8 Haziran 2011 Çarşamba

İsrailleşen AKP’nin PKK’siz Çözüm(süzlüğ)ü

 
Filistin-İsrail çatışmasını yakından izleyen herkesin üzerinde anlaştığı tek şey; bu çatışmanın sürmesinin ve gelecekte de sürme sebebinin, söylendiği gibi 1967 sınırları, 2 milyona varan Filistinli göçmenin konumu ve de bir mantar gibi yayılan Yahudi yerleşimcilerin durumu olmadığıdır.

Filistin ve İsrail bağlamında sorunu çözümsüz kılan şey; her iki tarafın da varoluşlarını dayandırdıkları pre-modern irrasyonal talepler ve referanslardır. Gerek Yahudilerin Tanrı-kavim temelli düşünce dünyası ve gerekse ‘vaad edilen topraklar’ referanslı tarih algılayışları bu irrasyonal zeminin oluşmasında başat rol oynarken, Filistin’lilerinde ‘mutlak Yahudi karşıtlığı üzerine’ kurdukları ulusal kimlik tanımı bu zeminin daha da karmaşık bir hal almasını sağlıyor.

Modern dünyada sosyal ve politik sorunların çözümünde eğer bütün yollar tükenmişse son olarak taraflar arasında kabul edilebilir, rasyonal bir alanda konsensüs sağlanmaya çalışılır. Bu rasyonal zemini kaybeden bütün sosyal çatışmaları bekleyen sonuç uzun yıllara yayılan çatışmalardır. Kürt sorunun ise Türkiye Başbakan’ın Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlerden önce başlattığı ve Diyarbakır konuşmasıyla gerçek niyete dönüşen bakış açısı ile bir İsrail-Filistin denklemsizliğine sürüklendiğinin işaretlerini içeriyor.

AKP’nin temsil ettiği politik ve tarihsel algılayış bana fazlasıyla İsrail devletini hatırlatıyor. AKP’nin muhafazakar-demokrat, ve en önemlisi de Türk-İslam sentezli ideolojik-politik yaklaşımıyla İsrail devletinin yine muhafazakar, ‘demokratik’ (Benjamin Netenyahu ABD Kongresinde geçen hafta yaptığı konuşmada kendilerini Ortadoğu’nun tek demokratik ülkesi olarak tanımlıyordu) ve ulusal kimliğin Yahudilik adı altında dinle birleştiği ideolojik yapısı arasında bir paralellik olduğunu söylemek çokta zor değil.
Bugüne kadar daha çok muhafazakar-demokratik bir çizgide yol alan AKP, çoktan beri ihmal ettiği ya da taktiksel olarak ön plana çıkarmadığı diğer ideolojik ayağı olan Türk-İslam sentezine daha çok vurgu yapıyor olması ne tesadüf ne de seçimlerle sınırlı bir gelişme. Aslında AKP’nin ve Gülen Cemaati çizgisinin tam da dayandıkları ideolojik ve politik duruş Türk-İslam sentezinde kristalize oluyor.

Bu sistemin tarihsel ayağını katı bir Osmancılık üzerinden şekillenen ‘vaad edilen topraklar’ ya da Türk’ün ‘asri saadeti’ diye tanımlanan zamanlara geri dönüş oluşturuyor. Zaten Türkiye Dişişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Arap ülkeleri ve komşularla ‘sıfır problem’ politikasını ‘Büyük Osmanlı’ya dönüş olarak nitelendirmesi’ ve Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ adlı çalışmasında işaret ettiği hegemonya oluşturma sevdası bu hükümetin politik duruşunu temsil ediyor. Nereden bakılırsa bakılsın Osmanlı topraklarına AKP ve cemaatin yüklediği anlam ile Yahudilerin ‘vaad edilen topraklar’ ülküsü arasında yapısal çok fazla fark yok.

Türk-İslam sentezi etrafında oluşturulan ulus tasarımının Yahudilerin ulus-din tanımlamasıyla yapısal benzerlikler taşıdığını vurgulamak gerekiyor. Her ikisinde de din üzerinden oluşturulan bir ulusal kimlik var. Halbuki modern milliyetçilik fazlasıyla seküler bir alanda cereyan etmiş, dinin ise zamanla bu alanın dışına itilmiştir.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasındaki Zerdüştlük vurgusu ve Selahattin Eyyübi üzerinden oluşturduğu dinsel referanslarla ‘müslüman Kürtlere’ yönelik mesajları, Türk-İslam sentezi üzerinden şekillenen ‘ümmet’ kavramından bağımsız değil. Bunun yanında farklı imamlar arkasında kılınan Cuma namazları ile ‘PKK’nin cemaatin imamları arkasında namaz kılınmaması çağrıları aslında dinsel bir ayrışmaya doğru gidildiğinin emarelerini içeriyor. Dolaysıyla Kürt ulusal mücadelesi gerek cemaat, gerek AKP ve gerekse Hizbullah üzerinden dinsel referanslı bir zemine doğru kaydıkça, kimi İslamcıların inandığı gibi ‘din ortak paydası’ üzerinden Kürt-Türk ilişkilerinin şekillenmesi sevdasının ne kadar gerçekdışı olmaya başladığını görüyoruz. Aksine din, modern seküler Kürt uluslaşması ile Türk-İslam sentezli hakim ulus milliyetçiliği arasında uzlaşmaz bir politik alan oluşturuyor.
BDP’yi ‘terör örgütü, din ve Türk düşmanı’ ilan eden Erdoğan, aslında bir çözüm için gereken bütün rasyonal alanları da tıkamış olduğunun farkında mı?

Böyle bir tabloda PKK ile AKP arasında hiç bir zaman kaybolmayan uçurumun ve bir türlü barışmayan yıldızlarının sebebi, AKP’nin oluşturduğu bu ‘irrasyonal redlere’ dayandığını söyleyebiliriz. Dolaysıyla AKP’nin ideolojik ve politik bakışı ile PKK arasındaki uçurum arttıkça çözüm için gerekli olan ortak alanlarda daralıyor.

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın da zaman zaman belirttiği gibi PKK’nin devletin kurucu partisi CHP’yi bile kabuledilir bulmasının sebebi, devletin bütün inkar ve imhasının arkasındaki kabul edilmez ama rasyonal bir gerçekliğin yatmış olmasıdır. Bu kaba rasyonalizmin sebebi Kemalist ulus- devlet kurma ve devam ettirme çabasıydı. Dolaysıyla PKK eksenli bir Kürt Siyasal hareketinin, totalcı, soyut ve tanrısal refranslarla bir sistem tanımlamasına doğru giden AKP ile ortak zemin yakalama çabası artık çokta gerçekçi değil. Bu sadece PKK’nin sosyalist ve seküler yapısının yanında, hala inançlı olmasına rağmen politik kavrayışta tamamıyla seküler olan PKK’ye bağlı Kürt kitlesininde AKP ile derin bir ayrışma yaşadığını ve ‘AKP’nin İslamı’na karşı bir tavır takındığını önümüzdeki dönemde daha çok göreceğiz.

Dolaysıyla Kürt siyasal hareketinin önümüzdeki dönem bütün politikalarını, bu gerçeğin ışığında yürüteceğini ve bütün enerjisini AKP iktidarının sonlandırılması üzerine oturtacağını beklemek bugünden bakıldığında çokta uzak görülmüyor. Böyle bir tabloda PKK ve onun siyasal temsilcileri olan BDP ve yeni dönem ortaya çıkacak Türk sol muhalefeti ve hatta CHP’ninde içinde olduğu ortak blok ile AKP arasında bir iktidar mücadelesine gidileceğini söyleyebiliriz.

Öyle görülüyor ki, PKK ‘devletle’ bir çözüm ihtimaline ne kadar yakınsa, AKP ile o kadar uzak bir noktada olduğu bir dönemde beklenmesi gereken en son şey demokratik anayasadır. Önümüzdeki dönemde Kürt siyasal mücadelesi sağlam bir zemin üzerinden ‘Türkiyeleşerek’, ciddi ittifaklar oluştururken AKP’nin daha saldırganlaşacağı ve daha da ‘İsrailleşeceğini’ beklemeliyiz.

Selah Kemaloğlu
skemaloglu@yahoo.com

Hiç yorum yok: