11 Mayıs 2011 Çarşamba

AKP Devleti Kendisine Göre Yapılandırmış Bir Hükümettir


AKP’nin tüm amacı Kürtlerin bölgede statü kazanmasının önüne geçmektir.





KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bozan Tekin:
 
Kuzey Kürdistan ve Güney Batı Kürdistan’daki halk eylemliliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
B. Tekin- 

Öncelikle Amanos’ta yaşanan çatışmada kahramanca bir direniş sonucu şehit düşen Mazlum Amed yoldaş şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyorum. Anılarına mücadeleyi daha da yükselterek final sürecinin ruhuna, anlayışına uygun mücadeleyi mutlaka sonuca ulaştırmak üzere yükselteceğimiz sözümüzü yinelemek istiyorum.
Kürt halkı doksanlı yıllardan itibaren gerillanın yanı sıra serhıldanlarla kendisini adeta yeniden yaratmış ve yok edilmeye çalışılan ulusal kimliğini kesinleştirip, kalıcılaştırmıştır. Artık kendisi için düşünen, özgürlüğü, geleceği ve diğer bölge halklarıyla eşit-özgür ilişkiyi nasıl kurabileceğini bilen bir gerçekliğe ulaşmıştır. Newroz ile birlikte hem daha kitlesel ve yaygın hem de niteliksel olarak eskiyi aşan bir düzey yakalanmıştır. Newroz, kahramanlık haftası, 4 Nisan ve çadır eylemliliklerinin süreklileşmesi eskiyi aştığını ve kesin sonuç almaya yönelik bir istek ve arayışının olduğunu da ortaya koymuştur.  Bunun gerektirdiği öncülük, örgütlülük düzeyini de yaratacaktır. Halkımız eski düzeyi aşma konusunda bir tartışma, arayış,  ısrar ve kararlılık içindedir. Çünkü Kürdistan halkı, kendisine dayatılan sömürgeci inkâr sisteminin ne anlama geldiğini, günlük yaşamının her alanında görmektedir. Sömürgeci Türk ordusunun, polisinin, eğitim,  adliye sistemi, maliye v.b bürokrasisinin yanı sıra açık-gizli teşkilatlarının, evlatlarına her gün neler yaptığını görmektedir. Bu durumu, kendi topraklarında özgür yaşamak isteyen bir halk olarak kabul edilmez bulmaktadır. Bu bilinç önemli düzeyde oluşmuştur. Bu nedenle de öyle inanıyorum ki halkımız bir tekrarı ifade eden eylem tarz ve etkinliklerini ve hatta örgütlülüklerini ortaya koyduğu ‘Ya Özgürlük Ya Özgürlük’ şiarının keskinliğinde aşacak, dönemin ruhuna uygun bir eylemsellik düzeyini yakalayacaktır.  Çünkü halkımızda bilmektedir ki, eylemsellikte ve etkinlikte tekrar, ulaştığımız düzey itibariyle AKP devletini ve siyasetini rahatlatmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Bu nedenle halkımız en doğru olanı yaparak üzerine düşen tarihi görevi yerine getirecektir.
Ortadoğu’da eski statü artık aşılıyor. Yeni statüde henüz oluşturulmuş değil ve tam olarak nasıl bir biçim alacağı da tümüyle halkların ilgili güçlerin strateji, taktik, örgütlenme, mücadele azmi ve kararlılığıyla biçim alacaktır. Böylesi bir süreçte Kürt halkı da son kırk yıla varan direniş ve mücadele deneyiminin bir sonucu olarak ilk kez bu düzeyde hazırlıklı bir biçimde böyle bir sürece girmektedir. Dolayısıyla mutlaka Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü esas alan bir statünün yaratılması gerekir. Buda eskiyi aşan ancak onun tecrübe ve birikimine dayanan atılımcı bir tarz ile mümkündür. Bunun için halkımız tecrübesine dayanarak nasıl sonuç alınır, kesin sonuca nasıl gidilir sorularını kendi içinde yoğun bir biçimde tartışarak yeni bir atılım yapma göreviyle karşı karşıyadır.  Ancak bunun için, ulusal-toplumsal reflekslerin güçlü bir biçimde açığa çıkarılması gerekir. Eğer Türk devleti halkımızın siyasi iradesini, ulus olmaktan kaynaklı haklarını tanıyorsa, halkımız da, Türk devletini ve hükümeti tanıyabilir. Eğer devlet tanımıyorsa, halkımızın da, hiçbir biçimde tanımaması gerekir.  Şöyle bir düşünce, kavrayışın gelişmesi gerekir. Tersi durum, sömürgeci Türk devletinin Kürdistan’daki varlığını meşrulaştırmaktan öte bir anlam taşımayacaktır.

Son günlerde Cuma namazı ciddi bir biçimde tartışılıyor. Bu tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
- Herkes Müslüman olabilir,  kutsal İslam dininde samimi de olabilir,  Türk egemen sınıflarının ve devletinin İslam karşısında samimiyeti tarih boyunca her zaman kuşkulu ve tartışmalı olmuştur.  Her zaman İslam dinini kendi siyasi amaçları için kullanmışlardır. Esas dinleri Türk milliyetçiliğidir ve devlettir. Bu hiç kuşkusuz yoksul emekçi kesimler için geçerli değildir. Bu durum, Türk egemenlerinin İslam’ı ilk kabul etme sürecine kadar gider. Bu gerçekliği 1900’lu yılların başlarında ittihatçı liderlikler için de belirtebiliriz.   Geçen yüzyılın başlarındaki ittihatçı politikanın özü şudur: “derin çekirdeğinde Türkçülük, etrafında İslamcılık” .  Dolayısıyla başta Kürt halkı olmak üzere, diğer tüm halkları ya Türk ulus devleti içinde asimilasyon politikalarıyla eritmek-bitirmek ya da sürerek topraklarından kopararak bitirmektir. İşin esası halkları Türk ulus devleti içinde eritmek, bunun için halkları adeta Türk ulus devleti için hammadde olarak kullanmaktır. İslam ise, işin örtüsü, halkları aldatmanın maskesi olmaktadır. Bu birçok tarihi belgede de mevcuttur.  Nitekim Türk devletinin oluşturduğu Diyanet Kurumu aslında dini Türk ulus devletinin hizmetine koyma kurumu olduğu çok açıktır. Özgürlük mücadelemiz karşısında Diyanet Kurumu tam bir özel savaş kurumu gibi çalıştığı bilinmektedir. Bugün de irşat adı altında Kürdistan’a yapılan imam tayinleri de bunu fazlasıyla ortaya koymaktadır. Şimdi bir itiraf biçiminde açığa çıkan,  Türk diyanet başkanlığına bağlı imamların görevine başlarken  "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasa'da ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağım” biçimindeki yemin, bu durumun Türk egemenlerinde adeta genetik olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.  Ama bu gerçeklik ısrarla gizleniyordu. Bu gerçekliği açığa çıkaran şüphesiz Kürdistan halkının özgürlük mücadelesidir.  AKP hükümetinin bu durumu yeni fark etmesi mümkün mü? AKP taraftarı basının yeni fark etmiş olması kabul edilebilir bir gerçeklik mi? Bunun böyle olmadığı çok açık.  Ama Tayyip Erdoğan, halkımızın çok sınırlı bir biçimde böyle bir diyanetin imamlarının arkasında secde etmemesine çok öfkelenmiş bulunmaktadır. Bunu tehlikeli bulmaktadır.  Tehlike AKP’nin oyunlarının bozulmasıdır.
 Özellikle Tayyip Erdoğan’ın, halkımızın büyük bir değer verip, kutsal gördüğü İslam dininin AKP’nin elinde bir siyasi araca dönüştüğü gerçeğini görerek, kendi ibadetini özgürce ve kendi gerçeğine dayanarak yapması AKP’ye siyasal olarak indirilmiş bir darbe olduğu kadar bundan daha önemlisi onun ideolojik, psikolojik gerçeğini de açığa çıkarmış ve İslam konusunda ki sahteliğini de ortaya çıkarmıştır. Devletin kontrolünde yapılmayan, sömürgecilik kurumlarının emir ve talimatlarıyla yapılmayan, halkın kendi kendisine yaptığı her şeye nasıl bir düşmanlık içerisinde olduğu gerçeği de iyice ortaya çıkmıştır. Halkımızın kutsal İslam dinini, Selçuklulardan bu yana sadece ve sadece yayılma ve egemenlik kurma aracı haline getiren Türk zihniyetinden İslam’ı öğrenme veya arkalarında namaz kılmaya hiçbir ihtiyaçları yoktur. Bu nedenle de Kürt halkının kendi cemaatini oluşturmaktan daha doğal bir şey olabilir mi?

AKP hükümetinin son dönemlerde hem gerillaya yönelik başlattığı imha operasyonları hem de şehirlerde milyonlarca Kürdün çözüm noktasında gösterdiği iradeye polis terörüyle karşılık vermesi ne anlama gelmektedir?
 
- AKP hükümeti devleti kendisine göre şekillendirmiş, yapılandırmış bir hükümettir. Yapılandırma esası ise kesinlikle Kürt halkının varlığını, siyasi iradesini, haklarını ve özgürlüğünü tanıyan bir yapılanma değil, tam tersine Kürt halkını tarihten silmek üzere oluşturulmuş Türk ulus-devletini yeni koşullara göre uyarlamayı hedeflemektedir. AKP hükümetinin yeni dönem politikası ise özetle şudur; bir taraftan siyasi soykırım operasyonlarıyla siyasi alanı zayıflatmak, işlemez duruma getirmek ve yaratmak istediği işbirlikçi Kürde zemin açmak.  Gerillaya dönük askeri operasyonlarla da Kürdistan ve Kürt halkı savunmasız, her türlü politika ve sömürüye açık hale getirilmek istenmektedir. AKP hükümetinin uyguladığı diğer bir politika ise  “Taviz Politikası”dır. Kürt halkını, en azından bir kısmını yanına çekmek, parçalamak için TRT-6 vb uygulamalarla halkı aldatma politikasını yürütmektedir. Esas olarak AKP hükümeti Kürt halkının varlığını ve haklarını tanımadığından ve tanımak istemediğinden dolayı böyle bir politikaya yönelmektedir.
AKP hükümeti - AKP devleti demek belki daha doğrudur – özellikle 15 Şubat uluslar arası komplonun yıldönümünde, halkımızın gerçekleştirdiği eylemlere dönük yoğun bir baskı ve tutuklama süreci başlatmıştır. Bu durum bugüne kadar da hızından hiç bir şey yitirmeksizin devam etmektedir. AKP hükümeti bununla seçime kadar Kürt halkını örgütlü gücünü ve iradeli davranma durumunu zayıflatmayı amaçlamaktadır. Böylelikle seçimde daha zayıf bir sonuç almasın istemektedir. İkinci neden ise; Kürt halkının artık ulaşmış olduğu ulusal ve toplumsal bilinci nedeniyle Türk sömürgeciliği sistemi içinde statüsüz yaşamak istememektedir. Bu konuda kesin bir kararlılığa ulaşmış bulunmaktadır. Bunun içinde anayasayı boykot sürecinde de görüldüğü gibi esas olarak Kürt halkını yok sayan anayasayı ret etmiştir. Dolayısıyla referandumdan bu yana kendisini, özgür iradesini tanımayan AKP sistemini de ret etmektedir. Demokratik özerklik konusundaki Önderlik ve hareketimizin açıklamalarını büyük bir kitlesellik ve coşkuyla karşılayıp kutlaması da halkımızın sadece tepkiyle ve kabaca Türk sömürgeci sistemini ret etmediği, bununla birlikte kendi alternatif sistemini de çok somut olarak ortaya koymuştur. AKP hükümetinin en büyük korkusu odur ki Kürt halkı AKP hükümetinin hiçbir uygulamasını kabul etmemiş ve onu aldatmaya dönük taviz politikasını da deşifre etmiş ve boşa çıkarmıştır. O zaman sorun gelip şuraya dayanmıştır; ya AKP hükümeti Kürt halkını, Önderliğiyle, savunma gücüyle, siyasal iradesiyle, kültürel, ekonomik, hukuki vb. temel konularda gerçekliğini kabul edecek, bunu uygun bir biçimde anayasal güvenceye kavuşturacak, anayasal çözüme gidecek ya da Kürt halkı kendisine dayatılan kölece statüye hayır diyerek kendi sistemini somut yaşam içerisinde inşa edip, örgütleyecektir. Bu ise ucu kopuşa açık bir süreci de beraberinde getirebilir. Özellikle Ortadoğu’daki halk hareketlerinin de yaratmış olduğu atmosferi de arkalayarak halkımızın da Türk sömürgeci sistemini çok kısa bir süre içerisinde yerle bir edeceği korkusunu yaşamaktadır. Tüm zalimane saldırıların kaynağında bu gerçeklik vardır. Özellikle Kürdistan halkının yılbaşından bu yana neredeyse aralıksız bir biçimde geliştirdiği serhıldanların 8 Mart ve Newroz, kahramanlık haftasıyla ulaştığı düzey ve bu düzeyin özgürlük alanlarında sürüyor olması ve en son 4 Nisan Önder APO’nun doğum günü vesilesiyle yakalanan kitlesel düzey ve ruh AKP hükümetini ciddi bir biçimde korkutmaktadır.
Açıkça şunu söylemek gerekiyor; artık sömürgeci sistem ve onun AKP versiyonu karaya oturmuştur. Klasik inkâr-imhacı Kemalist ideoloji-politikanın iflasının ilanından sonra, can simidi gibi sarılınan AKP’nin Türk-İslam sentezine dayanan politikasının da ruhuna Fatiha okunmuştur. Yalancının mumunun yanma süresinin sonuna gelinmiştir.  Son süreçte,  kendilerini, milletvekilliği ve ekonomik rant karşılığında satışa sunan sınırlı işbirlikçi-hain kesimler dışında kimsenin kabulü yoktur. AKP hükümeti, yeni sömürgeci sistemini işbirlikçi Kürt yaratma siyaseti de son süreçte Kürdistani partiler arasında başlayan görüşme ve diyaloglarda bu politikanın tutmadığını göstermiştir.
Şu netleşmiştir; Kürdistan halkı tüm askeri- siyasi operasyonlara, iki bini aşkın tutukluya rağmen artan bir bilinçlenme ve örgütlenmeyle artık sömürgeci sistemi kendi topraklarında görmek istemiyor ve kabul etmiyor. Statüsüz yaşamak istemiyor.  AKP hükümeti de bu gerçeği gördüğü için en son basında “nedenlerini ortadan kaldırma” adı altında bir stratejiyle hareketimizi tasfiye ve zayıflatma, halkımızı ise parçalama ve örgütsüzleştirme savaşını sürdürmektedir. 

PKK’ye eylemsizlik çağrısında bulunan çevrelerin, AKP hükümetinin bilgisi dâhilinde Türk ordusu tarafından başlatılan operasyonlarda Şırnak, Bingöl ve en son Hatay-Hassa’da 7 HPG gerillasının katledilmesine hiçbir tepki göstermemeleri, AKP’nin Kürtlere karşı başlattığı topyekun imha politikasına karşı sessiz kalışları neyle ifade edilebilir?
 
- Bilindiği gibi hareketimiz 13 Ağustostan 1 Mart 2011 tarihine kadar esas olarak tek taraflı bir biçimde ateşkes konumunda bulundu. Yoğun tutuklamalara rağmen ve yine belli aralıklarla sürdürülen operasyonlara rağmen ateşkes konumunu korumuştur. 1 Mart’tan itibaren ise AKP’nin tek taraflı olarak ateşkesi anlamsız kıldığını, hiçbir güce saldırı halinde olmayacağımızı, ancak saldırılar karşısında da kendimizi koruyacağımızı, tüm bunlarla birlikte esas olarak AKP hükümetinin 8 Mart ve Newroz’a yaklaşımına bakarak bir değerlendirmeye ulaşacağımızı belirttik. Fakat AKP hükümeti hem 8 Mart’a hem Newroz’a saldırmıştır. En barışçıl eylemlerine dahi polis tonlarca gaz kullanarak halkımızı korkutmak ve sindirmek istemiştir. Özellikle barış çadırlarına dönük saldırıları kendisine insanım diyen hiç kimsenin kabul etmeyeceği bir vahşilikte gerçekleşmiştir. Buna rağmen hiçbir gerilla birimimiz eylem konumunda olmamıştır. Fakat Newroz öncesi Şırnak’ta, sonra Bingöl’de ve en sonda da Amanos’larda da görüldüğü gibi saldıran taraf AKP’nin komutası altındaki Türk ordusudur. Bu saldırılarda 13 arkadaşımızın şehit düşmesine rağmen bugüne kadar bize ateşkes çağrısı yapan, “kan dökülmesin” çağrısı yapan kesimlerden ve güçlerden en ufak bir protesto, tepki gelişmemiştir. AKP hükümetine ve Türk devletine operasyonları durdurma çağrısı yapılmamıştır.
Biz bu durumdan şunu anlıyoruz; demek ki AKP devletini, ordusunu, polisinin hareketimize ve halkımıza saldırması, katletmesi, tutuklaması, yasal, haklı görülmektedir. Çok haksız ve adaletsiz bir biçimde yine hareketimiz suçlanmaktadır. Açıkça biz Türk devletinin, AKP hükümetinin Kürdistan’da yürüttüğü dinsel sömürüye dayalı sömürgeci sistemin devam etmesinden yanayız demek istemektedirler. Bu düşünce bazı çok sınırlı işbirlikçi- hain Kürt kesimlerinde olduğu gibi yoğun bir biçimde Türk devletinin ve AKP’nin arkasında duran kesimlerde de vardır.
Türk sömürgeciliğinin kuzey Kürdistan’daki varlığı insan hakları evrensel beyannamesine ve hukuka göre yasadışı ve suçtur. Asimilasyon eğer bir insanlık suçuysa, Türk sömürgeci sistemi oluşumuyla birlikte bu halka karşı suç işlemiştir ve bu suç konumu hala devam etmektedir. Sanıyorum yeterince tarih bilinci, toplum bilinci ve sömürgeci sistemin etkisinden, ideolojik yapılanmasından kendisini kurtaramayan kesimlerde de böyle bir anlayış vardır. Kürdistan’daki operasyonlar sonucu yaşanan can kayıpları karşısındaki sessizliğin anlamı budur. Ancak işbirlikçiler ve Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’da yarattığı sistemden nemalanan, kan emici kesimler sessiz kalabilir, görmezden gelebilir, fakat herkes halkımızın bu yiğit evlatlarını yüreklerine basarken arş-ı alaya yükselen intikam çığlıklarını da görmezden, duymazdan gelemezler. Görmezden, duymazdan gelmeleri sadece olsa olsa büyük bir vicdansızlık, ahlaksızlıktır. 

Türk hükümetinin başbakanı Tayip Erdoğan, Irak, Güney Kürdistan ziyaretinden hemen sonra İngiltere’ye de bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaretlerin amacı nedir?
 
-AKP hükümetinin oyalama, aldatma politikası dibe vurmuştur. Maske düşmüş açılım vb şeylerin nasıl bir safsatadan ibaret olduğu halkımızın ezici çoğunluğu tarafından görülmüştür. Bu nedenle AKP artık oyalayacak, beklentiye sokacak konumunu yitirdiği için saldırmaktan başka yapacağı hiçbir şey yoktur. Suçüstü yakalanan hırsız ve katilin ev sahibine saldırmasını ifade ediyor. Çünkü katil açığa çıkmıştır. Halkımız katilin yakasını iki eliyle, hem de sımsıkı yakalamıştır. Saldırmasının temelinde bu vardır. Gerek güney Kürdistan, gerekse İngiltere gezisinin temelinde de bu gerçeklik vardır. Her iki gezinin farklı yönleri olmakla birlikte, hareketimize karşı bir cephe kurma arayışı olduğu muhakkak.  Güney Kürdistan’daki gezisiyle esas olarak Güney Kürdistan hükümetinin üzerinde baskı kurarak, hareketimize karşı çıkararak ve yine seçimler üzerinde etki yaratma amaçlıdır. Ancak bu siyasetin ve amacın tutmayacağı çok açıktır.
Özellikle Libya’nın işgali konusunda “Haçlı Ordusu”na bu kadar iştahla katılması tümüyle kuzey Kürdistan’daki hareketi tasfiyede uluslar arası güçleri ve NATO’yu ortak etme siyasetinden başka bir şey değildir. AKP şunu demeye getiriyor; “ben sizinle birlikte haçlı seferine katılırım ama sizde benim özgür iradeli Kürdü ezmeme yardımcı olun. Yapacağım her saldırıda arkamda olun ya da basın vb kurumlarınızı sessizleştirin” demektedir. Esas olarak amaç bölgesel ve uluslar arası güçleri bir kez daha hareketimiz karşısında devreye koymak ve bunun içine Güney hükümetini de çekmek istemektedir. Fakat oluşan Kürt kamuoyu ve Kürtler arasında gelişen siyasal, toplumsal ve ulusal ilişkiler, iletişim vb. bu politikanın da tutmayacağı açıktır. Zaten uluslar arası güçler her zaman tüm güçleriyle hareketimizin tasfiyesinde rol sahibi olmuşlardır.  Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi ve Kürt halkının statüsüzlüğe mahkûm edilmesi Lozan anlaşmasıyla olmuştur, Lozan anlaşmasının da uluslar arası sermaye güçlerinin uzlaşmasıyla olduğu açıktır. Bundan sonra uluslar arası sermaye güçlerinin bu yönde izleyecekleri politikanın da tutmayacağı ve sonuç almayacağı mücadelemizin kanıtladığı bir gerçekliktir.  Çünkü Lozan Kürdistan halkının Öndersiz, örgütsüz, stratejisiz ve birlikten yoksun olduğu en zayıf bir döneminde gerçekleşmişti. Ancak şimdi durum çok daha farklıdır. Kürt halkı Lozan’a zemin olan zafiyetlerinden büyük ölçüde kurtulmuş, kimi yetersizliklerini de aşma yol-yöntemlerini geliştirmiştir. 

Suriye’de başlayan gösteriler ardından MİT Müsteşarının Suriye’ye gidişi sonrasında Türk dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Beşar Esad ile görüşmesi, Tayip Erdoğan’ın “gerekirse Suriye’ye müdahale ederiz” söylemleriyle Güneybatı Kürdistan’da PYD’yi devre dışı bırakmak için yapılan görüşme ve ittifaklar konusunda neler söyleyebilirsiniz?
 
-Ortadoğu yeniden biçimleniyor. Her ne kadar Libya’ya yönelik işgal ve saldırıya gerekçe olarak Muammer Kaddafi’nin bazı şehirlere yönelik yaptığı bombardımanlar gösterilmeye çalışılıyorsa da esas olarak halk hareketlerinin önünü almak, özgürce ve kendi mecrasında gelişmesini engellemek ve saptırmaktan başka bir şey değildir. Amaç, bölgedeki halk hareketlerini kontrol altına alıp, oluşturmaya çalıştıkları yeni statüde bu hareketleri kullanmaktır. Suriye’de de Türk devletinin sürece müdahil olması, Beşar Esad yönetimiyle bu süreçte gerçekleşen diplomasi trafiği de aynı zihniyetin ve politikanın devamıdır. Birde Suriye’de tabi ki küçümsenmeyecek bir nüfusa sahip, 4 milyon civarında Kürt halkının, hem de önemli bir kesiminin örgütlü ve duyarlı olması, kendi taleplerini formüle edip arkasında durabilecek iradeyi göstermeleri gerçeği vardır. Türk devletinin Suriye’deki halk hareketi karşısında adeta yanıp tutuşmasının nedeni budur. Kürtlerin statü kazanmasına dönük her türlü gelişmeyi engellemeye dönük bir girişimdir bu. Bu durum Tayyip Erdoğan’ın” inkâr siyasetine son veriyoruz” sözünün de ne kadar yalan ve ikiyüzlüce olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü AKP’nin tüm amacı Kürtlerin bölgede statü kazanmasının önüne geçmektir. Ancak hem örgütlü Kürt halk dinamiği hem de Arap halkını kuşatan isyan ruhu AKP’nin etkili olmasını engelleyecektir. Belki ABD ve Avrupa’nın, özelliklede İngiltere’nin teşvik ve desteğiyle Türk devleti yer yer etkili de olabilir ancak stratejik olarak bir belirleyicilikten söz edilemez. Özelikle Kuzey Kürdistan’da yürütmüş olduğu inkâr siyaseti ve yukarıda izah ettiğimiz pratiği AKP’nin gerçek yüzünün bölge halkları tarafından anlaşılmasını beraberinde getireceği gibi model ülke konumunun üstünü da çizecek, tartışılır kılacaktır. Beşar Esad yönetiminin Kürt halkının haklarını tanıması hem Suriye’yi demokratikleştirir hem de bölgede hatırı sayılır bir güç haline getirir. Aksi taktirde kaybetmekten kendisini kurtaramaz.
Güneybatı Kürdistan’daki halkımız da, kendi halk olmaktan kaynaklı haklarını bir deklarasyonla açıkladı ve bunun için de, demokratik eylemliliklerini sürdürmeye başlamıştır.  Alandaki tüm Kürt siyasi oluşumların da ortak bir platform oluşturmaları da bu dönemde önem kazanmaktadır. Hem platform oluşturmalı hem de, Ulasal-demokratik-kültürel taleplerini ortaklaştırarak, kararlılıkla savunmalıdırlar.

(*)Bu röportaj Lekolin sitesinden alınmıştır

Hiç yorum yok: