31 Mart 2011 Perşembe

Mavioğlu: "Karayılan bir sigaramız kaldı, onu da bırakıyoruz "dedi

Daha basılmamış kitapların bile "terör örgütü dokümanı" iddiasıyla toplatılıp imha edildiği, yayınevlerinin, avukat bürolarının basılıp arandığı, her türlü hukuk ilkesinin ayaklar altına alındığı Türkiye’de devletin ve hükümetin çok sesliliği bastırıp tek sesi öne çıkarmaya çalışan "kara propagandası" sürüyor. Dünyada belki de en fazla sayıda gazetecinin yazdıklarından ve haberlerinden ötürü hapiste olduğu, yaptıkları röportajlar yüzünden haklarında davalar açıldığı günümüzde, basını, hükümeti, devleti, "ileri demokrasi"yi ve Kürt sorununu, "Murat Karayılan" röportajı yüzünden hakkında dava açılan, Ahmet Şık’la olan dostluğu nedeniyle polis tarafından Radikal gazetesindeki ofisi basılan Ertuğrul Mavioğlu’yla konuştuk.
 
"Kara propaganda hız kesmiyor"
 
 
BU BASKIN TOPLUMUN ÖĞRENME HAKKINA YAPILMIŞ BİR SALDIRIDIR

-Gazeteci Ahmet Şık daha henüz basılmamış ‘
İmamın Ordusu’ kitabını imha etmek için İthaki Yayınevi basıldıktan bir gün sonra sıra sizin Radikal gazetesindeki bilgisayarınıza geldi. Ne diyeceksiniz ?
 
E.M: İlk önce şunu söylemek istiyorum: Bu saldırı sadece Ahmet Şık’a, bana, ya da avukat Fikret İlkiz’e değil, aslında toplumun yazma, okuma, öğrenme hakkına ve kültürel birikimine yapılmış bir saldırıdır. 12. Özel yetkili Ağır Ceza mahkemesi şöyle bir karar almış: İmamın Ordusu kitabının taslağı veya kitabın kendisinin herhangi bir bilgisayarda bulunması durumunda bu taslağa el konulması, nüshaların toplatılması ve sonuç olarak da bu kitapla alakalı olarak doğrudan doğruya bir yok etme kararını içeren bir mahkeme kararı bu. Eğer teslim etmeme gibi bir tavır gösterdiğinizde doğrudan doğruya terör örgüt üyeliğiyle ve yardım ve yataklık suçlamasıyla karşı karşıya kalmanız söz konusu. Benim laptopumda Ahmet Şık’
ın 18 Aralık 2010 tarihinde yollamış olduğu kitabın bir taslağı mevcuttu. 3 polis memuru da gazeteye bir tebligat ile gelerek bu taslağın kopyasının alınacağını, delil olarak götürüleceğini ve bu taslağın bilgisayardan silineceğini bildirdiler. Bu çerçevede de uzun süren bir işlem gerçekleştirildi.

OKUYAN ALİM OLUR OKUTMAYAN ZALİM OLUR !

-Kitap daha basılmadan toplatma ve taslakları bile imha etme uygulaması 12 Eylülde bile yoktu değil mi? Bu nasıl yorumlanmalı ?
 
E.M: Ahmet Şık ile ilgili bu talihsiz durum 3 Mart’tan beri sürüyor. Daha bitmemiş olan bir kitabı ile ilgili olarak Ahmet, tam da karşı olduğu Ergenekon, derin devlet, kontrgerilla gibi faaliyet yürütenlerle aynı safta gösterilmek istendi. Biz bunu defalarca büyük bir yanlış büyük bir zül olarak değerlendirdik ve hala da değerlendiriyoruz.Daha sonra İthaki yayınevinin de basılmasıyla anladık ki bu kitabı asla bastırmamak gibi bir çaba var. Fakat bununla da sınırlı değil, tüm kopyalarını da toplatmak, bu kitabı tümden tarihten silmek gibi bir amaç var. Burada çiğnenen büyük haklarımız söz konusu.Sadece bana, avukatlara yönelik değil bir bütün olarak gazeteci özgürlüğüne, gazetecilerin haber kaynağı kutsallığına yapılmış olan bir tecavüz söz konusu.Yani düşünün sadece yayınevlerini basmak ya da benden kopyasını almak ile sınırlı kalmıyorlar, bir de Ahmet Şık’
ın avukatı Fikret İlkiz’den de var olduğu belirtilen kopyasını alıyorlar ve burada avukat ve müvekkili arasındaki mahrumiyetin ve gizliliğin ihlali söz konusu.Bütün bunlara baktığımızda, nasıl bir ülkede yaşadığımız sorusu da ister istemez akla geliyor.Demek ki özgürlükler diye adlandırdıkları şeyler çok kolaylıkla çiğnenebiliyor.Bu ülkede ne basın özgürlüğü, ne savunma özgürlüğü olduğu da apaçık ortaya çıktı.Bu kararlar ve tutuklamalar ayna gibi hepimizin yüzüne tutulmuş durumda. Sıradan insanların, kitapçılara her gün uğrayan binlerce insanın, zorluklar içinde o kitapları alan binlerce gencin de hakları bu ülkede gasp edilmiş olacak. Ben bu uygulamanın benzerini 12 Eylül’de hatırlıyorum. Bilim ve Sosyalizm yayınlarının deposu basılmış ve tam 135.000 kitap alınarak yakılmıştı. Şimdi de henüz çıkmamış bir kitap yok ediliyor. Bunu kendi insanlarınıza nasıl izah edeceksiniz? Okuyan alim olur okutmayan zalim olur. Şu anda yaşanan da büyük bir zalimliktir. Ve aklı olan bu zalimliğin karşısında durmak zorundadır.

-Ahmet Şık’
ın kitabını okuyabildiniz mi?
 
E.M: Tamamını okuyamadım çünkü benim bitmemiş kitapları okumak gibi bir adetim yoktur. Sadece şöyle bir göz gezdirdim. Fethullah Gülen cemaatinin 12 Eylül döneminden, Susurluk döneminden günümüze yerini ve serüvenini anlatıyor bir boyutuyla; diğer bir boyutuyla ise emniyet içersinde cemaatin örgütlenmesine dair bir takım belgeler ve bilgiler var.

-Savcı Zekeriya Öz, mütalaasında senelerce derin devlet, faili meçhuller, kontrgerilla ve jitem cinayetlerini araştırmış ve bunları yazmış Ahmet Şık’
ın bu kitapta Ergenekon terör örgütünün propagandasını yaptığını ileri sürüyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
 
E.M. Ben Ahmet Şık gibi bir insanın Ergenekoncu olarak gösterilmesini hayal bile edemezdim, çıkmamış bir kitap taslağının "terör örgütü doküman" denilerek aranmasını da hayal edemezdim, hem gazetecilerin mahrumiyetinin hem de avukatların savunma haklarının çiğnenmesini de hayal edemezdim.Ama bunlar bu ülkede yaşanıyor işte. Ahmet Şık, ismi derin devlet ile, kontrgerilla ile asla yan yana getirilemeyecek kadar hayatını bu karanlık yapılanmalarla, işkencecilerle, faili meçhul cinayetlerle, devletin gerçekleştirdiği katliamlarla uğraşmaya adamış bir insan.Öyle bir gazeteci.

-KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ile görüştüğünüz için de hakkınızda bir dava açıldı. Haber alma hakkı üzerindeki bu tahammülsüzlüğü nasıl yorumluyorsunuz?
 
E.M: Yargının bu tutumu aslında ülkenin içinde bulunduğu iklime çok yakından bağlı. Son zamanlarda dikkat çekici bir biçimde ne zaman işlerine gelmeyen bir takım haberler çıksa onunla ilgili hemen davalar açılıyor.Murat Karayılan ile yapılmış olan röportaj da hakkımda açılan ilk dava değil,Ergenekon belgeleriyle ilgili de yapmış olduğum çok sayıdaki habere açılmış olan davalar var.Kimisi gizliliği ihlal, kimisi başka nedenlerle, ama hiç birinde bu son durumda karşılaştığımla karşılaşmadım, çünkü doğrudan doğruya örgüt propagandası şeklide değerlendirildi.Bu çerçevede iddianame hazırlanmış ve komik olan şey, bir muhbir vatandaşın şikayeti üzerine davanın açılmasıdır.Yani savcı refleks gösterememiş, aylar önce yapılmış olan röportajla ilgili kamuoyunda yapılmış olan tartışmalara kulak tıkamış da, bir muhbir vatandaşın şikayeti üzerine dava açmış. Böylesine kargalar bile güler. Ahmet Şık ile birlikte yazmış olduğumuz "40 satır 40 katır" adlı iki ciltlik kitap hakkında da bir dava açılmıştı. Orada da bir müştekiden söz ediliyordu, ama orada da ilginç olan şey, kitabın piyasaya çıktığı gün, soruşturmanın başlamasıydı. Yani 1116 sayfalık tam iki ciltlik kitabı bir günde okumuşlar ve hemen bununla ilgili bir soruşturma başlatmışlar.

İKTİDAR YANLISI DEĞİLSEN SUS DAYATMASI


-Peki bunun bilinçli bir şekilde savcılar tarafından yürütülen bir operasyon olduğunu söyleyebilir miyiz?
 
E.M:Tabii, bence tek sesli bir hayat sürdürmemiz isteniyor. Yani sadece iktidar olanlardan ve onların yanında yer alan bir takım medya organlarından gelen sesten başka sesler sussun. İstenilen şey tam da bu. Sonuç itibariyle benim Murat Karayılan ile röportaj yapma amacım her gazeteci gibi dağın arkasında ne var merakıydı. Günümüzün Kaf Dağı belki Kandil dağıdır. Ben de ateşkesin devam edip etmeyeceğini, Abdullah Öcalan’la görüşmelerin başladığı, hatta bunların bir müzakereye dönüştüğü söylenen süreçte PKK hareketinin nasıl bir tutum alacağını merak ediyordum. Hareketin ne yaptığını,nasıl yaşadığını,genç insanların neler düşündüğünü, orada yaşayan kadınların nasıl baktığını merak ediyordum tabii. Ve öğrendiklerimi, duyduklarımı ve bildiklerimi kamuoyuyla paylaşmayı çok mantıklı buldum, zira hem Öcalan’la görüşmelerden bahsediliyor, hem Kandil dağıyla Mit aracılığıyla bir takım görüşmelerin zorlandığından bahsediliyor, Avrupa’ya bir takım askeri unsurları yollayıp bir takım PKK’li üst düzey insanla devlet kanalıyla görüşmeler yapılıyor ve bu çerçevede bu görüşmelerin arkasından da herhangi bir açıklama yapılmıyor. Ben de en iyisi kendim sorayım dedim. 30 yıllık savaşın acılarını çekmiş bu ülkedeki her insanın yaşanmış olanları, doğruları, gerçekleri bilme hakkı olduğuna inandım. Gazetem de çok fazla kesintiye uğratmadan yapmış olduğum röportajı, çekmiş olduğum fotoğrafları yayınladı. Bence bir gazeteci klavye başına oturduğunda ya da eline kağıdı kalemi aldığında acaba şuradan bir soruşturma mı açılır, acaba şunu mu derler, yanlış mı anlaşılır gibi bir kaygıyla haberini yazmaya başlarsa, o haber olmaz daha çok bir roman olur, uyduruk bir şey olur ama asla haber olmaz. Haber aslında çıplak bir gerçektir, kaynağı belli olan ya da kaynağı belirsiz dahi olsa aslında onun kaynağını tahmin etmek zor değildir. Manipülasyona izin vermeyen bir şeydir ve benim Karayılan ile ilgili yapmış olduğum röportajda zerre kadar manipülasyona, zerre kadar gerçek olmayan bir şeyin aktarımına, zerrece yalanlara rastlayamazsınız.

BANA AÇILAN DAVA MİLLİ DURUŞA DAVET ZİHNİYETİYDİ

- Son eski özel timci Ayhan Çarkın itiraflarında da açıkça ortaya çıktığı gibi devlet yıllarca yaptığı kirli eylemleri PKK’nin üzerine yıktıl. Burada PKK’yi kamuoyunun gözünde kötü gösterme çabası söz konusuydu. Her şeyin teker teker ortaya çıktığı bu günlerde sizin yaptığınız röportajın rahatsızlık yaratmasının esas sebebi bu değil mi?
 
E.M:
Başta bir kara propaganda yapılmak istendi. İşte Abdullah Öcalan hakkında işte ‘Bu insan 40 bin kişinin katili’ gibi başta kara propagandalar yapılmaya çalışıldı ki bu ölen 40 bin kişi PKK’nin içindekilerdir. Bu konuyu her zaman medya kalemşörleri atlayıp geçerler. Ben açıkça söylemek gerekirse röportajdan sonra katıldığım televizyon programlarında da net bir şekilde şunu ifade ettim, bu sözler verildi, bu taahhütlerde bulunuldu, bundan sonraki süreç, tabii ki muhatapların işidir. Benim işim değil bu.Ama benim işim mevcut sürece ayna tutmaktı ki ben bunu yaptım.Bu ayna şöyle rahatsız etmiş olabilir, ki iddianamede doğrudan doğruya şiddet övgüsü olduğundan söz ediliyor, ki röportajın bütününde olmayan tek şey şiddet idi. Mesela Devlet Bahçeli beni o röportaj sonrası milli duruşa davet etti, ne bileyim işte hükümet çevrelerinden ‘Bu terör örgütünün sözüne mi inanacağız’ gibi cümleler duyduk ama diğer yandan da, bu röportajı ve o üslubu hem Kürtler hem de Türkler sevdiler. Murat Karayılan çok net bir şekilde sivillere yönelik eylemlerden ötürü özeleştiri verdi ve bundan sonra kendilerinden yana sivillere karşı herhangi bir şey olmayacağını söyledi. Burada tek sevinmeyen, kara propagandanın sahipleriydi.

-Siz kırsaldan nasıl bir bakış açısıyla gittiniz nasıl döndünüz?
 
E.M:
Erbil’e gittikten sonra Kandil’e gitme olanağı doğdu. 30 yıldır Kürt hareketini çeşitli yayınlarıyla düzenli izleyen bir insan olarak, uzmanlık alanımda bu konu da var. Orada gördüğüm benim için çok şaşırtıcı bir tablo değildi çünkü neyin manipülasyon olduğu, neyin gerçek olduğu konusunda ayrım yapabilme yetisine sahip bir insanım. Ama her halükarda karşınızda devletle keskin bir savaşın içersine girmiş bir örgüt var ve siz Türkiye’den giden bir gazetecisiniz. Bu durum sorulacak soruları etkileyebilir, bu soruların kimi kez devletin genel söylemleri etkisinde olmasına yol açabilir, kimi kez de Kürt hareketini uzun süre takip eden birisi olarak soracağınız bazı soruları eksiltmenize yol açabilirdi. Bu sebeple Erbil’de verdiğim bir kararla oraya Kürt meselesini iyi bilen, fakat Antarktika’da yaşayan bir gazeteci kararıyla gittim. Ve doğal olarak da sorularım doğrudan doğruya Kürt meselesini hiç bilmeyen insanları da ilgilendirecek sorular oldu. Mesela ‘Siz terörist misiniz?’ diye net bir soru da sordum, ‘Mali kaynaklarınız konusunda ciddi kuşkular var. Raporlarda bile yer almış suçlamalar var bunlara ne diyorsunuz ?’ diye sordum. Tabii Murat Karayılan’
ın bu konudaki cümlesi çok enteresandı: ‘Bir tek sigara kaldı onu da bırakıyoruz.’. İşte bunları da yansıtmış olmak kara propagandanın her ne biçimde olursa olsun önünde bir set oluşturması itibariyle de enteresandı. Ben kendi yapmış olduğum röportajı tekrar çözüp yazdıktan sonra, defalarca okuyunca bana da şaşırtıcı gelen taraflar oldu. Mesela ABD ile ilişkiler konusunda, Can Dündar’ın köşesine yansıyan iddiayı doğrudan doğruya sorduğumda buna da böyle çok net cevaplar veremeyeceğini düşünmüştüm. Ama Karayılan tam tersine son derece net cevaplar verdi ve hiçbir sorunun üzerinde oturup özel olarak düşünme gereği duymadı ve benim bir bütün olarak çıkarttığım sonuç da şu oldu, gerçekten samimi düşüncelerini aktardı. Mesela İran ile ilişkilerini sordum, bugüne kadar bunlar hiç kamuoyunda tartışılmış meseleler değildi, belki de benim gibi bir insanın gitmiş olması burada bir anlam kazandı.

SAVAŞ VARSA MASUMİYET YOKTUR

-Medyanın da bu kara propagandada büyük bir payı yok mu?
 
E.M: Evet savaş varsa ortada masumiyet yoktur, gerçek olan bu. Politik anlamda sadece silahlarla yürütülen bir şey olmadığı da ortada.Ben 12 Eylül’den öncesini hatırlıyorum: Türkiye’de Kürt sorununun tartışılması bir yana, Kürtlerin varlığı bile kabul edilmiyordu. Daha sonraki süreç içersinde bu savaşın büyümesi, ilerlemesiyle Kürtlerin varlığı kabul edilmeye, meselenin adı bir Güneydoğu sorunu,yoksulluk sorunu olmaktan ziyade bir Kürt sorunu olarak algılanmaya başladı. Bunları AKP kendine mal etmeye çalışıyor, her şeyin önünü kendisinin açtığı gibi bir söylem içersinde. Demokratik açılım diye bir şey ortaya attılar ve içini asla dolduramadılar. Ben Kürt meselesi terimini de doğru bulmuyorum, Kürtlerin haklarının gasp edilmesi, Kürtlerin imha ve inkar politikası olarak değerlendiriyorum. Meslek hayatım boyunca resmi kaynaklardan ifade edilen pek çok şeyin aslında gerçeğin eğilip bükülmüş hali olduğunu gördüm. Resmi kaynaklar hiçbir zaman bizim önümüze tam çıplak doğruyu koymadılar. Bunu ne asker, ne polis yaptı. Eğer böyle olmuş olsaydı, örneğin Metin Göktepe öldürüldükten sonra iskemleden düştü, öldü sözüne inanmamız gerekirdi. Örneğin yarın Gazi mahallesinin yıldönümü; Gazi olaylarının bir provokasyon olduğuna inanmamız istendi, ama bugün ortaya çıktı ki derin devletin güçleri tarafından tezgahlanmış bir olay. Bunlarının tümünün arkasında gerçekten aslında bizzat devletin resmi güçlerinin olduğu sonucu çıkıyor..Ben çok sayıda davayla yüz yüzeyim,pek çok gazeteci de 4.000 civarında soruşturmadan bahsediliyor ama ne olursa olsun ister soruşturma açsınlar ister açmasınlar fırıncı ekmek yapar her sabah yersiniz, gazeteci haber yapar her sabah’ta okursunuz.Biz gerçekleri açıklandığımız için bizi içeri atacaksalar buyursunlar atsınlar.

Hiç yorum yok: