20 Haziran 2011 Pazartesi

Cemaatlerin blok oyu 12 Eylül'ün isteğinin izdüşümü

Erdoğan Aydın, cemaatlerin 12 Haziran seçimleri öncesi blok olarak hangi partiye oy vereceklerini açıklamalarını, değişen siyasal atmosferin göstergesi olduğunu belirtiyor ve 12 Eylülcülerin arzu ettiği Türk-İslam sentezinin bugün karşılığını cemaatlerin cesaretinde bulduğunu ifade ediyor.

“Memleketin yaşadığı seçimin genel atmosferi önceki seçimlere göre cemaatlerin özgüveninin ne kadar artmış olduğunu gösteriyor” tespitinde bulunan Aydın’a göre, cemaatlerin bu kaygısız tutumları sermayenin en güçlü sivil toplum örgütü TÜSİAD dahil, kendilerini diğer STK’ların üstünde hissettiklerinin de bir göstergesi.


Erdoğan Aydın, "AKP bu durumu nasıl karşılayacak" sorumuzu ise şöyle yanıtlıyor: "Bu, AKP’nin kendisini ne kadar özgüvenli hissedip hissetmeyeceğiyle ilgili bir durum. Dolayısıyla bu durum karşısında AKP’nin rakip partilere oy veren tarikat veya cemaatlere yönelik devlet bütçesinin ihale yönlendirmelerini ve yasal olanak kullanımlarını kısıtlamasını bekliyorum. Tam tersine, kendini önümüzdeki süreçte tartışma konularına bağlı olarak tarikat, cemaat oylarını kendisine bağlama girişimleri de olabilir."


>>>Seçimleri geride bırakmış bulunuyoruz. Bu seçim döneminde farklı cemaatlerin farklı partileri işaret ederek blok oy kullandıklarını gördük. Bunu nasıl değerlendirmeliyiz?

Memleketin yaşadığı seçimin genel atmosferi önceki seçimlere göre cemaatlerin özgüveninin ne kadar artmış olduğunu gösteriyor. Cemaatlerin bu kaygısız tavır açıklama tutumları sermayenin en güçlü sivil toplum örgütü TÜSİAD dahil, kendilerini diğer STK’ların üstünde hissettiklerinin göstergesidir. TÜSİAD gibi bir örgütün üyelerinin hiçbirisinin görüş açıklayamadığı, açıklayanın hükümetle karşı karşıya geldiği bir noktada, cemaatlerin bu kadar rahat tavır açıkladığı bir ortamda siyasal atmosferin ne denli ciddi değiştiğinin, organizasyonun ne kadar kökleştiğinin göstergesi doğru okunmak zorundadır.
Bu yaşanılan durumu sadece AKP döneminin sağlamış olduğunu söylemek doğru olmaz, eksik olur. Çünkü AKP de dahil olmak üzere söz konusu bu organizasyon, muhafazakârlaşma adı altında 12 Eylül cunta yönetiminin tasarladığı Türkiye bağlamında değerlendirilmek zorundadır. Şunu söylemek kesinlikle doğru olur: 12 Eylül bugün de sürüyor. 12 Eylül dediğimiz şey Türkiye demokratik güçlerinin, emeğin ve başka bir Türkiye isteyenlerin ezildiği, buna karşın devletin egemen kimliği olan Türk-İslam sentezi çerçevesi içinde kalanların alabildiğine keyfi davrandığı bir ülke tablosudur. Bu açıdan baktığınızda 12 Eylül cunta yönetiminin arzuladığı bir Türkiye tablosunun sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Devletin bütün aygıtlarının yürütmenin altında toplandığı bir Türkiye tam da böyle bir tabloya denk düşmektedir. 12 Eylül’e karşı zaman zaman bazı girişimlerde bulunuluyor gibi hava yansıtılmak istense de tablo bunun aksini göstermektedir. Sadece referandum öncesi 12 Eylül karşıtı söylem değil, seçimlerden kısa bir süre önce 12 Eylül darbecilerinin ifadeye çağrılması girişimi de tamamen göz boyamaya yönelik olarak ve liberallerin desteğinin kesilmemesi için yapılan bir hamledir.

>>>Cemaatler bu dönemde bir bütün olarak neden AKP’de konsolide olmadı?

Muhafazakârlaşmış bu atmosferin aynı zamanda bu egemenliğin kendi iç tartışmalarını ve kırılmalarını da beraberinde getirmesi kaçınılmaz bir durumdu. Türkiye’de siyasetin alanı demokratikleşme ekseninde değil, devletin bütçesinin paylaşılması ekseninde şekillenmektedir. Ve bu durum kaçınılmaz olarak her seçim öncesi kimi güç odaklarının kimi destekleyecekleri noktasında tayin edici bir öğedir. Dolayısıyla AKP dışında tercih belirten tarikatlar ya da cemaatler bize iki şeyi göstermektedir. Bir; artık kendilerini memleketin güç odakları arasında görmektedirler, bu nedenle tavırlarını rahat ve net olarak deklare edebilmektedirler. İkincisi; AKP dışında tercih belirten tarikat veya cemaatler AKP’den beklentilerini elde edememiş olmalarının hayal kırıklığıyla AKP karşısında, AKP’ye rakip olabilecek partilerle ittifak kurarak AKP’ye karşı pazarlık kozlarını güçlendirmiş olmayı istemiş olabilirler.
 
>>>>Peki, AKP hükümetinin bu önümüzdeki dönemde cemaat ve tarikatların bu pozisyon alışlarını nasıl karşılayacağını düşünüyorsunuz?

AKP’nin bunu nasıl karşılayacağı diğer dünyevi siyasal sorunlarda olduğu gibi AKP’nin kendisini ne kadar özgüvenli hissedip hissetmeyeceğiyle ilgili bir durum. Dolayısıyla bu durum karşısında AKP’nin rakip partilere oy veren tarikat veya cemaatlere yönelik devlet bütçesinin ihale yönlendirmelerini ve yasal olanak kullanımlarını kısıtlamasını bekliyorum. Tam tersine, kendini önümüzdeki süreçte tartışma konularına bağlı olarak tarikat, cemaat oylarını kendisine bağlama girişimleri de olabilir. Bu sürecin nereye evrilebileceğini bugünden net olarak söylemek mümkün değil. Yeni anayasa tartışmalarında, Kürt sorununda AKP cemaatlerin desteğini almak isteyebilir.

>>>Sizce sol, cemaat olgusuna nasıl yaklaşmalı? Cemaatlerin kayıt altına alınmasını ve şeffaflaşmasını mı savunmalı yoksa başka türlü bir mücadele tarzını mı?

Sol, genel olarak çifte standartlardan kurtulmuş ve herkesin kendini eşit olarak ifade edebildiği, eşit güvencelere sahip olduğu bir hukuk normunu savunmaktadır. İster cemaat ya da gerçekten STÖ olsun, yurttaş olsun devletin ayrımcılığına karşı, adaletsizliğe karşı sol sesini yükseltir. Kendine güvenen bir sol, kendine karşı dahi mücadele eden tarikat ya da cemaatlerin yasaklanmasına dönük bir mücadele yürütmemelidir. Bunların yasaklanmasına dönük bir söylemin, mücadelenin aktif olarak yürütülmesinin özgürlükçü sol bir perspektife yakışmadığını düşünmekteyim. Yalnız cemaatlerin hesap vermeden siyaseti belirler bir konumda durmasını da savunmuyorum. Herkesin kendini ifade etme hakkını sol söylem olarak kabul eder. Sağ muhafazakâr yapılar kendinden olmayanı yok sayıyor ya da ötekileştiriyor. Sol ve demokrasi güçleri ise faklılıkları bir arada kabullenen bir anlayışa sahiptir.

>>>Son olarak şunu sormak istiyorum: Bu durum karşısında nasıl bir Türkiye istemeliyiz?

Kendi adıma bu soruya şöyle yanıt verebilirim: Kimliğinden ve tercihinden dolayı mağdur insanların olmadığı bir Türkiye, herkesin eşit yurttaş olduğu ve kimsenin başkalarına sadaka vermediği, başka nedenlerle birbirine ihtiyaç duymadığı bir ülke istiyorum. Böyle bir Türkiye için egemen siyasete karşı eşitlikçi, özgürlükçü bir anlayışı benimseyen bir sol siyasetin yükseltilmesi gerektiğini de düşünüyorum.

Cemaatlerin STÖ olarak sunulması yanlış


>>>>Cemaatlerin birer sivil toplum örgütü gibi hareket etmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cemaatler, sivil toplum örgütü (STÖ) değildir. STÖ’ler devlet/sivil alan ayrımında sivil alanda yer alır ve yurttaşları devlete karşı savundukları bir alandır. Devleti temsil eden güçlere karşı farklı çıkar gruplarını savunan yapılardır. STÖ dediğimiz olgu bu işlevi bakımıyla devletten daha özgürlükçü olmakla birlikte kendi içinde de hesap verebilir konumdadır. STÖ ile cemaatleri kıyasladığınızda bir farklılıkla karşı karşıya kalıyoruz: Cemaatler kendi içlerinde çok katı, el-etek öptürecek denli hiyerarşiye sahiptir. Bu anlayış aynı zamanda antidemokratiktir. STÖ’ler kayıt defterleri olmakla birlikte, devletin ilgili kurumlarınca denetlenmektedirler. STÖ’ler dernekler yasası altında kurulurken cemaatlerin hiçbir yere hesap vermemek, daha çok illegal yapılanmalar olarak karşımıza çıkmak gibi bir durumları vardır. STÖ kavramının liberallerce içinin boşaltılıp, cemaatleri ve tarikatları birer STÖ olarak sunması gerçekliği yanlış okumak anlamına gelmektedir.

Hiç yorum yok: