22 Şubat 2011 Salı

Kapitalist mekan politikası ve Demokratik Özerklik (Özerk İstanbul için bir deneme) 1


I - Demokratik Özerklik ve solda iki eğilim

Demokratik Özerklik Bildirgesi'nin açıklanmasının hemen ardından hükümet, MGK toplantısında kırmızı çizgilerini çizdi. "Demokratik Özerklik" kabul edilemez dedi ve bütün "tek"lerini ardı ardına sıraladı. O zaman yazdığım bir yazıda sormuştum: "Demokratik Özerkliği kabul edilemez buluyorsunuz. Peki ama sizin öneriniz nedir?" diye. Esasen önerilerinin statükonun devamı olduğu çok açıktı.


Bununla birlikte Demokratik Özerklik yalnızca hükümete yönelik bir çözüm önerisi olarak sunulmadı. Aynı zamanda demokrasi güçlerine, sol-sosyalist güçlere yönelik, tartışılmaya ve zenginleştirilmeye açık bir öneri olarak da gündeme taşındı.


Bu çerçevede bildirgenin ilanının hemen ardından solda iki eğilimin şekillendiğini söyleyebiliriz.


Birinci eğilim, özerklik politikasının esas itibarıyla neoliberal bir dayatma olduğu biçimindeydi. Emperyalist kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda ulus-devlet zayıflatılırken, özerkleşme eğilimi maksatlı olarak öne çıkarılıyordu. Özerkleşmenin ilgili bölgenin uluslararası sermayeye eklemlenmesini kolaylaştıran, sermayenin dolaşım hızını artıran ve en ücra bölgelere dahi girerek sömürüyü kolaylaştıran bir faktör olduğu vurgulanarak Demokratik Özerkliğe karşı çıkılıyordu.


Oysa içinin nasıl doldurulduğuna bakılmaksızın verilmiş bu hüküm son derece ekonomist bir içeriğe sahiptir.


Özerklik neoliberal bir dayatma mıdır?


Demokratik Özerklikteki 'demokratik' sıfatı laf olsun diye eklenmiş bir sıfat değildir. Tam tersine kabaca bir inceleme ile dahi Demokratik Özerklik modelinin sol-demokrat ve halkçı bir paradigma tarafından belirlendiği açıkça görülmektedir.


Benzer paradigma tarafından belirlenen Latin Amerika'daki (yerli halkların kimlik, kültür mücadeleleri ile sol hareketin, köylü hareketinin, çevre hareketinin ittifakı) mücadele sosyalist hareket açısından bir ilham kaynağı olarak görülmektedir. Ancak benzer bir mücadeleyi Türkiye'de geliştirebilmek için gereken örgütsel ve politik imkanları içinde barındıran Demokratik Özerklik gibi bir öneri gözden kaçırılmaktadır.


Bir mahalle meclisi kurmak dahi sosyalist hareket açısından önemliyken halkın söz, yetki ve karar hakkı temelinde meclisler kurarak tüm ülkenin siyasal ve örgütsel (kamu yönetsel) yeniden yapılanmasını hedef alan ve dahası arkasına kitlesel ve dinamik bir halk gücünü almış bir özgürleşme projesi hak ettiği ilgiyi görememiştir.


Oysa örneğin Demokratik Özerkliğin 8 kriterinden biri olan ekonomi başlıklı bölümde "(...) kullanım değerini esas alan, anti tekelci, eşitlikçi, dayanışmacı bir ekonomik sistem oluşturmak (...)" vurgusu kimi sol güçlerce görülmemiş olsa da, içerdiği eşitlikçi vurgu kapitalistlerce tehdit edici bulunmaktadır.


Örgütsel ve politik plan


Demokratik Özerklik iki açıdan ele alınmalıdır. Model, örgütsel planda; köy komünlerinden başlayan, kasaba, ilçe, mahalle, kent meclisleri ve özerk bölge kongresi biçiminde örgütlenen, söz, tartışma ve karar yetkisinin halkta olduğu bir örgütlenme biçimidir. Özerk bölge kongresi Türkiye meclisine de temsilcilerini gönderecektir. Bu öneri salt Kürdistan için değil tüm ülke için geçerlidir.


Politik planda bu öneri var olan hukuk sisteminin geliştirilmesini, inkar ve imha siyasetine son verilmesini, barışçı temelde birliğin sağlanabilmesi için gerekli anayasal ve yasal düzenlemelerin Demokratik Özerklik statüsüne bağlı olarak yapılmasını esas almaktadır. Ayrıca dil, kültür planında varolan her türlü baskının ortadan kalkmasını, Kürtçe'nin kamusal alandaki kullanımının önündeki engellerin kaldırılmasını, tüm dil ve lehçelerin özgürce kullanılması ve geliştirilmesinin anayasal teminat altına alınmasını, Kürdistan'da bozulan sosyal dokunun onarılmasını, patriyarkaya karşı mücadele edilerek kadının örgütlenme ve bilinçlenme düzeyinin artırılmasını, ekolojik yıkımın durdurulmasını ve eşitlikçi bir ekonomik yapının inşasını hedeflemektedir.


Söz konusu mücadele hedefleri ve talepler, Türkiye'de demokrasi ve sosyalizm mücadelesi veren tüm yapıların ortaklaşabileceği siyasal demokrasi talepleridir.


Bir diğer yandan, mücadelenin bugünkü isterleri Kürt Özgürlük Hareketi ile sosyalist hareketin stratejik ittifakı temelinde tüm diğer muhalif kesimlerin (kadın hareketi, çevre hareketi, gençlik hareketi, demokratik Alevi hareketi vb.) birliğini zorunlu kılmaktadır. Kanımca Demokratik Özerklik aynı zamanda böyle bir cephesel mücadelenin örgütsel-politik modeli ve fikri zeminidir.


Özerkliği batıda inşa etmek


Soldaki ikinci eğilim, enternasyonalist kaygılarla Demokratik Özerklik projesine destek vermek biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşım eksikliği sorunu basit bir "destek verme" meselesi olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak enternasyonalist sosyalistler açısından bugünün görevi, Demokratik Özerklik projesini desteklemekten çok daha kapsamlıdır. Bu projeyi lafzıyla değil ruhuyla kavramak, sosyalist hareketin siyasal demokrasi mücadelesiyle (demokratik halk iktidarına yürüyüş mücadelesiyle) birlikte ele almak, batıya ve özellikle de metropollere uyarlayacak modellemeleri geliştirmek ve nihayetinde de pratikleştirebilecek adımlar atabilmektir. Görev budur.


Demokratik Özerklik projesi tüm Türkiye'ye (özellikle batı metropollerine) nasıl uyarlanabilir? Mücadelenin Türkiye ve Kürdistan'daki eşitsiz gelişimi modellemeyi nasıl etkiler? Kürdistan'da kitlesel bir halk hareketi, coğrafi bir zemin, yıllara varan yerel yönetim deneyimi ile batıda kitle ilişkileri ve yerel deneyimler açısından cılız olmakla birlikte ciddi kitleselleşme olanaklarını içinde taşıyan ve önemli bir mücadele deneyimine sahip bir sosyalist hareketin özerk örgütlenme modelleri arasındaki fark ne olacak? Batıda daha çok sınıf temelli, Kürdistan'da daha çok kimlik ve kültür temelli çelişkiler ve mücadele perspektifleri Demokratik Özerklik modellemelerini nasıl etkileyecek? vb. Batı modelinin sosyolojik içeriği nasıl şekillendirilecek? Batıdaki Demokratik Özerkleşme modelinde sınıfsal öğelerin ve sınıfdışı öğelerin ele alınması nasıl olacak? Metropol kentlerde Demokratik Özerkliğin örgütsel modeli nasıl olacak? Çok farklı dil, kültür ve sınıfsal kompozisyona sahip bölgeler Demokratik Özerklik çerçevesinde nasıl mütalaa edilecek.


Cevaplanması gereken pek çok soru mevcuttur. Bunların her biri bir araştırma ve inceleme konusudur.


Kanımca Demokratik Özerkliğin batıda nasıl inşa edileceğine ilişkin bir çalışma, kapitalist kent politikalarının ele alınması ve analiziyle mümkün görünüyor. Çünkü batıda deyim yerindeyse her türlü sosyal gerçeklik kapitalist mekan politikasının prizmasında kırılarak yansıyor. Kapitalist mekan politikalarıyla, sınıf çelişkileri mekansal bir özellik de kazanıyor. Üretim alanı, yaşam alanıyla birleşiyor. Sınıfsal aidiyetler yaşam alanlarında kültürel (dil, din, bölgecilik, etnisite) ögelerle iç içe geçiyor. İnsanların kendilerini pek çok sınıfsal, kültürel ve etnik kimlikle birlikte tanımlamalarına yol açıyor. Bu da batı metropolleri için Demokratik Özerkliği başka bir felsefeyle ele almayı zorunlu kılıyor.


Bu çalışma Demokratik Özerkliğe metropol eksenli bir bakış oluşturmak, Demokratik Özerkliği kapitalist mekan politikası ekseninde tartışmak istiyor. Demokratik Özerkliğin batıda nasıl kurgulanacağına ilişkin bir modelleme yaratmaya çalışıyor.

 

II - Mekanın Tarihi

Neolitik toplumlarda insanın barınma ve toplumsal ilişkiler kurma ihtiyaçlarını karşılayan kentler (1) mülkiyetçi ilişkilerin doğuşuyla birlikte, özel mülkiyet eksenli bir nitelik kazandı. Bu bir bakıma megarondan (2) saray komplekslerine gidecek yolun başlangıcıydı. Sınıflı toplumların ortaya çıkışı ile kentte merkez ve çevre ayrımı güçlendi. Merkezde yer alan yapılar savaş beyinin, tanrı kralın siyasal, ideolojik ve ekonomik gücünün kanıtı haline geldi. Çevreden merkeze doğru bir artı-değer transferi gerçekleşirken, merkezden çevreye doğru da siyasal irade ve ideoloji akımı oldu. Kenti yaratan insan adeta kent tarafından yeniden yaratılmaya başlandı.

Köleci bir demokrasi ile yönetilen Yunan şehir devletlerinde politik etkinliklerin (yönetimsel işlerin) bir ayrıcalık haline gelmesinin ve bu işlerle bir azınlığın uğraşmasının koşulları, nüfusun büyük kesimini oluşturan köylülerin ve kölelerin ürettikleri artı-değere el konulmasıyla oluşturulmaktaydı. Artı-değere el koyan kesim hayatta kalmak için çalışmak gibi bir zorunluluğa sahip değilken politika, sanat, felsefe vb. gibi entelektüel konularla ilgilenmek için gerekli koşulları buluyorlardı. Bugün dahi insanları hayrete düşüren yapıların, sanat eserlerinin, felsefi yaklaşımların her ayrıntısında mülksüzlerin el konulmuş emek güçleri yatmaktadır.


Politik etkinliklerin, sanatın, edebiyatın ve diğer işlerin merkezinin şehirler olması, Yunan kent devletlerine bir kent mimarisi anlayışı kazandırdı. Her site devletinde yer alan senato binaları, geniş yollar, tiyatrolar, agoralar, odeonlar, meclisler, çarşı ve evlerin düzeni bu işlevselliği yansıtmaktadır. Yönetsel, kült ve sanatsal bina ve eserler daha çok kent merkezlerinde yer alırken, kent merkezine en yakın mevkiler soylulara ait yerleşim birimleriyle çevrelenmişti. Köylüler ve köleler çoğunlukla şehrin dışında yaşamaktaydılar. Üretim şehir dışında yapılmakta ve ürünler şehre taşınmaktaydı. Yunan siteleri ve ardından gelen Roma kentleri siyasal ve ideolojik birimlerdi. Üretim süreci daha çok kentin dışında cereyan etmekte, kentlerde ise yönetsel ve ideolojik fonksiyonlar görülmekteydi. Bu durum aşağı yukarı kapitalizme kadar tüm kentlerde kendini gösterir. Feodalizmde de kent, siyasi birim olma özelliğinin dışına çıkmadı. İktisadın kalbi ağırlıklı olarak kentin dışı olarak kaldı. Bu durumu ortadan kaldıracak olan sistem kapitalizmdi.


Kapitalist devletin küçük bir modeli


Feodalizmin bağrında tohum olarak var olan kapitalizm geliştikçe, yeni yetme şehirlilerle feodal senyörler arasında artan gerilim bir yanıyla da kentle kır arasında yaşanmaya başladı. Özellikle ticaret açısından elverişli liman kentleri yalnızca siyasal olarak değil ekonomik olarak da merkez haline dönüştü. Dün kentlerin dışında yer alan üretim süreci kapitalizmle birlikte kentlere taşındı. Başka da bir şeyin olma şansı yoktu. Denizaşırı sömürgelerden gelen hammaddeler ve değerli madenlerin mamul hale getirildiği yerler doğal olarak kentler olacaktı. Kentlerde büyük fabrikalar kuruldukça, kırdan yoğun bir işgücü kentlere akmaya başladı. Kentler nüfus olarak gelişmekle kalmadı, farklı sınıfları bağrında taşıyarak kozmopolitleşti. Kentler sınıf mücadelesinin merkezleri haline dönüştüler. Bir yanda devasa ölçekte kolektif üretim yapan işçi sınıfı, diğer tarafta üretim araçlarının bir avuç kapitalist sermayedar arasında paylaşılması kentlerde ortaya çıkan kapitalizme ait temel bir çelişki idi. Bu temel mesele kentin de çelişkisi idi. Kapitalizm, en iyi semtlerde en iyi koşullarda yaşayan burjuvaziyle her türlü altyapıdan yoksun, pislik ve sefalet içinde yaşayan proleterleri ve yoksulları aynı kent içinde farklı biçimlerde barındırdı. Merkezde kapitalizmin temel çelişkilerinin dışa vurumu devasa yönetim binaları, bankalar, güvenlik kurumları, borsa binaları, eğlence merkezleri kapitalizmin şanına yakışır biçimde yerlerini aldı.


Kapitalizmin şafağında kent meydanları miting ve gösteriler için kullanılmaktaydı. Kent mimarisi bütün yolların merkeze çıkacağı biçimde düzenlenmişti. Merkez aynı zamanda feodalizme karşı demokratik hakların kullanılabileceği bir üs halinde idi. Sonraları kapitalist kent, kapitalist devletin küçük bir modeli olarak örgütlendirildi. Kent işçi sınıfı ve burjuvaziyi farklı mekanlarda ve farklı koşullarda barındıracak biçimde imar edildi. Avrupa'da ilk işçi sınıfı ayaklanmaları başladığında kent, burjuvazinin duyduğu korku ve tedirginliği en aza indirecek biçimde tasarımlanmaya çalışıldı. İşçi sınıfının yaşam alanlarının ve fabrikaların merkeze uzak olarak yapılması öncelikle kitlesel bir ayaklanmanın merkeze ulaşmadan durdurulabilmesi olanağını yaratmaktaydı. Geniş cadde ve sokaklar ayaklanan kitlenin barikat kurmasını engellemek için düşünülmüştü. (3) Mimariyi işçi sınıfına karşı bir silah olarak kullanan burjuvazi her şeye karşın fabrikalarında çalışan işçilerin fabrikalara el koyma olasılığı karşısında neredeyse savunmasızdı. İktidarını ilan eden ve sağlamlaştıran burjuvazi kentin demokratik içeriğini de ortadan kaldırdı. Merkez meydanlar egemen sınıfların ideolojik tutumlarını en iyi biçimde yansıtacak biçimde düzenlendi. Anıtlar, görkemli binalar, havuzlar vb. bu egemenliğin dışa vurumudur. İşçi semtleri uzağa taşınırken bir burjuvanın aylarca hiçbir işçiyi görmeden yaşayabileceği mekanlar oluşturuldu.


Ortak mekan varoşlar


Feodalizmde köylüler, mekansal olarak bir tecrit ortamında, örgütlenmenin mümkün olamayacağı denli birbirlerinden uzakta yaşarken, kapitalizmde işçi sınıfı üretimde ve yaşamda aynı mekanları paylaşmaya başladı. Bu durum dayanışma ve mücadele duygularının ve bilincinin gelişimi için özel bir olanak sağlamıştı. Şehirlerin nüfusunun artmasına paralel olarak işçi sınıfının da nüfusu artmış, varoşlar yoksulluğun ve işçilerin ortak mekanı haline dönüşmüştü. Ayrıca, Marx ve Engels'in Manifesto'daki söylemleriyle, burjuvazi kentsel nüfusu artırırken nüfusun büyük kısmını da kırsal yaşamın ahmaklığından kurtarmıştı.


Engels ünlü eseri İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu'nda bu durumu şöyle betimlemektedir:


"Kent [Manchester], öyle garip kurulmuştur ki, kişi kendini işi ve eğlence gezintileriyle sınırlarsa, bu kentte yıllarca yaşasa da, her gün sokağa çıksa da emekçi mahalleleriyle hatta işçilerle bile karşı karşıya gelmeyebilir. Bunun başlıca nedeni, dile getirilmemiş bilinçsiz bir uzlaşmayla olduğu kadar, söze dökülmüş bilinçli bir kararlılıkla da emekçi halkın mahalleleri, orta sınıf için ayrılan kent mahallelerinden bıçakla keser gibi ayrılmıştır, bunun olmadığı yerlerde de yardımseverliğin örtüsü ile gizlenmiştir." ... "Her büyük kentte, işçi sınıfının üst üste yığıldığı bir ya da daha çok kenar mahalle var. Doğrudur, yoksulluk çoğu zaman zenginlerin saraylarına yakın arka sokaklarda oturur; ama genelde, ona ayrı bir toprak parçası ayrılmıştır; orada o, mutlu sınıfların gözünden uzakta, yapabildiği ölçüde ayakta kalmaya çabalar durur."(4)


Kapitalist kentin doğuşu güç dengelerini kırın aleyhinde bozguna uğratmıştı. Kentler kapitalist sistemin motoru haline gelmiş, kentlerin bağrında sanayi proletaryası nicelikçe artmaya başlamıştı. Bu vesile ile kentler bir yandan sefaletin, yoksulluğun adresi haline gelirken diğer yandan da sistemden hoşnutsuz kitlelerin yaşadığı mekanlar haline gelmişti.


NOTLAR

(1)
Bu genellemeye uyan kentlerden birisi Çatalhöyüktür. Çatalhöyük neolitik toplumun çok önemli özelliklerini barındırır. Sınıfsal farklılaşmayı ifade eden herhangi bir yapının olmaması, ev boyutlarının birbirlerine yakın olması, dışardan gelebilecek saldırılara karşı evlerin birbirleriyle sırt sırta yapılmış olması, evlere çatılardan girilmekte olması dayanışmacı bir toplumun önemli kanıtlarını sunmaktadır. Neolitik topluma ait ören yerlerinde buna benzer çok sayıda mimari buluntu mevcuttur.
(2)
Megaron: İnsan barınaklarının kare planlı ilk mekanlarındandır. Bir anlamda mimarlığın doğuşunun simgesidir.
(3)
Paris'i yeniden inşa eden Haussmann örneği ilginçtir: 3. Napolyon Paris'i yeniden inşa etmesi için Haussmann'ı görevlendirmişti. Paris'in devrimler sırasında yaşadığı deneyimleri Haussmann, planlarında dikkate almıştı. Bunlardan biri geniş caddeler yaratılması ve ana tren hatlarının birbirine bağlanmasıydı. Bu plan işçilerin barikat kurmasını engellemek ve topçu birliklerinin rahat sevkiyatını sağlamak için yapılmıştı. Bu adım "Sanayi Devrimi"nin şehirleşme pratiğindeki dönüm noktalarından birisiydi.
(4)
F. Engels, İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu, Ankara 1997, s. 95, 73.

YARIN:

  • Sosyalist mekan yaratma mücadelesi
  • Kentin özgün çelişkilerinden kaynak alan kentsel hareketler
  • Sermayenin ve bilincin "Kentleşmesi"
  • Mekansal ilişkiler ve mekansal olgular

Hiç yorum yok: