22 Mart 2011 Salı

Arap Aleminde 1848 Avrupa Devriminin Tekrari mi?-2

   
    Bölüm II: Arap Âleminde Kendi Kaderini Tayin Etme Mücadelesi

Mısırda meydana gelen başkaldırı bu coğrafyadaki siyasal manzarada değişikliklere neden oldu. Atılan adımlar halkın demokrasi talep etme ilhamını körüklemiştir. Mahdi Darius Nazemroaya iki faklı, ama benzer özellikler taşıyan tarihsel süreçler arasında paralel bağları kurarak, 1848 yılında Avrupa’da yaşanan olaylarda halkın kendisine yönelik tepkilerin karşısında durduğu gibi, Arap Âleminde halkın reaksiyon güçleri yaşanan devrim sürecinde karşı tepkileri olumsuzlamaları gerektiğine dikkat çekmektedir. Şimdilik momentum Arap halk kitlelerinden yanadır. Bu durum Arapların tarihten ders almaları gereken tek şansları olmaktadır
******
    Tarihin tekerrürü mü? 1848 de Avrupa da yaşanan olaylar Arap Âleminde tekrar mı yaşanıyor? Buna ancak Arap Âlemi karar verebilir. Halkların kendi kaderini tayin etme hakkı kendi ellerindedir? Ancak, 1848’de Avrupa’da yaşananlardan ders almaları ve kapitalist sınıfın gelişmelerin seyrindeki rolünü ciddi bir şekilde irdelemeleri gerekir.

arap-1
    
    Araplar şimdilerde kolonyalizme karşı mücadele vermede ikinci dalga deneyimlerini yaşıyorlar. İlk isyan dalgasını birinci dünya savaşı ile İkinci Dünya savaşının sonuna kadar olan dönemde yaşadılar. Arapların kolonyalizme karşı verdikleri mücadele dönemi; Birinci Dünya savaşında Fransızların ve İngilizlerin desteğiyle Osmanlı İmparatorluğuna karşı olan dönemi ve İkinci Dünya savaşından önce ve sonra İngiltere, İtalya ve Fransa’ya karşı olan büyük isyanlar devresini ihtiva etmektedir.

    Modern dünyada neo-kolonyal güçler, orta çağda derebeyine bağımlı vasallar  gibi neo-kolonyal güçlerin çıkarlarına hizmet eden Arap liderlerini kontrol etmek ve Arap ülkelerinin ekonomik yapılarını denetim altında tutmak suretiyle,Arap ülkeleri üzerindeki  kumanda mekanizmasının  devamlılığını sağlamaktadır. Dolayısıyla, 2011 yılında olup bitenler, yozlaşmış Arap rejimlerine ve Arap halklarının başına getirilen diktatörler sayesinde, Arap ülkeleri üzerindeki yönetimi sağlayan yabancı güçlere karşı Arap isyanının yalnızca ikinci dalgası olmayıp, aynı zamanda, neo-kolonyalizme karşı verilen kapsamlı mücadelenin bir kısmını teşkil etmektedir.

    Tunus ile başlayan protesto ve isyan dalgası bütün Arap coğrafyasında yaygın hale gelmiştir. Cezayir, Yemen, Ürdün, İsrail işgali altındaki Filistin toprakları, Moritanya, Sudan ve Mısır bu aktivist eylemlerinden elektrik almışlardır. Bütün bu olup bitenlere bir de Lübnan’daki siyasal tansiyon, Amerikan kumandası altında faaliyet gösterip, Irak’ta devam eden yabancı işgali, Bahreyn’de yükseltilmeye çalışılan gerginlik ve Sudan’ın balkanlaştırılması çabaları da ilave edebiliriz.

    İlk bakışta, Arap Âleminin bir kargaşa içinde olduğu görülür. Oysa oradaki realite insanoğlu gözünün görebileceğinin çok ötesindedir. Arap halkları şimdi uyandırılmış değildir, bu halklar öteden beri uyanık idiler. Bu halklar ülkelerinin öz kaynakları ve mevcut varlıkları yabancı firmalara peşkeş çekilmekte ve rüşvet uygulamalarına bulanmış iktidar sahibi sınıf tarafından israf edilmekte olduğunu görmektedir. Arap halkları aynı zamanda, kendilerini yönetenlerin 2003 yılında Irak’ın istila ve işgal edilmesine destek verdiklerini de görmüştür. Bu halklar, kendilerini yöneten hükümetlerin verdikleri destek sayesinde İsrail’in, Filistinliler üzerine nasıl baskı uyguladığını, kendi rejimlerinin verdikleri zımni destek ile 2006 yılında Lübnan’ın nasıl saldırıya maruz kaldığını, Gazze Şeridine 2008 yılında İsrail askerleri tarafından yeniden nasıl hücum edildiğini, İsrail’in Gazze’de yaşayan insanları açlığa mahkûm etmesi faaliyetlerinde Mısır’daki rejimin nasıl destek verdiğini de görmüştür.

    Araplar yeni uyanmadılar. Bu halklar öfke ve kendi ülkelerindeki egemen sınıflardan kaynaklı hayal kırıklığı içerisinde gelişmeleri hep seyretmektedir. Arap halk kitleleri, bir bedendeki bağışıklık sistemi gibi, Arap coğrafyası bünyesine enfekte edilmiş hastalıklara karşı direnç göstermektedir. Araplar artık eyleme geçmektedir.

Yabancı Ülke Çıkarlarına Hizmet Eden Elit Komprador Arap Liderleri

    Arap halkları arasındaki sınıf kutuplaşması, zengin ve fakir arasındaki derin uçurum gibi yaygınlık arz etmektedir. Kuşaklar arasındaki mobilite, sosyal sınıf bünyesinde meydana gelen değişikliğin her bir bireyin yaşam seyrinde yarattığı etki, bir kuşağın kendi içerindeki mevcut hareketliliği, aile içinde var olan bir kuşaktan diğer bir kuşağa geçiş seyrinde meydana gelen değişim dumura uğramış olarak evirilmiştir.

    Arap halkları kendi ülkelerindeki yönetici sınıfın ve ülkelerini yöneten hükümetlerin yalnız rüşvete bulanmış yoz rejimler olmadığını, aynı zamanda, yabancı şirketlerin, batılı hükümetlerin ve yabancı devlet çıkarlarının yerel temsilcileri gibi görev yaptıkları gerçeğini de kavramıştır. Yerel Arap komprador elitlerin boyun eğdiği kapitalist sınıfı oluşturan tabaka asalak bir toplumsal katmandır. Çünkü bu katmanı oluşturanlar, neo-kolonyal efendileri adına halka ait olan ülkenin öz kaynakları ve mevcut varlıklarını sifon gibi çekmektedir.

    Komprador elitleri oluşturan yapı Mısır’da, Tunus’ta ve Lübnan’da ve Filistin yönetiminde hüküm sürmektedir. Cemal Mübarek  (babası Muhammed Hüsnü Mübarek tarafında iktidar makamına getirilen)  Amerika’nın en büyük bankacılık kuruluşu olan Bank of America Corporation adına çalışmıştır.

    Tunus’ta, Fransa ve Amerikan askeri okullarında yetiştirilen Zeynel Abidin Bin Ali iktidar koltuğunda iken ABD ve Fransa ekonomik çıkarlarına hizmet etmiştir.

    Lübnan’da ise Fuat Senyora Başbakanlık makamına gelmeden önce Citibank’ın eski bir memuru idi. Refik Hariri Lübnan Başbakanlık makamına oturmadan önce Fransız İnşaat Şirketi Ogre (Suudi Ogre firmasını kurmadan önce) ve ABD çıkarlarına hizmet eden Suudi Arabistan krallığına hizmet etmiştir. Yozlaşmış bir yapı olan Filistin Yönetiminde görev yapan Selam Fayad, yarı diktatör Mahmud-i Abas tarafından Filistin Maliye Bakanlığı makamına ve daha sonra Batı Şeria’da Filistin Yönetimi Başbakanlığı makamına atanmadan önce ABD Merkez Bankası ve Dünya Bankasından oluşan bankalardan birisinde görev yapmıştır.

    Bunlardan başka, hemen hemen bütün Arap maliye bakanları küresel çapta büyük bankacılık kuruluşlarına bağlı şirket gibi çalışmaktadır. Hepsi de Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası Washington Ortak Görüşüne (Consensus) kesin olarak katılmaktadır.

 Devrimin Med-Cezir dalgaları Arap Coğrafyasını dönüştürmekte mi? Yoksa Amerika Arap Âlemine yeni bir düzen mi getirmekte?
arap-2
    
    Amerika, İngiltere, Fransa, İsrail ve bu devletlerin işbirlikçileri Orta Doğu ve Arap Coğrafyasında büyük kayıplar vermekle karşı karşıyadır. Kayıp verme süreci, Lübnan’daki yozlaşmış 14 Mart İttifak’ı çökme aşamasına geçtiği andan itibaren başlamıştır. 2008’den beri, Velid Canpolat ve onun Demokratik Topluluğu ittifaktan ayrıldığı zamandan bu yana,14 Mart İttifakı Lübnan’da parlamento çoğunluğu sağlayamamıştır. Yeni bir Başbakan’ın seçilmesi bu realiteyi gün ışığına kavuşturmuştur. Hizbullah Hareketi, Amal Hareketi, Özgür Yurtsever Hareketi, Marada Hareketi ve Lübnan’daki siyasal müttefikleri parlamentodaki manevra çabaları marifetiyle, Refik Haririnin oğlu Said El- Hariri’yi Lübnan Başbakanlık makamından uzaklaştırmıştır.

    ABD burada iki yönlı bir oyun sergilemiştir. ABD Dış Politikasının koyu bir taraftarı olan The New York Times gazetesi ABD Yönetimi Mısır’da sahne arkasında yönetilen bir demokratikleşme formu aradığını ima etmiştir. Ross Douthat şöyle bir açıklama yapmıştır : “ Olaylara yakından bakacak olursak, Başkan Obama Yönetiminin gerçek amacı, diktatörün askeri yardımcılarını iktidar koltuğunda tutmaya çalışırken,  Müberek olmaksızın yoluna devam etmek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Beyaz Saray’ın şimdiki sahibi Obama’nın kendine has bir yol programı mevcut ise, demokrasiye varabilecek herhangi bir açılım çabası, CIA’nın bölgede icraatlarda bulunma konularında yaptığı işbirliğinde dolayı Washington tarafından çok iyi bilinen, bugünkü Başkan Yardımcısı, eski bir general ve Mısır İstihbarat Şefi, Amerika’nın sistem içerisindeki uygulayıcı adamı Ömer Süleyman tarafından perde arkasında manipüle edilecektir. Bu durum yumuşak başlı, savaş karşıtı bir kimsenin gösterdiği bir heyecan hali değildir. Soğukkanlı, reel politik bir durumdur.

    Mübarek’in iktidardan ayrılmasından sonra, Mısırdaki mevcut rejimin yapısı varlığını korumaya devam ettiği sürece, neo-kolonyal çıkarlara hizmet edilmeye devam edilecektir. Neo-kolonyal çıkarlar güvenceye alındıktan sonra Mübarek gelecekte feda edilebilir. Asıl olan rejiminde görünen yüzü değil, çıkarların korunmasıdır.

    Mübarek rejimi, doğru ya da yanlış olsun, Mısır’daki kitlesel halk protestolarının arkasında ABD ve İsrail olduğunu iddia etmektedir. Kahire bu iddiasıyla, ABD ve İsrail’in yanı sıra İran, Hizbullah, Katar ve Hamas’a, protestoların bir orkestra gibi yönetilmesinde yardımcı olduklarına dair suçlama getirmiştir. Mübarek rejimi tarafında yapılan bu suçlama, halkın rejimi protesto etme hareketini, Mısır’ı bölmeyi amaçlayan, halk hareketinin arkasında yabancı parmağı olduğunu vurgulayarak, yasal zeminden koparmayı ve şeytanileştirmeyi amaçlamaktadır.

    ABD Yönetimi, Mısır’da ve Tunus’ta kurulacak bir rejimde, devamlılığı sağlanmış bir diktatörlük veya dışarıdan demokratik siyasal bir sistem görüntüsü veren bir yönetim ile süre gelen kleptokrasi statükosunu korumaya çalışmaktadır. Başka bir deyişle, bugüne kadar süre gelen rejim yapısının özünde değişiklik yapmaksızın, biçimde değişiklik yapmayı hedeflemektedir. Böylece, Kleptokrasi, diktatörlük yönetiminde veya “sahne gerisinde” kotarılan bir demokraside işleyişine devam edebilecektir.

    Arap Coğrafyasında, yönetimlere karşı kitlesel halk protestolarında ivme kaydedildiğinden dolayı, ABD ve onun müttefikleri kendine bağlı “muhalif” gurupları protesto hareketleri arasına yerleştirmeyi “denemekte” ve kendi çıkarlarını koruyacak “acenteleri” iktidara taşımaya çalışmaktadır. Başka bir deyiş ile ABD siyasal açıdan işini sağlama almaktadır. Şayet Arap halk hareketleri bu sızma faaliyetlerine karşı temkinli olmazlarsa, Arap Âleminde baş gösteren demokratikleşme dalgası, yabancı güçlerin kontrolü altında devam eden, manipüle edilmiş bir demokrasi sürecine evirilmiş olacaktır.

Akdeniz Birliği ve Arap Coğrafyasında Demokratikleşme 

    ABD ve Avrupa Birliği bir ülkeye demokrasi gelmesinde veya halka özgürlük sağlamada model teşkil etmemektedir. Arap halklarının, bu tür dar kalıplar içerisinde tanımlanmış demokrasi ile kendilerine sınırlama getirmeden, demokratik talepler hareketini bu kadar ucuza satmamaları gerekmektedir. Bu halkların ne kültürel, ne de örtülü bir şekilde ırksal temellere dayalı, etno-santrik demokrasi okuma yapmaya ihtiyacı yoktur. Arap halkları gerekli yeteneklere sahip çoğunluğu olan halklardır.

    1995 Barselona Deklarasyonu yaygın ekonomik yeniden yapılanma, piyasanın serbestleştirilmesi ve Avrupa Birliği ile Arap Dünyası arasında serbest ticaret bölgesinin kurulması çağrısını yapmıştır. ABD -Orta Doğu Serbest Ticaret Bölgesi (MEFTA) projesi, Avrupa Birliğinin attığı adımlara paralel seyreden bir ekonomik projedir. Bu açıdan bakıldığından, ABD ve Avrupa Birliğinin sponsor olduğu, AB ülkeleri, İsrail, Türkiye ve Arap ülkelerinin muhtemelen entegre olacağı bir yol haritası vardır.

    Bu jeo-politik ve sosyo-ekonomik proje “Akdeniz Birliği” veya “Akdeniz Ülkeleri Birliği” adıyla bilinmektedir. Bu süreç Arap Coğrafyasında demokratikleşme prosesi adı verilen “tedrici” reformları öngörmektedir.

    Eski bir konu yeniden canlandırılmakta veya yeni bir konu oluşturmak için eski konu bir tarafa bırakılmaktadır. “Yeni Orta Doğu” projesi böylesi bir hedefi amaçlamaktadır. Bu projedeki amaç, Orta Doğu’daki ve Kuzey Afrika’daki eskiden kalma ceberut devletlerin gücünü azaltmak ve halkların projeye entegrasyonuna giden bir yolun alt yapısını oluşturmaktır.

    Muhtemel entegrasyonun önüne set çekmek üzere, toplumda kaosun yaşatılmasının prim kazandırdığı bu devletlerde, projeye uygun istikrarlı bir entegrasyona olanak vermek için, gelişme sağlamak amacıyla demokratikleştirme sürecine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu açıdan, günümüz Türkiye’si bu ülkeler için model teşkil etmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından bu yana, Ankara’da devlet yönetimi otoriter hükümetler veya Silahlı Kuvvetler tarafında yürütülmektedir. Ancak, şekil itibariyle, Türkiye nispi liberal denilebilinecek demokrasiye dönüştürülmüştür. Geçirdiği şekli değişim ve dönüşüme rağmen, Türkiye hala örgütlü sermayenin çıkarına hizmet eden kleptokrasi yönetimidir. Türkiye ile Ürdün, Lübnan ve Suriye arasında yapılan geniş kapsamlı bir seri ikili anlaşmalar aracılığıyla, Orta Doğuda bölgesel bir pazar ve bir blok oluşturmada Ankara ön plana çıkmaktadır.

    Ankara aynı zamanda, Zbigniew Brzeziski’nin ABD yönetiminin destek vermesi gereken bir adım olarak açıkladığı, İran ile bağlarını güçlendirmektedir. Brzeziski’ye göre Türkiye ile İran arasındaki bağların güçlenmesi uzun vadede Amerikan çıkarına olacaktır. Türkiye bu doğrultuda, İran, Suriye ve de Orta Doğu ülkeleri ile ekonomik entegrasyonu sağlamaya çalışmaktadır.

    Türk Hükümeti, Doğu halkları arasında, gelecekte bölgesel muhtemel bir lider figür olduğunu göstermek amacıyla, kamuoyuna karşı, bir program doğrultusunda İsrail’e karşı muhalefet yaparak şov yapmıştır. Bu bağlam dâhilinde, Türkiye bütün Arap Coğrafyasında ve İran’da çok yakın ilgi görmüştür. Türkiye 2010 yılında, devlet yönetiminde Arapça yayın yapan bir TV kanalı kurmuştur. Türkiye, İran ve Suriye resmi makamları nezdinde bir müttefik, stratejik bir ortak veya “Direniş Bloğunun”  üyesi diye anılacak kadar İran ve Suriye’ye yakınlaşmıştır. Atılan bütün bu adımlar, Orta Doğuda ve Kuzey Afrika’da bölgesel bir bloğun kurulmasına yönelik adımlar olduğunu göstermektedir.

    Avrupa Birliği ve Arap Dünyası arasında ekonomik entegrasyon süreci için eksik olan şey, “kurumsal demokrasinin” olmayışıdır. Önem arz eden birçok kurum tabiatı itibariyle demokratik olmayabilir. Finansal ve bankacılık sektörü kamusal alanın kontrolü ve sorumluluğu dışında faaliyet gösterecektir. Böylesi bir şartlar altında, muhtemeldir ki, devletin siyasal yapısını kontrol eden bankacılık sektörü olacaktır. Demokratik olarak görülen bazı uygulamalar suyun yüzeyine çıkacak ve bu uygulamalar demokratik olmayan güçler tarafında kontrol edilecektir.

Küresel Kapitalizm ve Arap Diktatörler arasındaki İttifak 

    Arap diktatör ve tiranların örgütlü sermayeye hizmet ettiğini görebilmek çok önemlidir. Bu hizmet onların ana görevidir.Bu şahıslar örgütlü sermaye tarafından oluşturulan küresel sistemin birer elemanıdır.
arap-3    Biraz gerilere gidecek olursak, 1977 yılında, Mübarek’in selefi Muhammed Enver Sedat rejimine karşı protesto ve isyanlar başlamıştır. Protestoların nedeni, Enver Sedat yönetimi tarafında uygulamaya konulan IMF’nin neo-liberal politikalarıydı. Hükümet IMF politikalarına göre vatandaşın günlük temel gıda maddelerine verdiği sübvansiyona son vermiştir. Temel gıda maddelerinin fiyatı yükselmiş ve Mısır yönetilmesi zor bir ülke haline gelmiştir. Sedat yönetimi, Mısır silahlı kuvvetleri eliyle zor kullanarak protestoları sona erdirmiş ve devletin verdiği sübvansiyonu tekrar uygulamaya koymaya söz vermiştir. 1977 protestoları bir hüsran ile sona erdirilmiştir. Bu gün de Mısır’da vatandaşın durumu çok kötüdür. Bir çözüm yolu bulmak amacıyla, ABD ve Avrupa Birliği askeri güç kullanma yerine başka seçenekleri aramaktadır.

    ABD ve Avrupa Birliği bir yandan Arap halklarının talep ettiği değişime ılımlı bir dille destek verirken, diğer yandan da, mevcut baskıcı rejimlerin iktidarda kalması için çalışmalar yürütmektedir. Bu rejimler örgütlü sermayeye hizmet ettiklerinden dolayı, ABD ve Avrupa Birliği bu rejimleri açıkça ve de örtülü bir şekilde desteklemektedir. Arap Coğrafyasında özgürlüğün olmasına karşı duran ABD ve Avrupa Birliğindeki kapitalist sınıfın olduğunu kaydetmek lazımdır. ABD ve Avrupa Birliğinin adı anıldığı zaman, yönetici kapitalist sınıfı bu kontekst dâhilinde dikkate almak gerekir. Amerika’da yönetimde bulunan hükümet ve Amerikan devleti ve de Avrupa Birliğine üye ülkeler bu kapitalist sınıfa hizmet veren temsilciler gibi görev yapmaktadır.

    Tunus’ta protestolar yatışmıştır. Eski rejimin yapısı hala da varlığını korumaktadır. Eskiden görev başında bulunan birçok bakan ve bürokrat makamlarını korumaktadır. Amerika’nın olaylara müdahil olduğunu gösteren açık bir girişim sırasında ABD’nin, Yakın Doğu Konularında sorumlu Dış İşleri Bakan Yardımcısı Jeffery D.Feltman, yeni hükümetin kurulma çalışmaları devam ederken, resmi makamlar ile görüşmeler yapmak üzere Tunus’a gitmiştir. Jeffery Feltman, Beyrut’taki görevi sırasında, Lübnan’ın çıkarları aleyhine çalışmalar yürüten ABD Büyükelçisi olarak bilinmektedir.
Daha da önemlisi, Tunus’taki yönetim Bin Ali’nin diktatörlüğüne dayalı olup, örgütlü yabancı sermaye çıkarları doğrultusunda işleyen çark hala da devam etmektedir. Tunus’ta başlayan protesto hareketi dünya halklarına ilham kaynağı olmuş, ancak sosyo-ekonomik değişim yaratacak devrim sürecine evirilmemiştir. Bu nedenle,  Tunus’ta kozmetik hafif bir yüz değişikliği meydana gelmiş olup, daha önceden mevcut olan aynı mekanizmalar ve aynı yapısal kurumlar, bu yüzeysel makyaj altında varlığına devam etmektedir.
Küresel sermaye Tunus’ta hala güçlü bir kaleyi elinde bulundurmaktadır. Akdeniz Ülkeleri Birliğini kurmak amacıyla, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Birliği ile Tunus arasında yürütülen Euro-Akdeniz Ülkeleri Ortaklığı gibi muhtelif ekonomik anlaşmalar marifetiyle, ABD ve Avrupa Birliğinin boyunduruğu Tunus’un boynunda kalmaya devam etmektedir. Tunus halkının,kendi toplumsal dokusunda tahribat yaratacak olan ekonomik anlaşmaları ve neo-liberal politikaları reddetmesi gerekir.

1848 Devriminden Ders Almak: 1848 Devriminin Akıbeti 2011’de tekrarlanıyor mu? 

    2003 yılında, Irak’a yapılan Anglo-Amerikan saldırısında olduğu gibi, dünyanın “ Süper Gücü” başını tekrar kaldırıp homurdanmaktadır. Zbigniew Brzezinski 1993 yılında, farklı bir söylem ve daha geniş bir şekilde bu süreci dile getirmiştir. Brzezinski bu sürece “Küresel Siyasal Uyanış” adını vermiştir.2008 yılında bu konsepti tekrar gündeme taşımış ve bu sürecin başlanabilmesi için yeni bir tur görüşmelerin yapılmasını savunmuştur.

    Oysa bu küresel siyasal uyanış kavramı yeni değildir.1848’de matbu yayın ve zamanın yeni iletişim araçları kullanılarak, aynı olayların gündeme taşındığına tanık oluyoruz. 2011 yılında aynı süreç internet ve sosyal medya üzerinde cereyan etmektedir. Sıfır toplamlı oyun veya çatışma bağlamı dâhilinde, ana akım toplumsal katmanlar eliyle meydana gelen siyasal uyanış projeleri, kitlesel kontrol faaliyetlerine yönelik olup, yönetici sınıfların uygulamaya koyduğu hareketlere bağlı bulunan tarihsel süreçlerdir. Ana akım toplum üyesi bireyler sıfır kazançlı oyun noktasına yaklaştığı oranda içinde bulunduğu şartların farkına varmış olurlar. Bu farkına varma durumu, ana akım toplum katmanlarının mutlak bir şekilde yönetici sınıfların kontrolü altına geçtiği anlaşıldığı oranda ortaya çıkacaktır.

    Tekrar sormamız gereken bir soru vardır: 1848 devriminden alınması gereken dersler nelerdir? 1848’de Avrupa’daki şartlar bu günkü Arap Dünyasında olan şartlar ile aynı özellikleri arz etmekteydi. Yoksulluk, işsizlik, çalışanların sömürülmesi ve özgürlüğün olmayışı gibi konular başını almış gidiyordu. Ana akım toplum katmanında kuralsızlık hâkimdi. Paris Komünü başına gelenler Mısır’da veya Arap Coğrafyasında herhangi bir yerde yaşanmaması gerekmektedir. Arap devrimlerinin gerçek olması ve toplumsal bünyede radikal sosyo-ekonomik değişimleri meydana getirmesi gerekmektedir.
Ayrıca, Mısırda, Muhammed El-Baradey, Mübarek rejimine alternatif olarak sunulmaktadır. El-Baradey Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) eski Genel Müdürüdür. Bu göreve gelmeden önce, ilk olarak, Cemal Abdül Naser yönetiminde ve daha sonra El Sedat rejiminde Mısırlı eski bir diplomat olarak görev yapmıştır. Mübarek rejimi, Sedat rejiminin bir devamıdır. Bu açıdan bakacak olursak, El-Baradey gerçek bir alternatif olamaz. ABD, Avrupa Birliği ve İsrail çıkarlarına hizmet eden geçmişi vardır. Mısırı ve Arap Âlemini felce uğratan neo-liberal politikalara karşı çıkması mümkün değildir. El-Baredey, daha ziyade, küresel sermayenin çıkarlarına hizmet etmeye, Mısır’da iş başında bulunan kleptokrasi satükosünü korumaya ve yabancı politikaların talimatlarını yerine getirmeye meyillidir. El-Baradey Avrupa Birliği ve Amerikan yönetimi tarafında yetiştirilmiş ve “muhalif” figür olarak yedekte tutulmuştur.Devlet Başkanlığını istediğine dair raporlar 2010 yılının başından beri dolaşıma konulmuştur.

Arap Halkları Küresel Kapitalizmin Rolüne Karşı Durmalıdır.

    ABD ve Avrupa Birliği demokrasi ve özgürlüğün savunucusu değildir. Onlar kleptokrasiye destek vermektedir. Kleptokrasi rejimi muhtelif formalarda işleyişine devam edebilmektedir. Bu formlar tabiatı itibariyle demokratik veya otoriter olabilir. Kleptokrasi yönetiminin ön koşullu, milli elit sınıfının Batı Avrupa ve Amerikan küresel kapitalizmine itiraz ettiği İran ve Rusya’da olduğu gibi, yalnızca yerel kapitalist sınıfa değil de, küresel kapitalist sınıfa hizmet etmesi gerekmektedir.

    Halk katmanlarından yükselen bu protesto haykırışı yeni bir Orta Doğu coğrafyasının oluşum doğum sancıları mı? Araplar yeniden kendi siyasal kurumlarına mı kavuşuyor?

    Arapların, insanlığın uzun zamandan beri beklediği, tarih sayfalarında yerini almasının zamanı gelmiştir. Arap halkları, örgütlü küresel sermaye tarafından manipüle olmaksızın, devrimlerine devam etmek amacıyla, yüksek düzeyde koruma nöbetinde beklemeleri gerekmektedir. Avrupa Birliği veya başka yerlerden, istikrar fonu adı altında gelen yardım, kendilerine uzatılan yardım eli olamayıp, Arap halklarının yaşam seyrini kontrol altına almayı amaçlamaktadır.

    Ana akım Arap toplumları bu tarz mali manipülasyon süreçlerinin farkında olmaları ve Arap rejimlerinin ekonomik göbek bağlarını kesmeleri gerekmektedir. ABD ve Avrupa Birliği, hükümsüz kılınması gereken, hırsızlık ve sömürü anlamına gelen ekonomik anlaşmaları dayatmıştır. Toplumun politik güçleri ekonomik güçlere teslim olmamaları gerekir. Bu kontekst dâhilinde, kurumsal demokrasin de dikkate alınması gerekir. Aksi halde, 1848 Avrupa devrimi akıbeti 2011 Arap ilkbaharında tekrar yaşanacaktır.

    Halkın protesto hareketi sonucunda, yüzeye çıkabilecek başkaca bir “alternatif” ise, Arap hükümetleri görünüş itibariyle demokrasi rejimleri şeklinde kendilerini gösterecektir. Bu yüzeysel görüntü altında, aslında bir avuç sosyal azınlık için var olan kleptokrasi durumunu korumaya devam edilecektir.

    Bu durumda, statüko galip gelecektir. Açık bir diktatörlük yönetimi yerine, demokrasi rejimi veya demokratik yönetişim kisvesi altında sömürü düzenine devam edilecektir.

    Demokrasi, halkın sandık başına gidip, oy atmanın bir ritüel haline geldiği durumda, seçim yapma anlamına gelmemektedir. Demokrasi uygulaması aynı zamanda, ekonomik alanda sağlanan demokrasinin yanında, fikir hürriyeti ve yaşam hakkı konularında da odaklanmalıdır.

    Demokrasi rejiminin su yüzüne çıkabilmesi amacıyla, Arap Coğrafyası halklarının, yabancı çıkarlara hizmet eden otoriter rejimlerin sayısı ne olursa olsun, kendi siyasal sisteminin gerçek yapısına dayanarak, küresel kapitalizmin etkisini bertaraf etmeleri gerekmektedir.

Bu analiz 14  Şubat 2011 tarihinde Global Research.ca’da , İngilizce yayınlanmıştır

Çeviri : Nizamettin Karabenk

Mahdi Darius Nazemroaya Kanada’da mültidispliner araştırmalar yapan bir Sosyolog ve Bilim Adamıdır. Uzmanlık alanı jeopolitik ve stratejik konulardır. Orta Doğu, Orta Asya ve eski Sovyetler Birliği konularında konferanslar verip yazılar yazmaktadır. Çalışmaları İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Rusça dillerinde yayınlanmaktadır.



Hiç yorum yok: