16 Haziran 2011 Perşembe

Devrimci Halk Savaşı’nın Üstlendiği Görevler Ve Amaçları

Devrimci Halk Savaşı’nın amacı bir anda devleti tümden yok ederek, kendini hakim kılmak değildir. Tersine iç içe, topyekun bir savaşı öngörüyor. KCK sisteminin ya da toplumsal yaşamının bütün alanlarındaki bir savaşı öngörüyor

Duran Kalkan

Devrimci Halk Savaşı’nın amaçları, başaracağı görevlerin neler olduğu, neleri yerine getirip gerçekleştireceği üzerinde de bazı değerlendirmeler yapmak gerekiyor. 

Çünkü ne yapacağımızı bilmezsek, nasıl yapacağımızı bilemeyiz. Hep taktik taktik denilmektedir, ama mutlak bir taktik yoktur. Gerillanın mutlak olarak bir tane taktiği vardır. O da “vur-kaç” taktiğidir. Bu taktiği, küçük, zayıf güç olmasından kaynaklanıyor. Düşmanı büyük, kendisi zayıftır. Ancak öyle bir düşmana vurma ve varlığını koruma bu taktikle mümkün olduğu için savaşta bunu esas alıyor. Onun dışında öyle mutlak olan bir şey yoktur. “Vur-kaç” diye tanımlanan taktik eylemliliği içinde de bazı eylem biçimlerini kullanıyor. Pusu atıyor, baskın yapıyor, sabotaj, suikast ve sızma yapıyor. Farklı silahları kullanıyor. Bunları iç içe kullanıyor. Fakat nerede neyi kullanacağı, ne yaparsa sonuç alacağını ve doğru yapacağını esas belirleyen olarak ne yapmak istediği ve hangi amaç için çalıştığıdır. Askeri kolaylık açısından bir şey yapmaya kalktın, hoşuna gitti, kolay geldi, yaptın ve sonuç aldın. Ama bunun siyasi-ideolojik amaçlara bağlı olup olmadığı, ona uygun olup olmadığına bakmak gerekiyor. Eğer uygun değilse sen istediğin kadar askeri sonuç almış ol, o sonuç yeterli, doğru bir sonuç olmaz. Başarı sayılmaz, zarar verici de olabilir. 

O bakımdan da askeri çalışmaları, hangi eylemleri yapacağımızı belirlemeden önce ne yapacağımızı bilmemiz gerekiyor. Hangi görevleri yerine getirmek istiyoruz? Niçin savaşıyoruz? Niye Devrimci Halk Savaşı yapacağız? Bu savaşla hangi görevleri gerçekleştirmek istiyoruz? Hangi siyasi program dahilinde savaşacağız? Bu savaş hangi siyasi hedefleri gerçekleştirecek? Bunları bilmek gerekiyor. Herhalde savaşmak için savaşılmaz. Sadece kan dökmek için, can sıkıntısı olduğu için de, savaş sevildiği için savaş yapılmaz. Toplum olarak da, hareket olarak da bizim öyle bir durumumuz yoktur. Ne savaş aşığı olduğumuz için, ne de canımız sıkıldığı için böyle bir savaş sürecine girmiyoruz. Bazı temel görevler yerine getirmek ve hayati işler yapmak istiyoruz. Onları yapmanın başka yolu, yöntemi, çaresi kalmıyor. Sadece bize savaş yolu bırakılıyor, bunun yarattığı zorunluluk gereği biz de böyle bir savaşa giriyoruz. Baştan beri böyledir. 1977’den bugüne PKK böyle hareket ediyor. Herkes bize saldırıyor, kendimizi doğru dürüst savunamıyoruz bile. Saldırı da her düzeyde geliyor, tek düzeyli de değildir. O halde, saldırılar karşısında da savunma yapacağız. İşin gerçeği budur. 

Şimdi mevcut durumda da tek çare olarak savaşın kaldığını söylüyorsak, neyin tek çaresidir? Yapmak istediklerimiz, başka yolla yapılamaz mı? Ancak savaşla mı yapılabilir? O halde savaşacaksak biz bu savaşla hangi sorunları çözeceğiz, hangi görevleri yerine getireceğiz? Yaptığımız savaş neye hizmet edecek? Neyi yaratacak? Neyi yıkacak, neyi kuracak? Bunları belirlemek gerekiyor. Bu sorulara net cevap verir pozisyonda olmamız lazım.
Böyle şeylere bağlı olmayan, hiç amacı olmayan bir savaş yapmaya kalkarsak bu çetecilik olur. İdeolojik-siyasi amaçlardan kopmuş şiddet kullanımı çeteciliktir, gaspçılıktır, soygunculuktur. Öyle savunma savaşı olamaz. Savunma savaşı belli değerleri korumaya, hem de toplumun en yüce amaçlarını, görevlerini yerine getirmeye bağlı olan savaştır. Böyle olursa zaten ona, meşru savunma savaşı denir. Böyle olmazsa meşru savunma savaşı denmez. 

Bu bakımdan da mademki savaşa gireceğiz, bu savaşla hangi amaçları gerçekleştireceğimizi bilmemiz gerekiyor. İlkelerimizi ve hedeflerimizi bilmeliyiz. İdeolojik ilke ve siyasi amaçlarımızı bilmeliyiz. İdeolojik çizgiye ve siyasi programa hakim olmalıyız. Bunları bilmeyenler, savaş yapamazlar. Taktiksel olamazlar, doğru karar veremezler. Neye göre karar vereceğiz, bir şeyi yapmaya girişirsek hangi amaç için yapacağız? Farz edelim bir eyleme girdik, bir çarpışmaya girdik, bunu hangi amaç için yapacağız? Amaçsız yapamayız. Amaçsız yaptık mı, o çetecilik olur. Amaçla yapacaksak, o zaman hangi amaçla yapacağız? Bir amacı olacak. Siyasi programa bağlı olur, ona hizmet ederse bu doğru amaçtır deriz. Eğer ona bağlı olmaz, başka amaçlara bağlı olursa o zaten baştan yanlış olur. İstediği kadar askeri bakımdan başarı elde etsin, düşmana vursun, kendisi büyük askeri sonuç almış olsun, ama ideolojik-siyasi olarak bizim amaçlarımıza hizmet etmiyorsa o savaş yanlış bir savaştır, çizgi dışı bir savaştır. Öyle savaşçılık çeteciliktir. Çetecilik ideolojik-siyasi çizgiden kopmuş, ideolojik-siyasi amaçlara bağlı olmayan, hizmet etmeyen, onları geliştirmeyen şiddet kullanımına, savaş yapmaya deniliyor. Savaştaki yozlaşmaya çetecilik deniliyor. Bizde en fazla bu tür yozlaşmalar ortaya çıkıyor. Nereden çıkıyor bu yozlaşmalar? Savaşta ideolojik-siyasi amaçlar, hedefler kaybedildiğinde, ideolojik-siyasi önderliği, öncülüğü yok edildiğinde bu tür yozlaşmalar ortaya çıkıyor. 

Demek ki savaş sadece savaşmak için yapılmıyor. Tarihi, ideolojik, siyasi görevlerin başarılması için yapılıyor. Peki, başarmak istediğimiz ideolojik-siyasi görevler neler? Önderlik, “Varlığını Korumak Ve Özgürlüğünü Kazanmak” dedi. Varlığını Korumak Ve Özgürlüğünü Kazanmak diyelim, ama bu genel bir kavram ve tanım. Bunun içeriğini nasıl dolduracağız? Varlığımızı nasıl koruyacak, özgürlüğümüzü nasıl kazanacağız? Varlığını korumak ve özgürlüğünü kazanmak ne demek? Nasıl olursak özgür oluyor, varlığımızı korumuş oluyoruz? Varlığımızı ne yok ediyor, ne koruyor? Bunları da netleştirmemiz gerekiyor. Bu konular tartışmalık konulardır. Bizim yok oluş dediğimize, başkaları varoluş diyorlar. Bizim varolma dediğimize, başkaları yok olma diyorlar ve onun için bizi tehlikeli görüyorlar. Birçok akımla aramızda yaşanan çelişkilerin, tartışmaların önemli bir kaynağı da burası oluyor. O nedenle bu konuları netleştirmemiz gerekiyor. Başka türlü olmaz. 

Önderlik bu çerçevede Devrimci Halk Savaşı’nın amaçlarını ve görevlerini nasıl tanımladı? Önderlik en son görüşme notunda, “eğer siyasi çözüm biterse, KCK tümden devreye girer. KCK şimdiye kadar sadece siyasi yönü öne çıkardı. Bundan sonra sistemin bütün boyutlarıyla harekete geçer. Yani tüm programını uygulamaya koyar” diyor. Önderliğin bu kavramı, deyimi neyi ifade ediyor? 

Biz üçüncü stratejik dönemde daha çok demokratik siyaseti öne çıkardık. Demokratik siyasi mücadele stratejisi dedik. Onun örgütlenme biçimi olarak, demokratik özerkliği öngördük. Siyasi partilerin örgütlenmesini, siyasi mücadeleyi, seçimleri öne çıkardık. Bu, Kürt sorununun siyasi çözümünü yaratmak içindi. Diyalogla, müzakereyle Kürt sorununu, Kürt olgusunu kabul edecek, dolayısıyla mevcut Kürt sorununa çözüm getirecek bazı siyasi kararlara ulaşmak içindi. Öncelikle onu aldık. Çünkü zaten siyasi mücadele yürütüyorduk. Diyalog, müzakere yöntemiyle siyaseten sorunu çözelim dedik. Bu gerçekleşseydi, Kürt sorununun siyasi çözümünü devletle müzakereyle netleştirseydik, buna göre bir hukuk sistemi ortaya çıkartsaydık, bazı kararlar ortaya çıkartsaydık, ondan sonra bu belirlenen çözümün içini dolduracaktık. KCK sisteminin diğer alanlarını bu siyasi kararlara, çözüme dayalı olarak örgütleyecektik. Örneğin ekonomiyi, eğitimi, sağlığı, sosyal alanı, sporu, kültürü, dili, diplomasiyi ve öz savunmayı örgütleyecektik. Böylece sorunun çözümünü gerçekleştirecektik. Kürt toplumunun demokratik örgütlülüğünü sağlayacak, yaşamını bu temelde sürdürür hale getirecektik. Ama bu olmadı. Siyasi çözümün sonuç vermemesi demek, siyaseti öne çıkartarak, siyaset alanından başlayarak, siyasi boyuttan başlayarak çözüm bulma imkanının, fırsatının olmaması, kaybedilmesi demek oluyor. Siyasi çözümü öne çıkartırken, başa siyasi boyutu almıştık. Bu çözüm vermezse o zaman demek ki artık siyasi boyut öncelikli çözüm olmuyor. O halde KCK sistemi devreye girer diyor, bunun da yöntemi olarak Devrimci Halk Savaşı’nı öneriyoruz. 

O zaman Devrimci Halk Savaşı ile ortaya çıkan ne oluyor? Demokratik siyaset ile yapmak istediğimiz bir siyasi sonuç çözüm olsun, KCK sistemini, demokratik toplumu ona göre örgütlemekti. Bu olmadığına göre şimdi Devrimci Halk Savaşı, o zaman tersinden işlemesi oluyor. Demokratik toplum örgütlenmesini esas almak, geliştirmek, KCK sisteminin diğer boyutlarını örgütlü kılmak ve ona dayanarak oradan sağlanan güçle ve onunla yürütülen mücadeleyle Kürt sorunun siyasi çözümünü de gerçekleştirmekti. Siyasi boyutta da çözüme ulaşmak, çözüme gitmekti. Demek ki Devrimci Halk Savaşı, siyasi çözüm uğruna olan bir savaş değildir. Aslında demokratik konfederalizmin bütün boyutlarını örgütlemek, geliştirmek için yürütülen bir mücadele oluyor. O boyutların örgütlenip geliştirebilmesi için de, onun önündeki engelleri aşmak gerekiyor. Onun önündeki engelleri aşmak sert savaşla, direnişle, mücadeleyle oluyor. Savaş böyle gündeme geliyor. Bu bakımdan siyasetle KCK örgütlenmesinin önünü açamadık. KCK’yi örgütleyerek Kürt sorununun siyasi çözümünü gerçekleştirmek istiyoruz. Stratejik değişimin amaçlar bakımından, siyasi program bakımından önceliklerinin yeniden yapılanması, değişimi böyle oluyor. Programımızda, siyasi programımızda öncelikleri değiştiriyoruz. 

O halde demek ki Devrimci Halk Savaşı’nın önüne ciddi görevler konuluyor. Öyle basit, dar bir askeri olay değildir. Sadece yıkma olayı da değildir. Bazılarını yıkma, bazı şeyleri kurmayı ifade eden bir savaş. Öyle değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü bazı şeyleri yıksak, yerine yenilerini kurmazsak, yine siyasi çözümü geliştiremeyiz. Ortaya bir siyasi güç çıkaramayız. Öbürünü yok etmişsin, karşıtını ama kendini de kurmamışsın, o zaman çözüm zemini yaratmamışsın, kendini çözüm gücü haline getirmemişsin demektir. O halde Devrimci Halk Savaşı’nın temel görevi olarak, KCK sistemini örgütlemeyi koymamız lazım. KCK sisteminin bütün boyutlarını örgütlemek için o boyutları örgütlemenin önünde engel oluşturanları da, mücadeleyle yıkmayı değerlendirmek lazım. Hem yıkıcılığı var, hem yapıcılığı var. O zaman mevcut sömürgeci ve soykırımcı özel savaş sistemini yıkıp onun yerine KCK sistemini kuracak, bizzat inşa edecek. Değişik alanları örgütleyecek; ekonomik, sosyal alanı örgütleyecek, siyasi alanın örgütlenmesini gözetip destekleyecek. Diplomatik alanı örgütleyecek. Savunma, öz savunma alanını zaten örgütlüyor, daha da güçlü, yeterli hale getirecek. Önderlik bunları yedi boyut olarak saydı. Aslında bu bizim yedi boyut, yedi temel amacımızı ifade ediyor. Demokratik özerklik projesinde bu sekiz boyut olarak verilmişti. Ekolojik boyut yazılmıştı. Önderlik, ekolojik boyutu ekonomik boyutla beraber ele alıyor, ekonominin bir parçası olarak değerlendiriyor. Onun dışındaki boyutlar demokratik özerklik projesindeki boyutlardır. Bu boyutlar bizim temel siyasi amaçlarımızdır. Siyasi programımız, temel hedeflerimizdir. Bunlar KCK sisteminin esaslarıdır. Bir de bunların ayrıntıları var. Ekonomik boyut deniliyorsa, o zaman ekonomik alanda neler yapması lazım? Onun da kendi içinde bir sürü boyutları ve maddeleri var. KCK’nin ekonomik sistemi nasıl olacak? Hangi ekonomik sistemi kabul ediyor, hangisini reddediyor? Ekonomik alanda neleri yıkacak, neleri kuracak? Neleri doğru bulacak, kabul edecek, benimseyecek, neleri kabul etmeyecek? Sosyal alanda, eğitim olarak neleri yapacak, neleri yapmayacak? Sağlık olarak neleri kabul edecek, neleri kabul etmeyecek? Bunların netleştirilmesini ifade ediyor. 

Kabul etmediği, zararlı gördüklerini yıkmayı öngörüyor. Bunlar, savaşın hedefleri oluyor. Onları yıkmayı, onun yerine yenileri koymayı, topluma hizmet edenleri koymayı, topluma hizmet eden, toplumun demokratik çıkarlarına uygun olanları da korumayı, savunmayı ifade edip içeriyor. Görevler kapsamını böyle ele almak gerekiyor. Demek ki biz savaşı, sadece savaş olsun diye değil, bunun için yapacağız. Yine sadece bir şeyleri yıkalım diye de yapmayacağız. Elbette yalnız başına bir inşa etmek de değildir. Çünkü önündeki engeller aşılmadan, bir şeyler yıkılmadan inşa etmek mümkün değildir. Boşluk olan yerleri zaten inşa etmeliyiz. Ama boşluk yok, dolu ise ve dolu olan da faşistse, gericiyse, özel savaşçıysa, soykırımcıysa o zaman onu yıkacaksın, onun yerine demokratik olanı, özgürlükçü olanı da inşa edip kuracaksın. Bunu demokratik siyaset yapamadı. 

Demokratik siyaset neye dayandı? Biz şimdiye kadar siyasi mücadelede ne yaptık? Savaş bile yaptığımızda, hedef olarak önümüze ne koyduk? Hep “gelin uzlaşalım, bize fırsat verin. Yani bir uzlaşma yapalım, çözüm bulalım. Demokratik özerklik çözümünü sağlayalım” dedik. Devletle demokrasinin, KCK’nin ilişkileri, toplumsal yaşamdaki etkinlik alanları neler olacak? Bunları anlaşarak belirleyelim. Öyle belirleseydik, oradan KCK’ye bir alan verilseydi, ondan sonra barış içerisinde hemen onları inşaya yönelecektik. Buna kimse de engel olmayacaktı. Siyasi çözüm bizi, demokratik toplum olarak örgütlenmemizi, ekonomik, sosyal, kültürel, diplomatik, hukuksal diğer alanlarda örgütlemeye götürecekti. Fakat şimdi bu olmadı. Bu olmadıysa o zaman ne yapacağız? Savaşla yapmak istediğimiz nedir? Adım adım, parça parça bütün bu alanlarda sömürgeci olanı, soykırımcı olanı yıkmak, onun yerine demokratik olanı kurmak, inşa etmektir. Bunu niye savaşla yapıyoruz? Çünkü gerici olan var ve doludur. Onun yıkılması lazım. Bunu da ancak savaş yıkar. Siyasetle anlaşamamış, geri çekmemişsen, var olanı ancak savaşla yıkabilirsin. Yerine inşa ettiğin bir şeyi, öbürü yıkmak ister. Savunman lazım. Savunmazsan yaptığın inşanın bir anlamı olmaz. O halde savunmak için -savunmak da askeri bir eylemdir- dolayısıyla inşa ettiğin demokratik toplum örgütlülüğünü, yaşamını koruyacaksın, savunacaksın, güvenliğini sağlayacaksın. Güvenliğini sağlayabildiğin, koruyabildiğin kadar inşa edeceksin. Koruyabildiğin ayakta kalır. Başkasını inşa etsen de, karşı taraf da vurur seni yıkar ve tekrar ele geçirir. Savunabilir, koruyabilirsen vermezsin ama onu yaşatırsın. İşte Devrimci Halk Savaşı böyle bir mücadele oluyor. 

Bu boyutlardan birincisi ekonomik –ekolojik boyut da ona dahildir- boyuttur. Toplumun ekonomik yaşamıdır. Aslında ekonomi tümüyle demokratik toplumun işidir. Devlet işi değildir. Önderlik “Tekelcilikle, kapitalizmle ekonominin bir ilişkisi yok” dedi. Tekelci ekonomiye karşı, demokratik konfederalizmin ekonomik sistemleri geliştirmemiz gerekecek. Demek ki etkinlik kurduğumuz her alanda, toplumun ekolojik çizgide, ekonomik örgütlülüğünü, ekonomik toplumu yaratıp inşa edeceğiz. 

İkincisi sosyal boyuttur. Sosyal boyut içinde öne çıkan temel görevler, eğitim, sağlık, spor gibi alanlardır. Demek ki eğitimi, biz örgütleyeceğiz. Savaşla birlikte etkili olduğumuz yerde mevcut eğitimi dur-duracağız, kendi eğitimimizi kuracağız. Yani artık “devlet bize anadilde eğitim hakkı versin” demeyeceğiz. Biz gücümüzün yettiği yerde devletin eğitimini durduracağız, kendimiz kendi eğitimimizi nasıl bir dilde, nasıl bir programda yapmak istiyorsak yapacağız. Kendi sağlık sistemimizi kurup örgütleyeceğiz. Devletin sağlık sistemini işletmeyeceğiz. Ele geçireceğiz. Halk yararına, kendi anlayışımıza göre sürdüreceğiz. Sporu yine o hale getireceğiz. 

Üçüncüsü hukuksal boyuttur. Kendi hukuk ve yargı sistemimizi geliştireceğiz. Mevcut devletin yargı sistemini durduracağız, onun yerine, KCK’nin yargı sistemini örgütleyeceğiz. Kendi hukuk sistemimizi işleteceğiz. Toplumsal sorunları, çözebildiğimiz, etkinlik kurabildiğimiz kadarıyla kendi yargı sistemimizle çözeceğiz. 

Dördüncüsü diplomatik boyuttur. Kendi diplomatik alanımızı örgütleyeceğiz. İç ittifaklarımızdan tutalım dış ilişki, ittifaklara kadar, Kürt demokratik örgütlemesine güç sağlayacak, hizmet edecek, onu temsil edecek bir ilişki-ittifak sistemi geliştireceğiz. Dolayısıyla bir diplomatik faaliyeti örgütleyeceğiz. Kürt toplumunun diğer toplumlarla ilişkilerini düzenleyen, dayanışmasını sağlatan bir ilişki ve dayanışma sistemi geliştireceğiz. 

Beşincisi dil ve kültür boyutudur. Bu konuda Kürt kültürünün önündeki bütün engelleri, yasakları kaldıracağız. Tarih, kültür ve dil çalışmalarını, toplumun kendi kültürel gerçeğini yaşamasını sağlatacağız. Onun kurumlaşmasını, örgütlülüğünü geliştireceğiz.
Altıncısı öz savunma boyutudur. Savunma güçlerini örgütleyeceğiz. Yani demokratik toplumu, onun örgütlülüğünü, KCK örgütlülüğünü savunan, bütün saldırılara karşı koruyan bir güvenlik sistemi ortaya çıkartacağız. Bunu ortaya çıkardığımız kadar, zaten KCK’yi kuracağız. Zaten başka türlü de kuramayız. Güvenliğinin sağlanamadığı bir sistem yaşayamaz. Diğer taraftan saldırıp yok ederler. Biz, dolayısıyla öz savunmayı öne çıkartacağız. Demokratik toplum örgütlülüğünün, KCK örgütlülüğünün ancak savunulduğu ölçüde varolacağını bileceğiz ve buna göre savunma sistemi geliştireceğiz. Bu sistemi, örgütleyeceğiz, silahlandıracağız, eğiteceğiz, nicelik olarak nitelik olarak demokratik toplumu savunacak kadar, demokratik toplum örgütlülüğünün olduğu her yerde bir savunma sistemi geliştireceğiz. 

Yedincisi siyasi boyuttur. Bütün bunları geliştirdiğimiz ölçüde siyasi boyut, demokratik siyaseti geliştirme, işletme, dolayısıyla demokratik siyaseti çözüm aracı haline getirme, demokratik özerkliği gerçekleştirme imkanımız olacaktır. Biz bunları her yerde aynı düzeyde, birden bire yapamayız. Nerede ne kadar gücümüz varsa, hangisini yapabiliyorsak ona göre yapacağız. Nerede ne kadar ekonomik örgütlenme yapabiliyorsak o kadar yapacağız. Eğitim, sağlık örgütlülüğünü nerede ne kadar geliştirebiliyorsak o kadar yapacağız ve daha fazlasını yapmak için mücadele edeceğiz. Savaş daha fazlasını yapmak ve varolanı savunmak için sürecektir.
Hukuk sistemini, öz savunma sistemini, kültürel yaşamı, diplomasiyi, demokratik öz yönetimi, siyasi yönetimi geliştirebildiğimiz kadar geliştireceğiz. Bazı yerlerde çok olacak, bazı yerlerde az olacak. Bazı yerlerde biz etkili olacağız, bazı yerlerde devlet etkili olacak. Bazı yerlerde, bazı boyutlarda KCK etkili olacak, bazı boyutlarda devlet etkili olacak. Bir boyutta, bir yerde, bir düzeyde devletin etkinliği olacak, bir düzeyde KCK’nin etkinliği olacak. Bu, yerine göre değişecek. Yani karşılıklı ve iç içe ikili bir yönetim duruşu, sistem duruşu ortaya çıkacak. Bu, düz bir durum da değildir. Bir yerde hukuksal alanda, ekonomik alanda KCK etkili, diğer bazı alanlarda devlet etkili olacak. Bir yerde sosyal alanda, yüzde elli KCK’nin etkinliği olacak yüzde elli devlet etkinliği olacak. Nerede ne kadar olabiliyorsa, o kadar yapacağız ve bunu her alanda KCK örgütlülüğünü güçlendirmek, etkinliğini arttırmak üzere bir mücadele yürüteceğiz. Bütün alanlarda demokratik toplumla, devletçi sistem arasında bir çatışma sürecek. O halde Devrimci Halk Savaşı, topyekun bir savaş oluyor. Bütünlüklü bir mücadeledir. Bütün yaşam alanlarını içine alıyor. Bütün boyutlarda bir mücadele vardır. Hem yıkmayı, hem inşa etmeyi içeriyor. İç içe bir savaşı içeriyor. Uzun Süreli Halk Savaşı’ndan farkı, cepheden bir devleti tümden reddeden, yıkan, kendini de ona göre kuran bir şey değil de, iç içe, bütün boyutlarda, ne kadar etkinlik kurabiliyorsa o kadarını kuran, onu daha da büyütmek için mücadele eden bir tarzı esas alıyor. Burada cepheden bir duruş değil, bir iç içe mücadele var. Bu anlamda Devrimci Halk Savaşı bir iç içe mücadele durumudur. 

İç içe mücadele durumu, devlete karşı, devlet örgütlemeyi öngörmemesinden kaynaklanıyor. Aslında devlet uzlaşmayı kabul etse, barış siyasi çözümle olsa, hiç çatışmaya girmeden, devlet+demokrasi sistemini, siyasi uzlaşma temelinde geliştirerek kendi örgütlülüğünü sağlayacak. Fakat devlet bunu kabul etmediği, KCK’yi terör örgütü saydığı, reddettiği, KCK’li olmayı suç sayıp hapse koyduğu için KCK de, kendi toplumsal örgütlülüğünü yaratacak ve devleti etkisizleştirmeyi, sınırlamayı öngörecektir. Nasıl ki devlet şimdi mevcut saldırılarla KCK’yi etkisizleştirmeyi, daraltmayı, sınırlandırmayı esas alıyorsa, Devrimci Halk Savaşıyla da KCK, devleti sınırlandırmayı, daraltmayı, etkisizleştirmeyi, zayıflatmayı ve onun yerine kendi sistemini örgütlemeyi öngörecektir. Ekonomik, sosyal, hukuksal, siyasi, diplomatik, kültürel ve öz savunma alanlarındaki bütün boyutlarda bir savaş olacaktır. Bu, karşılıklı birbirini etkisizleştirme, yıkma ve kendini hakim kılma savaşıdır. Bu, topyekun bir savaştır. İç içe bir savaştır ve bütün boyutları içeriyor. Çünkü birbirinin alternatifi değil. Yani devletin yerine bir devlet kurmayı ifade etmiyor. Devleti daraltıp, demokratik toplumu örgütlemeyi ifade ediyor. Aslında devlet tanısa, uzlaşabilir. Uzlaşmaya açıktır. Ama devlet reddettiği müddetçe, o da devleti reddediyor. Bu savaşa, mücadeleye dönüşüyor. Herkes bu mücadele içinde kendi etkinliğini yaratmaya çalışıyor. Tabii devlet hiç kabul etmez, sonuna kadar reddederse bu çatışma, savaş da sonuna kadar sürer. Devleti tümden yok eden, demokratik toplumu bağımsız özgür olarak örgütleyen bir sistem ortaya çıkar. Devletsiz bir demokrasi oluşur. Devletsiz demokrasi olmaz değildir. Önderlik, bunları iyi değerlendirdi. Önderlik, “Demokrasisiz devlet olmaz, ama devletsiz demokrasi olabilir” dedi. Çünkü esas olan demokrasidir. Demokrasiyi örgütlü, iradeli, özgür toplum olarak tanımladı. Bu toplum da devletsiz var olabilir. Devlet, böyle bir toplum olmadan varolamaz. Çünkü böyle bir toplum üzerinde baskı ve sömürüyle ancak var olabiliyor. 

O halde hiç uzlaşmaya yanaşmazsa, bu çatışma derinleşerek sürer. Artık ya KCK’yi devlet yener, tümden ezer, hakim olur ya da devleti tümden etkisizleştirip askeriyle, polisiyle ekonomisiyle, kurumlarıyla, KCK yalnız başına etkili hale gelir. Nerede etkili hale gelebiliyorsa, orada o düzeyde bir etkinlik sağlar. Devleti tümden etkisizleştirdiği yerde kendi bağımsız, özgür duruşunu ortaya çıkartır. Bunun da önü açıktır. Tümden bütün Kürdistan’da olursa, böyle bir durum gerçekleşir diye bir kayıt yok. Bir şehirde, üç şehirde, birkaç kasabada, belli bir mıntıkada böyle bir konum kazanabilir. Orduyu, devleti tümden etkisizleştiren, yok eden, KCK sistemi temelinde toplumun örgütlenip yaşandığı bir durumu ortaya çıkarabiliyorsa orada onları sağlar. Diğer alanlarda iç içe olabilen yerlerde, iç içelik devam eder. 

Savaşın hedeflediği, gerçekleştirmek istediği amaçlar bunlardır. Dikkat edilirse her yerde birden olacak diye bir şey yoktur. Bazı yerlerde az olacak, bazı yerlerde çok olabilecek. Bu sistem her türlü mücadeleye imkan veriyor. İkincisi, bir alanda ya devlet olacak, ya KCK olacak diye bir kayıt da yoktur. Biraz devlet, biraz KCK olabilir. Örneğin eğitimin bir bölümünü devlet yapabilir, bir bölümünü KCK yapabilir. Bir yerde yüzde otuz KCK yapar, yüzde yetmiş devlet yapar. Bir yerde eğitimi yüzde atmış KCK yapar, yüzde kırk devlet yapar. Bir yerde yüzde seksen, doksan eğitimi KCK yapar, yüzde on devlete kalır. Ne bir bütün alanlar itibarıyla eşit düzey, aynı düzey söz konusu ne bir boyut itibarıyla ya hep ya hiç söz konusudur. Farklı alanlarda devletle KCK arasındaki mücadele farklı düzeylerde seyredebilir. Bir yerde KCK’nin öz yönetimi yüzde seksen hakim olur, devlete yüzde yirmi yönetim kalır, bir yerde yüzde otuz KCK kurumları öz yönetimi çalışır, yüzde yetmiş yönetim devletin elinde olur. Bu, farklı alanlarda devlet ve KCK etkinliğinin farklı düzeyler arz ettiği bir mücadeledir. Demek ki Devrimci Halk Savaşı, bütün alanlarda ekonomik, sosyal, hukuksal, siyasi, kültürel, diplomatik ve öz savunma alanlarında devlet etkinliğini zayıflatabildiği kadar zayıflatan, onun yerine demokratik toplum örgütlülüğünü, etkinliğini, KCK örgütlülüğünü geçiren ve koruyan bir mücadele oluyor. Bu anlamda hem yıkıcılığı var, hem de inşa ediciliği, yapıcılığı ve onun savunuculuğu vardır. 

O zaman neyi yıkacak, neyi inşa edecek? Neleri hangi yöntemlerle yıkacak? İnşa ettiklerini hangi yöntemlerle savunacak? Bu savaşı doğru yürütebilmek için bunları bilip netleştirmek gerekiyor. Devrimci Halk Savaşı’nı o zaman demek ki bütün bu boyutlarda yürütülen bir mücadele olarak anlamak gerekiyor. Sadece bir askeri boyutu yoktur. Bir silahlı çatışma değildir. Onu çok aşan, demokratik konfederalizmin yedi boyutunu içeren bir mücadeledir. O bakımdan da salt bir askeri boyutu olan bir mücadele değildir. Belki şimdi diğerini yıkmak ve inşa edileni savunmak gerektiği için, askeri boyut öne çıkacak. Fakat siyasette olduğu gibi diğer boyutları örgütlemeyi ihmal etmeyecektir. Çünkü askeri boyutun gelişmesi, başarı kazanması diğer boyutları örgütlemesine bağlıdır. Bu, demokratik siyaset gibi değildir. Demokratik siyaset karşı tarafla uzlaşmayı gerektiriyordu. Uzlaşabilirse, yaptığı uzlaşmaya bağlı olarak elde ettiği imkanlara göre kendini bütün alanlarda örgütleyecektir. Uzlaşmadığı müddetçe örgütleyemiyor. Uzlaşmadan, bir taraftan uzlaşma mücadelesi yürütürken, bir yandan da örgütlemeye çalıştı. İşte tutuklayıp hapse koydular, kurumları kapattılar, sonunda yönetimlerini tutukladılar. Bu kadar tutuklama, davalar ve hapis sistemi böyle gelişti. Kendini savunamadı. Askeri boyut öyle olmayacaktır. Savaş bu temelde sürmeyecektir. “Savaş yapalım, durun orduyu tümden yıkalım, ondan sonra devletin diğer kurumlarıyla, toplum yaşamının diğer alanlarıyla ilgileniriz. Ordu olmazsa o zaman ekonomik, sosyal ve kültürel çalışmayı öne çıkartırız” diyemeyiz. Siyasi boyutta bunu söyledik. Çünkü karşı taraf diğerlerini örgütlemeye izin vermiyordu. Ama askeri boyutta, biz etkinlik kurduğumuz ölçüde, demokratik toplum yaşamının bütün alanlarını etkinliğimiz altında örgütleme imkanı vardır. O halde örgütleyeceğiz. Örgütlemezsek orada boşluk olur ve o boşluk devletin yeniden etkinlik kurmasına yol açar. Diğer yandan da onu örgütlediğimiz ölçüde, tabii savaş güçlenecektir. O ekonomik örgütlülük, sosyal örgütlülük, kültürel örgütlülük savaşa güç ve destek verecektir. O zaman savaşı daha etkili yapacağız. Öz savunma örgütlülüğünü her alanda geliştirdiğimiz ölçüde, savaş büyüyecektir. Demokratik toplumu, onun ekonomik, sosyal yaşamını, kültürel, siyasi yaşamını koruma ve savunma imkanımız olacaktır. Siyasi yönetimini savunabileceğiz. O bakımdan Devrimci Halk Savaşı’yla birlikte, KCK sisteminin bütün boyutlarının örgütlenmesi esas alınacaktır. Bu, topyekun bir mücadele olacaktır. 

Savaş, bunu yapma imkanı veriyor. Siyasi mücadele vermiyordu; tutukladılar. Örneğin örgütlemeye çalıştılar, tutuklandılar. Ama askeri olarak bir alanda etkinlik kurabilirsek oradan her türlü örgütlenmeyi yapabiliriz. Çünkü orasını biz savunuyoruz ve bizim güvenliğimiz altına girmiştir. O halde bütün alanları birden örgütleyip inşa edeceğiz. Bir, boşluk bırakmayacağız. Boşluk kalırsa karşı tarafın saldırması için zemin sunar. İki, savunmayı güçlendireceğiz. Ne kadar ekonomisini, sosyal, kültüler yaşamını ve siyasetini örgütlü kılarsak, öz savunması o kadar güçlenecektir. Kendini savunma savaşı, Devrimci Halk Savaşı’nı daha fazla geliştirme imkanı artacaktır. 

Devrimci Halk Savaşı’nın görevleri açısından bunlar ifade edilebilir. Önemli yenilikler var. Bazı temel özellikleri var. Bunları doğru anlamak, bu savaşı doğru yürütebilmek açısından gereklidir. Böyle olmazsa, bunları böyle bütünlüklü, toplu anlayamazsak biz bu Devrimci Halk Savaşı’nı bütünlüklü, doğru yürütemeyiz. Yıkacağımızı da, kuracağımızı da doğru tespit edemeyiz, zamanında yapamayız. 

Bu iş, zor bir iştir. Öyle düz, üstünkörü bir yaklaşımla olabilecek bir şey değildir. Şimdiye kadar bildiğimiz savaş türlerinin en zorudur denilebilir. En karmaşığı, en iç içesidir. Özellikle de son yedi-sekiz yıldır yürüttüğümüz savaştan çok farklıdır. O zaman bu değişikliği yapabilmek gerekiyor. Kısmen Uzun Süreli Halk Savaşı’nda da buna benzer şeyler vardı. Örneğin ikili iktidar durumları vardı. Geceleri gerillanın etkinliğinin arttığı, gündüzleri ordunun etkinliğinin arttığı durumlar yaşanıyordu. Böyle bir düzey gerilla geliştikçe ortaya çıkmıştı. Oradan bir örnek alınabilir. Tamamen onun gibi değil, fakat orada da böyle durumlar vardı. Şimdi bunu böyle gece-gündüz yönetimi değil de, alanlara, toplumsal yaşamın boyutlarına göre iç içe, etkinlik düzeyini geliştirme temelinde ele alıp yürüteceğiz. Daha çok geliştireceğiz, iç içe geçireceğiz. Devlet iktidarını zayıflatarak demokratik toplumun öz yönetimini, buna dayalı demokratik toplum yaşamını geliştirebildiğimiz kadarıyla geliştireceğiz. Bu savaşı devlet siyasi uzlaşmaya razı oluncaya kadar sürdüreceğiz. Böyle bir uzlaşma olursa, o zaman oturup demokratik sınırlarını çizeceğiz. Eğer böyle olmazsa, bu tarafların birbirini yok etmesine kadar gidecektir. Devlet bizi tümden yok etmek isteyecek, o halde biz de yok edebildiğimiz kadarıyla, tümden bazı alanlarda yok edip tamamen devletsiz bir demokratik toplum örgütlülüğü, KCK örgütlülüğü yaratmaya çalışacağız. Bunun da önü açıktır. 

Bu mücadele, savaş bu düzeyde sürüp gidecektir. Bu savaşı, topyekun ve bir anlık bir çatışma savaşı olarak öngörmek kesinlikle doğru değildir. Karşımızdaki güç açısından da değerlendirdiğimizde Türk devlet yapısı, amaçları, sistemi buna izin vermez. Biz elde edemeyiz. Eğer öyle bir sonuç öngörsek orada biz başarı elde edemeyiz. Belki tersi olabilir; bizi yok edebilirler. Biz de onu boşa çıkartmak için gerillacılığı geliştirmişiz. Mevcut gerilla tarzı ve bütün dünyaya dağılmış konfederalist örgütlenme sistemimiz de karşı tarafa bu imkanı vermektedir. Bir yerimizi imha ediyor, bir yeri tutukluyor, bir birliğe darbe vuruyor, öbürleri ayaktadır. O da topyekun imha edemiyor. Bunu bir anda yapamıyor. O bakımdan bu bir mücadele olacaktır. Yani bu Devrimci Halk Savaşı da çok yoğun bir savaş olarak gelişebilir, fakat öyle kısa süreli ve bir anlık savaş olarak değerlendirmek, kendi koşullarımıza çok uygun değildir. Kendimizi de öyle bir noktaya getirmemiz çok doğru ve isabetli olmaz. Çünkü karşı tarafı, devleti geriletme, etkisizleştirme anlamında onu sağlamak çok zordur. Hatta imkansız gibi bir şeydir. 

Demek ki Devrimci Halk Savaşı’nın amacı bir anda devleti tümden yok ederek, kendini hakim kılmak değildir. Öyle bir sisteme dayanmıyor, öyle bir tarzı ve taktiği olamaz. Tersine iç içe, topyekun bir savaşı öngörüyor. KCK sisteminin ya da toplumsal yaşamının bütün alanlarındaki bir savaşı öngörüyor. Karşı tarafı etkisizleştirip kendini örgütlemeyi ifade ediyor. Devletle demokratik konfederalizmin savaşmasını içeriyor. Demokratik toplumun savaşını öngörüyor. Devletle toplum arasında bir savaş olarak öngörmek gerekiyor. Onun için “Halk Savaşı” deniliyor. Gerçek anlamda bir halk savaşı olması gereklidir. Bu bakımdan da savaşın yöntemlerinin, ayaklarının, alanlarının doğru ve yeterli temsil edilmesi, geliştirilmesi gereklidir. Doğru tanımlanması gereklidir. Amaçları böyle tanımlarsak o zaman savaşımızın yöntemlerini, alanlarını, her alandaki savaşın nasıl olacağını da buna göre tanımlarız. İçinde bulunduğumuz koşullara uygun, karşıtımıza ve kendi durumumuza uygun, kendi programımıza uygun bir biçimde önce amacımızı doğru belirlersek, o halde bu programı hayata geçirecek, bu mücadeleyi yürütecek savaş biçimlerinin neler olacağını, temel savaş güçlerinin, alanlarının nereler olacağını, bu alanlarda hangi biçimde savaş geliştirileceğini doğru tayin edebiliriz. 

Devrimci Halk Savaşı, siyasi çözümsüzlükten kaynaklanıyor. Siyasi çözümsüzlük demek, tarafların birbiriyle uzlaşmayı reddetmesi demektir. Bu da birbirini tanımaması anlamına geliyor. Siyasi açıdan uzlaşamamak, siyasi çözüm yaratamamak, devletin demokrasiyi kabul etmemesinden kaynaklanıyor. O demokrasiyi reddettiği ölçüde demokrasi de devleti reddediyor. Çatışma, savaş buradan ortaya çıkıyor ve burada mevcut dengeyi değiştirerek, tarafların birbirini kabul edecekleri bir denge durumunu yaratma mücadelesi veriliyor. Bir yerde tarafların birbirini kabul edeceği, daha doğrusu devletin demokrasiyi tanıyacağı bir durum gelişirse o zaman demokratik özerklik çözümü gerçekleşebilir. Eğer gelişmezse, savaş tarafların birbirini yok etmeyi öngördüğü bir düzeye çıkar. Devlet, demokrasiyi tümden yok etmeyi ister, bunu gerçekleştireceği katliamlara girişir. Demokrasi de, devleti tümden etkisizleştirerek devletsiz bir demokrasi olmaya yönelir. Bizim programımızda bunun önü açıktır. 

Ayrı olmak, devlet olmak değildir. Devlet olursun, iç içe olursun. Bir sürü devletler birbirlerine bağlıdır. Bağımsız ve özgür olmak, ayrı devlet olmak demek değildir. Bir sürü ayrı devlet var. Hepsi Amerikan uşağıdır. Küresel sisteme gırtlağına kadar bağlıdır. Devletler ayrı isimlerle oluyor, ama bir sistemdirler. Birleşmiş milletlerle de birbirlerine bağlılar. Ortak kurumları da vardır. Zaten o kuruma da gerek yoktur. Bir de başta hegemonik güç vardır. Onun için bir yanlış algılama vardır. Mesela Kürtlerin ayrı olmasını, bağımsız özgür olmalarını devlet olmaya bağlayan, devletle bunun olacağını sanan, böyle anlayan ve propaganda eden görüşler çoktur. Bu yanlış bir görüştür. Bunun yanında demokratik özerkliği veya demokratik konfederalizmi, demokratik toplum örgütlülüğünü, özgürlük ve bağımsızlık olarak görememek, bununla devletsiz bir yaşama ulaşılabileceğini öngörmemek, hep devletin bir parçası gibi bunu değerlendirmek eğilimi vardır. Bu da yanlış bir görüştür. Bu temelde yaklaşımlar vardır. Bu, devletçi paradigmanın aldatıcı bir propagandasıdır. Demokrasiyi küçümseyen, etkisizleştirmeyi öngören bir propagandadır. Kendini ise insanlara bağımsız ve özgür olmak, iradeli olmak isteyen insanlara, toplumlara kabul ettirmeyi hedefleyen bir propagandadır. Yanlış bir propagandadır. 

Kürt toplumunun bağımsız ve özgür olması devlet olmasına bağlı değildir. Demokratik örgütlenmesiyle bağlıdır. Devlet artı demokrasi de, demokratik toplumun bir düzeye kadar özgür olmasıdır. Orada tam özgürlük yoktur. Çünkü yanında devlet var. Ama devleti yok ederek, aşarak tümden sadece demokratik toplum, demokratik konfederalizm olarak kalabilir. O zaman gerçek bağımsızlık ve özgürlük ancak böyle bir demokratik toplum örgütlülüğüyle sağlanabilir. Dikkat edilirse hiçbir devlet sistemden kopamıyor. Sisteme alternatif değildir, hep sistemin bir ucudur. O halde bağımsızlıkçı ve özgürlükçü değildir. Gerçek bağımsızlıkçılıkla, özgürlükçülük demokratik toplum örgütlülüğünde vardır. Bunu yapabildiği kadar yapıyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda devleti birden yok etmek, demokratik toplumu yaratmak mümkün değildir. Önderlik bunun bir süreç ve savaş işi olduğunu belirtmektedir. Böyle öngördü. Devlet artı demokrasiyle bu işin uzun bir süre devam edeceğini ve devlet geriletilerek, gereksizleştirilerek, etkisizleştirilerek yok edilip, demokratik toplumun kendini yaşatır hale geleceğini öngördü. Devletsizliğe gidişi böyle değerlendirdi. 

Bu nedenle PKK programını, demokratik konfederalizm programını, sanki böyle devlet yapmaya gücümüz yetmiyor da, işte devlet buna izin vermez görüyoruz da, bir uzlaşma ya da zayıflık etkeni olarak ortaya çıkartıyormuşuz gibi ele alan, sanan, böyle propaganda eden yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımlar, içimizde de var ve bu boşa çıkartıyor. Ters ve yanlış düşüyor. Örneğin Yol Haritası’nı, böyle tartışıyorlar. Sanki PKK zayıf düşmüş, muhtaç kalmış da onun için devletten vazgeçmiş, demokratik toplum örgütlensin, demokratik konfederalizm olsun diyor. Böylece taleplerini asgariye indirmiş oluyor. Bir de halen devlet buna da fırsat vermiyor diyorlar. Nedense zaten devlet buna fırsat vermiyor. Ben devlet istiyorum diyenlerle, federasyon istiyorum diyenlerle iç içe yaşıyor. Onlar serbestçe örgütleniyorlar. Ama ben demokrasiyi örgütlemek istiyorum diyenleri hapse koyuyorlar. Fakat bu gerçeklik görülmemektedir. Devlet olmak daha üst düzeyde bir irade ve özgürlük olarak görülüyor. Halbuki bir işbirlikçiliktir, bağımlılık türüdür. Bir sisteme bağlanmayı ifade ediyor. Hiçbir devlet özgürlüğü ve eşitliği getirmedi, bağımsız irade ortaya çıkartmadı. Özgürlük, eşitlik, bağımsız irade demokrasinin var olduğu kadar vardır. 

O halde PKK zayıflığından dolayı değil de özgürlüğe, eşitliğe, farklılıklara dayalı eşitliğe, demokrasiye bağlı olduğu için, bu ilkeleri esas aldığı için bunları toplum yaşamında hayata geçirmeyi öngördüğü için demokratik konfederalizm programını esas alıyor. Devlet verilmeye çalışılsa da, PKK yine de demokratik konfederalizm olarak örgütlenecektir. Güney’de de bir devlet var. Fakat o devletin bir parçası olmak istemiyor. O devlet dışında bir demokrasi olarak var olmayı, örgütlenmeyi öngörüyor. Onun için de böyle “fırsat olursa biz de devlet olarak mı örgütleniriz” deniliyor? Paradigma değişimi burada özümsenmedi. Devletle özgürlük ve demokrasinin sağlanacağı sanılıyor. Bir taraftan baskı ve sömürü aracı deniliyor, buna reel sosyalizm de, Marks da, Lenin de öyle dedi. Lenin ve Marks kadar devletin ne olduğunu tanımlayanlar yoktur. Ama onun devleti ayrı, bizim devletimiz ayrı diye bir ayırım yaptılar. Onların devleti baskı ve sömürü aracı, bizim devletimiz de özgürlük ve demokrasi aracıdır dediler. Böyle olmadığı ortaya çıktı. Özgürlük ve demokrasi aracı değil, baskı ve sömürü aracına rahatlıkla dönüşebildiği görüldü. Devlet, devlettir. Sistemden kopmadığı, alternatif olmadığı görüldü. Önderlik demokrasiyi böyle bir sistem alternatifi olarak öngörüyor. Siyasi programımızı da, paradigma değişimi temelinde doğru anlamamız ve bunu mutlaka hayata geçireceğimizi bilmemiz gerekli. Öyle imkanlar fırsatlar yok da devletten vazgeçiyor, bu programı bu biçimde ele alıyor değiliz. Devlet bir despotizm, baskı, sömürü aracıdır. Biz onu reddediyoruz. Ona karış mücadele ediyoruz. Toplumsal özgürlük ve eşitlikten yanayız. Demokrasiden yanayız. Onun sistemini yaratmak istiyoruz. Bize gerekli olan özgürlük, eşitlik ve demokrasidir. Yoksa devlet değil, yeni bir baskı sistemi değildir. 

Toplumlar devletle temsil edilirler, demokrasiyle temsil edilmezler, kimliklerini ortaya koyamazlar görüşü yanlış ve milliyetçi bir görüştür. Demokrasiyle de temsil edilebilirler. Kürt toplumu demokratik bir toplum olarak kendini örgütleyebilir, kimliğini ortaya koyabilir. Bu sistemden kopup özgür bağımsız bir güç haline de gelebilir. KCK de, bir Kürt ve Kürdistan kimliğidir. Çünkü öyle görülmüyor. KCK’nin kendisi bile öyle görmüyor. KCK’nin Kürt toplumunu temsil eden parlamentosu var, ona başkan olan bile, Hewler’dekine “parlamento” diyor. Neyin başkanı bile olduğunu tam anlamış değil, tanımlayamıyor. Bu devletçi paradigmanın ruha işlemesinden ileri gelmektedir. Burada toplumculuk, halkçılık ve demokrasi yoktur. Bunu yıkmamız gerekiyor. Programı doğru anlamak bu bakımdan önemlidir. Bu dönemde bunu doğru anlamak çok çok daha önemli olmaktadır. Doğru mücadele edebilmemiz, burayı doğru anlamaya bağlıdır. Burayı doğru anlayamazsak paradigmayı gerçekten doğru özümseyemeyiz. Bu paradigmaya dayalı programımızın, amaçlarımızın, ilkelerimizin ne olduğunu, neyi doğru neyi yanlış bulduğumuzu, neyi yıkmak ve kurmak istediğimizi bilmezsek, Devrimci Halk Savaşı’nı yapamayız. Sadece Devrimci Halk Savaşı değil, siyasi mücadele de yürütemeyiz. Nitekim demokratik siyasette başarılı olamayışımızın altında da, aslında bu paradigmayı doğru anlayamamak ve oradan doğan programı doğru hayata geçirememek yatıyor. Örgütleyebilmek için sahip çıkıp görevlerini yerine getiremedik. Hep devletten bekledik. Devlet memuru olmayı öngördük. Biraz KCK örgütlülüğü geliştirilsin diye görevlendirilen herkes, devlete nasıl bir yerde memur olarak bağlanacak onun arayışına girdiler. Devlet memurluğunu, demokratik toplum temsilciliğinden üstün tuttular. Böyle de tutuyorlar. Onun için demokratik toplumun örgütlenme alanı etkisiz ve önemsiz oluyor. İşleri gereksiz oluyor. Gerekli olan, önemli görülen yer devlettir. Devlete ne kadar memur olur, yer tutarsa o kadar etkinlik kuracağını sanıyor. 

Bu savaşın amaçlarını, hedeflerini, gerçekleştirmeyi öngördüklerini böyle doğru bilmemiz, tespit etmemiz gerekiyor ki yürütelim. Doğru savaş bununla yürütülür. Doğru taktik, ancak amaçlar doğru öğrenilirse, neye karşı olduğumuz, neyi inşa etmek istediğimizi doğru bilirsek, o zaman doğru taktik uygularız, doğru kararlar veririz. Doğru tarz uygularız. Böyle olmadan doğru taktik uygulamak, tarz haline gelmek mümkün değildir. Bu amaçları bilmeden, ne yapacağımızı bilmeden doğru karar, taktik nedir demek anlamsızdır. Hiç kimse böyle bir savaşçı olmayı düşünmesin. Böyle bir savaş yürütülür sanmasın. Böyle bir savaş yürüteceğini sanan, pratikte hiçbir şey yapamaz. Kendini sağa-sola savurmaktan, devletin saldırıları karşısında ezilmekten kurtulamaz. Onun için de sadece dar bir savaşçı olmak değil de, gerçekten devrimin bir kadrosu olmak, demokrasinin bir kadrosu olmayı komple bir kadro olmayı öngörmek, Devrimci Halk Savaşı’nı da böyle anlamak ve savaş militanlığını da buna göre değerlendirmek en doğrusu ve en gerçekçi olanıdır. Başarıyla savaş yürütme imkanını, gücünü bu yaratır. Kim böyle yaparsa başarılı olur.

Hiç yorum yok: