14 Temmuz 2011 Perşembe

Devlet Partisi, 'Kelebek Çiçek' ile 'İttifak-Uzlaşma'

Başbakan seçim öncesinde üçüncü hükümet dönemini "ustalık" dönemi olarak tanımladı. "Çıraklık" ve "kalfalık" bitmiş, "ustalık" dönemi başlamış. Nedir bu lonca zamanlarından kalma "ustalık" teriminin anlamı? Başbakan bu terimle neyi ilan etti?

"Ustalık" sözü bir şifre. Açılım, "devlet partisi" olmak. Ya da "iktidar partisi" olmak. 2002'de malum Erdoğan "çırak"tı. TMY gereği hapse atılmıştı. Birinci Hükümet dönemi boyunca, "eski ustalardan" çok sopa yedi. Ergenekon vuruyor, yargı itekliyor, ordu sövüyor, TÜSİAD sermayesi fırçalıyor, falan derken, çıraklık dönemi sona erdi. Kalfalık döneminde eski ustalar bir hayli "yaşlanmış" olmalıydı ki, kalfa el altından, kapı aralığından, çaktırmadan, sonra çaktıra çaktıra ustaların altını oymaya, ustaların bütün marifetlerini öğrenmeye, bu marifetleri o eski ustalara karşı kullanmaya başladı. Üçüncü döneme gelindiğinde artık Ergenekoncular, ordunun general kadrosu zındana atılmış, yargı A'dan Z'ye ele geçirilmiş, sermayenin medya ayağı çökertilmiş, "üretimde" olanları kuşatılmış, böylece Başbakan'ın  "ustalık" dönemi başlamış oldu.


Şimdi AKP artık yeni devlet partisidir. Artık o aynı zamanda "devlettir." Biz bunları uydurmuyoruz. Bugün yazarı Ahmet Taşgetiren'in yazısını yorumlayarak bu sonuca varıyor. Taşgetiren, dünkü yazısında şöyle diyor: "Ustalık denen şey neyi kapsıyor? Ustalığın öncesinde çıraklık ve kalfalık var.


Bu dönem, meşruiyetin ispatı, devleti tanıma, sorunları tanıma, iktidarı pekiştirme ve devleti yönetir hale gelme demek bana göre. Bu saydıklarımın hepsi, Türkiye'de bir siyasi kadronun, gerçek anlamda iktidar olabilmesi için aşması gereken engeller. AK Parti yola 2002'de halktan oy alarak çıktı, bu ilk şarttı ama iktidar olmak için yeter şart değildi. Geçen 9 yıllık dönemde, öteki engelleri de önemli ölçüde aştı. Artık sorunları biliyor ve kendisini onların üstesinden gelecek kadar 'iktidarlı' görüyor."


İşte böyle.


Böyle olunca, AKP'yi hâlâ "değişim" gücü sanan ve BDP'yi onunla "ittifaka" yönlendirmeye çalışan Ahmet Altan'ın "ittifak" ile "uzlaşma" arasındaki farkları anlama zamanı da gelmiş oluyor. Altan dünkü yazısında AKP ve BDP "bütün Türkiye'de 'ittifakı' ön plana alırlarsa, ikisi de güçlenir ve birlikte yeni bir Türkiye oluştururlar" demiş. Bunun anlamı BDP'nin Türk devletiyle "ittifak" kurması. Oysa Kürtler onurlu bir barış için, "dürüst bir uzlaşma" arıyorlar. O nedenle de gidip, "derin devletin ismi" Çiçek'le görüşüyorlar. Ahmet Altan'ın gazetesi ise, bir yandan BDP'ye devlet partisi AKP'yle "ittifak" tavsiye ediyor, diğer yandan da Selahattin Demirtaş'ın TBMM Başkanı Cemil Çiçek'le görüşme talebini BDP'yi CHP'yle aynı sepete koyarak manşetten "Muhalefet bir kelebek, dolaşıyor çiçek çiçek" diyerek alaya alıyor.


Tutarlı olun!..




Sayın Usta, ne diyorsunuz bu hususta?


Ustalık dönemi kabinesi hakkında ne biliyoruz? Bilgilerimizi Roj TV'ye borçluyuz. Bakanlak Kurulu listesi yayınlanır yayınlanmaz, sıcağı sıcağına Roj TV bazı bakanların dosyasını açtı. Zimmetçileri, aşırmacıları, 1995 yılında Hatay'da öldürülen yurtseverlerin katilleriyle ahbaplıkları gözler önüne serdi. İşin bu kısmını es geçse de medya artık konuşmaya başladı. Hürriyet bu konudaki haberini Roj TV'ye değil, ama Sözcü'ye dayandırmış. Olsun. Okuyalım:
 

 


 

 

 

 

 

"Sözcü gazetesinin haberine göre hakkında çeşitli suçlardan 4 bakan hakkında hazırlanmış fezlekeler bulunuyor. İşte 4 bakan hakkındaki çeşitli suçlamalar...

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin: Zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrak kayıtlarında sahtecilik ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, ihaleye fesat karıştırmak.


Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer: İhtilasen nitelikli zimmet, sahte belge düzenlemek, ihaleye fesat karıştırmak, Kara Para Aklamasının Önlenmesi Kanunu'na muhalefet.


Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu: İhtilasen nitelikli zimmet, sahte belge düzenlemek, Kara Para Aklanmasının Önlenmesi Kanunu'na muhalefet, ihaleye fesat karıştırmak, görevi kötüye kullanmak.


Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker: Görevi kötüye kullanmak."


Son ikisini geçelim. Olur böyle vakalar diyelim. Ama ya ilk ikisi.


Birisi polisin başında. Dosyasında "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak" ibaresi var.


İkincisi okulların, üniversitelerin başında. Prof. olabilmek için "düşünce hırsızlığı" yapmış.


Gerçekten de böyle bir Bakanlar Kurulu kurmak "ustalık işi..."

 


'Derin futbola' karşı FenerbahCHE ile dayanışma

Güngör Uras, şöyle yazıyor:

"Türkiye'de futbol pastasının büyüklüğü 820 milyon dolar olarak tahmin ediliyor. Pasta hızla büyüyor. Son on yılda yüzde 290 büyüdü. Pastanın kaymağını "4 Büyükler" yiyor. Elde edilebilen son mali tablolara göre, 4 Büyükler'in yıllık gelirleri 622 milyon TL. Yıllık açıkları 130 milyon TL. Açık anlatımıyla 100 gelirleri var. 121 harcıyorlar.

Bu nedenle 4 Büyükler'in konsolide borç toplamı 1 milyar 95 milyon TL'yi aşmış durumda. 4 Büyükler'in futbol kulüplerinin yıllık 622 milyon TL gelirinin yüzde 33'ü futbol dışı harcamalara gidiyor. Konsolide futbol şubesi net zararının, konsolide futbol şubesi gelirlerine oranı (eksi) yüzde 38'dir."

Bu demektir ki, pasta bırakalım diğerlerini 4 büyüklere bile "az" geliyor ve böylece seyirciler takımların takımlarla rekabet ettiğini sanırken, kapitalist pazarda kulüpler kulüplerle kıyasıya savaşıyor. Pastadan kim daha fazla pay alacak kavgasına elbette diğer tüm kapitalist paylaşma savaşlarında olduğu gibi devlet de karışıyor. Sonuçta Cengiz Çandar dünkü yazısında "bu bir Fenerbahçe operasyonu" diyerek aslında bu mekanizmayı ima ediyor.

Ve devlet bu işlere karışıp, askeri vesayetten polis vesayetine doğru büyük bir adım atılınca, siyaset cephesinde de çelişkiler keskinleşiyor. Öyle ki, AKP aidiyeti ile Fenerli aidiyeti iç içe geçenler ve geçmeyenler karşı karşıya geliyor. İşte bunlardan birisi de Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanı İbrahim Kalın. Danışman Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının polis tarafından gözaltına alınış biçimini eleştirirken şöyle demiş: "Aynı yanlış KCK tutukluları gözaltına alınırken de yapıldı."

Şimdi herkes FenerbahCHE taraftarlarının "hem derin futbol çetelerine, hem de polis vesayetine karşı" ne zaman harekete geçeceğini merak ediyor. Sorun şurada: Pastadan en büyük payı alan Fenerbahçe'yi tasfiye politikasından diğer üç "büyük" takımın çıkar sağlamasını önlemek için, "şikeye" karşı mücadeleyi "FenerbahCHE operasyonu" olmaktan çıkartmak ve tüm futbol dünyasındaki "derin futbol"un havasını almak gerekiyor. Bunun için "ne sağcıyız, ne solcu, futbolcuyuz futbolcu" demenin çare olmadığını, bütün futbolseverlerin birleşerek, "KCK tutuklularının resmiyle", "FenerbahCHE tutukluları resmini" aynı anda tişörtlerine işlemeleri gerekiyor...

Entelektüel faşistin lümpen evladı

Yağmur Atsız, ünlü Türkçü ve Hitler yanlısı Nihal Atsız'ın oğlu. Nihal Atsız malum, çaplı bir pro faşistti. Kültürlüydü. Türk milliyetçilerinin ulaşamadığı bir ideolojik derinliğe sahipti. Ne demişler, yiğidi öldür, hakkını teslim et!

Ama oğul Atsız arsızın biri. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Kendi anlatımına göre "faşist" değil. Hatta diyor ki, "ben de Türkleri sevmem..." Hay sevsinler seni.

Bu oğul Atsız, BDP'li vekil Sebahat Tuncel hakkında dünkü yazısında terbiyesizce laflar etmiş. Okuyalım:

"Sebahat Tuncel, eğer bundan böyle de bu şekilde konuşmaya devam edecekse, ki üslubunu sertleştirerek edeceği anlaşılıyor, o zaman artık bir daha karşımıza çıkıp 'demokrasi, Türk-Kürd kardeşliği, barış' vs. diye zırlamasın! Çünki yemezler!"

Evet, oğul Atsız tipik bir lümpen. Ağzı bozuk. Pro faşist Nihal Atsız, tıpkı Naziler gibi Türk lümpen proleterlerini de örgütlemek istemiş, başaramamıştı. Meğer bunu başaramayınca işte böyle bir "lümpen oğul" yetiştirmiş.

Hiç yorum yok: