17 Haziran 2011 Cuma

Demokrasi ile Diktatörlük Arasında Seçimler ve Sonrası


Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) üçüncü dönemine oylarını yüzde 50'ye çıkaracak denli büyük bir zaferle başladı. Ancak bu zaferin, eğer seçim sonuçlarına indirgenmeyecekse, demokrasinin zaferi olduğunu söylemek de mümkün değil.

AKP, rejimin ve sağcılığın bu güne dek kullandığı tüm yol ve araçları, bugüne kadar kullanılmamış denli bir bütünlük ve pervasızlıkla kullanıldığı bir seçim kampanyası yürüttü.
Milliyetçilik, dincilik ve cinsel ahlakçılık hiçbir seçim kampanyasında ve hiçbir parti tarafından bu denli yoğun kullanılmamıştı. Polis ve devletin diğer kurumları hiç bu denli taraf olmamış, yasadışı toplanan bilgiler hiç bu denli rahat seçim malzemesi yapılmamıştı.

Keza toplumsal zehirlenmeyi derinleştirmek pahasına bölücü, kışkırtıcı, düşmanlaştırıcı dil hiç bu denli pervasız kullanılmamış, Kürt bilinçli seçmen hiç 'terörist' ilan edilmemiş, Alevilik meydanlarda hiç böyle yuhalatılmamıştı.

Bütün bunların başkanlık sistemi getirmek ve uzlaşma gereksinimi duyurmayacak bir anayasa yapım yetkisi sağlayacak 367 (hiç olmazsa referandum yetkisi sağlayacak 330) milletvekilliği için yapıldığı ortada. Bu gerçeklikte elde edilebilen 326 milletvekillik sonuç, yüzde 50'lik oy desteğine rağmen bir Pirus zaferi olmuştur. Özetle bu devasa zaferinden AKP, kendi hedefi itibariyle yenilgiyle çıkmıştır.

Yeni Statüko

Bu seçim, toplumsal muhafazakârlığın nasıl etkin bir rıza üretim mekanizması olduğunu, bu sayede 'istikrar' vurgusunun nasıl sihirli, en azla yetinmenin nasıl mümkün, hak mücadelesinin nasıl  önemsiz hale geldiğini göstermesi anlamında çarpıcı oldu.
Yine muhafazakârlığın tebaalaştırıcı etkisiyle, toplumun zıt hedeflere, örneğin hem Kürt sorununun çözüm gereğine hem Kürt düşmanlığına, hem Alevi açılımına hem Aleviliğin yuhalanmasına yönlendirilebileceğini göstermesi de bir diğer çarpıcı öğe.
Bu seçimle birlikte, kendi şahsında rejimi konsolide etmiş bir AKP ile karşı karşıyayız. AKP'nin şahsında bir kez daha kazanan, borsaların 'satın aldığı' yeni liberal politika ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) ılımlı İslamcılık projesiyle örtüşmeye çalışan yeni Osmanlıcı vizyon olmuştur.

Artık "statüko" derken, tümüyle AKP'nin belirlediği bir rejimden söz ediyor olacağız; bu gerçekliği dikkate almayan tahliller ise, artık birer manipülasyon olmaktan öte anlam taşımayacaktır.
Kuşkusuz seçim dönemindeki düşmanlaştırıcı tahribattan geri adım atıldığı, uzlaşı ve demokratikleşme sözü verildiği yeni bir 'balkon konuşması' ile karşı karşıyayız. Ancak 2007'deki seçim başarısının da, çok olumlu bir 'balkon konuşması' ile taçlandırıldığı, ama hemen akabinde KCK operasyonlarının başladığı anımsanacak olursa, bu konuşmanın güvenilirliğini test etmek için beklemek gerekecektir

Tabii bu kez hem çok daha güçlü bir Blok'un, hem demokratikleşmeye kapı açmış bir Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) varlığı yanında başkanlık hayalini ve uzlaşmazlığı zorlaştıran milletvekili sayısı nedeniyle, AKP'nin demokratikleşme yönelimine girmesi de mümkün. Bununla birlikte bu demokratikleşmenin siyasal düzlemle sınırlı ve yeni-liberal politika nedeniyle anti-sosyal karakterli olacağı da açık.

CHP'nin Tarafları

Bu vesileyle yeni CHP'nin seçim sürecinde gerçekleştirdiği açılımlarla demokrasiye doğru yol aldığı belirtilmeli. Sözkonusu taahhütlerine sadık kalması halinde CHP'nin, önümüzdeki Anayasa ve Kürt sorununun çözümü gündemlerinde pozitif katkı yapacağı açık.

Bununla birlikte onun da diğer rejim partileri gibi seçimden sorunlu çıktığı, milletvekilliklerini arttırmış olmasına karşın, beklentilerinin çok altındaki oy oranı ile önümüzdeki süreci iç kavgalarla geçirmesi muhtemel.

Ancak bu vesileyle belirtilmeli ki CHP, bu seçimde, Alevilerin neredeyse blok oyunu aldığı gibi, devlet ve rejim savunusundan halka ve haklarına yönelen yeni dili ile kendini solda, sağda ve merkezde niteleyen, dikkate değer yeni bir seçmen kitlesi kazandı.
Ancak bu yeni halkçı dil, özellikle Kürt sorununda 'özerklik' dillendirmesi ile geleneksel seçmeni ve hatta kadrolarından ulusalcı kesimin Milliyetçi Halk Partisi'ne (MHP) yönelmesini sağladı.
Bu sayede, muhafazakar tabanının bir kısmını AKP'ye kaptırarak baraj riskiyle karşı karşıya kalan MHP, milliyetçi ve rejim eksenli düşünen CHP'lilerden gelen oy desteğiyle tekrar baraj üstüne çıktı. Çok daha küçük olmakla birlikte, benzer bir oy kaymasının Cumhuriyetçi Güçbirliği adaylarına yöneldiği de saptanmalı.

Rejim savunuculuğundan demokrasiye yönelen yeni CHP'den bu kaçışları, Ergenekon davaları ekseninde ciddi bir güç kaybına uğrayan eski rejim güçlerinin atağı olarak görmek ve önümüzdeki günlerde güncellenecek CHP içi kavgayı da bu eksende çözümlemek gerçekçi olacaktır.

Ana Muhalefet: Blok

Gerek oy oranı gerekse de milletvekili sayısı anlamında seçimin tartışmasız galibi ise Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloku olmuştur.
Bu noktada öncelikle teslim edilmeli ki, Bloğun bu olağanüstü başarısı, bırakalım herhangi bir meşru desteği, aksine büyük ve kategorik engellemelere rağmen gerçekleşmiştir.

Kuşkusuz bu başarı öncelikle ve büyük oranda Kürt Hareketine aittir ve bu başarı aynı zamanda özerklik talebinin Kürt halkı nezdinde büyük bir desteğe sahip olduğunun teyididir.
Seçim kampanyaları ve mitinglerinde de görüldüğü gibi Kürt Hareketi ile belli sol güçler ittifakının bu büyük başarısı, ne yazık ki Türk halkı içinde yeterli karşılığını bulmamış, Türk kimlikli toplumsal çoğunluk içindeki etki alanı çok zayıf kalmıştır. Milliyetçi refleksin de sonucu olan bu durum bir yana, Türk halkı içinde, Blok dışı sosyalizm ve demokrasi hedefli dikkate değer bir etkinlik de ortaya çıkamamıştır.

Blok dışı sol güçlerden gelen eleştirilere karşı da eklenmeli ki, Blok, seçimlere tartışma götürmez açıklıktaki bir sol programla girmiş, resmi metinleri ve sözcülerinin konuşmaları özgülünde sol bir Türkiye tasavvurunun etkin temsilciliğini yapmıştır.
Dahası enternasyonal bir duruş sergilemiş, kadın temsilini tüm siyasetlerden açık farkla önde gerçekleştirmiş, ilk defa bir Süryani'yi  Meclis'e taşıyarak hem laik hem de demokratik niteliğini ortaya koymuş, çevre konusunda Türkiye'nin geleceğini sahiplenmiştir.

Önümüzdeki dönemin anayasa yapım süreci olduğu ve yeni-liberal politikaların yarattığı toplumsal tahribatın derinliği de dikkate alınacak olursa, mevcut niteliğiyle Blok'un, Parlamento'daki sol muhalefet boşluğunu dolduracağı gibi, üyelerinin niteliğiyle de ana muhalefet misyonunu üstleneceğini söylemek abartı olmayacaktır.
Bu niteliğiyle Blok dışı sol güçler dahil emek örgütleri ile arasındaki ilişkinin giderek genişleyeceği ve buradan hareketle sol hareketin re-organizasyonunda anlamlı bir işlev görebileceği beklenmelidir.

Blok Dışı Sol

Blok dışı sol güçlere gelince, seçim özgülünde onlar etkin bir varlık gösteremedi.  Bunlar içinde en tanımlı ve en dinamik olan Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) önceki seçimlerdeki oyunu bile koruyamayıp 61 bin oya düşüşü, sürece ilişkin okumasının ne denli sorunlu olduğunu gösteriyor.

Büyük bir olasılıkla Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) de seçimlere girebilseydi benzer bir gerileme yaşayacak, gençlik tabanında başlayan belirgin hareketliliğin seçim etkinliği sağlamaya, hele ki oyunu arttırmaya yetmeyeceğini görecekti.
Oysa milliyetçiliğin etki alanından kurtulamamış kesimler üzerindeki etki alanı ve kuruluşundan gelen manevi gücüyle Blok içinde yer almış olsaydı, kendi etki alanını arttırması yanında Blok'a da ciddi katkı yapan bir ÖDP ile karşı karşıya kalabilirdik.
Son olarak Halkevleri gibi dinamik bir yapının, böylesi özel bir dönemi Halkın Hakları kampanyası gerekçesiyle es geçmesi, dolayısıyla etki alanını sandıkta CHP'ye bırakması da, sosyalizm mücadelesi ve devrimcilik açısından büyük bir sorun örneği oluşturuyor.

Özetle sola bir merkez yaratmak, solun birliğini sağlamak, ülkenin 81 ilinde halkı Emek, Demokrasi, Özgürlük eksenli bir Blok'a seferber etmek, hem herkese bulunduğu yerelde hem de bütünsel olarak sola Türkiye genelinde çok daha büyük bir temsil ve hegemonya gücü kazandıracaktı.

Bu vesileyle yinelenmeli ki, ister 'yetmez ama evet' diyerek AKP karşısında, isterse de 'hayır' diyerek CHP karşısından solun bağımsız varlığını anlamsızlaştıran idare-i maslahatçılıklardan köklü bir kopuş zorunluluğu ile karşı karşıyayız.
Son 15 yılın bilançosunun gösterdiği gibi, Kürt Hareketi dışında mevcut hali ve dili ile solun toplumda genişleyen bir etki yaratması mümkün değil.

Dolayısıyla köklü bir değişim gereksinimini duyan bir yerden başlanılmadığı müddetçe herkesin kendi küçük dünyasında durumu idare edip gideceği mevcut kabul edilemez durumdan çıkılamayacaktır. (EA/BA)

Hiç yorum yok: