6 Nisan 2011 Çarşamba

Dünden Bugüne; Kasaplar Deresi-1


imageKasaplar Deresi’nin geçmişi Cumhuriyet’in kuruluşuyla başlayan ‘tedip ve tenkil’ (inkar ve imha) politikasına dayanıyor. Dere, Kürt sorununu ‘Kürtleri yok etmek’ yöntemiyle ‘çözmeyi’ esas almış ‘Modern’ Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürt halkına karşı sürdüğü kirli savaşın bir gerçeği olarak karşımızda duruyor.

Kasaplar Deresi’nde bir gece yarısı gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan,dağda keçi otlatırken veya tarlasını biçerken kurşunlanan ya da devletin güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada hayatından olan Kürtler yatıyor.

Yoksul Kürt köylüleri, yüksek ruhlu Kürt yurtseverleri ve çıplak yürekli Kürt gençleri kefensiz, törensiz ve duasız gömüldükleri o derede üst üste yan yana atılmış olarak yatıyor.

Devlet bir dönem öldürdüğü Kürtlerin gömülmesine dahi izin vermiyordu. İnsanların cansız bedenlerini çöp arabalarıyla taşıyor ve Siirt Tugayı’nın çöplük olarak kullandığı Kasaplar Deresi’ne atıyor, dereyi ‘insan çöplüğüne’ dönüştürüyordu.

Askerliğini Siirt Komando Tugayı’nda ‘yazıcı’ olarak yapan bir tanık bundan 22 yıl önce şunları anlatmıştı: ‘Tugay’a ölüler gelince biz gider inceler, tutanak tutardık. Nasıl öldürülmüş, neyle, kaç kurşunla falan, bunları biz yazardık. Bazen on beş, on altı yaşlarında çocuk ölüleri de gelirdi. Erler bunların çoban olduklarını söylerdi. Komutan ise ‘Ermeni’ derdi. Ölüler daha sonra Tugay’daki erlere gösterilirdi. Cesetler yan yana dizilir, erler sıra halinde gelir izlerlerdi. Bu da eğitimin bir parçası haline gelmişti. Herkes bunu kabul etmişti. Kimse yadırgamıyordu. İnsan bunun ne anlama geldiğini terhis olduktan, o elbiseyi çıkardıktan sonra anlıyor...’

‘Sonra o ölüleri çöp torbalarına doldurur, çöp arabalarına atardık. Kasaplar Deresi bizim çöplüğümüzdü. Çöp arabaları ceset torbalarıya dolu çöplerini oraya boşaltırlardı...’

Bu uygulama ne zaman başladı; Kürt ölüleri Kasaplar Deresi’ne ilk ne zaman atıldı, bu tam olarak bilinmiyor. Geçtiğimiz günlerde Siirt İl Jandarma Alay Komutanlığı’nca tanzim edimiş bir listeyi yayınlayan dönemin gazeteci Seve Evin Çiçek’e bu listeyi veren resmi kaynağa göre 1984’ten bu yana dereye insanlar atılıyor!

Yaptığım araştırmalar bunu doğruluyor. 15 Ağustos 1984’te başlayan savaşla birlikte devletin Kasaplar Deresi’ni yeniden hatırladığı anlaşılıyor. Ne de olsa derenin kanlı ve kirli işlevi çok eskilere dayanıyor.

Newala Qesaba

Kasaplar Deresi; Siirt’teki adıyla Newala Qesaba…Ünü çok eskilere dayanan bir dere. Siirtli kasaplar çalıntı hayvanları gözlerden ırak bu derede kestikleri için buraya bu ad verilmiş. Ne var ki 1’inci Paylaşım Savaşı döneminde şehrin Ermenleri de valinin fermanıyla bu derede hayvanlar gibi boğazlanmış. Kadın, çocuk, yaşlı demeden Ermeni olan kim varsa kafası ya kılıç ya da balta darbeleriyle parçalanmış.

‘Yüzlerce Ermeni kurda kuşa yem edildi. Newala Kasaba’da yüzlerce Ermeni’ye mezar oldu‘ demişti bana yaşlı Siirtli Mehmet Ozan…Kasaplar Deresi böyle bir yer; kanlı ve kirli bir dere…Bu dere 1984’ten sonra sorgusuz sualsiz kurşuna dizilen, işkenceyle katledilen ya da çatışmalarda ‘ölü ele geçen’ Kürtlere ‘mezar’ oluyor. 27 yıla yakın bir zamandır orada, bir dönem Siirt Tugayı’nın çöplük olarak kullanıldığı o derede insanlarımız yatıyor.

Benim bu olaydan haberim 1988 sonunda oldu. 1988 Aralık ayında Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin (SHP) Ankara’da Kurultay’ı vardı. Kurultayı izlemek amacıyla Ankara'daydım. 2000’e Doğru Dergisi için Kurultay’ı izliyor, SHP’nin Kürt politikası ve Kürt siyasetçileriyle ilgili haber yapmaya çalışıyordum. Kurultay’da dönemin SHP Siirt İl Başkanı Avukat Zübeyir Aydar (Şimdi Kongra-Gel Başkan Yardımcısı) bana, Siirt’te Komando Tugayı’nın çöplük olarak kullandığı Kasaplar Deresi'ne insan cesetleri atıldığını söyledi. Konuyu araştırdıklarını ve iddianın gerçek olduğunu tespit ettiklerini de belirtti.

Yıllardır dereye insan atılıyordu. Şehrin köpekleri ağızlarında dereye atılmış insanların ceset parçalarıyla dolaşıyordu. Birçok Siirtli’nin ağzında insan kolu veya bacağıyla dolaşan köpek gördüğü söyleniyordu. Ayrıca birçok belge ve tanık da vardı. Bunların araştırılması gerekiyordu. Aydar’ın anlattıkları inanılır gibi değildi.

Ayrıca bu bilgileri bana gelinceye kadar birçok basına organına da vermişti. Ne var ki kimse ilgilenmemişti. Aydar ve arkadaşları konuyu hem parti merkezine hem de basına bildirmişlerdi. Hatta bazı gazeteciler Siirt'e kadar gitmiş olayı yerinde incelemişlerdi ancak, gazetelerin biri bile habere yer vermemişti. Üstelik de askeri ve mülkü erkan da konudan haberdar edilmişti. Yakınları Kasaplar Deresi’ne atılanlar Valiliğe ve Savcılığa müracaat etmişlerdi. Askeri ve idari erkan bunun üzerine dereyi ‘yasak saha’ ilan etmişti. Mesele netametli ve tehlikeliydi.

‘Yasak Saha’da bir gazeteci

8 Ocak 1989 günü Siirt’e gittim. Soğuk mu soğuk bir kış gününün öğlen sonrası Kasaplar Deresi’nde birkaç film çektim. Şirvan yolu üzerindeki birkaç küçük tepe, bu tepeleri birbirine bağlayan geniş bir alandı. Alan tamamen karla kaplıydı. Resim çekip geri geldim. İlk gidişimde derede çok kalamadım, kalamazdım da. Hem kıştı karla kaplıydı hem de askeri yasalara göre ‘yasak sahaya’ giren kim olursa üzerine ateş açılabilirdi. Devlet, ‘yasak Saha’sına gireni öldürme emri vermişti. Bunu 33 yoksul Kürt köylüsünün toplu mezarı Sefo Deresi’ne (Van) gitmeye çalışırken öğrenmiştim. Bu yüzden dikkat etmeliydim...

Bana verilen bilgilere göre Kasaplar Deresi’ne yüzlerce insan ölüsü atılmıştı. Ve abartısız Siirt’te yaşayan herkesin bundan haberi vardı. Ancak sanki alışkanlık kazanılmış gibi hayat da tüm olağanlığıyla akıp gidiyordu! Özellikle de derenin kıyısında yaşayanları anlamakta zorluk çekiyordum. Bunların çoğu koçerdi. Birkaç yıl öncesi yerleşik hayata geçmiş ve burada kendilerine ev yapmışlardı. Yanı başlarına insan ölüleri altılıyordu. Köpekler ağızlarında insan bedenine ait parçalar taşıyordu; buna karşın onların normal (!) hayatları da hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu. Bunu anlamanın ve anlamlandırmanın imkanı yoktu...

Siirt’e bir ‘hırsız’ gibi girmiştim.Kimseye, özellikle de devlete görünmeden işimi yapmam gerekiyordu. Yoksa, yakalandığım her defasında olduğu gibi hem işi yarıda bırakmak zorunda kalıyor hem de ciddi baskı görüyordum.

Bilgiler ve öyküler

Aynı günün akşamı yakınları Kasaplar Deresi’ne atılmış birkaç kişiyle görüştüm. Bunlardan biri çatışmada hayatını kaybetmiş gerilla Mehmet Oktay’ın amcasını oğlu Ali Oktay , diğeri, iki oğlunu PKK saflarına yolculamış ve ikisinin de ölüm haberini almış Emin Ergin, üçüncüsü ise 22 Haziran 1985 günü Eruh yakınlarında çıkan çatışmada hayatını kaybetmiş olan Bedrettin Timurtaş’ın eşi Heybet Timurtaş’tı...

Ali Oktay şunları anlatmıştı; ‘Amcamoğlu Mehmet PKK’ye katıldı. Yıllarca dağda kaldı. Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu’nun komutanı Agit (Mahsum Korkmaz) hevalin yanındaydı. 26 Mart 1986 günü Gabar Dağı’nda komando birlikleriyle girdikleri çatışmada Agit hevalle birlikte şehit düştü. Mehmet’in ve Agit hevalin cesetleri bize nispet yapılırcasına bir traktör römorkuna atılarak bütün şehirde dolaştırıldı. Sonra da götürüp Newala Kasaba’ya atıldı...’
‘Benim adım Heybet...Heybet Timurtaş. Eruh ilçesi Ağaçyurdu köyündenim. Beş çocuk annesiyim. Kocam Bedrettin ağanın zulmüne dayanamadı, dağa çıktı. Orada PKK’ye katıldı. Kendisi köyümüzün imamıydı. Kendi halinde halim selim bir insandı. Fakat boyun eğmediği için ağa ona takmıştı. Her fırsatta kocama hakaret eder, onu dövdürür, bazen de jandarmaya ihbar ederdi. 22 Haziran 1985 günü de zaten ağanın ihbarı sonucu korucular ve jandarmalar tarafından köyümüzde şehit edilddi. Jandarma ve korucular kocamı katletti. Ancak cenazesi bize verilmedi. Jandarma alıp götürdü. Sonra duyduk ki Kasaplar Deresi’ne atılmış. Kocam şimdi orada o çöplüğün içinde...’

34 yaşındaki Heybet Kadın da bunları anlatmıştı.

Emin Ergin’in de çatışmada hayatını kaybeden bir oğlu (Ahmet) Kasaplar Deresi’ne atılmıştı. Dönemin SHP Muş İl Başkanı (Şimdi Muş BDP Milletvekili TBMM İdari Amiri) Sırrı Sakık anlatıkları da şöyledi:

‘Kızkardeşim Adife ile amcamın oğlu Murad 9 Mart 1985 günü Sason’da güvenlik güçleriyle girdikleri çatışma sonucu hayatlarını kaybettiler. Bize cenazelerini teslim etmediler. Biz cenazeyi almaya gittiğimizde gözaltına alındık. Hakarete uğradık. Devlet görevlileri bize cenazelerin Diyarbakır’da gömüldüğünü söylediler. Ancak aradan zaman geçtikten sonra kızkardeşimin, amcamın oğlunun ve onlarla birlikte hayatlarını kaybedenlerin tamamının Kasaplar Deresi’ne atıldığını öğrendik...’

Sakık, kızkardeşinin mezarının Diyarbakır’da değil, Kasaplar Deresi’nde olduğunu biliyordu ama devlet de gerçeği inkara devam ediyordu...
‘Benim oğlumu evden götürdüler. Ben Mardin ili İdil ilçesi Sulak köyü halkındanım. 10 Nisan 1985 gecesi komandolar köyü bastı. Bütün evler tek tek arandı. Bizim evi de bastılar ve oğlum Hasan’ı alıp götürdüler. Oğlumu önce Cizre’ye sonra Şırnak’a götürdüler. Orada işkencelerden geçirdiler. Orada öldürdüler ve nereye gömdüklerini bana söylemediler. Sadece oğlum götürüldükten üç gün sonra eve geri geldiler. Komandoların başındaki yüzbaşı bana, oğlun kaçarken düştü ve başını arabanın tamponuna çarparak öldü dedi. Bana böyle bir kağıdı zorla imzalattılar. Ne yapıp ettiysem oğlumun cesedini bana vermediler. Sadece alay eder gibi oğlumun Kasaplar Deresi’nde olabileceğini söylediler...’

Oğlu Hasan Akar’ı gözaltında işkencede yitiren ve oğlunun ölüsünü bile göremeyen bir anne bunları söylüyordu.

Şırnak Tugayı’nda işkencele tanık olan Kemal Doğan yaşadıklarını şöyle anlatıyordu;

’Bir gün Ankaralı ve adının da Mustafa olduğunu söyleyen 30-35 yaşlarında uzun boylu, sarı saçlı birini getirdiler. Adam çok işkence gördü, sonra da alıp götürdüler. Adamın öldüğünü söyledi askerler. Askerler ayrıca alayda denetleme yapılacağı için tuvalet çukuruna atılan cesetlerin çıkarıldıklarını ve Kasaplar Deresi’ne atıldıklarını söylediler...’

‘Adım Hasan. Ben de şöferim. Haziran 1987’de kız arkadaşımı arabaya almış, dolaşıyorduk. Kasaplar Deresi mevkiinden geçerken askeri çöp arasından bir cesedin atıldığını gözlerimle gördüm. Sonra da üzerine çöp döküldü. Biz çok yakındaydık. Ya bizi fark etmediler, ya da önemsemediler. Ölünün saçları sarıydı. Bunu bile gördüm. Üzerinde mavi kot pantolon vardı...’

‘Adım Sevdin. Siirt Belediye’sinde geçiçi temizlik işçisiyim. Çöpçülük yapmaktayım. Kasaplar Deresi’ne cesed atma işine (!) çoğu zaman biz de katılırız. Çoğu zaman bunu Alay Komutanlığı ve belediye birlikte organize eder. Kasaplar Deresi’ne attıklarım arasında kendi yeğenim Hasan Dağtekin’in de olduğunu sonradan öğrendim. Emir kulusun ya, sormak, bakmak, araştırmak gibi bir hakkın olmuyor. Bu durumda insanda insanlık da kalmıyor...’

İbret Vesikası

....böyle devam edip gidiyordu. Siirt ve çevre il ve ilçelerde görüştüğüm görgü tanıklarından ve gözaltında yakınları kaybolmuş olanlardan önemli bilgiler edinmiştim. Aralarından bazıları askerlerin çöp arabalarından dereye ceset attıklarını gözleriyle görmüşlerdi. Epey bilgi sahibi olmuştum. Ayrıca Siirt Belediye Başkanlığı’nın Siirt Jandarma Alay Komutanlığı’na gönderdigi 13 Temmuz 1988 tarihli ve 2/296 nolu resmi bir evrakı da ele geçirmiştim. Evrakta, ‘13 Temmuz günü saat 15.00 sularında 5 teröristin Kasaplar Deresi mevkiine defnedildiği’ yazıyordu.
Belediye bile bu işi aleni yapmaya, cesetleri mezarlığa gömmek yerine, Tugay’ın çöplüğüne atmaya başlamıştı. Durum tek kelimeyle vahimdi. Fen İşleri Müdürlüğü’nün fezlekesini, ‘bir ibret vesikası’ olduğu için buraya alıyorum. 

TC SİİRT BELEDİYE BAŞKANLIĞI
FEN İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ
13.07.1988
Sayı: 2/296
Konu: 5 teröriste ait cesedin defnedildiği.

İL JANDARMA ALAY KOMUTANLIĞINA
SİİRT

İlgi; Siirt.İl.J. Alay Komutanlığı’nın 13.07.1988 gün ve İSTH 78-88/ 1118 sayılı yazısı.
İlgili yazıda belirtilen kimliği tespit edilen terörist K.KOCAMAN ile kimlikleri tespit edilemeyen dört teröristin Belediye sınırları içerisinde Kasap Deresi mevkiine 13 Temmuz 1988 günü saat 15 sıralarında defnedildiklerini rica ederim.

MAHMUT ÇALAPKULU
Belediye Başkanı

Çalapkulu daha sonra öldürüldü. PKK’nin öldürdüğü söylendi.

Hiç yorum yok: