10 Haziran 2011 Cuma

Küfür ve Şantaj Siyaseti



Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın ilginç bir hayat serüveni var. Refah Partisi’yle politikaya girdiğinde onun imam Fetullah Gülen’nin müridi olduğunu öğrendik. İstanbul belediye başkanıyken « Minareleri süngü yapacağız »’ söylemiyle kısa bir süreliğine cezaevine atılması onu hayli popüler hale getirdi. Ardından arkadaşlarıyla Refah’tan ayrılıp ampul ablemli partiyi kurdu ve bol bol mağduru oynadı. Din motifli konuşmalar yaptı, ajiteler çekti, şiirler okudu ve hakkını vermek lazım, adam dini çok ustaca kullandı. Çağımız değerlerinden demokrasi ve özgürlük kavramlarını diline pelesenk yaptı. Sonra ele geçiremediği basından onun şeyh ve hurafecilerin dizinin dibinde çömelmiş fotoğraflarını gördük. İktidar olması için önceleri şiddetle karşı olduğu AB ve ABD’nin adamı oldu, ABD’ye gitti ve verdiği sözlerden ötürü de icazet aldı.

Geniş bir kadro ile belediyecilik yoluyla hakim oldukları ihaleleri müthiş bir ranta dönüştürdüler ve sonra ekibiyle iktidara yükseldiler. Türkiye’nin tüm ekonomik kaynaklarına hakim oldular. Kasımpaşa'da yoksul bir aileden geliyordu, fakat iddia ediyorum ki Tayip bugün çocuklarıyla Türkiye’nin sayılı zenginleri arasında, bir dolar milyarderidir.


AB’nin desteği ile derin devlete müdahale etmeleri elbette not ettğimiz bir noktadır, demokratik hukuk devletini esas alsaydılar takdir etmeye devam ederdik; fakat kendi derinlerini bir beter kurdular. Kozmik odaların kapısına kendi adamlarını yerleştirdiler. Polis teşkilatı zaten çantada keklikti ; Gülen cemaati son yirmi yılda adamlarını iyice yerleştirmişti ; zaten polisin ilk büyük marifeti de seçilmiş Kürt belediye başkanlarına operasyan çekmek oldu.


Tam bir dikta egemenliği için televizyon ve gazetelerin önemli bir kısmını satın aldılar ve satın alamadıklarını iflasa sürüklediler. Köşe yazarlarını satın aldılar ve alamadıklarını tehdit ettiler. Roj tv ve Özgür Politika ile çok uğraştılar ancak başarılı olamadılar. Erdoğan geçen gün ÖSYM skandalını yazan Abbas Güçlü’yü "Bedelini çok ağır ödeyecek" diye açıkça tehdit etti. Son altı aydır siyaset bilimcisine yakışır makaleler yazan ve Türkiye gerçeklerini dillendiren Nuray Mert’in bir makalesine "Bu mertlik değil, namertliktir, densizliktir" dedi. Ardından İngiliz The Economist dergisine sataştı ; seçimde CHP’yi adres gösterdi diye "Ey Economist" diye zehir kustu.


« Açılım » adı altında çeşitli vaatlerde bulunarak partisinin siyasi ömrünü uzatmak istediyse de kısa sürede bunun bir kandırmaca olduğu anlaşması Erdoğan’nı bozguna uğrattı. Diyarbakır mitinginde fena halde bir hayal kırıklığı yaşadı. Umduğunu bulamayınca BDP çizgisine ‘terörist’, "eşkıya" gibi tabirler kullandı. Bu densiz ithamlarına bir de ‘sivil faşist’i ekledi. Hızını alamayıp güya dini duyguları kullanmak istedi. Cuma namazlarında kadınlarla erkeklerin birlikte saftutmasına içerledi. Zerduştluktan sözederek güya müslüman olmayanlara oy vermeyin demeye getirdi, ancak atalarının şaman olduğunu unuttu. Fakat Kürtler artık eski Kürtler değil.

Kürt Ulusal Hareketin zorlaması karşısında « açılım »la oyalama yöntemlerini denedi, fakat özünde açılım, maçılım yapacak bir demokrat kişiliği yoktu. Hatırlarsanız birkaç yıl önce « Arjantin’de dahi bir Kürt devleti kurulsa müdahale ederiz » demişti. Yahu Tayip bey, bu ne şiddet bu ne celal, bu ne düşmanlık ! Türklerin onlarca cumhuriyeti var da Kürtlerin hemde Arjantin’de küçük bir eyaletinin olması seni niye çıldırtsın ?

BDP Kürtlerin temsilcisi olamaz diyor. BDP kurduğu blokla elbette tüm Kürtlerin siyasal temsilcisidir ; esas olan siyasal güçlerin birliği ve ezici çoğunlukta temsil gücüne ulaşmaktır. HAKPAR ve KADEP’in DTP’nin birlik çağrılarına olumlu cevap vermeleri AKP’yi fena halde rahatsız etmiş olacak ki, Erdoğan nerdeyse her mitinginde DTP’ye saldırmadan edemiyor. ‘BDP’nin baskı ve tehdit ile oy aldığı’ iddiası tam bir demogoji ve çarpıtma örneği. Onlarca BDP’li belediye başkanını ve yüzlerce politikacısını tutuklayan kim ? Hergün evlere baskın yapan kim ? Mitinglerine izin vermeyen ve sivil itaatsizlik bile sayılmayan eylemlerine saldıran kim ? Demokrasi bilincini geliştirmek için kurulan çadırlara dahi tahammül edemeyen kim ? « Kadın da olsa,çocuk da olsa gereğinini yapacağız » diyen kim ? Dünyanın hiçbir yerinde olmayan yüzde on barajını BDP’ye karşı ısrarla koruyan kim ?


DTP tüm bu olağanüstü engellere karşı halkın desteğiyle müthiş bir direniş gösteriyor. Anti demokratik ve hatta faşizan olan yüzde on seçim barajına rağmen bağımsız adaylarla seçime girmek büyük bir risk. Çünkü hakettikleri oyların nerdeyse yarısı AKP’ye yarayacak. Bu mu demokrasi ? Bu İnkârcı ve manüpülasyoncu siyaset Türkleri de fena halde yanıltıyor.


Kürt halkı kendini Erdoğan’nın insafsızlığına ve ilkelliğine teslim etme lüksüne sahip değil. Örgütlenme gücü artık buna ihtiyaç duymadığını da gösteriyor.

Seçimlere sayılı günler kaldı, bu şartlarda Emek Barış ve Demokrasi Blok'u adaylarına oy vermek bir namus borcudur.

dere@bluewin.ch

Hiç yorum yok: