17 Mart 2011 Perşembe

Bir Savaş/Savaşım Nasıl Kazanılır-I/II


Bu sene Kürt Milleti’nin, Halkı’nın direnme gücünün sınandığı bir yıl olacaktır. Psikolojik savaşın ivme kazanmasını, derinleştirilmesini çok iyi okuyalım. İşbirlikçilerin can derdine düşmüş numarasına yatarak kopardıkları, “TAK”ın ölüm listesine alındık gibi hayasızca tezler üretmeleri sebepsiz değildir.

Savaş, yani sertleşmiş politik mücadele çok cidi bir iştir. Kazanma “sanat”ını bilmeden bir savaşa/savaşıma girişmek anlamsız bir intihardır. Çünkü bilhassa devlet düzeyinde örgütlü bir güce karşı sadece belli bir düzeyde yarattığınız bir direnme makinasını kullanarak savaşıyorsanız, düşmanın/düşmanların yanlarına aldıkları dostlarına, deneyim birikimlerine, arşivlerine ve tahrip sanayii ürünlerine çok iyi vakıf değilseniz peşinen intihara kalkışmışsınız demektir.


Savaş sadece sıcak temastan ibaret değildir. Bütün alanlarda ve en önemlisi silahsız alanlarda daha acı bir şekilde verilir. Bu alanlar tam deyimi ile psikolojik savaş alanlarıdır. Psikolojik savaş alanları tahminlerin çok üstünde geniştir ve sıcak temas anlarını da kapsamı içine alır.. Zamanımızda kullanılan teknolojik olanaklar çok fazladır. Hatta diyebiliriz ki, düşmanın kullandığı şimdiki teknolojik gelişmiş teknolojik malzemenin yardımı ile psikolojik savaş alanları tam anlamı ile bir bataklığa dönüşmüştür. Montaj işlemi ile yaratılmış sahte belgeler, internet kullanarak insan karalamalar yeni ve etkili silahlardır. Bunları boşuna tekrarlayıp durmuyorum.


İlhakçı-inkarcı Türk Devleti’nin bütün ideolojik aygıtlarında bu ahlaki çöküntü yaşanmaktadır. Okullar sahte bilimin, camiler münafıklığın, kahvehaneler “dedikodu üretim birimleri”nin, tanınmış sahsiyetlerin çoğunluğu sahtekarlığın, TV’ler olmayaanı olmuş göstermenin, sinemalar ve diziler o olmayan “Türk’ün yüce tahrip gücü”nün, ekonomi, dünyayı bile ikiye katlayacak seviyeyi yakalama yalanının merkezleri olarak işlemektedirler. Hele internet alanı tam bir şeref ve haysiyet celladı olarak işlev görmektedirler. İşte bu ortamda 2011 yılına girmiş bulunuyoruz.


Bu sene Kürt Milleti’nin, Halkı’nın direnme gücünün sınandığı bir yıl olacaktır. Psikolojik savaşın ivme kazanmasını, derinleştirilmesini çok iyi okuyalım. İşbirlikçilerin can derdine düşmüş numarasına yatarak kopardıkları, “TAK”ın ölüm listesine alındık gibi hayasızca tezler üretmeleri sebepsiz değildir. Türk Devleti’nin yeni cadı kazanı “Taraf” adlı gazeteye dayandırılan ve bazı odakların hemen sahip çıktığı iddia, Kürtler arası uçurumu derinleştirme amaçlı bir iddiadır. Bu iddia TAK’ı pek tanımayan kişilere bu örgütü BDP’nin bir kolu halinde gösterme çabasına hizmet için öne sürülmüş gibi görünüyor ve psikolojik savaşın esaslı bir parçasıdır. Benim takip edebildiğim kadarı ile TAK şimdiye kadar, yöneleceği kişiler işbirlikçi de olsalar, Kürtler’i şimdiye kadar hedefe oturtmamıştır (tabii ki bu duruş ebediyete kadar sürmeyebilir). TAK yapacağı eylemleri önceden ilan etmez. Eylemi gerçekleştirir ve sonra da sahip çıkarak ilan eder. Tıpkı İstanbul’da 4.5 richter gücünde bir sarsıntı yaratan Vedat Acar’ın eylemi gibi..


Bence BDP hiç bir şekilde TAK’ın gelecekteki muhtemel eylemlerine “cana kastetmek” falan diye önceden ambargo koymak gibi bir angajmana girmeden kendi işine bakmalıydı. Bu olmamış olan tehdidi sömürmeye hazır TRT-altı’cı Celîlê Celîl gibi köşede bucakta pusuya yatan entel Kürtler var. Onlar her fırsatta TC’nin öne sürdüğü yapay gündemleri istismar etsinler de o değerli şerefleri yükselsin! Bu entel takımı neden Kürdistan Ormanları yanarken, ekonomi yerle bir edilirken, kadınlarımız ve çocuklarımız istismar edilirken toplu bildiri yayınlamazlar, merak ediyorum. Aynı takımın çocuk ve kadın istismarına karşı bir tek bildiri yayınlamaması manidardır. Ama olmayan TAK tehdidini olmuş gibi göstermek gibi bir pişkinlik göstereceklerdir. “Ortada fol yok yumurta yok, bu bağırtı niye” diye sormaya gerek yok. İşte size psikolojik savaş, işte size bu savaşın işbirlikçi takımı..


Bu sene Kürtler açısından önemli olan hususlar şunlardır:


-Türk Devleti, sorun erteleme ve böylece bıkkınlık yaratma politikasını aynı hızla sürdürecek mi?


-Hedefi çözüm olan bir ateş-kes gerçekleşecek mi?


-Meclis platformunu kullanmak bakımından önemli olan seçimlerde Kürtler başarı sağlayacaklar mı?


-ABD’nin çekilmesi ile oluşan boşluğu doldurma mücadelesinde Türk Devleti ne yapacak?


Bugün bu şıklar arasından seçimleri ele alacağım.


2011 Seçimleri’nde Türk Devleti’nin nasıl bir davranış sergiliyeceğini kestirmek ve ona göre davranmak mümkündür. Sürece baktığımızda;


-Türk Devleti’nin adam satınalma metodunu daha da geliştirerek bu seçimde hayata geçirme hususunda tereddüt etmeyeceğini bilelim. Satın alınacak Kürt piyasasının hiç de durgun olmadığını görüyoruz. Sanatçısı ile, yazarı ile, münafığı ile, hocası ile yeteri kadar “eleman” bulunuyor. Bunun dışında aynı Türk Devleti, kendi yarattığı yoksulluk girdabındaki insanları kömür, buzdolabı, çamaşır makinası, yiyecek filesi ile avlamaya hazır bekliyor. Sanki Kürdistan’daki ekonomiyi çökerten, insanları göçlere zorlayan, kadın istismarının yollarını sonuna kadar açan, intiharlara seyirci kalan AKP iktidarı ve giderek tüm türk devleti değilmiş gibi davranmaları pişkinliğin doruğudur. Erdoğan’ın o cehalet kokan demeçlerini dinlemek Türk Halkı’nın bir kesiminin de hoşuna gidiyor.


-Türk Devleti, özellikle asker kesimi, Emine ayna gibi değerli Kürt Kadınları’nı seçen kitleyi sahaya inerek karalamaya çalıştığını hep birlikte gördük, izledik (İlker Başbuğ, Mardin). Aynı Türk Ordusu kurmaylarının Türk Meclisi’nde DTP ve ardından BDP var diye uğramadıkları da hatırdadır. Türk Hükumeti’nin de Türk Kanunları’na göre kurulmuş olan bu parti yöneticileri ile bir araya gelmemekte ısrarlı oldukları biliniyor. Böylece bu partiye oy vermiş olan milyonlara hakaret edildiği de açıktır..


-Çok daha önemli olan husus, Türk Devleti’nin 2007 Seçimlerinde açıkça hırsızlık yaparak 57 Kürt belediyesini çaldıkları, 6 Kürt Vekilliğini gaspettikleri unutulmasın. Bu davranışlarına belgeli bir tepki göstermemek, onları teşvik etmekle eş anlamlıdır. Bu husus çook çook, ama gerçekten çook düşünülmeli, hırsızlığı, gaspı açıklamama hatasından vazgeçilmelidir. Eğer belgeler açıklanıp kuvvetle üstünde durulmazsa, sahtekarlığın, haziranda yapılacak Türk Meclisi’nin seçimlerinde daha da derinleştirileceğini, BDP’nin grup kurmasına engel olunacağını bilmek için kahin olmaya gerek yok.


Bu durumda yukarıdaki saptamaları da dikkate alarak seçime çok ciddi bir şekilde hazırlanmak gerekiyor.


Gelecek yazımda hazırlık konusunu işleyeceğim..


Bir Savaş/Savaşım Nasıl Kazanılır?-II

 
Bir önceki bölümde Türk Devleti’ni yöneten ve artık yeni bir dikta rejimi olarak tanımlanması gereken Münafık AKP iktidarının çok bilinçli bir şekilde ve dini bir elbise giydirmek suretiyle daha da derinleştirdiği psikolojik savaş yürüttüğünü gördük. Şimdi ben, Türk Devlet iktidarının bu hamlesine karşın neler yapılması gerektiğini ortaya koymaya çalışacağım.

Bu hamleyi daha da bilinçli hayata geçirmek için Münafık AKP’nin iktidarı tümüyle yeniden şekillendirdiği bu süreci Kemalizm’den koparmadan, ama ona yeni bir ruh veren Erdoğan tipi faşizmi kısaca açmak gerekiyor. Neo-emperyalist dönemdeki gidişatın ayak seslerini çok iyi ortaya koyan Georgi Dimitrov’un Faşizm tarifini dışlamadan, ancak Türk Devleti’ne özgü olarak yaratılan bir faşizm tipinden kısaca bahsedeceğim. Evet, Kemalist Türk Devleti bir diktatörlük, ama yüzü faşizme yönelik bir temelde doğdu. Bu temelde:


-neredeyse tüm dünyadaki benzerlerinin papucunu dama atabilecek kadar derin bir şövenizm dalgası eşliğinde yürütülen ve emirle yaratılan bir millet ülküsü hakim kılınmıştır. Bu Türk Devlet literatürüne “Ulus-Devlet” yaratma savaşımı olarak geçmiştir. Artık Türk Devleti’ne bağımlı özellikle Kürdistan, Lazistan, Pontus ve Doğu Gürcistan ülkeleri’nin ismi dahi silinmiş, bağımlılık hali ilhaka dönüştürülmüştür. Kemalist cumhuriyete baktığımızda Kürdistan’a alt-sömürge nitelemesi ortadan kaldırılmış, dil tamamen yasaklanmış, yer adları dahi o uyduruk türkçeye çevrilmştir.


-Yerel, bölgesel emperyalist bir devlet yaratmak için Hatay’da ve Musul Meselesi’nde olduğu gibi bir genişleme siyaseti her zaman kafalarının bir köşesinde varlığını sürdürmektedir.


-İzmir İktisat Kongresi ile ulusal sanayi kurumlarını tereddütsüz teşvik edici tüm kurumları (Etibank, Sumerbank, Ziraat Bankası, İş bankası, Demiryolları vs) hayata geçirici adımlar atılmıştı.


Ama Türk Resmi İdeolojisi’nin en temel hareket noktası şövenizmdir. Bu Türk tipi faşizmin de temel direğidir.


Biz AKP’nin uygulama alanına koyduğu faşizmi, İspanyol General Franco’nun “Katolic Espaniola” ve “Ulusal Sendikacılık” (Falang) öngörüsü ile uygulama alanına sokulan bu ülkeye özgü faşizm ile mukayese etmek ve ortak noktalarını bulmak mümkündür. Franco faşizminde tüm emekçiler ulusal falanglarda örgütlenmek zorunda bırakılırlar. Bağımlı uluslar İspanyol Devleti tarafından yok sayılır, dilleri, ülkelerinin adı yasaklanır. Bask ve Katalonya buna en iyi örnektir.


AKP ideologları da “tek adam” Erdoğan’ın çevresinde buna benzer bir yapılanmayı geliştirme yoluna gidiyorlar. Ama AKP faşizmi özgündür. Rakibi olan Kemalist faşizm ile hala mücadele halindedir. AKP faşizminde bağımsız tüm sendikalar ve işçi konfederasyonları büyük bir baskı altına alınmış vaziyettedir. Buralardan koparılan emekçiler “AKP falangları”nda, mesela Memur-Sen’de veya Hak-İş’te toplanmaya zorlanmışlardı, hala da zorlanıyorlar. Sivil halka yönelik baskılar da işin cabasıdır. Bu açıdan bakıldığında münafıklar rejiminde en büyük darbeyi Kürtler ve kadınlar yemişlerdir. Emekçiler hala olan bitenin farkında değildirler. Onlar “şehitler” söyleminin arkasına takılmış, büyük bir şöven dalganın kurbanları olmuşlardır. Kendi öz taleplerini ertelemek zorunda bırakılmışlardır. Orduyu hizaya getirmek suretiyle Kemalizmi nötralize eden, polis teşkilatını devleştirerek sokak hakimiyeti kuran, Adliye teşkilatını Kemalistlerden koparıp üstüne oturan, güçler ayrılığı prensibini boşa çıkaran, devletin tüm ideolojik aygıtlarına el koyup psikolojik savaş şartlarına göre yeniden dizayn eden AKP’nin karşısında içte iki cılız güç (MHP ırkçıları ve CHP’li kemalistler) ve dışta ise Kürtler kalmıştır. AKP münafıkları şu anda Kürt direnişini dönek Kürt entelleri sayesinde içten çökertmek, arkadan vurmakla meşguldur.


Erdoğan boyuna sesleniyor.. “Sanatçılarımız ülkenize, Türkiye’ye dönün” diyor. Hiç bir şerefli anlaşmaya yanaşmadan bu çağrıyı yapıyor, kıçı büyük kafası küçük olan sanatçıları teker teker avlıyor. Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek dil sloganını asla bırakmayan ve etnik, bölgesel, dinsel milliyetçiliğe karşı olduğunu söyleyen yeni Türk Hakanı (Führer’i) Erdoğan Dönek Kürt entellerini parmaklarının uçlarındaki ip ile bir kukla misali oynatıyor..


Öte yandan Kürtler’e yönelik cinayetler, tutuklamalar, işkenceler, ajanlaştırma değirmenleri hızla işliyor. Faşizmin bu tür pisliklerine asla ses çıkarmayan TRT-altı tayfası, önlerine konan her türlü ihanet çorbasını kaşıklıyor, Kürd’ü karalayıcı bildirilere imza atmakta tereddüt etmiyor. TAK’a karşı yayınlanan ve asıl itibarı ile teslimiyetçiliğe prim veren bildiride Celîlê Celîl’in de adını görmek beni hiç şaşırtmadı. Bir Êzdî’nin din hanesine Êzdî yazdırmak Türk makamlarına müracaat etmesi ve bu müracaatın Türk makamlarınca red edilmesine hiç ses çıkarmayan Celîlê Celîl’dir bu imza sahibi. Gel de buradan yak!


Bir yandan Neo-Faşizm’in Kürdistan’daki uygulamaları, öte yandan da Kürd’ün Kürd’ü hançerlemesi iyice analiz edilerek karşı atak hazırlanmalıdır.


(devam edecek)

A Sirac Kekuyon

Hiç yorum yok: