2 Mayıs 2011 Pazartesi

Kaybetmenin Öfkesi


Türk devleti sadece askeri ve siyasi operasyonlarla Kürt halkına saldırmıyor, bu devletin Başbakan’ı da her yerde Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırıyor. Özel savaş karargahı, psikolojik savaş organları ve yandaş basının yalan ve kara propagandası yetmiyor olmalı ki yalan ve kara propagandayı bizzat Başbakan yürütüyor. Başbakan’ın bu kadar yalancı ve öfkeli olmasının üç nedeni var. Birincisi; seçimlere farklı eğilimde olan Kürtlerin birlikte girmesidir. İkincisi; Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük güçleriyle buluşmasıdır. Üçüncüsü ise; Kürt halkının Türkçe vaaz veren ve devlet politikalarını savunarak dini siyasete alet eden imamların arkasından Cuma Namazı kılmamasıdır. Bu üç gelişme devleti telaşa düşürmüş ve Başbakan’ı öfkelendirmiştir.

Devlet her zaman farklı Kürt gruplarını "PKK Kürtleri temsil etmiyor" söylemi için kullanıyordu. Kürtler içindeki farklı siyasi eğilimlerin varlığını inkar ve tasfiye politikasının gerekçesi yapıyordu. Kürtler arası parçalanmışlığa dayanarak tasfiye politikalarını yürütüyordu. Şimdi farklı Kürt siyasi grupları ortak tutum takınıp benzer talepler ileri sürünce devlet telaşa kapılmıştır. Artık PKK Kürtleri temsil etmiyor söyleminin bir değeri kalmamıştır. Kürt halkının talepleri büyük oranda ortak biçimde ortaya konulmaktadır. Türk devleti yıllarca farklı Kürt gruplarının varlığını tasfiye politikası için değerlendiriyordu. Bu seçim öncesi bu imkan kalkınca Başbakan sinirli hale gelmiştir.

Devletin yürüttüğü özel savaş politikalarından en önemlisi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Türkiye halkıyla buluşmasını engellemek olmuştur. Türkiye cephesini arkasına alarak her türlü kirli savaşı yürütmüştür. Türkiye’de halk ve demokrasi güçleri Kürt Özgürlük Hareketi’yle buluşmadığı müddetçe Türk devleti kendini rahat hissetmiştir. Şimdi bu konuda yürüttüğü özel savaş boşa çıkınca Türk devletinin tasfiye politikasında dayandığı en temel zeminini kaybetme tehlikesi ortaya çıkmıştır. Bu durum da devleti telaşa düşürmüştür. Çünkü demokrasi güçleri Kürtlerle ortaklaşınca Kürt sorununun çözümünün önü açılır. Bu da Kürtler üzerinde siyasi egemenlik ve kültürel soykırım politikası uygulayanların kaybetmesi anlamına gelir. Erdoğan bu nedenle öfkeleniyor. Çünkü AKP Kürtleri tasfiye etme politikası temelinde iktidarını yürütüyor. Bizzat Başbakan Kürt Özgürlük Hareketi’ni bizim dışımızda tasfiye edecek güç yok diyerek iktidarını neyin üzerinden yürüttüğünü itiraf etmiştir. Bu anlayışını ileri götürerek ‘Kürt sorunu kalmamıştır’ demiştir. Yani yürüttüğü politikalarla Kürt sorununu ortadan kaldırdığını söylemektedir. Tam da bu iddiada bulunulduğu bir dönemde Kürtlerin Türkiye’nin demokrasi güçleriyle buluşması AKP’nin oyunlarını bozacak bir gelişme olmuştur.

Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun Türkiye’de yarattığı etkiden sonra ilk önce YSK eliyle, şimdi de tutuklama yoluyla bu demokrasi hareketini daraltmak istemesi bu yaşadığı korku nedeniyledir. Bu bloğun başarısında kendi iktidarının sonunu görüyor. Çünkü Kürtler karşısında başarısız kalan AKP, Türkiye genelinde kaybetmiş bir AKP olacaktır.

Sivil Cumalar da Türkiye’nin özel savaşına vurulan en büyük darbe olmuştur. Sadece özel savaş değil, asimilasyon politikası da önemli darbe yemiştir. Sivil Cumaların en önemli gerekçelerinden biri de kendi dillerinde hutbe dinlemek istemeleridir. Kürt halkı Cuma Namazlarını Kürtçe hutbe veren imamlar arkasında namaz kılınca Türk devleti bundan çok ürkmüştür. Çünkü şimdiye kadar dini bir özel savaş aracı olarak kullanmak istemiştir. Kürt halkının dini duygularını istismar ederek bunun üzerinde kendi sömürgeci politikalarını uygulamıştır. Dini siyasetine en fazla araç edenin 12 Eylül ve Kenen Evren olduğu biliniyor. 15 Ağustos ve gerilla hamlesi başladığında gerillanın sünnetsiz ve Ermeni olduğu propagandası yapan bu devlet ve bu devlet hizmetinde olan imamlar olmuştur.

AKP Hükümeti de Kürt halkının dini duygularını istismar ederek Kürtlerden oy almış, bununla yetinmemiş, Kürtlerin dini duygularını istismar ederek PKK’yi en iyi biz tasfiye ederiz iddiasında bulunmuştur. Devlet de AKP dini kullanarak PKK’yi tasfiye etme konusunda yardımcı olur diyerek iktidar olmasına onay vermiştir. Devlet içindeki hakim güçlerle AKP arasındaki uzlaşma ve AKP’nin devlet içine alınması bu temelde olmuştur.

AKP, sivil Cumalarla birlikte dini istismar ederek Kürtleri devlet politikasına destek verir hale getirme politikasına son verildiğini görünce çılgına dönmüştür. Artık Kürtlerin inançlarını sömüremeyeceğini, aksine Kürtlerin inançlarındaki zulme karşı olma ve adalet duygularıyla AKP’nin karşısına çıkmasından korkmuştur. Din bizim birleşme noktamızdı, bunda da bölücülük yapıyorlar sözü bir itiraftır. Böylece halkın dini duygularını sömürerek devletin sömürgeci ve kültürel soykırımcı politikalarını uyguladıklarını söylemiştir.

Kürdistan’da Şeyh Sait başta olmak üzere birçok melle Türk devletinin politikalarına karşı çıkmıştır. Birçok mellenin 1990’lı yıllarda devletin politikalarına karşı çıktığı için infaz edildiği bilinmektedir. Bunlar devletin din kardeşliğine aykırı tutumlarına karşı çıkan imamlardı. Din kardeşliğinde birinin her hakka sahip olması, diğerinin haklarından yoksun olması yoktur.

Sivil Cumalar AKP’yi Kürdistan’da bitirme noktasına getirmiştir. Başbakan’
ın sinirli ruh hali bundan ileri gelmektedir. Bu nedenle Muş’ta Kürt Özgürlük Hareketi’ne her türlü iftirayı yapmıştır.

ABD, siyasi nedenlerle ve Türk devletini memnun etmek için PKK yönetimini eroin kaçakçılığıyla suçlayınca AKP buna sarılmıştır. Kendine göre bu propagandayı yaparsa, bazı Kürtleri kandıracağını sanmıştır. Buna Kürt halkı inanmadığı gibi, PKK yönetiminin bırakalım ABD ya da başka bankalarda paralarının olması, ceplerinde 5 kuruşlarının olmadığını herkes bilmektedir. AKP yandaşı olanlar bile bunun PKK’ye karşı bir siyasi tutum olduğunu söylemektedir.

Selahattin Eyûbi ölmeden önce evinin önündeki bir direğe kefenini astırmıştır. Halka da "ey ahali Selahattin bu dünyadan giderken kefeninden başka hiçbir serveti yoktur" çağrısı yaptırmıştır. Kürt halkı da bankalarda parası olduğu iddia edilen bu kişilerin bu dünyada inançlarından başka servetlerinin olmadığını bilmektedir.

Wikileaks belgelerinde Başbakan’
ın milyonlarca Doları’nın bankada olduğu bilgisi çıkınca "siz bu dış güçlerin iddiasına niye inanıyorsunuz" diyerek rakiplerini suçlamıştı. Ama bu Başbakan siyasi nedenlerle böyle bir iddiada bulunulduğunu bilmesine rağmen bu kuyruklu yalanı kullanması Kürdistan’da ne kadar sıkıştığını gösterir.

Başbakan Türkiye polisi ve mahkemelerinin hiçbir zaman böyle bir iddiayı somutlaştırmadığını bilerek bu yalanı atıyor. Erdoğan, bu yalanlarla seçimi kazanacağını sanıyorsa, Kürdistan’da seçimi şimdiden kaybetmiştir. Kürdistan’da bir anket yaptırsa Kürt halkının yüzde 95’i bu yalanlara inanmaz. Kendisine oy verenlerin yüzde 90’
ı bile bu iddiaya güler.

İstihbarat örgütleriyle içli dışlı olan Vakit gazetesi bir yalan atıyor, Başbakan da onun üzerine atlıyor. Vakit, ‘PKK Abdullah Öcalan’
ı peygamber ilan etti’ diye bir kara propaganda yapıyor. Böylece Kürt halkının dini duygularını istismar edeceğini sanıyor. Bu yalan da Vakit gazetesinin telaşı ve sıkışmasını ifade ediyor. Sivil Cumalarla birlikte AKP’nin kendine Müslüman ve zalim yüzü açığa çıkınca ve teşhir olunca böyle bir yalan ortaya atılmıştır. Böyle bir yalanın Sivil Cumalardan sonra ortaya atılması amacının ne olduğunu kanıtlıyor.

PKK’nin böyle bir şey söyleyemeyeceğini bir çocuk bile bilir. Kürtlerin bu tür psikolojik savaş haberleriyle kafasını karıştırmaya kimsenin gücü yetmez. Kürtler bu tür psikolojik savaş yalanlarına ve kara propagandalara karşı bağışık durumdadır. Halkın dini duygularını sömürmek için PKK ve Önderliği hakkında öyle şeyler söylenmiştir ki, artık bu tür yalanlar yalancının mumuna dönmüştür.

Aslında Başbakan bu tür iftira ve yalanlarla Kürtler içinde teşhirini daha da arttırmaktadır. Bu kadar inanılmaz yalan ve iftiralar yapan bir kişiye artık ona oy verenler de inanmaz.

Başbakan „Kürt sorunu yoktur" diyerek Kürdistan’da nasıl bir politika izlediğini dışa vurmuştur. Bu lafın şöyle ya da böyle söylendi denilerek farklı tevil edilmesi mümkün değildir. Aksine Başbakan bilinçli biçimde bunu söylemiştir. Bundan sonra Kürt sorunu var diyenlerin ve bu konuda talepte bulunanların üzerine şiddetle gidilecektir. Şu andaki saldırılar da seçimden sonra daha yüksek sesle söyleyeceği bu sözün önündeki engelleri zayıflatmaya yöneliktir. Seçimden sonra yapılan yapılmıştır deyip Kürt sorununun çözümü için mücadele edenlerin üzerine gidilecektir.

Hiç yorum yok: