22 Şubat 2011 Salı

Resmi Belgede Gayrı Resmi TKP Tarihi

TBMM çatısı altında hangi gizli oturumda, hangi kararlar alınmış ve bunların ne kadarı bu topraklarda yaşayan halkların çıkarına olmuştur bunu kimseler bilmez. Gene onaylanmak üzere Çankaya Köşkü'ne çıkarılan hükümet listelerinden hangi isimler ne gerekçelerle silinmiş, silinen isimlerin yerine kimler hangi gerekçelerle yazılmıştır bu da hiçbir biçimde sorgulanmaz. Bu demokrasisiz cumhuriyetin teemmüllerindendir.

Meclis’te yapılan gizli görüşmeler 50 yılını doldurduktan sonra üzerlerindeki gizlilik hükmü kalkıyor. Bu esasa göre son olarak 11 Kasım 1951’de yapılan Meclis gizli oturumunun tutanakları açıklandı.

Meclis Başkanvekili Kayseri Milletvekili Fikri Apaydın’ın başkanlık ettiği oturumda, Kayseri Milletvekili İbrahim Kirazoğlu ile Isparta Milletvekili Sait Bilgiç de katip üye olarak divanda yer almış. Saat 15:14'te başlayan genel kurul gizli olarak toplanmış.

ABD öncülüğündeki anti-komünist hareketin NATO’nun nüfuz alanını genişletmesi ile doğru orantılı bir biçimde geliştiği günlerde yapılan gizli oturum, daha sonra Türk hukukunun yüz karası olacak 141 ve 142’nci maddelerin yasalaşmasını amaçlıyordu. Adnan Menderes hükümeti adına Askeri Yargıç Şevki Mutlugil’in meclisi bilgilendirdiği celsede, DP’li milletvekilleri de komünizm karşıtı söylevlerde bulunuyor. Türkiye tarihinin önemli aydın yazar ve şairlerinin de adlarının sık sık geçtiği gizli oturumda Menderes de başbakan sıfatıyla söz alarak Köy Enstitüleri’nin içine düştüğü duruma ilişkin görüşlerini dile getiriyor.

1951'in sonunda gerçekleşen bu gizli oturumun hemen ardından 1952’de Menderes, hükümetinin NATO’ya girme kararı alması dikkat çekicidir.

Meclise bilgi veren askeri yargıç Mutlugil, Türkiye Komünist Partisi’nin programından söz ederken TKP’nin Kürtler ve Lazlar için kendi kaderlerini tayin hakkını savunduğuna da ayrıca vurgu yapıyor.

Kaldırıldığı 1991 yılına kadar binlerce kişinin yargılanarak hüküm giydiği 141 ve 142’nci maddelere ilişkin gizli oturumda yargıç Şevki Mutlugil konuşmasına şöyle başlıyor, ”hal böyle olunca, komünizmin bugün hürriyet ve masuniyetlerimizi ve millet olarak istiklalimizi çok yakından tehdit eden büyük bir tehlikenin ta kendisi olduğunu kabul etmek ve aramızda teşkilatlanmaya çalışan bu yolun bedbaht yolcularını birer vatan haini olarak görmek mecburiyetindeyiz.”

Yargıca göre, aslında komünistlere karşı bir yasaya da gerek yoktur, o tüm komünistlerin vatan haini olduğunun peşinen kabulünü istemektedir.

TKP programında yer alan, ”Kürt sorunu ve ordunun demokratikleşmesi” taleplerine dikkat çeken yargıç Mutlugil, önce programdan şu alıntıyı yapıyor, ” Amele ve (köylü Hükümeti; kesif halk kütlesi halinde yasayan Millî azınlıklara (Kürtler ve Lazlar) mukadderatlarını serbestçe 'tayin etmek ve arzu ederlerse Devletten ayrılma hakkını bahşeder…”

Ardından da ekliyor Mutlugil, ” Orduyu demokratlaştırma, ayrılmak istedikleri takdirde azınlıklara bu imkânı vermek, dış politikayı münhasıran Rusya ile beraber yürütmek gibi hususlardaki kafi ifade bu direktifin gayelerini açıkça göstermektedir. Aşağıda Komünist Partisinin değişmeyen programını ele aldığımız vakit, bu partinin devletimize vermek istediği şekli ve devleti parçalamak hedef ve gayesini açıkça huzurunuza sermiş bulunacağız.”

Nazım Hikmet’in şiirlerini de kendince ”deşifre” eden Mutlugil’in şiir ”analizi” de oldukça ilgi çekici.

''Şimdi Nazım Hikmet'in İngilizce ve Fransızcaya çevrilerek dünyaya yayılan şiirinden şu satırları dikkatle gözden geçirelim:

Kalbimin yarısı burada ise Doktor

Diğer yarısı da Çindedir.

Ordular Sarı Irmağa iniyor

Ve sonra bütün sabahlar Doktor

Her sabahlar şafakta

Kalbim vurulmuştur Yunanistan'da

Çok uzakta bir yıldızla kalbim atıyor

(Yani Rusya ile)

Nazım Hikmet ise; kalbinin uzakta bir yıldızla beraber vurduğunu, yani Moskova ile beraber olduğunu ifade ettikten sonra, bütün varlık ve hislerinin Çin'de ve Yunanistan'daki mücadelelerle beraber olduğunu söylüyor. İşte orduyu demokratlaştırıp nizam ve disiplininden mahrum etmek isteyen direktif bu suretle kalıbı bizde, fakat kalbi bizimle beraber olmayan insan yığınları tasavvur ediyor.”

Şefik Hüsnü’nün tutuklanması...

Baştan sona okunduğunda gerçek anlamda, ”resmi belgedeki gayrı resmi TKP tarihi” sayılabilecek gizli oturum tutanakları, bugün ancak üzerinde usta yazar Vedat Türkali’nin değerlendirme yapabileceği iddiaları da barındırıyor.

Bütün anlatımlarını TKP soruşturmalarında ele geçen belge, mektup ve diğer parti içi yazışmalara dayandıran yargıç Mutlugil, Doktor Şefik Hüsnü’nün bir yakalanmasına ilişkin olarak şu bilgiyi aktarıyor:

”1927 yılında yeni bir kadro ile gizli olarak faaliyetine devam eden bu parti üzerinde durulmuş ve umumî kâtipliğini yapan Vedat Nedim Tör yakalanıp ifadesi alındığı zaman, kaçak olan Doktor Şefik Hüsnü'nün sakallı ve bıyıklı olarak gizli yollardan İstanbul'a geldiğini ifşa etmiş ve Şekerci Löbon'da yapacağı buluşma gün ve saatini de bildirdiğinden alınan tertibat ile Doktor Sefik Hüsnü Lenin'in sakal ve bıyığı gibi bir sima ile yakayı ele vermiştir. İlk önemli tevkifat bu tarihten başlamaktadır.”

Komünistler neden birleşemiyor?

Uzun konuşması sırasında komünizmin dünya ve Türkiye’yi ele geçirme planlarına değinen Mutlugil, zaman zaman TKP içi çelişkileri de detaylı bir biçimde aktarıyor milletvekillerine.

''Burada şunu da açıklamak yerinde olur ki, Türkiye Komünist Partisi -bugün de olduğu gibi- esas itibariyle emekçi sınıfını ele almış, münevver kitleyi ve okulları oldukça ihmal etmekte idi. Emekçi yanında münevver kitle ve okulları da ele almak fikrinin mücahidi Nazım Hikmet olmuştur. Doktor Şefik Hüsnü ile aralarının ilk defa seker renk olmasa da bu arzu ve ısrarından ileri gelmiştir.

Nazım Hikmet bu rolünü şiiriyle tatbik sahasına koymuş ve hakikaten (Edebiyatta yeni bir inkilâp) parolası ve komünist partisinin propagandasıyla edebiyatçılar ve bilhassa örgenciler ve öğretmenler arasında onun şiirleri sevilmeye ve elden ele dolaştırılarak okunmaya başlanmıştır. Aşağı yukarı 1930 yılında başlayan bu faaliyet hızını gaip etmemiş ve her sene artarak daha geniş bir muhit bularak bugüne kadar devam ede gelmiştir.

1933 - 1938 yılına kadar muntazaman gizli broşürler yazılmış, basılmış, dağıtılmış ve komünistler için bayram günleri olan günlerde de beyannameler dağıtılmış yakalanabilen failleri mahkemelere verilerek mahkûm edilmişlerdir.

1938 ve 1939 yıllarında Nazım Hikmet Harp Okulu ve donanma içindeki faaliyetiyle dikkati çekmiştir. Yakalanmış ve askerî mahkemeye verilmiş ve Yüksek Meclisçe de bilinen şekilde 28 sene ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur…

Müsaade buyurulur ise burada buna muvazi olan çok mühim bir olayı arz edeceğim, bu Süleyman Nuri vakasıdır.

Şu halde ayni gayeyle çalışan bu iki parti niçin birleşemiyor? Gizli programları ve gayeleri bir olduğu halde, aradaki ikiliğin ve zıddiyetin sebebi; sırf şefler arasındaki anlaşmazlık ve çekememezlik olduğu tereddütsüz söylenebilir; çok iyi biliyoruz ki bu anlaşmazlık ve çekememezlik yalnız Esat Adil ile Şefik Hüsnü arasında değildir. Bunlara bağlı zümreler arasında, eski ve yeni nesil komünistler arasında; Nazım Hikmet ve onun etrafında bulunanlarla diğerleri arasında da ezelî ve ebedî ihtilâflar öteden beri sürüp gitmektedir; bu geçimsizliğin ve anlaşmazlığın da bir tarihçesi vardır; Türkiye komünist partisi içindeki ilk fırtına, millî mücadele yıllarında ve onu takip eden senelerde kopmuştur; Parti Viyana'da ikinci kongresini akdederken, Doktor Şefik Hüsnü ile Nazım Hikmet arasında ihtilâf baş göstermiş, parti içinde muvafakat ve muhalefet grupları meydana gelmiştir; hatırı sayılır nüfuzlu idarecilerden bir kısmı Nazım Hikmet tarafını tutmuştur; bunların arasında şimdi Moskova'da (Erdem) iğreti adıyla yorumculuk ve spikerlik yapmakta olduğu rivayet edilen (Laz İsmail); Moskova Şark Enstitüsü yetiştirmelerinden (Hamd'i Samilof) ve (Sari Mustafa - Mustafa Börtlüce) gibi elemanlar da vardır.

Doktor Sefik Hüsnü tarafını tutanlarla, Nazım Hikmet'i iltizam edenler arasındaki çekişme, o tarihten beri devam edip gelmektedir. Meselâ Mustafa Börtlüce hâlâ Şefik Hüsnü'ye muhalif bulunmakta. Nazım Hikmet âdeta tapınmakta ve Esat Adil' in partisi-içinde çalışmakta. Hamdi Samilof; Nazım Hikmet ve onunla birlikte hapisten çıkan eski komünistler grubu içinde bulunmaktadır.

İlk mücadelede Şefik Hüsnü galip geldi. Rakiplerini ve hatta o zaman kendi tarafını tutmuş olan şeflerden bazılarını sonradan komünterne şikâyet etti. Moskova Şefik Hüsnü'yü iltizam ettiği için, mevkiini kuvvetlendirmiş oldu.”

Yargıç Mutlugil bu iddialarını, Abidin Nesimi’nin Alaaddin Hakküder’e yazdığı bir mektuba dayandırıyor. Mektuba göre, bu ayrışma ciddi bir sıkıntı kaynağıdır ve giderilmesi için komünistler bir çıkış aramaktadır:

Partinin kurulması gecikecek olursa bu takdirde hapiste ve sürgünde bulunan Nazım Hikmet, Kerim Sadi, Hamdi Samilof, Doktor Hikmet ilh. serbest kalacaklardı. Böyle bir merkezi siyasî partinin, yani içine Nazım Hikmet'i, Kerim Sadi'yi, Şefik Hüsnü'yü, Hamdi Samilof'u alacak bir partinin o zaman kurulmasına maddeten imkân yoktu. Zira Nazım Hikmet, Hamdi Samilof, Mustafa Börtlüce, Hüsamettin Özdoğu ilh. arkadaşların partiden çıkarılmaları vaktiyle Doktor Şefik Hüsnü Beyin bunları sırasıyla (Balkan Partisine) ve komünterne, bunlardan bir kısmının Stalin'e muhalif olan Birkelimmof Grubu ile ve diğer bir kısmının Türkiye Polisi ile işbirliği ettiklerine dair sunduğu rapordur.

İşte bu sebeplerden ötürü aziz kardeşim, Nazım Hikmet'le, Şefik Hüsnü'nün aynı arabada koşulmalarına imkân yoktur. Halbuki parti daha evvel kurulur ve merkezî bir hüviyet kazanır ve parti başında Şefik Hüsnü değil de meselâ, Cami Bey görülecek olursa öyle sanıyorum ki bu dargın arkadaşları birleştiren çimento vazifesini, Cami Bey görebilir.”

Şefik Hüsnü DP’yi destekledi mi?

Askeri yargıca ve dolayısıyla verdiği bilgilere güvenilir mi bilinmez ama bugün ortaya çıkan tutanaklardaki iddiaların tartışılmaya değer nitelikte oldukları kesin. Yine aynı mektuba göre süreci değerlendiren Doktor Şefik Hüsnü, siyasal konjonktüre göre Demokrat Parti’nin desteklenmesini savunmaktadır:

Şefik Hüsnü'nün sari defterindeki (intihabattan sonra ihtimalat) diye yazdığı notlar dikkate şayandır. Bu notlar 1946 intihabatindan sekiz gün sonra kaleme alınmıştır. Müsaade buyurularsa kısaca okuyalım.

Doktor Şefik Hüsnü'nün (Seçimlerden sonra sınıf mücadelesinin gösterdiği manzara) başlığı altında 29 Temmuz 1946 günü yazdığı on maddelik bu yazının ikinci maddesinde (Bu mücadeleye örtülü şekillerde ve bilhassa Mareşala taraftarlık nikabı altında ordu da karışmış ve ordu kadrolarında -bir ekseriyet değilse bile- ekseriyete yakın büyük bir ekalliyetin bugünkü inhisarcı rejimden hoşnut olmadığı ve muhalefeti desteklemek azminde bulunduğu belli olmuştur.

Bu vakıanın, iktidar kavgasının gelecekteki gelişmelerinde çok mühim bir rol oynayacağı anlaşılmaktadır) dedikten sonra siyasî partilerin teşekkülünü ve halk arasında mevcut mücadeleleri tetkik ederek beş ihtimalin bulunduğunu yazan Şefik Hüsnü, birinci ihtimal olarak (Demokrat muhalefet ve Mareşal

Mecliste seçimlerin meşruiyetini tanımadıklarını ve millî iradenin kendini göstermediğini ilan ve toptan istifa ederek mücadeleyi halk arasına intikal ettirirler).

Veya ikinci ihtimal olarak da (Bu takdirde ya Halk Partisi bu husumet ilanına aynı sertlikle cevap verir ve meclisi devam ettirerek memlekette yeniden bir teşhis nizamı yaşatarak tek partili bir Millet Meclisi yaşatmaya uğraşır) demektedir.

Yazının sekizinci maddesinde ise (Bu ihtimallerden en mühim olanı birincisidir. Bu şekilde mücadele halk arasına ve köylere intikal ettirildiği takdirde bizim bütün gücümüzle ona katılmamız, Mareşal ve Demokrat Partiyi desteklememiz, bütün teşkilatımızı ve faaliyetlerimizi bu mücadelenin icaplarına göre ayarlamamız icap eder. Dikkat edeceğimiz nokta Demokrat Partinin idarecileri olmaya namzet olanları mümkün olduğu kadar sosyalist demokrasiye doğru çekmeye gayret etmek ve bu içtimai bünye değişikliğinin gerçekleştirilmesine bizzat iştirak edebilmemizi saklamaya uğraşmaktır. Bu vadide bir çok başarılar elde edebileceğimizden katiyen şüphe edilemez.

canerdem2126@gmail.com

Hiç yorum yok: