20 Temmuz 2011 Çarşamba

Halepçe'den Bir Görüntü!

Bu kentin akşamları da bir başkaydı Yaşlılarımızın sohbetleri de sessizceydi Yoksa 16 mart bu kente sessizliği mi emanet etmişti. Kadınlarımız bağıran sessizliğin çığlığıydı Ve kentin sokakları da susturulmuş çocuk gülüşleri


16 Mart Halepçe Katliamı Anısına
Gerilla

Dünya tarihin de 20. Yüzyılda epey kanlı savaşlar olmuş, atom bombası gibi önemli bir silah Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılmıştır. Bu da katliamların gelmiş olduğu düzeyi bize göstermiştir. Tarih sahnesinde insanlığa her türlü vahşet, imha, sömürü dayatılmış ve bu dayatmalar da belli kesimlerin çıkarları uğruna yapılmıştır. Birçok halk da bu siyasetlerin kurbanı olmuşlardı.
Tarihte Kürtler her zaman uluslar arası hegemonik güçlerin siyasetlerinin ve çıkarlarının kurbanı olmuşlardır. Özellikle 20. Yüzyılda yapılan politikalar da İngilizlerin ve bölge devletlerinin oyunları ile yapılmıştır. Halepçe katliamı da bunlardan biridir.
Bilindiği gibi İran-Irak arasındaki savaş döneminde Germiyan bölgesinde bulunan Halepçe kasabasına Saddam’ın cellâtlarından Hasan Ali Mecit Kimyevi’nin emri ile kimyasal gazlar, bombalar atılarak beş bin masum Kürt insanı katledildi. Geride binlerce yaralı ve sakat insan kaldı. Bu katliam geçmişte yapılan Kürtleri tarihten silme katliamlarının bir devamıdır. Kürtler topyekûn yok sayılmak istenmiştir. Dünyanın bu katliama karşı tavrı sessizlik olmuştur. Saddam rejimi sivil Kürt insanlarını katlederek adeta dünyaya meydan okumuştur. Aynı zamanda böylesi bir silahın elinde olduğunun mesajını vermek istemiştir. Bu siyasal boşluğun yaratılmasında ve katliamın gerçekleşmesinde işbirlikçi Kürt örgütlerinin de payı vardır.
Uluslar arası güçlerin desteği ile bu katliamı yapan Saddam, alelacele bir şekilde de aynı güçler tarafından idam edildi. Çünkü Halepçe gibi katliamlar da uluslar arası güçlerin payı ortaya çıkartılmak istenmiyordu.
16 Mart 1988 Enfal'ini gerçekleştiren Hizbil Baas rejiminin geride bıraktıkları da hiçbir zaman unutulamayacak olaylardandır. Binlerce köy boşaltıldı, birçok insan zindanlara atılarak ya idam edildi ya da ölüme terk edildi. Ailece zindanlara atılanlar oluyordu. Yine Saddam’ın kaleleri olarak nitelendirilen ve askerlerin kaldığı bu yerlere binlerce insan getirilip gözetim altında tutuluyordu. Toplu bir şekilde insanlar diri diri toprağın altına atılıyordu-gömülüyordu. Köylerde insanlar toplu şekilde kurşuna diziliyordu. Boşaltılan köylerde toplanan insanlar da özel olarak kooperatif evlerde tutuluyordu. Ortada kalan insanlar da Bahırke kampında toplanıyordu. Görünüşte beş bin insan katledildi. Ancak Enfal’e uğrayan insan sayısı yüz binlercedir. Verilen rakam 182 bindir.
Aradan 22 yıl geçmesine rağmen halen bu katliamın yaraları sarılmış değildir. Dünya bu utancı üzerinden atmış değildir. Halkımız halen bu katliamın acılarını gün be gün yaşıyor. Onun için bu katliamın yaralarını sarmak, sorumlularından hesap sormak en medeni yaklaşımdır. Yoksa kendisine çağdaşım, demokratım diyen, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok güç bu utançla yaşamaya devam edecektir. Güneyli güçler de her yıl bu katliamın duygu sömürüsünü yapacaklarına kendi politikalarını gözden geçirip halkın sorunlarına çözüm olmalılar. Güney’li halkımız da bu katliamın anısına kendisini daha fazla örgütleyip işbirlikçi siyasetlere karşı tavır sahibi olmalılar. Nasıl ki Halepçe katliamından sonra binlerce insan Amed, Muş, Kızıltepe kamplarında Kuzeyli Kürtler tarafından bir ilgi görmüşlerse Güneyli Kürtlerde aynı ruhla yaklaşmalıdırlar.


Halepçe'den Bir Görüntü!
Gerilla 
Ülkemin anılar kentine yol alırken güneş doğmuştu bile
Bu kent 88 öncesini anlatmıyor artık...
Anlatılan on altı marttı bir de sonrasıydı
Korkum bu nedenle
Kent sessizlik kokuyor ve ölüm kokuyordu artık.
Derin bir sessizlik esiyordu sokakların içinden
Ve mezarlardan yükselen çığlıklar uzaklaştıkça sessizlik başlıyordu yine
Usulca şakılar söylüyordu yaşıtlarım
Ve erken akşam oldu
Karanlık sanki aydınlığı çalıyordu
Çünkü kısalıyordu gündüzler

Bu kentin akşamları da bir başkaydı
Yaşlılarımızın sohbetleri de sessizceydi
Yoksa 16 mart bu kente sessizliği mi emanet etmişti.
Kadınlarımız bağıran sessizliğin çığlığıydı
Ve kentin sokakları da susturulmuş çocuk gülüşleri
Boğazım düğüm düğüm oluyordu
Yüreğim küçülüyordu bu gerçek karşısında
Herşey sessiz ve her şey suskun.  Bir tek gözler konuşlandı
Bakışları unutulmayan bir serüveni anlatır gibi
Yarım kalan bir serüvendi oysa
O ışık saçan renkler matlaşmıştı
Yıldızları bile solgundu
Bu kenti dolaştıkça anlamlar çoğalıyordu
Ve gözlerimize anlamlar diziliyordu
Yorgunluk akardı sonrası
Bildiğimiz yol yorgunu değil
Yürek yorgunluğuydu
Anlam yorgunluğuydu
Çünkü bu kentin insanları her biri anlam doluydu
Her biri geçmişin tutanağıdır şimdilerde
Her tutanak  bir derya derinliğinde
Bir gökyüzü genişliğinde
Bir de yanardağlar  gibi yakıcıydı onlar

Tanımadığım bir patikadan geçiyordum
 Güneş görkemiyle bir kez daha doğmuştu
Bir kayalıkta ara verdim
Ve oturup yaşayanlar kadar sessiz dalmıştım
Onlarla sessizliği paylaşıyordum onlar gibi
Kırılan zamanın izlerini çözmek için
Neydi 16 mart? Sorusunu çözüyordum
Çözdükçe
Kente ait olduğumu itiraf ediyordum sonrasında
Yol aldıkça
Neden?
Niçin?
Ve nasıl oldu sorularım çoğalıyordu
İzler cevaplıyordu sorularımı
İşte karşımda küçük bir iz
Ve sahipsiz bir eser
16 marttan kalan bir çocuk ayakkabısıydı bu
yalnızca sol tekiydi, o da yanmıştı
peki ya diğeri nerde?
Beynim sıradağlar gibi dizilmiş sorularla doluydu
Gözlerimin kapanığını hissettim
Bir rüya  idi gördüğüm
Yoksa sorularımın cevabı mıydı?
Belki de bir gerçek
Esmer tenli bir kız çocuğu görüyordum rüyada
Belirsiz bir fırtınada kaybetmişti ayakkabısını. Fısıltıyla uyandım o sabah
İşte o gün Halepçe’den öğrendim anlamlı cevap vermeyi... Ve yaşamı
Sonra küçük kız çocuğuna bir söz armağan ediyordum
“Konuş artık!”

Hiç yorum yok: