11 Haziran 2011 Cumartesi

Zihin, Zihniyet, Zihniyet Devrimi


Zihin: En genel anlamda algılama, anlama, anımsama, düşünme, değerlendirme, karar verme aşamalarında rol oynayan yetenekler bütünü olarak tanımlanmaktadır. Bazı tanımlamalarda bunlara kavrama, imgeleme, yargılama gibi düşün faaliyetleri de eklenmektedir. Günlük yaşamda zihni görünür kılan yansımalar; duyumlar, algılar, duyular, bellek, arzular, çeşitli akıl yürütme biçimleri, güdüler, tercihler, kişilik özellikleri ve bilinçdışı oluşumlar biçiminde sıralanabilir. Bunların yanı sıra düşünme, bilgi, niyet (amaç) gibi olgularla birlikte de ele alınır. 

Felsefede birçok değişik anlamlarda kullanılan zihne karşılık olarak us, tin, anlık gibi deyimler kullanılsa da, aslında bunlardan farklı bir anlama sahiptir. Felsefe tarihinde hemen her zaman insan beyninin veya düşünce yapısının “bilen, algılayan ve düşünen bölümü”ne denk düştüğüne inanılan zihin, bir yanda düşünce ya da düşünme olgusuyla, öte yanda bilgi ya da bilme olgusuyla beraber düşünülmüştür. Kuşkusuz zihnin en belirgin özniteliklerinden biri, zihinde olup bitenlerin başkalarınca gözlemlenemez olması, başka bir deyişle, zihinde her ne olup bitiyorsa bunun yalnızca ve yalnızca kişinin kendi iç gözlemine açık oluşudur. “İnsanın düşünsel ve duygulanımsal işlevlerinin tümü” olarak da okunan zihin terimi, insan varlığının tensel yönüne değil, tinsel yönüne ait bir yeti olarak ele alınmaktadır. Zihnin öne çıkan diğer bir özniteliği ise, her ne kadar dıştan gözlemlenemez olsa da, dış etkileşimlere açık olduğu kadar bireyin hal, hareket, yaşam biçimi ve toplumsal duruşunda direk bir belirleyen olması durumudur. 

Zihnin oluşumu konusunda oldukça değişik görüşler bulunmaktadır. Birincisi zihnin, doğuşta boş bir sayfa olduğu, doğumdan sonra bireyin zihni yapısının şekillendiğini ileri süren yaklaşımdır. Bunlar daha çok insan belleğinin ve tüm düşünsel faaliyetlerinin doğumdan sonra aile, toplum ve çevreden alınan bir yeti olduğunu ileri sürerler. Bu anlamda insan yavrusu dünyaya boş bir levha olarak doğar ve doğduğu andan itibaren çeşitli yollarla öğrenmeye başlar. Öğrenme süreci zihni yapının şekillenmesini sağlar. Bu öğrenme sürecini belirleyen, öncelikle aile ortamıdır. Daha sonra bireyin toplumsal ilişkiler içerisine girmesi ve eğitim kurumlarına alınmasıyla bu süreç yoğunlaşır. Bunların yanında zihnin oluşum ve gelişiminde etkili olan faktörlere coğrafya, iklim gibi fiziki koşulları da eklemek gerekir. Bu sav daha çok materyalist (maddeci) düşünür ve bilim insanlarının kabul ettiği bir görüştür. 

Bir diğer yaklaşım, zihnin doğumla beraber oluştuğunu, ancak fiziksel gelişimle bunun daha işlevsel bir hale geldiğini iddia eden düşüncedir. Bu tez daha çok tin ile ilişkilendirilen bir yaklaşımdır. Kutsal yaratıcı, doğan herkese belli bir düşünce gücü ve zihni şekillenme bahşetmiştir. İnsan bunu kullanarak kendini bu yaratıcıya ulaştırma ve onun direktifleri doğrultusunda yaşama gücünü gösterebilir. Yine bu görüşe göre bu durum mutlak değildir. Yaratıcı tarafından verilen bu düşünce gücü eğitime açık, yönlendirilebilir, biçim verilebilir niteliktedir. Muhakkak ki insan bireyi doğumla beraber bir bilinç düzeyine, algılama, sorgulama, yargılama normlarına sahip değildir. Bunlar sonradan öğrenilen şeylerdir. Ancak toplumsal genler olarak tanımlanan bir aktarımın olduğu da düşünülmektedir. Bu toplum hafızası olarak tanımlansa da, tam bir zihin durumunu ifade edemeyeceği de açıktır. 

Zihniyet:
Zihinden türetilen Zihniyet ise, insan bireyinin ve toplumunun zihinsel süreçlerinin bileşkesi olarak ortaya çıkan bir olgudur. Kültür, sanat, bilim, din, ideoloji, mitoloji, felsefe, düşünce vb. insan zihni tarafından üretilen her şeyin daha öznel bir formudur. Modern literatürde "bilinç", felsefe çevrelerinde "görüş tarzı" olarak karşılık bulsa da, bunlardan daha fazla ve geniş çerçevede bir kullanıma sahiptir.

Zihniyet; insan ya da toplumların insan, toplum ve doğaya ilişkin düşünce tarzı, onları algılama biçimi ve bu algılamaya bağlı olarak ortaya konan tavırları biçiminde görülebilir. Bu bağlamda zihniyet bir bilgi türü değil, bir bilme tarzıdır. Bu bakımdan toplumsal şartları ifade eden gelenek, din ve daha kapsamlı görünümüyle kültürden ve ideolojiden (benzerliklerine rağmen) farklıdır. Çeşitli şekillerde bunlara benzese ve yer yer aynı görünse de, bunların üstünde ve bunları da kapsayan bir durumu ifade eder. Zihin ve bilgi ile doğrudan bağlantılı kişisel bir durum olan zihniyet, toplumsal bağlantılarla beslenerek şekillenir ve bir form kazanır. Aslında toplumların oluşum ve biçimlenişleri açısından kişisel zihniyet formlarından ziyade toplumsal zihniyetler asıl olandır. Bireysel zihniyetler verili toplumsal ve sistemsel zihniyetler tarafından belirlenir ve şekillendirilir. Toplum ve sistem dışı zihniyet yapılanmaları daha çok toplumsal inşa süreçlerinde gözlemlenen zihniyet devrimi üzerinden anlam bulan bir olgudur. O da kendisini bir sisteme kavuşturup toplumsal bir forma kavuşmadan bir anlama sahip olamaz. 

Toplumsal anlamda zihniyet, kültürlerin insana ve doğaya bakış tarzıdır. Dünya görüşü, çağın anlayışı ve kültürü ile karşılanan zihniyet, aynı zamanda toplum ve sistemler arasındaki farklılıkları veya benzerlikleri sağlayan şeydir. Ahlak ve kültürle ciddi bağlantıları olmakla birlikte onlarla özdeş değildir. Zihniyet, hareket ve davranışlara yön veren kural, kaide ve ölçüdür. Değer hükümleri, tercih ve eğilimler toplamıdır. Toplumun dini, ahlaki, ekonomik, sosyal, siyasal şartların bileşkesinde oluşan ve insanın insan, toplum ve doğaya karşı genel bir bakış tarzıdır. Pek çok değişkenin bileşkesinde ortaya çıkan toplam bir olgudur. 

Her zihniyetin değişmezleri, temel referansları vardır. Tüm zihniyetler, kendi değişmezlerini, zihniyetinin temeli, ana belirleyicisi olarak görür. Bu değişmezler zihniyetlerin kumanda merkezini oluştururlar. Bir zihniyetin değişmezlerini oluşturan öğelerden birisinin değişmesi demek, o zihniyetin değişmesi veya bozulması demektir. Bu değişmezlerin yanında her zihniyet kendi toplumsallığını süreklileştirme arayışındadır da. Bu nedenle zihniyet yapılanmalarında belli bir esneklikten bahsetmek de mümkündür. Bu esneklik temel konularda değildir. Zaman içerisinde bir zihniyet ne kadar değişime uğrasa da, değişen kurumlar içerisinde bir birine aktarılan değişmezler o zihniyetin özünü teşkil eder. 

Günümüzde bu alanda araştırma yapan kesimler zihniyet yapılarını çok parçalı ve birbirlerinden kopuk ele almaktadırlar. Özellikle adlandırmalarda neredeyse her topluma, coğrafyaya, dine, felsefeye vb. ait zihniyet yapıları olduğu iddia edilmektedir. Ancak insanlık tarihi mevcut gelişim seyri içerisinde temel iki zihniyet yapılanması tanımıştır. Birincisi; demokratik komünal toplum zihniyeti, ikincisi ise devletli, sınıflı, hiyerarşili toplum zihniyeti. Diğer tüm adlandırma ve zihniyet yapıları bu iki zihniyet yapısı içerisinde kendini ifade eden formlar olmaktadır. Doğu-Batı, dini-bilimsel, mitolojik-felsefik gibi zihniyet yapı ayrıştırmalarını da bu temel ayrımdan bağımsız ele almak toplumsal yapıları doğru anlamlandırmamaya yol açacaktır. Günümüz pozitivist bilimi toplumda yarattığı parçalanmayı zihniyet yapıları arasında da geliştirerek hakikatin kaybedilmesine ve insanlığın kendi gerçeğinden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bununla toplum üzerindeki hegemonya devam ettirilmektedir. Aslında bu yaklaşımın kendisi de devletli toplum zihniyetinin bir unsurudur.

İnsanlığın ilk tanıştığı zihniyet yapısı daha çok çevresindeki her şeyi kendisi gibi canlı düşünen ve kendisi ile çevresi arasındaki ilişkileri buna göre kuran Animist yaklaşımdır. Süre açısından insanlığın en uzun süreli zihniyet aşaması bu döneme denk gelmektedir. Fetişizme ve totem gibi toplumsal kimliklerin oluşturulduğu bir toplumsal yapıya yol açmıştır. Tarım ve köy devriminin gerçekleştiği neolitik dönem zihniyet yapısında ise, dişil öğeye dayalı, önem sırasına göre, tüm önemli varlıkların tanrılaştırıldığı bir insan-tanrı düşünce yapısı egemen olmaktadır. Her düzeyde ana tanrıçaya dayalı bir düşünce ve inanç yapısı gelişmekte, ilk defa ana tanrıça göğe yükseltilerek ölümsüzleştirilmektedir. Şehir devrimleri döneminde insanlık köklü zihniyet dönüşümleri geçirmekte ve buna dayalı bir toplumsal forma doğru evirilmektedir. Neolitik dönemin sonlarına doğru zihniyet üzerinde analitik zekânın etkisinin artmasıyla ataerkil bir topluma doğru evirilme başlamıştır. Bu bile başlı başına bir fark yaratmaktadır. Şehirlerde toplanan ve daha da karmaşıklaşan toplumsal yapıların yönetilmesi açısından eskisine oranla daha dogmatik bir zihniyet yapısına ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca gelişen yeni üretim teknikleri ile artan ürün ve artı-ürünü bireysel sahiplenme yaklaşımının, sömürüyü tanımayan toplumlara kabul ettirilmesi (meşrulaştırılması) için yeni zihniyet yapılanmaları gerekmektedir. Bu da mitolojiye dayalı yeni tanrı ve din anlayışlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır.

“Şüphesiz bir toplumu sömürüye açık hale getirmenin ilk koşullarından biri olan ahlak ve politika yoksunluğuyla, bu iki dokunun düşünsel temeli olan toplumsal zihniyet çöküşü sağlanmadan, bu yoksunluk gerçekleştirilemez. Tarih boyunca egemenler, sömürgen tekeller amaçları için ilk iş olarak ‘zihniyet hegemonyasını’ bu nedenle inşa ederler. Sümer toplumunu verimliliğe, dolayısıyla sömürüye açmak için, Sümer rahiplerinin ilk iş olarak tapınak (Ziggurat) inşa etmeleri bu gerçeği çok açık bir biçimde kanıtlamaktadır. Sümer tapınağı, tarihin bilinen ve etkisi halen süren toplumsal zihni fethetme ve çarpıtmanın orijinal kaynağı olması açısından da büyük önem taşımaktadır.”

Bu şekilde geliştirilen yeni zihniyet aslında sınıflı uygarlığın zihniyet yapısının inşa çabalarıdır. Ve halen günümüzde sınıflı uygarlığın kendisini dayandırdığı ve üzerinden var ettiği temel zihniyet yapısıdır. İçerisinde değişimler eklemlemeler, çıkarmalar, uyarlamalar olsa da, temel değişmezleriyle halen kendisini korumakta ve hakim toplumsal zihniyet olarak varlığını devam ettirmektedir. Zaten günümüz toplumsal sorunlarının temeli de bu zihniyet yapısına dayanmaktadır. Devletli uygarlık zihniyetindeki özne-nesne ayrımı ezen-ezilen ilişki ve çelişkisinin en temel değişmezi durumundadır. Yine zihniyetin oluşumunda kullanılan analitik zekâ neredeyse insanlığın sürüklendiği felaketin asıl sorumlusu durumundadır. Dünyayı bir algılar dünyasına çeviren ve gerçeklerden kopuk, kendine yabancılaşmış bir toplumsallığa yol açan en temel zihniyet kurumu ise pozitivist bilimcilik anlayışıdır.
Devletli uygarlık zihniyetinin tüm bu hegemonya çabalarına karşın, komünal zihniyetin tamamen ortadan kalktığı iddia edilemez.

İnsanlığın özünü yansıtan ve kendi gerçeğini en yalın bir biçimde yaşamasına olanak veren demokratik toplum zihniyeti tarihin her döneminde karşıt zihniyete rağmen direnmiş ve adeta toplumun gözeneklerinde korunarak kendisini günümüze kadar getirmiştir. Birçok peygambersel çıkış, muhalif tarikat ve mezhep, uygarlık merkezlerinden vebadan kaçar gibi kaçan etnisitelerdeki direniş bu zihniyetin sonucu gerçekleşmiş ve toplumun sınıflı uygarlık zihniyeti içerisinde tümden bitirilmesinin önünü almıştır. 

Ancak bu direniş sınıflı uygarlık zihniyetinin hegemonik zihniyet olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Bu zihniyetin yol açtığı sorunlardan kurtulmanın tek çözümü ise, bu zihniyetin tüm değişmezlerinden, dogmalarından kurtulmak, ondan kaynaklı tüm çarpıtmaların özüne ulaşarak aşmaktır. Bu da “zihniyet devrimiyle” mümkündür. 

Özellikle devletli uygarlık karşısında mücadele yürüten tüm toplumların ve toplumsal hareketlerin ilk elden gerçekleştirmeleri gereken bu zihniyet devrimi ile sistemin her türlü zihniyet yapılarından kopuşu sağlamak olmalıdır. Öncelikle de devletli uygarlık zihniyetinin kendini dayandırdığı milliyetçi, dinci, bilimci ve cinsiyetçi düşünce yapıları ve zihni algılamalarından kurtulmak en önemli çaba olmak durumundadır. Günümüz toplumlarının içerisine girdikleri toplumkırım yıkımından kurtulmanın tek yolu da budur. 

Bu anlamda zihniyet devrimi ilk elden hakim zihniyetten kurtulmakla mümkündür. Çünkü bir zihniyete ait değer yargıları, ideolojiler, inanış biçimleri, yorumlama ve ele alış tarzlarından kopuş gerçekleşmeden, o zihniyete karşı bir mücadele de yürütülemez. Yani zihniyet devriminin ilk adımı, çağımızda sınıflı uygarlık zihniyetinin en son güncellenmiş biçimi olarak karşımızda duran kapitalist zihniyet kalıplarından ve yapılarından olan özel mülkiyetçilik, benmerkezcilik ve bireycilikten kendini arındırmaktır. 

Bu anlamda öncelikli görev, devlet dışı sosyalitenin kendine uygun zihniyet ve siyasal yapılanmaları oluşturmalarıdır. Tarih boyunca birçok mezhep, tarikat ve etnik yapı tarafından adımlar atıldıysa da, bunların tam anlamıyla bir sisteme kavuşarak kendilerini bir toplumsal forma dönüştürdükleri söylenemez. Günümüzün en temel görevi komünal toplum zihniyetini bir sistem haline getirip toplumsal bir forma kavuşturmaktır. 

“Zihniyet devrimiyle kastedilen özgür toplum bilinci ve inancıdır. Bilinç sadece olup biteni bilme değildir. Nasıl yapılacağını da bilmektir. İnanç ise, bildiğine inanmak ve gereklerini yapmaktır. Uygulama gücünü, kararlılığını ifade eder. Zihniyeti kazanmak demek, donanmamız gereken toplumsal bilinci ve inancı büyük bir emek ve ahlaki duruşla elde etmek demektir. Zihniyet dünyasını büyük kılmayan, uzun süreli özgürlük mücadelesini yürütemez.”

Zihniyet devrimiyle amaçlanan yeni toplum, yeni kavram ve yeni adlandırmalar demektir. Mevcut hegemon zihniyetin kullandığı, çaldığı, manipüle ettiği tüm kavram ve adlandırmaların yeniden ele alınıp, komünal toplum karşısında ifade ettikleri anlamlarına kavuşturulmaları da zihniyet devrimi sürecinin vazgeçilmez bir görevidir. Bu ise binlerce yeni kavram ve bunlarla oluşacak binlerce zihniyet devrimi anlamına gelmektedir. Her kavram yeni bir anlam, yeni bir zihniyeti ifade etmektedir. Yani her alanda sistemin zihniyet kalıplarından kendini kurtarmak onun kavram ve anlam saptırmalarından da kendini kurtarmayı gerektirmektedir.

Hiç yorum yok: