerini, âyinlerini dosdoğru ve apaçık tasvir eden hakiki milli büyük bir hikâyedir.” (Ahmet Taşgın: Bektaşilik-Kızılbaşlık Eleştirileri, www.aleviten.com’dan aktarılarak Age,s. 201).

Bu kampanyada rol alanlardan biri de, 1930’lu yıllarda Dersim’de muhbir- gazeteci olarak görev yapan ve mahalli yönetimle birlikte çalışan Niyazi Ahmed Banoğlu’dur. O da, önce tefrika edip 1945’te kitap olarak yayımladığı ‘’Bektaşi Kız“ adlı romanında, aynı yaklaşım içindedir. Roman, bir genç kızın bir Bektaşi dervişine âşık olması ve dadısı yardımıyla bu tekkeye girmesiyle başlayarak, sözde tekke ve çevresinde yaşanan aşk, erotizm ve cinayet üçlemesi üzerine kurgulanır. Yazar, romanın giriş bölümünde onu nasıl kaleme aldığını şöyle anlatır:

‘’… İhtiyar bir nine ile ahbap olduk. Bir bahçe içindeki küçük kulübesine beraber gittik. Bana öyle şeyler anlattı ki bazen ağladım, bazen güldüm, bazen derin derin düşündüm. Bazen korktum ürperdim, tüylerim diken diken oldu. Ama çok şeyler öğrendim. İnsan niçin katil olur, insan nasıl sever, insan aşk için heler yapar… Uzatmayalım okuyucularım, burada okuyacağınız roman, işte kitapçının önünde gördüğüm kadının romanıdır. O anlattı ben yazdım. Siz de bu satırları ibretle okuyacaksınız.“ (Age, s. 203)

‘Taşralı Sünniler değil; muktedirler aşağıladı’
Kemalizmin anlı-şanlı yazarlarından Yakup Kadri’nin ‘’Nur Baba“sı ; 150’liklerden Refik Halid Karay’ın ‘’Kadınlar Tekkesi“ ve Reşad Nuri Güntekin’in ‘’Tanrı Dağı Ziyafeti“ adlı romanları da bu sürece ilişkin eserlerdir. Tüm bunlara, Müsahibzâde Celal, Muhsin Ertuğrul, Haldun Taner’in kimi tiyatro eserlerini de katan şair ve yazar Hüseyin Şimşek, konuyu haklı olarak, ‘’Alevileri, taşralı Sünniler değil; asıl muktedirler aşağıladı“ ana fikriyle özetliyor… Bu kitapların kimi Devlet yayını olarak çıkmış, kimiyse MEB’ce (Milli Eğitim Bakanlığı) okullara tavsiye edilmiştir. (Bkz. Alevilerin Sesi, Sayı: 103/ 2007. Bu konuları işleyen bir başka çalışma olarak bkz. İlhan Cem Erseven: Edebiyatımızda Aleviler, Alevilik Araştırmaları Dergisi, Sayı:1/ 1998)

CHP’nin Bakanı Alevilerin Tamburunu Yasaklıyor
Tüm bunlar, Kemalizmin Alevilik politikasına eşlik ederken, CHP’li tek parti yönetiminin İçişleri Bakanı, ünlü ırkçılardan Şükrü Kaya, 1930 yılında Valiliklere gönderdiği bir genelge ile Alevilerin ibadet enstrümanı olan tamburu yani bağlamayı yasaklamaya çalışıyordu ve yasaklamayla onlarca yıl bu enstrüman ‘’sakıncalı bir yayın organı“ durumuna getirildi.

Bundan birkaç yıl sonra, Jandarma Genel Komutanlığı’nca hazırlanan gizli ‘’Dersim“ raporunda da; Kızılbaş gelenek ve görenekleri aşağılandığı gibi, ‘’Kızılbaş Zaza, Türkmen ve Yörük kadınlarının cinsi temaslara çok düşkün oldukları, onların haftada bir gün sevdiği erkekle birlikte kalma hakkına sahip olduğu; bu hareketin Kızılbaşlarca günah sayılmadığı“ iddia edilmektedir. Başlangıçta, gözetim altında sadece 100 tane basılmış olan bu rapor- kitabın yapılan yeni yayınından, dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral İzzettin Çalışlar tarafından hazırlandığı anlaşılmaktadır. Ancak, Zazalar’a ilişkin gizli bir çalışmasını yayımladığım Prof. Hasan Reşut Tankut’un söz konusu çalışması ile Dersim katliamı döneminde bölgede bulunan Jnd. Albay Nazmi Sevgen’ in Zazalar’a ilişkin çalışmasından anladığımız kadarıyla, üstteki gizli rapor- kitap bir kolektif çalışmadır. Çünkü Dersimli Kızılbaş kadına yönelik iftira, Nazmi Sevgen’in kitabında da ‘’Zaza Kızılbaşlığında Gündüzlü Telakkisi“ başlığıyla yer almaktadır. ( Bkz. Nazmi Sevgen: Zazalar ve Kızılbaşlar, Alevilik Araştırmaları, Sayı:1, s. 244 ve Kalan yay. Ank. 1999,s. 205).

Diyanet’in Alevi Düşmanlığı
“Laik bir Cumhuriyet“ olduğunu iddia eden T.C Devletinde, gerek kişiler gerekse kurumlar yoluyla, ülkenin en büyük ikinci dinsel kimliği olan Aleviliğe ve Alevilere karşıt çok sayıda yayın yapılmıştır. Bunların bir bölümü telif, bir bölümüyse çeviri eserlerdir. Ancak, bunlardan öyle birisi vardır ki, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yayımlanmış hem çeviri hem de telif bir eserdir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 24’üncü yayını olarak 1948’de yayımlanan bu kitap, ‘’Bâtınîlerin ve Karmatîlerin İçyüzü“ adını taşımaktadır.

Kitap; Hicri 5. yüzyıl ortalarında yaşayan ve sözde Batıniler’in ve Karmatiler’in içine girerek onları gözlemlediğini iddia eden Arap hadis bilgini Muhammed Hammadi tarafından kaleme alınmış; Muhammed Zahid El- Kevseri adlı bir başka Arap tarafından bir önsöz ile yayına hazırlanmış; Esseyyid İzzet El- Attar Hüseyni adlı başka bir Arap tarafından Arapça olarak basılmış; Câmi-i Ezher mezunlarından Hatay Merkez Müftüsü, Siirtli İsmail Erzen tarafından Türkçeye çevrilmiş ve dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki – Cumhuriyet döneminde ilk Kuran tefsiri yaptırılan Muhammed Hamdi Yazır’ın yakını olmalı- tarafından yazılan kapsamlı bir Önsöz’le 1948’de yayımlanmıştır. (Sözkonusu kitabın yeni basımi ise 2004 yılında Sebil Yayınları’nda yapılır).

Bakalım, Diyanet İşleri Başkanı’nın bakışıyla Batıniliğin ve Gizli Tarikatların içyüzü neymiş? Adıgeçenin Önsöz’ünden birlikte izleyelim: ‘’Siyasi âmiller ve şahsi emellerle ortaya çıkmış fırkalar vardır ki, bunlar her vakit Müslümanlar ve Müslümanlık için bir gâile ve musibet olmuştur. (…) Siyasi ve İslam aleyhinde kötü maksatlar takip ederek ortaya çıkmış olan fırkalar ve tarikatlar, muhtelif isimler altında bugün de devam etmektedir. Bu maksatla ilk beliren fırka Şia’dır. (…) Hz. Ali zamanında kendisine taraftar olan Şialar dört kısma ayrılır. (…) Bunlardan 4’üncüsü Galiye’dir.(…) Galiye, Hz. Ali’ye muhabbette son derece ileri gidenlerdir. O derece ileri gitmişler, kendilerini muhabette o derece ilerde göstermişler ki, Hz. Ali’ye ilahlık isnat etmişler (Sen İlâhsın) demişlerdir. Sonra bunu Hz. Ali evlatlarına da teşmil ettiler. Bunlar, sonradan Rafızi, Batıni, İsmaili, Karamita (Karmatilik MB) gibi birçok kollara ayrılmışlardır. (…) Bunların hepsi, Şiilik perdesi altında gizlenerek Müslümanlar arasında ilhad (dinsizlik MB) ve fesat neşreden (yayan) kimselerdir. Binaenaleyh,bunların başlangıcı Hz. Ali ve Ehlibeytine muhabbet ise de sonu insilah (kopma MB), dinden büsbütün sıyrılıp çıkmaktır. (…)

Bu fitnelerin tohumları hemen hemen İslamın ilk devirlerinde atılmıştır ve Hz. Ömer (R.A) şehadeti de bunlarla ilgilidir. İran fütuhatından sonra bir taraftan İran Mecusiliği (Zerdüştilik MB), diğer taraftan Yahudi fitnesi, İslâm perdesine bürünerek gizli gizli İslâmın saffetini (temizliğini MB), Müslümanların vahdetini (birliğini MB) bozmakta gecikmemiştir. Sonradan Rafızilik, Batınilik gibi muhtelif isimlerle genişleyen bu tarikatlardan Rafızilik; Hz. Ali’ye muhabbet, Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ayşe, Muaviye ve diğer eshabdan (Muhammed’in yakınları MB) birçokları hakkında buğz (iftira MB) ve adavette (düşmanlıkta MB) taassup göstermek (tutucu olmak MB) demektir.“ (Age,s. 3,4,5).

‘Ehli Beyt’e Muhabbet İddia Eden Soysuzlar’
Bilindiği gibi, Osmanlı dini belgelerinde ve tarihlerinde Kızılbaşlar, genellikle Rafızî olarak nitelendirilir. Önsöz’de, “dış görünüşü Ehl-i Beyte muhabbet, içyüzü ise Mecusilik (Zerdüştilik, ateş-tapıcılığı MB) ve Yahudilikten ibaret bulunan Rafızi tarikatı” olarak nitelendirilen bu inancın mensuplarının; ruhun devamlılığına, sevabın ve günahın bu dünyada olduğuna ve tıpkı Mecusiler ve Yahudiler gibi Kuran’ın zâhiri ve bâtıni anlamları olduğunu savundukları belirtilerek, şöyle deniyor:

“Bâtıniye, Kur’an ve Hadis’in zahirinden başka bir de bâtıni mânaları olduğunu, zâhirin gizli hakikatlara işaret eden bir kabuktan başka bir şey olmadığını, bununla kanaat edenlerin Şer’in teklifatı olan kayıtlardan kurtulamayacaklarını; bâtın veyahut hakikat ilmine yükselebilmiş olanlardan teklifât-ı diniyenin de (dini yükümlülüklerin MB) kalkacağını söylerler. Onlara göre namazın ve zekâtın mânası Muhammed ile Ali’yi sevmektir. Bunları sevenler, namazı kılmış, zekatını vermiş sayılır. (…) Binaenaleyh Batıniye mezhebinden olanların söyledikleri ve işledikleri şöyler haram değildir. Ne yapsalar hepsi mübahtır. Melek damak bâtıniye dâileri, propagandacıları demektir. Şeytan da Ehl-i Sünnet uleması’dır. (…) Bütün bunların maksatları Müslüman itikadını bozmak, Müslümanların vahdetini kırarak, onları birbirine düşürmekti.” (Age,s. 9)

Batıniye’nin yani diğer adıyla İbahiye’nin ‘’dinsizlik“ demek olduğunu söyleyen Diyanet Başkanı, sözü Alevi pirleri gibi ‘’Ehl-i Beyt soyundan geldiklerini“ iddia edenlere getirerek, şu hakaretleri savurmaktan geri durmuyor: ‘’Ehli Beyte muhabbet iddia eden bu soysuzlar’dan bir takımları da uydurma Şecereler’le Peygamber’in neseb-i pâkine (temiz soyuna MB) mensup olduklarını iddiaya kadar cüret ettiler.“ (s.10) Cafer-i Sadık’a izafe edilen bu Şecerelerin düzmece olduğunu söyleyen yazar; Önsöz’ün sonuna doğru görüşlerini şöyle özetliyor:

‘’İslamlar arasında her devirde kanlı hadiseler çıkarmış olan bu zındıkların (dinsizlerin MB) mezheplerinin her memlekete göre bir adı vardır. En meşhur adı Bâtıniye’dir. (…) Bugün de bunların bakiyeleri (devamcıları MB) vardır. Irak’ta bunların adı Karamita (Karmetilik MB) ve Mazdekiyye’dir. Çünkü bunlar da tıpkı Sasaniler devrinde Mazdek’in ortaya attığı mal ve kadında herkesin ortak olduğunu, bunlarda temellük (mülkiyet MB) ve tasarruf olamayacağını da söylüyorlardı. Horasan’da bunlara Talimiye ve Melâhide denildiği gibi; Karmat’ın kardeşi olan Meymun’a nizbetle Meymuniyye de denir. Mısır’da meşhur Ubeyd’e nisbetle Ubeydiyyun, Şam’da Nusayriye,Dürzü, Tayamine adını alır. Filistin’de Bahaiye, Hint’te Behere ve İsmailiye, Yemen’de Yamiyye, Kürdistan’da Aleviyye, Türkler arasında Bektaşi ve Kızılbaş, Acemistan’da Babiye diye anılırlar. (…) Bunlar sözlerini felsefe ve tasavvuf ile de yaldızlarlar, herkesin mizacına göre söz söylemek isterler. Davetlerinin 9 derecesi vardır. 9.’uncusu Mükaşefe’dir (Hakkın, hakikatın sırrına varma MB). Artık bu mertebeyi bulmuş olan bir Bâtıni’ye her şey mübahtır; haram, küfür yoktur. Abdest, gusul, namaz, oruç gibi teklifler (dini yükümlülükler MB) bunlar için değildir.’’ (s.12)

Diyanet Başkanı, sözlerinin bitiminde, ‘’ kötü emeller peşinde koşan bu Şeytan ruhlu kimselerin tuzağına düşmekten milleti korumak için“ , kurum olarak bu tür yayınları sürdüreceklerini bildirmektedir.

Heterodoks İnançlara Ret
Gerek kitabı ilk yayına hazırlayanın, gerek onun Arapça basımını gerçekleştirenin, gerekse Türkçeye çevirenin de, buradakilere benzer belirlemeleri ve suçlamaları vardır. Ancak bunları ayrı ayrı irdelemeye gerek görmüyoruz. Yalnız, kitabı yayına hazırlayan Zahid El- Kevseri’nin; gizli din mensubu Batıni gruplarla ilgili üstteki döküme benzer detaylı dökümündeki, Mazdekçiliği Komünizm’le özdeşleştiren belirlemesiyle, Kürdistan’da Hazret-i Ali’ye aşırı bağlılık ve onun Tanrıyla özdeşleştirilmesi dolayısıyla ‘’Alevilik“ olarak nitelendirildiğine ilişkin belirlemesini ilginç bulduğumuzu belirtelim.

Burada özellikle vurgulanması gereken husus; Sünni İslam dışında kalan Heterodoks din ve inançlarla diğer bağımsız doğal - felsefi inanç ve dinlerin tümden Bâtınilik kulvarına sokularak toptan suçlanması ve reddedilmesidir. Öte yandan, bu inançlardan bir bölümünün dini önderlerinin Ehl-i Beyt soyundan gelmesinin gerçekle ilgisi bulunmayan bir faraziyeden ibaret olduğu vurgulanırken; bundan hemen bir yıl sonra 1949’de CHP Genel Merkezine verilen bir Alevilik raporunda, Aleviler’in CHP’ye bağlı tutulması için bu Alevi pirlerinden ve Ocaklarından yararlanılmaya çalışılması ayrıca dikkate değer bir husustur.

Bir başka önemli husus ise, geçmişte Kızılbaş- Alevi ve Bektaşiler’e yapılan hakaret ve suçlamaların, Cumhuriyet döneminde dini yönetmekle ödevli bir Devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nca da yapılmasıdır.

Herhalde geçmişten buyana yapılagelen bu karalama, horlama ve suçlamalara verilecek en iyi cevap, 17. yüzyıl Alevi- Bektaşi ozanlarından Teslim Abdal’ın şu dizeleri olmalıdır:

Süren erenler süreği/ Süregelmiş süregider/ Münkir cehennem direği/ Dura gelmiş dura gider(…) Bir gerçeği indir başı/ Durmaz akar gözüm yaşı/ Yezid’in elende taşı/ Vura gelmiş vura gider(…) Teslim Abdal, çün basılmaz/ Hakkı bâtıla batırmaz/ İt ürür kervan kesilmez/ Üre gelmiş, üre gider…
YARIN: Cumhuriyet’in Alevi kültürüne yönelik asimilasyon politikası

Hazırlayan: MEHMET BAYRAK

Hiç yorum yok: