17 Mart 2011 Perşembe

Kanlı 16 Mart Katliamı'ndan Günümüze

Kanlı, Türkiye tarihinin en kanlı ve en alçakça katliamlarından biri olan 16 Mart katliamının yıldönümünde geçmişe uzaktan bir bakış bile ne kadar önemli? Bu vahşetin üzerinden 33 yıl geçti. Şimdi ülkemiz nüfusunun önemli bölümü ne bu olaydan, ne bu olayın kurbanlarından, ne de bu olayın faillerinden haberdardır. Oysa bugün yaşadığımız bir çok vahşetin, kanıksanan faili meçhullerin ayak izleri takip edilirse bizi o günlere, o karanlık, o vahşet günlerine götürecektir.

16 Mart 1978 Günü'nden, yani İstanbul Üniversitesi'nin solcu, devrimci, sosyalist, Kürt öğrencilerinin üzerine bomba atılıp, ardından otomatik silahlarla taranmalarıyla 7'sinin katledilmesi, kimisi ağır 50'den fazlasının da yaralanması olayından söz ediyoruz. Yaralıların 43 kişisi hastanelere kaldırılmış, bir kısmı tedavi için hastanelere de götürülememişti. (Hastanelere götürülmek de o günün koşulları için solcu, ilerici, devrimci öğrenciler için ciddi bir tehlike arzediyordu). 5 yiğit genç olay yerinde hayatlarını kaybetmiş, hastaneye kaldırılanlardan iki kişi de sonraki günlerde yaşama veda etmişlerdi.


16 Mart'tan Hırant Dink'e


Kaybettiklerimiz Abdullah Şimşek, Baki Ediz, Cemal Sönmez, Murat Kurt, A. Turan Ören, Hamit Akıl ve Hatice Özen... Hala yüreklerimizi kanatıyor. Hala içimizi acıtıyor. Kimimizin hala gözleri yaşarıyor. Bu yiğit insanlar, doğrunun, adaletin, insanca olanın üstün gelmesi uğruna, yapraklarının en yeşil açtığı günlerde yaşamlarından oldular. Ama bu genç filizlere kıyma emrini verenler de, bu kıyımda tetikçilik yapanlar da, bu kıyımdan siyasi rant sağlayanlar da hiçbir bedel ödemediler. Yaptıkları yanlarına kâr kaldı. Kurdukları tezgahlar önemli ölçüde hala çalışmaya devam ediyor.


Şu günlerde çoğumuzun yakından izlediği "Hırant Dink cinayeti operasyonu"nda yaşananlar, başka bir düzlemde nerdeyse aynı biçimde 16 Mart Katliamı'nda da yaşandı. 16 Mart Katliamı'nın sorumlularının cezalandırılmasını engelleyenler daha sonra Hırant Dink cinayetinin yolunu açtılar. Şimdi de bu cinayetin gerçek faillerinin ortaya çıkmasını da vargüçleriyle engellemeye çalışıyorlar.


Faşist Çetelerin Kuşatması   


O günün koşullarında devlet içindeki kimi kurum ve yapılar tarafından korunan ve desteklenen eli silahlı ülkücü-milliyetçi gruplar İstanbul Üniversite'sini işgal etmişler, solcu-ilerici-devrimci-sosyalist öğrencilerin üniversiteye girip öğrenim görmesine tehditlerle engel olmaya çalışıyorlardı. Bu faşist güruhun baskı ve zorbalıklarının engellenebilmesi tüm ilerici-sol-devrimci gençliğin birlikte hareket etmesi, beraber tavır almasıyla mümkün olabilirdi. Bu amaçla tüm sol örgüt ve öğrenciler 1 Mart 1978'den itibaren birlikte üniversiteye gidiyor, dersler bittikten sonra gene hep beraber üniversiteden çıkabiliyorlar, böylece üniversite çevresine konuşlandırılan faşist çember aşılabiliyordu. 15 gün boyunca tüm ırkçı faşist saldırılara karşı devrimci-solcu öğrencilerin mücadele kararlılığı kırılamamış, İstanbul Üniversite'si faşist çetelere terk edilmemişti.


Güvenlik Amiri Reşat Altay!


Bu kararlılığa karşı çılgına dönen çeteler ve devlet içindeki koruyucu ve destekçileri alışılagelmiş zorbalık ve terörü aşan bir eylem ortaya koymaya karar vermişlerdi. Bu kararları devletin istihbarat birimleri tarafından Emniyet arşivine 7 Mart 1978 günü 1.D.2.12780 koduyla kayda geçmişti. Bu istihbaratta "İstanbul Üniversitesi'ne toplu olarak gidip gelen sol görüşlü öğrencilere karşı büyük bir saldırı yapılacaktır" deniyordu. Ama bu istihbarat hasıraltı ediliyor, bombanın atıldığı yerde başka günler 40-50 polis görevlendirilirken, olay günü sadece birkaç polisin bırakıldığı sonradan anlaşılıyordu. Bombayı atıp kaçanları ve bombanın saldırısına uğrayan öğrencilere otomatik silahlarla ateş açanları kovalamak isteyen birkaç polis memuru ise olay yeri güvenlik amiri olan Reşat Altay tarafından engelleniyordu. (Eski Trabzon Emniyet Müdürü sıfatıyla Dink suikasti ile ilgili savcılığa ifade veren Reşat Altay, Bursa Emniyet Müdürlüğü de yapacak kadar yükselen gözde bir devlet görevlisi olacaktı!) Ertesi gün üniversiteye gelen dönemin içişleri bakanı emekli General İrfan Özaydınlı'ya öğrenciler saldırganların Artvin Öğrenci Yurdu'na kaçtıklarını söyleniyor fakat faillerin yakalanması için bu yurtta bir arama bile yapılmıyor.


Gene bu katliamda kullanılan dinamit kalıpların askeri birliklerden, Abdullah Çatlı kanalıyla Zülküf İsot'a ulaştırıldığı, Zülküf İsot'un diğer arkadaşlarıyla beraber polisler eşliğinde bir minibüsle olay yerine getirildiği daha sonraki itiraflarla sır olmaktan çıkıyordu. Tabii ki bu arada olayın koordinatörleri polis şefi Reşat Altay ile Abdullah Çatlı'nın o günlerde defalarca telefon görüşmesi yaptığı da kayıtlarda tesbit ediliyordu. Ama hayır. Devlet bu katliamı engellemek istemiyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi... Tıpkı Hırant' Dink'in katledilmesini önlemek istemedikleri gibi...


'Kimseye Kurdara Azadi Dedirtmem'


O günkü koşulların bugünle başka benzerlikleri de var maalesef... O günlerde iktidarda kendisine ilerici diyen Ecevit hükümeti var. Türkiye tarihinin gidişatını değiştiren bu 16 Mart Katliamı yaşanıyor. Günümüzde de kendisine "devleti değiştiriyorum" diyen AKP hükümeti ve iktidarı var. O günün koşullarında kendisine "ilericiyim" diyen Ecevit hükümeti, ülkenin diri, mücadeleci sol güçleri ve işçi sınıfının örgütleriyle açıkça işbirliği yapmayı ya reddediyor, ya da olabilecek en basit ortaklıkları bile elinden geldiğince erteliyor, bazı sol ve işçi örgütlerine karşı tavır alıyor. "Kimseye Kurdara azadi dedirtmem" diyerek meydanlarda Kürt halkının yükselmekte olan mücadelesine karşı da açık saldırı yapıyordu. Bugün de AKP hükümeti Türkiye demokrasi mücadelesinin dinamosu durumundaki Kürt özgürlük mücadelesini karşısına alıyor, Kürt hareketini bastırabilmek, parçalayabilmek, etkisizleştirebilmek için her tür anti-demokratik ve yasadışı girişimlerde bulunmaktan geri durmuyor.


Onlar Bugün Devleti Yönetiyorlar


Tabii ki bugün iktidarın ve devletin nerdeyse tümüne hükmeden AKP yöneticilerinin o koşullarda neler yaptığını, nerelerde olduğunu da anımsamak gerek. Örneğin MTTB'de yönetici olan Recep Tayip Erdoğan 16 Mart Katliamı yapıldığında neredeydi ve ne yapıyordu? Ülkücü çeteler üniversiteleri, mahalleleri işgal edip çatır çatır solcu genç ve aydın öldürürken bu "demokratlar" da ya bu ülkücülerle beraber davranıyor ya da benzer saldırıları bizzat yapıyorlardı. Bugün MHP ile girdikleri "Biz daha çok milliyetçiyiz" yarışını o gün de sürdürüyorlardı. Solcu-devrimci ve Kürt gençleri ülkenin demokrasiye kavuşabilmesi ülkenin dört bir yanında, her gün birer-üçer hayatlarını verirken RTE'nin de yöneticilik yaptığı MTTB ve Akıncılar da benzer saldırıların içinde zaman zaman yer almıyor değillerdi. 16 Mart katliamı'nda karşı tarafla beraber olanların ruhlarındaki kirleri yıkayarak gerçekten demokrasi istedikleri ne kadar inandırıcı olabilir?


Kısacası, ülke tarihinden dersler çıkarmak için çok eskilere gitmeye gerek yok. Bizim gibi orta yaşlı insanların yaşamının bile öğrettiği çıplak gerçekler bunlar. Yalanla, riyayla, ne demokrasi kurulabiliyor, ne de halka refah sağlanabiliyor. Her açıdan tutarlı bir politikalar bütünlüğünü zul sayan iktidarların, sınırlı ölçüde demokrasi isteyen ülke insanlarına çok ağır bedeller ödetecekleri ortadadır.Türkiye halkına, Kürt halkına reva gördüklerini ise söylemeye bile gerek yok sanırım.

   
Birlikte Mücadeleyi Yükseltme Zamanı

16 Mart 1978 Katliamı'nın yıldönümünde aklımızda kalan ders açıktır. "Bir ananın çocuğundan vazgeçtiği günler" denebilecek o günlerde bile mücadele kararlılığı olan insanlar, farklı örgütlere üye olmalarına, farklı görüşleri savunmalarına aldırmadan, ortak hedefler için, meydanı faşist çetelere terk etmemek için hayatlarını vermeyi göze alarak birlikte, beraberce, omuz omuza bir direniş sergileyebildiler. Fedakarlıkları göze almayanların yarınlarda gözü olamayacağını bize gençliğimiz öğretti. Ne yazık ki bu katliamlarda kaybettiğimiz arkadaşlarımızın hayatları pahasına... Bizim hayatlarımızı vererek bu ülkeye mal ettiğimiz değerlerin üzerine oturan AKP hükümeti, şimdi bu değerlerimizi, özgürlük ve demokrasi ihtiyacımızı ve aşkımızı köreltmek için elinden geleni ardına koymuyor.


Ama yaşanan boşa yaşanmadı. Ne ölenler boşuna, ne direnişler yok yereydi... Bugünün Türkiyesi'nde ne demokrasi güçlerinin, ne de  bu güçlerin lokomotifi Kürt özgürlük mücadelesinin daha geride olma hakkı ve lüksü yoktur. Demokrasi için, özgürlükler için, halkın refahı ve mutluluğu için birlikte mücadeleyi yükseltmekten başka yol yoktur.

 

Hiç yorum yok: