21 Mart 2011 Pazartesi

NATO’nun Önlenemez Savaşı


Mısır ve Tunus’ta yaşananların aksine Libya, Afrika İnsani Gelişme Endeksi’nde ilk sırada yer almaktadır ve kıtada yaşam beklentisinin en yüksek olduğu ülkedir. Devlet, eğitim ve sağlığa özel bir önem atfetmektedir. Nüfusun kültürel düzeyinin de hiç kuşkusuz en yüksek olduğu yerdir. Libya’nın sorunları başka türdendir. Nüfus aç değildi, temel toplumsal hizmetlerden yoksun değildi. İddialı üretim ve toplumsal gelişme planlarını yürütebilmek için çok sayıda yabancı emek gücüne ihtiyaç duyuyordu.

Bu nedenle, Mısır, Tunus, Çin ve diğer ülkelerden yüz binlerce işçiye iş sağladı. Tüketim mallarına ve hatta bugün Libya’yı insan hakları adına işgal etmek isteyen ülkelerce sağlanan gelişmiş silahlara, yine aynı zengin ülkelerin bankalarında biriken serbest döviz rezervlerine ve muazzam bir gelire sahipti.


Kitle iletişim araçlarıyla pompalanan büyük yalan kampanyası dünya kamuoyunda büyük bir kafa karışıklığına neden oldu. Libya’da gerçekten ne olduğuna ilişkin bir fikir oluşturabilmemiz ve ortaya saçılan gerçek olguları yalan olanlardan ayırabilmemiz için biraz daha zaman geçmesi gerekecek.


Telesur gibi ciddi ve prestijli yayın şirketleri gerçekten olan biteni gösterebilmek için karşıt iki grubun eylemlerini yayınlayacak kameraman ve muhabir gönderme sorumluluğunu duydular.


İletişim engellendi, dürüst diplomatik görevliler yaşananları aktarabilmek için mahallere girmek, gece gündüz eylemleri gözlemlemek için hayatlarını tehlikeye attı. İmparatorluk ve çok sayıdaki müttefiki ise, insanların içinden gerçek bilgi kırıntılarını çıkarması gereken malumatı yaymak için en gelişmiş medyayı kullandı.


Hiç kuşkusuz, Bingazi’de protestolara katılan gençlerin, erkeklerin, türbanlı ya da türbansız kadınların yüzleri en samimi öfkeleri yansıtıyordu.


Nüfusun yüzde 95’inin dürüstçe paylaştığı İslamî inanca rağmen bu Arap ülkesinde kabileye ait unsurların hala etkili olduğunu görmek güç değil.


Gelişmiş ve zengin ülkelerin tüketim ekonomisini finanse eden petrolün büyük kısmının elde edildiği Arap dünyasında açığa çıkan devrimci dalgadan gerçekten endişe eden emperyalizm ve NATO, askeri müdahale başlatmak için Libya’da açığa çıkan bu iç çatışmadan yararlanmadan edemedi. Birleşik Devletler yönetimince ilk andan itibaren yapılan açıklamalar bu nedenle kategoriktir.


Şartlar daha elverişli olamazdı. Kasım seçimlerinde, Cumhuriyetçi sağ kanat bir söylem uzmanı olan başkan Obama’ya ses getiren bir darbe indirdi.


İdeolojik olarak Çay Partisi’nin köktencileri tarafından desteklenen faşist “misyon başarıldı” grubu mevcut başkanın rolünü dekoratif bir role indirmeyi başardı. Öyle ki, sağlık programı ve müphem iktisadi iyileşme bile bütçe açıkları ile tarihsel rekor kıran ve kontrol edilemeyen kamu borçlarının sonucu olarak tehlikeye girdi.


Yalan seline ve yaratılan kafa karışıklığına rağmen ABD, İnsan Hakları Konseyi’nde o an ulaşmayı umduğu amaçlar için onay alsa da, Güvenlik Konseyi’nde Çin ve Rusya Federasyonu’nu Libya’ya müdahale konusunda ikna edemedi. Bir askeri müdahaleye ilişkin olarak Dışişleri Bakanı şüpheye yer bırakmayacak bir açıklamada bulundu: “Hiçbir seçenek göz ardı edilmiyor.”


Gerçek olan şu ki, Libya bir iç savaşa sürüklendi ve öngördüğümüz gibi Genel Sekreteri’nin yangının üzerine dikkate değer miktarda benzin dökmesi dışında Birleşmiş Milletler bunu engelleyecek hiçbir şey yapamadı.


Muhtemelen faillerin hayal edemedikleri sorun isyancı liderlerin olası tüm dış müdahaleleri reddederek tabloyu karmaşıklaştırmaları oldu.


Çeşitli haber ajansları Devrim Komitesi sözcüsü Abdelhafiz Ghoga’nın 28 Şubat Pazartesi günü söylediği şu sözleri duyurdu: “Libya’nın geri kalanı Libya halkı tarafından özgürleştirilmeli.”


İsyancı kuvvetlerin eline geçmiş kentleri temsil etmek üzere kurulan “Ulusal Konsey”in ilanı sırasında Ghoga “ordunun Trablus’u özgürleştireceğine güveniyoruz” açıklamasında bulundu.


Trablus’un 1000 km doğusunda bu kentte bir gazeteciyle karşılaştığında şöyle söyledi: “İstediğimiz şey istihbari bilgi, ama ne havada, ne karada ne de denizlerimizde egemenliğimiz bundan etkilenmeyecektir.”


AFP’nin geçen Pazartesi yayınladığı rapora göre “muhalefetin liderlerinin ulusal egemenlik konusundaki inadı pek çok Libya vatandaşının Bingazi’de uluslararası basına kendiliğinden ifade ettiği fikri yansıtıyor.”


Aynı gün Bingazi Üniversitesi'nden bir siyaset bilimi profesörü olan Abeir Imneina şunları söyledi:


“Libya'da çok güçlü bir ulusal duygu var.”


Demokrasi götüreceği varsayılan –ki bu varsayım gerçeklerle bütünüyle çelişiyor, 2003 Amerikan istilasına atıfla “dahası, Irak örneği, bir bütün olarak Arap dünyasına ve ardından bulaşıcı bir hastalık gibi bölgeye korku salıyor”, diye vurguluyor.


Profesör şöyle devam ediyor:


“‘Irak'ta ne olduğunu biliyoruz, tam bir istikrarsızlık... Ve gerçekten bu yolu izlemek istemiyoruz. Amerikalıların ağlayarak Kaddafi'ye gitmek zorunda kalmasını istemiyoruz’, diye devam ediyor bu uzman.”


“Ama Abeir Imneina'ya göre, ‘bunun bizim devrimimiz olduğu ve onu bizim gerçekleştirmemiz gerektiği duygusu da var’.”


Bu haberin yayınlanmasından birkaç saat sonra, Birleşik Devletler'in başlıca iki basın organı;
The New York Times ve The Washington Post bu yaklaşımın yeni versiyonlarını sunma telaşına düştüler; DPA ertesi gün, yani 1 Mart’ta konu hakkında şu bilgileri verdi: “ABD basınının bugün verdiği bilgilere göre Libya muhalefeti, silahlı kuvvetlerin Başkan Muammer Kaddafi'ye sadık stratejik pozisyonlarını Batının hava bombardımanına tutmasını isteyebilir.”

‘The New York Times’ ve ‘The Washington Post’ internet ortamındaki yayınlarında konunun Libya Devrimci Konseyi içinde tartışıldığını belirttiler.”

The New York Times, bu tartışmaların, Kaddafi'nin yeniden iktidarı ele geçirmesi olasılığı karşısında isyanın liderleri cephesinde büyüyen hüsranı ortaya serdiğini belirtiyor”.

The New York Times'ın aktardığına göre, konsey sözcüsü, hava harekatlarının Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde gerçekleştirilmesi durumunda, söz konusu harekatların uluslararası müdahale anlamına gelmeyeceğini belirtti”.

“Konsey avukatlardan, akademisyenlerden, hakimlerden ve Libya toplumunun önde gelen üyelerinden oluşuyor.”


Habere göre: “
The Washington Post tarafından yayınlanan ifadelerine göre, isyancılar, Batının desteği olmazsa Kaddafi'ye sadık kuvvetlerle savaşın uzun süre devam edebileceğini ve pek çok insanın canına mal olabileceğini düşünüyorlar.”

Burada dikkate değer olan, ne bir işçiden, köylüden ya da bir yapı ustasından bahsedilmiyor oluşu. Gösterilerde yer alan maddi üretimle ilişkili herhangi biri, genç bir öğrenci ya da savaşçı bu haberin konusu değildir. Neden toplumun önde gelen üyeleri olarak isyancılar ABD’nin ve NATO’nun bombalarıyla Libyalıların öldürülmesini talep eden kişiler olarak sunulmaya çalışılıyor?


Bir gün gerçeği Bingazi Üniversitesi’nden siyaset bilimi profesörü gibi insanlar sayesinde anlayacağız. Bu profesör etkileyici bir biçimde Irak’ta öldüren, evleri yok eden, milyonlarca insanı işsiz bırakan ve göçe zorlayan deneyimi anlatıyor.


Bugün, 2 Mart’ta, EFE haber ajansı isyancı kuvvetlerin iyi bilinen sözcülerinden birinin Pazartesi günü yapılan açıklamalarla bana göre hem uyuşan hem de çelişen beyanatına yer veriyor: “Bingazi (Libya), 2 Mart. Libya isyancı liderliği bugün BM Güvenlik Konseyi’ne Muammer Kaddafi rejiminin paralı askerlerine karşı hava saldırısı başlatma çağrısı yaptı.”


Bingazi’de bir basın toplantısında isyancıların sözcüsü Abdelhafiz Ghoga “Ordumuz savunma rolü gereği paralı askerlere karşı bir saldırı başlatamaz” dedi.


Libya’daki çatışmaya dış müdahaleyi reddettiklerini her defasında gösteren muhalefetin sözcüsü “Stratejik bir hava saldırısı bizim reddettiğimiz bir dış müdahaleden farklıdır” diye vurguladı.


Emperyalist savaşların hangisi buna benziyor?


1936’da İspanya’daki mi? 1935’te Mussolini’nin Etiyopya’da sürdürdüğü savaş mı? George W. Bush’un 2003’te Irak’ta başlattığı mı, yoksa 1846’da Meksika’nın istilasından 1982’de Falkland Adaları istilasına kadar ABD’nin Latin Amerika halkına karşı yürüttüğü onlarca savaş mı?


Tabi, 16 Nisan’da yeni bir yıldönümüne girecek olduğumuz Domuzlar Körfezi’nin paralı ABD askerleri tarafından istilasını ve 50 yıldır devam eden ülkemize dönük ablukayı unutmamak gerekir.


Milyonlarca hayata mal olan Vietnam gibi savaşlarda en utanmazca gerekçeler ve uygulamalar söz konusu oldu.


Libya’da yaşanabilecek kaçınılmaz bir askeri müdahaleye ilişkin içinde şüphe taşıyan herhangi biri için, iyi bilgilendirildiğine inandığım AP haber ajansı bugün şöyle bir manşet yayınladı: “Diplomatların verdiği bilgiye göre NATO ülkeleri, uluslararası toplumun Libya üzerine bir hava ambargosu uygulama kararı vermesi durumunda, 1990’larda Balkanlar üzerinde kurulan yasak uçuş bölgesi modeline uygun bir olası plan üzerinde çalışıyorlar.”


Daha da ileri gidilerek şöyle deniliyor: “Konunun hassasiyeti nedeniyle ismini vermek istemeyen yetkililer konu hakkında gözlemlenen fikirlerin hareket noktasının 1993’te Güvenlik Konseyi’nin güdümünde Batılı askeri ittifakın Bosna’daki uçuşa yasak bölge uygulaması ve NATO’nun 1999 Kosova bombalaması olduğuna işaret ettiler.”


Yarın devam edeceğim.


Fidel Castro Ruz

2 Mart 2011
20:19
NATO’NUN ÖNLENEMEZ SAVAŞI (İkinci Bölüm)


Kaddafi, yalnızca 27 yaşındayken, Libya ordusundaki bir albay sıfatıyla, Mısırlı meslektaşı Abdül Nasır'dan esinlenerek 1969 yılında Kral I. İdris'i tahtından ettiğinde, tarım reformu ve petrolün ulusallaştırılması gibi devrimci önlemlere başvurdu. Artan gelirler iktisadi ve sosyal kalkınmaya ayrıldı; özellikle de çok az tarım arazisi içeren devasa çöl ülkesinde yaşayan azalmış Libya nüfusuna yönelik eğitim ve sağlık hizmetlerine ayrıldı.


O çölün altında fosil sulardan oluşan muazzam genişlik ve derinlikte bir okyanus uzanıyordu. Deneysel bir tarım alanı hakkında bilgi edindiğimde, bunun gelecekte petrolden daha yararlı olacağı izlenimine kapılmıştım.


Müslüman halkların niteliği olan sıcaklıkla vaaz edilen din, bu Arap ülkesinde hala yaşayan güçlü aşiret eğilimini dengelemeye kısmen de olsa yardımcı oldu.


Libyalı devrimciler, Küba’nın bir ilke olarak saygı gösterdiği yasal ve siyasal kurumları ile ilgili olarak kendi fikirlerini oluşturup benimsediler.


Libya önderliğinin sahip olduğu kavrayışlara ilişkin fikirler beyan etmekten bütünüyle kaçındık.


Birleşik Devletler ve NATO’nun temel endişesinin Libya olmadığını; fakat Arap dünyasında ortaya çıkan devrimci dalga olduğunu açıkça görüyoruz. Ortaya çıkan bu devrimci dalgayı her ne pahasına olursa olsun engellemek isteyecekler.


ABD ve NATO üyesi müttefikleri ile Libya arasındaki ilişkilerin, son yıllarda, Mısır ve Tunus’ta isyancıların belirmesine dek, mükemmel olduğu reddedilemez bir gerçek.


Libya ile NATO liderleri arasındaki üst düzey toplantılarda Kaddafi ile kimsenin sorunu yoktu. Bu ülke en iyi kalite petrol, doğalgaz ve hatta potasyum için güvenli bir tedarik kaynağı idi. İlk on yıllarda aralarında ortaya çıkan sorunların üstesinden gelinmişti.


Petrol üretimi ve dağıtımı gibi stratejik sektörler kapılarını yabancı yatırıma açtılar.


Pek çok kamu işletmesi özelleştirme kapsamına girdi. IMF bu operasyonların orkestra şefliğini üstlenerek rolünü oynadı.


Doğal olarak, Aznar Kaddafi’yi övgülere boğdu ve Blair, Berlusconi, Sarkozy, Zapatero ve hatta benim dostum İspanya Kralı, Libyalı liderin alaycı bakışları altında geçit töreni yaptılar. Mutlulardı.


Alaycı gibi görünsem de durum bu değil; yalnızca neden şimdi Libya’yı istila etmek ve Kaddafi’yi Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi önüne çıkarmak istediklerini merak ediyorum.


Günün 24 saati onu silahsız göstericileri vurmakla suçluyorlar. Neden Libya’nın sahip olduğu silahların ve özellikle de karmaşık baskı araçlarının Birleşik Devletler, Büyük Britanya ve Kaddafi’nin diğer meşhur düşmanlarınca sağlandığını dünyaya açıklamıyorlar?


Libya’nın istilası ve işgalini meşrulaştırma girişimi çerçevesinde şimdi kullandıkları sinizm ve yalanlara karşıyım.


Kaddafi’yi son ziyaretim 2001 Mayıs’ında gerçekleşti. Bana 15 yıl önce Reagan’ın saldırıda bulunduğu oldukça mütevazı evinin ne halde olduğunu göstermek için beni oraya götürmüştü. Doğrudan havadan vurulmuştu ve ciddi biçimde hasar görmüştü. Üç yaşındaki küçük kızı bu saldırıda öldü; Ronald Reagan tarafından öldürüldü. NATO, İnsan Hakları Konseyi ve hatta Güvenlik Konseyi tarafından alınmış saldırıyı önceleyen bir karar yoktu.


Daha önceki ziyaretim 1977 yılında gerçekleşti; Libya’nın devrimci sürecinin başlamasından sekiz yıl sonra. Trablusgarp’ı ziyaret ettim; Sebha’daki Libya Halkları Kongresi’ne katıldım; devasa fosil suları denizinden çekilen suların kullanıldığı ilk deneysel çiftlikleri gezdim; Bingazi’yi gördüm ve sıcak bir karşılanma yaşadım. Son dünya savaşının tarihi muharebelerine sahne olmuş efsanevi bir ülkeydi burası. Aynı zamanda nüfus ancak altı milyona dayanmıştı ve sahip oldukları devasa hafif yağ ve fosil suyu miktarından habersizdiler. O tarihe kadar eski Portekiz Afrika kolonileri özgürleştirilmişti.


Angola’da, Birleşik Devletler tarafından kabile temellerine dayanarak örgütlenen paralı asker çetelerine, Mobutu hükümetine ve iyi silahlanmış ve eğitilmiş ırkçı apartheid ordusuna karşı 15 yıl savaşmıştık. Bugün bildiğimiz üzere Birleşik Devletler’den gelen talimatları izleyen bu ordu, 1975 yılında bağımsızlığına kavuşmasını önlemek için Angola’yı istila etti ve motorize birlikleriyle Luanda’nın eteklerine ulaştı. Pek çok Kübalı eğitmen bu vahşi istilada hayatlarını kaybettiler. Acilen kaynak sevk ettik.


Kübalı birlikler ve Angolalılar tarafından Güney Afrika tarafından işgal edilen Namibya sınırına sürülüp ülkeden çıkarılana kadar, 13 yıl boyunca, ırkçılar, Angola’daki devrimci süreci likide etme misyonunu üstlendiler.


Birleşik Devletler ve İsrail’in arka çıkmasıyla nükleer silahlar geliştirdiler. Kübalı ve Angolalı birlikler kara ve hava kuvvetlerini Cuito Cuanavale’de yenilgiye uğratıp riskleri göze alarak ve geleneksel taktikler ve silahlar kullanarak Namibya sınırına ilerlediklerinde bu silaha çoktan sahiptiler. Burada apartheid birlikleri direnmek istediler. Tarihlerinde ikinci kez birliklerimiz bu tür silahlarla saldırıya uğrama riski altındaydı: 1962 Ekim’inde ve güney Angola’da. Fakat bu ikinci kez, Güney Afrika’nın sahip olduğu silahları kullanmasına fırsat vermeden bu tiksinti veren sistemin sonuna işaret eden zaferi kazandılar. Bu olaylar Birleşik Devletler’de Ronald Reagan ve Güney Afrika’da Pieter Botha hükümetleri zamanında oldu.


Kimse bundan bahsetmiyor ve kimse emperyalist sömürünün çaldığı yüz binlerce yaşamdan söz etmiyor.


Arap halklarının etrafında bir başka büyük risk dolaşırken bu gerçekleri hatırlamaktan üzüntü duyuyorum, çünkü yağma ve baskının kurbanları olmaya devam etmekten kendilerini kurtaramıyorlar.


ABD ve NATO’nun son derece büyük bir korku duyduğu Arap dünyasındaki devrim, tüm imtiyazları kullananların karşısında haklarından mahrum olanların devrimidir ve bu nedenle Bastille’in ateşe verildiği 1789’da Avrupa’da patlayan devrimden beri yaşanan en köklü devrimdir.


Devletin kendisi olduğunu iddia eden 14. Louis bile Suudi Kralı Abdul kadar ayrıcalığa sahip değildi. 14. Louis, bu çöller ülkesindeki yeraltında yatan muazzam zenginliğe sahip değildi. O zenginlik ki, yanki ulusötesi şirketler tarafından çıkarılıyor ve dünya fiyatları da aynı şirketler tarafından belirleniyor.


Libya’daki kriz ile birlikte Suudi Arabistan’dan çıkarılan petrol günlük bir milyona ulaştı. Asgari bir masraf karşılığında ülkenin ve ülkeyi kontrol edenlerin gelirleri de günlük milyar doları buldu.


Hiç kimse elbette Suudi halkının para içinde yüzdüğünü hayal edemez. Çok düşük maaşlara günde 13-14 saat çalışan inşaat işçilerinin hayat koşulları üzerine okuduklarımız yürek parçalıyor.


Yemen, hatta Bahreyn ve yüksek gelirli Arap Emirlikleri, yüksek Suudi hiyerarşisi mevcut yağma düzenini sarsan devrimci dalganın alarmıyla, sadece Mısır ve Libya’daki işçi olaylarının değil, ama aynı zamanda Ürdün’deki işsiz gençliğin, Filistin’deki işgal altındaki toprakların tedirginliği içindedir.


Arap halkları diğer zamanlardan farklı olarak ilk kez anbean olağanüstü derecede maniple edilmiş bilgilerle olsa da olaylardan haberdar oluyor.


Ayrıcalıklı kesimlerin statükosu için en kötü olan, yaşanan sert olayların gıda fiyatlarındaki artışla ve iklim değişikliğinin yıkıcı etkisiyle çakışmış olmasıdır. Böyle bir durumda bile dünyadaki en büyük mısır üreticisi ABD bu sübvanse ürünün yüzde 40’ını ve soyanın önemli bir bölümünü otomobilleri beslemek için yakıt üretmek üzere harcıyor. Tarım ürünleriyle ilgili en iyi bilgiye sahip Amerikalı ekolojist Lester Brown tabii ki bize şu anki gıda durumu ile ilgili daha iyi bir fikir verebilir.


Bolivarcı başkan Hugo Chávez Libya’da NATO müdahalesi olmadan bir çözüme ulaşmak için cesur bir hamle yapıyor. Müdahale gerçekleştikten ve halklar Irak’ta yaşanan vahşi tecrübenin tekrarını diğer ülkelerde yaşadıktan sonra değil, müdahaleden önce, geniş bir fikir hareketi yaratılabilmiş olsaydı, Chavez’in amacına ulaşma ihtimali yükselirdi.


Görüşün Sonu.


Fidel Castro Ruz

3 Mart 2011
22:32

Hiç yorum yok: