22 Şubat 2011 Salı

Mübarek sonrası Mısır üzerine düşünceler

Toplumların hareketlendiği bazı dönemlerde zaman öylesine hızlanır ki, değil yazılanların, söylenenlerin dahi ömrü dakikalarla ölçülür olur. Mısır’daki kalkışma bunun en güzel örneği. Hüsnü Mübarek’in Kahire’yi terk ettiğini duyup, bu yazıyı kaleme almaya başladığımda tam da bunu düşünürken, ajanslardan Mübarek’in istifa ettiği haberlerini okudum.
Mısır halkının onur abidesi hâline gelen Tahrir Meydanı’ndan yayın yapan televiyoncular, insanların sevinç içinde olduklarını ve »halkın rejimi alaşağı ettiğini« bildiriyorlardı. Doğru, insanlar nasıl sevinmesinler ki, bir despot daha gitti, ama kanımca »rejimin alaşağı edildiğini« şu an için söylemek yanlış olur. Burada daha çok ordu yönetiminin yeni bir hükümete geçiş sürecini kendi kontrolüne aldığından bahsetmek gerektiği düşüncesindeyim.
Mısır’daki gelişmelerin Ortadoğu’yu bütünüyle etkileyeceği kesin. Bir kere despotlara karşı koyulamaz düşüncesinin psikolojik engeli ortadan kaldırıldı – halkın bizzat kendisi tarafından. Ancak bundan sonraki sürecin salt ülke içi dinamiklere değil, uluslararası güçlerin etkisine de bağlı olacağını görmek gerekiyor. Çünkü halkın daha radikal talepler çerçevesinde harekete devam edip etmeyeceği belli değil. Ama gene de gelinen aşamada Mübarek sonrası Mısır’ın nasıl olabileceğine dair fikir yürütmek olanaklı.
Öncelikle genelinde Arap dünyasının, özelde Mısır halkının kısa bir zaman içinde bir kalkışmayla, hem de şiddete başvurmadan ve Batı’nın desteğini almadan, uzun yıllar egemen olan despotları yerlerinden edebileceklerinin kanıtlandığının altı çizilmelidir. Arap dünyasında eşine ender rastlanan bir halk hareketi yaratan Mısırlılar, bilhassa Ortadoğu halklarına benzer girişimler için bir motivasyon kaynağı olacaklardır. 18 günlük direniş, milyonları harekete geçirmiş ve egemenlere geri adım attırılmıştır. Mısır halkı ne kadar kutlansa, o kadar yeridir.
Diğer yandan Mısır’daki kalkışma, hem emperyalist güçlerin içerisinde düştükleri yönetim krizini, hem de beklenmedik bir şekilde siyasal islamın etki alanlarının azalmakta olduğunu göstermiştir. Gerek Tahrir Meydanı’nda toplanan kalabalıktan, gerekse de Batı televizyonlarına demeç veren şahsiyetlerden, »Batı işimize karışmasın, Mübarek’i desteklemesin yeter« sözleri ifade ediliyordu. Avrupa’nın yaygın medyasındaki yorumlarda da, »tereddütlü davranan Batı, fırsatlarını kaçırıyor« tespitleri yapılıyordu.
Bununla birlikte, kalkışmaya ancak üçüncü gününde katılan Müslüman Kardeşler’in çekingen tavırlarını ve öne çıkamayışlarını, siyasal islamın daha önceki yıllarda işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk v. d. sosyal sorunlara sahip çıkmamaları nedeniyle halk kitleleri tarafından kendilerine kesilen bir fatura olarak değerlendirmek gerekiyor. Sonuç itibariyle, Mısır’daki siyasal islamın halkın gerçek taleplerini sahiplenmediğinden, önümüzdeki dönemde, tabanları geniş olmasına rağmen bir kriz içerisine düşerek, gerileyeceğini öngörmek olanaklıdır diye düşünüyorum. Bu, siyasal islamın etkin olduğu diğer coğrafyalarda da söz konusu olabilir.
Mısır’daki kalkışma, spontane halk hareketlerinin hem gücünü, hem de handikaplarını ortaya çıkarmıştır. Tahrir Meydanı’nda baskın olanlar genellikle örgütsüz genç insanlar. Haberlere ve yapılan yorumlara göre de, çoğunluğu yüksek öğrenimli ve modern yaşam stiline sahip. Bilgisayar ve internet teknolojilerini kullanan, bunları örgütlenme aracı yapan, en az Ingilizce bilen ve dünyadaki gelişmeleri takip eden insanlar. Aynı şekilde diğer orta katmanların da harekete bir dinamizm kattığını tespit edebiliriz.
Gerek Mısır sendikal hareketi, gerekse de Müslüman Kardeşler hareketin öncüsü olamadılar. Aynısı liberal kesimlerin ve Mısır burjuvazisinin temsilcisi olan Muhammed El Baradei veya Arap Ligi başkanı Amr Musa gibi tanınmış isimler için de geçerli. Kalkışmaya katılanları birleştiren, Mübarek’in gitmesi talebiydi. Bu gerçekleşti, şimdi ise öncü bir gücün olmaması, ordunun elini güçlendirecektir. Çünkü halka karşı yumuşak davranan ordu, halk arasında sempatisini kaybetmedi.
Peki, bu durumda nasıl bir süreç gelişecektir? Bana kalırsa süreci belirleyecek olanlar en başta generaller olacak. Mübarek’ten görevi devralan Askerî Konsey, en kısa zamanda anayasal değişikliklerin yapılıp, seçimlere gidileceğini açıkladı. Gerek bu açıklama ve muhtemelen 30 yıllık olağanüstü hâl durumunun kaldırılması, gerekse de yeni yönetimin vereceği kısmî tavizler, »kaynayan suyu« ateşten alabilir, halk hareketinin dinamiğinin azalmasına neden olabilir. Zaten Askerî Konsey’in, »artık her şey düzelecek, evinize, işinize dönün« çağrısı da bunu gerçekleştirmeye yöneliktir.
Ordu yönetimi, devlet içerisindeki siyasî, hukukî ve ekonomik imtiyazlarını korumak isteyecektir. Halkla karşı karşıya gelmek istemeyişlerinin en temel nedeni bence buydu. Generaller diğer taraftan, her yıl 1,3 milyar Dolar hibe aldıkları ABD yönetiminin de Mısır ordusundan vazgeçemeyeceğini biliyorlar. ABD’den her ne kadar »gerekirse verilen yardımları keseriz« tehditi gelse de, Obama hükümeti, Israil ile yapılan barış antlaşmasının garantörünün Mısır ordusu olduğunu unutmayacaktır.
Israil, Batı’nın Ortadoğu ile ilgili planları için en stratejik, ama aynı zamanda en zayıf halkasıdır. Alman şansölyesi Angela Merkel’in, Mübarek istifa ettikten hemen sonra basının karşısına çıkıp, »Mısır halkını kutluyoruz, elimizden gelen yardımı yapacağız, ama yeni yönetim Israil ile yapılan barış antlaşmasına sahip çıkmalıdır« demesi bundandır. Kısacası Mısırlı generaller rahat bir konumdalar. Hem halkın, hem de Batı’nın desteğine sahipler. Yapılacak bazı değişikliklerden sonra, bu yıl içerisinde demokratik bir seçime olanak tanısalar da, muhalefetin örgütsüz olması nedeniyle, rejimin anahtar mevkiîlerinde duran güçler değişmeyecektir. Yani halk, aynen Tunus’da olduğu gibi, elde edilenle yetindiği sürece, değişen sadece hükümet olacaktır.
Daha Perşembe gecesi Mısırlılar Mübarek’e ateş püskürürlerken, Israil Gazze Şeridi’ne yeni bir saldırıda bulundu. Sekiz Filistinli yaralandı, bazı evler yıkıldı – gene! Arap dünyası, Mısır heyecanını yaşarken, Israil devlet terörüne devam etti ve Tahrir Meydanı’nda buna tepki gösterenlerin sayısı hayli azdı.
Görünen köy klavuz istemez: Arap dünyasındaki kalkışmalar salt ulusal devlet sınırları içerisinde sınırlı kaldığı ve Filistin Davası’na sahip çıkmadıkları sürece, halklar kısmî iyileştirmelerle yetinmek zorunda kalacaklardır. Bence bugün Ortadoğu halklarının özgürleşmesinin tek anahtarının, Filistin’in özgürlüğü olduğu yeniden kanıtlandı.

Hiç yorum yok: