20 Mayıs 2011 Cuma

Ters Köşeye Yatanlar


Türkiye'de aydınlar ve yazarlar hala hükümetin resmi tezlerinin dışına çıkamıyor. Dün başka hükümetlerin politikası savunuluyordu, bugün ise AKP'nin politikası savunuluyor.

AKP hükümeti son iki aydır polisi halka saldırtıyor ve her gün onlarca Kürdü tutukluyor. Bir taraftan da Amanos, Maraş, Dersim ve sınırda onlarca gerilla operasyonlarla katlediliyor.


Bir yerde bu kadar polis saldırısı, tutuklama olursa orada tepki gelişir. Askeri operasyon olur, gerilla öldürülürse buna halk karşı koyar. Ancak AKP yandaşları polis ve asker saldırısına karşı gösterilen tepkileri ya da gerillanın misilleme eylemlerini kendine göre çarpıtıp PKK içinde çözüm istemeyenler var demektedir. Hatta daha ileri giderek PKK'nin yürüttüğü mücadele hakkında kuşku yaratmak için "PKK'nin içinde derin PKK var" ya da "Ergenekon'la ilişkili PKK var" söyleminde bulunuyorlar.


PKK defalarca bunun kara propaganda olduğunu söyledi. Hangi eylemi gerilla yapmışsa sahiplenmiştir. Örneğin Kastamonu eyleminin gerilla tarafından yapıldığını açıklamış ve üstlenmiştir. HPG de Kastamonu eyleminin polisin halka karşı saldırısına karşı misilleme için yapıldığını açıkladı. Silopi'de iki polisin öldürülmesini de polisin halka saldırısına karşı misilleme olduğu belirtildi.


KCK ve HPG tek taraflı eylemsizlik yapıldığında her zaman misilleme hakkı olduğunu belirtmiştir. Polis ya da asker saldırırsa misilleme yapma haklarının saklı olduğunu vurgulamışlardır.


Polis çok saldırınca, hatta ölümler olunca, gerilla misilleme yaptığında arkasında şu var, derin devlet bunu yaptırıyor demek gerçekleri çarpıtmaktır. Zaten Kürt sorununu doğru anlama ve çözüm konusunda politika üretme bu nedenle gerçekleşmiyor. Daha doğrusu çözüm politikası olmadığı için sorunlar çarpıtılıyor.


AKP yandaşları Amanos, Maraş, Dersim ve sınırdaki ordu saldırılarını devlet ve ordu içindeki AKP karşıtlarının yaptığını söylediler. Bu eylemlerle Güneydoğu'da (Kürdistan'ı böyle tanımlıyorlar) gerilim yaratılarak AKP zayıflatılmak isteniyor, dediler. Bunu tabii ki bu ordu saldırılarının arkasındaki siyasi iradeyi, yani AKP'yi örtmek için yapıyorlar. Ancak Başbakan onları ters köşeye yatırdı. "Ordu kendini savunmayacak mı?" dedi. Zaten daha önce de "terör varsa operasyon da olacaktır" diyerek Amanos, Maraş ve Dersim operasyonlarını üstlenmişti.


Bu baylara sormak lazım: her gün onlarca tutuklama gerilimi arttırmıyor mu? Kürdistan'da gerilim esas olarak KCK operasyonuyla başlamadı mı? İki aydan beri her gün onlarca insan tutuklanmaktadır. Polis şehirlerde, kasabalarda terör estirip  insanları öldürünce bu gerilimi arttırmıyor mu? Bugün Kürdistan boydan boya polis terörü altındadır. Bu birkaç günlük terör de değildir, her gün bu terör estiriliyor.


Bu bir iki gün içinde birçok çocuk gaz bombalarıyla ağır yaralanmıştır. Bir yaşlı kadın ve hamile kadın ölüm sınırına gelmiştir. Bir dede gaz bombalarından dolayı ölümden dönmüştür. Bunlar gerilimi arttırmıyor mu, yoksa bunları da mı AKP dışındaki bir güç yapıyor?


Bırakalım orduyu, bu polis ve yargı terörü gerilimi tırmandıran ve topluma isyan ettiren esas faktör değil mi? Kürt halkının ve Türkiye kamuoyunun bunları görmediğini mi sanıyorsunuz? Bu tür AKP'yi aklama senaryolarıyla kimin beynini yıkayabilirsiniz; kimi kandırabilirsiniz? Polis ve yargının da AKP kontrolünde olmadığını kim inkar edebilir?


Emre Uslu'nun kafasıyla ne gerçekler görülebilir ne de bu sorun çözülebilir. Kastamonu eylemi için kendine göre senaryo ürettiği gibi, teslim olan bir gerillanın amacının Çorum tarafına gelerek hedef şaşırtmak olduğunu söylüyor. Kendini akıllı sanan birçok kocaman adam da buna inanıyor.


Bu adam ileride de Karadeniz'de eylem olabileceğini söylüyor. Bu herhangi bir kehanet değildir. Onun düşündüğü gibi bir senaryo sonucu da gerçekleşmez. MİT de biliyor ki orada gerilla var. Polis ya da asker bir saldırıda bulunursa, halktan ya da gerilladan birileri yaşamını yitirirse onlar da misilleme eylemi yapabilir. Çünkü bizzat HPG eylemsizlik döneminde saldırı olursa misilleme yapacağını ilan etmiştir. Bu nedenle Emre Uslu'nun sözlerinin hiçbir değeri yoktur. Bu tür söz söyleyenlere "Amerika'yı yeniden mi keşfediyorsun?" derler.


Sorun eylemsizliğe doğru yaklaşmaktır. Ne siyasi operasyonlar ne polis saldırıları ne de askeri operasyonlar olmalıdır. Böyle olursa eylemsizlik gerçek anlam kazanır. Yoksa bugün olduğu gibi asker ve polis operasyon yapar, buna karşı da misilleme ortaya çıkar.


Askeri operasyonlar sadece bir generalin kararı değildir. Öyle olsaydı Başbakan bu tür operasyonları dolaylı olsa da eleştirirdi. Bırakalım eleştirmeyi, ordu terörizme karşı mücadele etmeyecek mi diyerek bu operasyonların arkasındaki siyasi iradenin kendileri olduğunu açıklamıştır. Zaten her fırsatta terör varsa operasyon da olur demiştir. Kaldı ki daha kısa bir süre önce MGK'nin aldığı karar vardır. Teröristlerle sonuna kadar mücadele sürecektir denilmiştir. Bu karar altında Başbakan'ın da Bakanların da Cumhurbaşkanı'nın da imzası vardır.


Her gün terörizmden söz edilirse, bu anlayıştan ve bu dilden vazgeçilmezse asker de operasyon yapmaya devam eder. Nitekim asker gerillayı bir yerde görüp darbe vuracağını anladığında hemen harekete geçiyor. Bu da gerilla kayıplarını ortaya çıkarıyor. Bunu hükümetin politikalarıyla birlikte ele almayanlar birilerinin masa başında ürettiği senaryoya inanabilir. Ama bu sadece gerçekleri görmekten uzaklaşma dışında bir anlam taşımaz.


AKP yandaşları "bu saldırıları devlet içindeki AKP karşıtları yaptı" deyince ordu bundan rahatsız olmuştur. Başbakan'la ilişkilenilerek ordunun terörle mücadelesine sahip çıkın denilmiştir. Başbakan da açıklama yaparak ordunun operasyonlarını savunmuştur. Çünkü asker MGK'da alınan kararları yerine getirmektedir. Zaten AKP de Kürt Özgürlük Hareketi en iyi bizim zamanımızda ezilir diyerek orduyla ortak anlayış ve kararla bu tasfiye harekatını sürdürüyor.


Eğer AKP gerilime karşı olsaydı 2009 yerel seçimleri öncesinde olduğu gibi ne polisin ne savcının ne ordunun operasyonu olurdu. O zaman polis de ordu da fiili olarak tek taraflı eylemsizliğe uymuşlardı. İki taraflı bir eylemsizlik ortaya çıkmıştı.


Ancak 2009 yerel seçimler öncesi yaşanan bu yumuşak ortamda AKP seçimleri kaybetti BDP kazandı. AKP bu nedenle şimdi ortamı sertleştirerek BDP'nin yüksek ivmeli yükselişini durdurmak istiyor. Bu yükselişi ne kadar durdurursam kardır diyor. Öte yandan bu saldırıların bir amacı da seçim sonrası hızlandıracakları tasfiye saldırısı öncesi Kürt halkının direnişi ve özgürlük mücadelesi yıpratılıp zayıflatılmak isteniyor.


AKP destekçisi Taha Akyol, eğer seçimde BDP çok güçlü çıkarsa seçimden sonra daha kötü şeyler olur diyerek aslında AKP politikasının arkasındaki zihniyeti açıklamış oluyor. Bu zihniyet 29 Mart yerel seçimlerinden sonra Kürtlerin bu seçim sonuçlarından sonra demokratik gelişme olur beklentisinin tersine demokratik siyasete saldırı yapan anlayışın bir benzeridir. Bir nevi Cemil Çiçek'in Ermenistan sınırına dayandılar diyerek bunu tehlike olarak göstermenin başka bir söylemidir.


Seçim sonuçlarına demokratik zihniyetle yaklaşım yerine böyle yaklaşılırsa Kürdistan'da seçim ve sandık güvenliğinin tehlikeye gireceği açıktır. Taha Akyol'un sözleri açıkça BDP'nin yükselişini durdurun, sandığa müdahale edin anlamına gelmektedir.


Bir hususla yazıyı sonlandırmak istiyorum. Hükümet ve yandaşları Türkiye'de her şey tartışılıyor demektedirler. Doğru, tartışılıyor, ama tartışmaya katılanların yüzde 95'i nelerin kabul edilmeyeceğini söylüyorlar. Böylece Kürt halkının talepleri karşısında bir psikolojik baraj yaratıyorlar. Dolayısıyla nelerin kabul edilmeyeceğinin her gün tekrarlanmasının Kürt sorununun çözümünde bir ilerleme olduğunu söylemek bir psikolojik savaş argümanıdır. 

Hiç yorum yok: