6 Ocak 2011 Perşembe

Yoksulluk Yardimi Siyaseti-2

Yeni_Özgür_Politika AKP, yani devlet, sosyal patlamaların önüne geçmeye çalışıyor. Bu açıdan yoksulluk yardımları da, AKP’nin yoksullaşmış enformel işçi sınıfını, dolayısı ile de Kürtlerin büyük çoğunluğunu, siyasi olarak kontrol etmek ve harekete geçirmek için benimsediği siyasi bir strateji oluyor. Bu, Kürt muhalefetinin de karşı bir stratejiyi geliştirmesini gerektiriyor.
Dünkü yazıda belirtmeye çalıştığım üzere, 2000’lerde yoksulluk yardımlarındaki patlamayı şekillendiren şey, AKP, CHP ve DTP/BDP arasındaki gittikçe yükselen siyasi rekabet olmuştur. IMF ve Dünya Bankası gibi aktörlerin de yoksulluk yardımlarını, üstelik de dünya ölçeğinde, tehlikeli toplumsal hareketlerle başa çıkmanın bir yolu olarak ortaya koyması da, yoksulluk yardımlarının Türkiye’de mantar gibi çoğalmasına katkı sağladı. Zira hem AKP’nin hem IMF/DB’nın öngörüleri örtüşmüş oldu.

AKP, CHP, BDP
Türkiye özelinde, AKP ve Kemalist cephe arasında son sekiz yıldır süren ve hepimizin yakından takip ettiği siyasi rekabet, devlet iktidarını elde tutabilmek için hemen her yolun kullanıldığı egemenler arası açık bir savaş haline geldi. Darbe yapmak/muhtıra vermek, parti kapatmaya çalışmak, Cumhurbaşkanlığı’nı ele geçirmek, YÖK’ü kapmak, suikastler düzenlemek, istihbarat kullanmak, komplo kurmak dahil olmak üzere çeşitli yöntemler karşılıklı aktörler tarafından kullanıldı. Ama, merkezi devlet aygıtı içerisinde süren bu mücadeleyi sürdürebilmek için bir halk desteği de gerekti. Kemalistler irtica karşıtlığı söylemi ile orta sınıfları mobilize ederken, AKP de yoksulluk ve sağlık yardımlarını artan bir şekilde kullanıp alt sınıfları mobilize etmeye çalıştı. AKP bunu yaptığı ölçüde batıdaki metropollerin varoşlarını mobilize etti. CHP’nin son yerel seçimlerdeki varoş atağı kısmen başarı kazanınca da, CHP kurmayları bunun AKP’yle başetmenin yegane yolu olduğunu kavradılar. Bu süreç de Kılıçdaroğlu’nu iktidara gelişini kısmen açıklamaktadır.

AKP, bu elit mücadelesinin tarafı olarak Kemalist’lerle rekabet ederken, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hükümeti olarak da Kürt hareketini zaptetmek durumunda. Bu, bir yandan devletin şiddet aygıtını, askeri, polisi, yargıyı kullanmak demek iken, bir yandan da siyasi arenada BDP ile rekabet etmek anlamına geliyor. BDP’yi altetmek demek, büyük kentlerin, İstanbul’un, İzmir’in, Diyarbakır’ın yoksul varoşlarını tam olarak kontrol etmek oluyor. Zira, BDP, büyük kentlerin varoşlarında AKP’nin önemli bir rakibi, Kürt illerinde ise tek rakibi haline gelmiştir. Konda’nın yaptığı araştırmanın sonuçları bunu göstermektedir.

2007 yılındaki bu tablo, toplumu gelir gruplarına göre beşe bölmektedir ve bu grupların kime oy verdiğini göstermektedir. Buna göre, en fakir yüzde 20’lik nüfusun yüzde 43.9’u AKP’ye oy verirken, ikinci sırada yüzde 11.1 ile DTP gelmektedir. DTP’nin seçmenlerinin üçte ikisi en alt yüzde 40’lık gruptandır. DTP, en zenginlerden hiç oy almazken, “sosyal demokrat” CHP en zenginlerin yüzde 40.5’inin oyunu almıştır. Bu tablo göstermektedir ki, AKP ve BDP, en yoksullar üzerine, proleterler üzerine, rekabet etmektedirler. Benim Diyarbakır’ın Bağlar semtinde gerçekleştirdiğim kendi araştırmamdan da şöyle bir sonuç çıkmıştır: BDP’nin yüzde 80’e yakın oy aldığı bu yoksul mahallede, AKP’yi destekleyen az sayıda insan iki ayrı gruptan gelmektedir. Ya, sigortalı sabit bir iş, bir dükkan gibi az da olsa bir ayrıcalığı olan insanlar, ya da en dipte olan, en yoksul olan, ama en çok miktarda yoksulluk yardımı alan insanlar. AKP’yi bu insanlar desteklemektedir. Yine, Diyarbakır’daki son 4 seçimde oy oranlarından da görüleceği üzere, AKP-DTP rekabeti kıyasıya bir rekabettir, oylar bir AKP’ye bir DTP’ye kaymaktadır. AKP, 2007’ye kadar oylarını artırmış, ama 2009 seçim çalışması ile DTP oylarını geri alabilmiştir. Bu dönemde, Diyarbakır’da yoksulluk yardımları seçim mücadelesinin bir aracı olarak kat be kat artmıştır.

Refah sistemindeki dönüşüm
Siyasi alandaki bu rekabet, yoksulluk yardımlarındaki “dengesiz patlamanın” en önemli sebebidir. Ancak, yoksulluk yardımlarındaki patlama, Türkiye’ki sosyal refah sisteminin geçirdiği daha büyük bir dönüşümün de bir parçası. Türkiye’de, 1980’lerden bu yana vatandaşlara verilen sosyal refah, “iş merkezli” bir sistemden “gelir merkezli” bir sisteme geçmektedir. Yani, eskiden vatandaşlar “çalıştıkları işe göre”, işçi mi, memur mu, köylü mü, esnaf mı, olduklarına göre sosyal refah ve güvenlik uygulamalarından faydalanırken, bugün, “sahip oldukları gelire” göre sosyal refah sistemine dahil olmaktadırlar. Yani, kişi belli bir gelirin altında ise kömür, yeşil kart, gıda, nakit transferi almakta, üstünde ise almamaktadır. Bir başka deyişle, 2000’lerden önce vatandaşların çoğu ve devlet için, asıl önemli olan Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi kurumlar iken, bugün önemli olan yeşil kart, kömür, şartlı nakit transferleridir. Devlet, giderek artan miktarda kaynağını gelir kriterine göre dağıtmakta, giderek fazla sayıda insana bu gelir kriterine göre refah dağıtmaktadır. Yoksulluk yardımlarının patlaması da, bu sistematik geçişin bir göstergesidir.

Daha önce de belirttiğim gibi, refah uygulamaları bütün modern dünya tarihi boyunca, bir siyasi kontrol ve mobilizasyon aracıdır. Bunu yapabilmesi için de sosyal refahın vatandaşlar için bir “çekiciliği” olması, bir meşruiyet sağlaması gereklidir. Mesela, işçiler radikalleştiği zaman, onların sağlık haklarını artırmak, emeklilik yaşını düşürmek, işçileri sakinleştirmeye aday bir hamledir. Ancak, 1970’lerle bugünü karşılaştırınca ortaya çıkan asıl sonuç şudur: Türkiye’de toplumsal muhalefet merkezi, “formal işçi sınıfından”, belkemiğini Kürtlerin oluşturduğu “enformal işçi sınıfına” geçmektedir. Devletin asıl olarak zaptetmek veya mobilize etmek istediği kesim artık budur. Ama düşünün, Mersin’de, Hakkari’de, Güngören’de polise taş atan 19 yaşındaki bir Kürt genci için emeklilik hakkına sahip olmak, hiç de “çekici” bir olanak değildir, zira o genç, bugünkü ekonomi içerisinde bunun emekli olmasının mümkün olmadığının farkındadır. Kayıtdışı ve geçici işlerin yoğunlukta olduğu bir ekonomide, emekli olmak için gerekli zaman boyunca o gencin sigortalı kalması hemen hemen imkansızdır. Bu, bugün toplumsal siyasette baskın özne olan Kürt proleterlerin, örneğin, Diyarbakır’da taş atan Kürt gençlerinin, Newroz’a giden Kürt kadınların, oyunu AKP’ye mi BDP’yi mi vereceğini düşünen Bağcılar’daki inşaat işçilerinin çoğu için geçerlidir. Yukarıda belirttiğim gibi de, AKP ve DTP bu en yoksullar, proleterler üzerine rekabet etmektedirler. Bu rekabette, AKP, yani devlet, bu insanları SSK ile kendine bağlamayaz, ama kömür yardımı ile, yeşil kart ile, gıda yardımı ile bağlayabilir. Bu kavrayış, yoksulluk yardımlarının hızla artırılmasının ardındaki temel saiktir.

Yanlızca Türkiye’de değil
Bu tarz bir dönüşüm yanlızca Türkiye olmuyor. Tam tersine birçok ülkede, özellikle Türkiye benzeri ülkelerde, örneğin Brezilya’da, Endonezya’da, Güney Afrika’da, Güney Kore’de, yoksulluk yardımları eskinin iş merkezli yardımlarının yerini hızla alıyor. Bu genel bir eğilimdir, zira bu politikaları asıl olarak ortaya koyan ve tavsiye eden Dünya Bankası ve IMF gibi uluslarası kuruluşlardır. Bu kuruluşlar yoksulluk yardımlarını öne çıkarmaktadırlar, çünkü Türkiye’nin varoşlarındaki hareketlilik Brezilya’nın, Endonezya’nın, Güney Afrika’nın, Güney Kore’nin varoşlarında da olmaktadır. Türkiye’nin refah sistemindeki değişiklik, dünyadaki refah sistemlerindeki genel değişikliğin bir parçasıdır, çünkü Türkiye varoşlarındaki değişiklik, dünyadaki varoşların geçirdiği değişikliğin bir parçasıdır. Varoşların enformal proleteryası bütün dünyayı tehdit etmektedir, etnik ayaklanmalar bütün dünyayı tehdit etmektedir. Immanual Wallerstein’in dediği gibi, bu ikisi, yani etnik ayrımlar ve sınıfsal ayrımlar da gittikçe örtüşmektedir. Dünya bankası da, IMF de, AKP de bunun farkındadır, ve işte kömür yardımları da tam bu yüzden dağıtılmaktadır.

Kontrol ve Mobilizasyon
Kısacası, AKP bu yoksulluk yardımlarını iki amaçla kullanmıştır: Birincisi, güvenlik gerekçesi ile, Kürtlerin BDP etkisi ile daha da radikalleşmesini ve siyasi bir tehdit olmasını engellemeye çalışmaktadır. Yoksulluk yardımları ile AKP, kentleşen, proleterleşen ve yoksullaşan Kürtleri BDP’nin ekseninden çıkarabilmeye çalışmaktadır. Eğer, devletin ve AKP’nin derdi gerçekten vatandaşının “yediği, içtiği, yakacağı, giyeceği” olsa idi, benzer dertlerin olduğu yerlere benzer şekillerde müdahale etmeleri gerekirdi. Ancak, İç Anadolu’da yardımlar bu ölçüde dağıtılmamıştır, zira İç Anadolu halkı devlet için bir tehdit değildir. Bugün Kürtler, özellikle Kürt gençleri ve kadınları, aktif ve radikal bir mücadeleye aktif bir şekilde katılmaktadırlar- tıpkı 1960’larda Amerikan metropollerindeki siyah gençler gibi. Dolayısı ile, Melih Gökçek’in de bizimle paylaştığı gibi, AKP, yani devlet, sosyal patlamaların önüne geçmeye çalışıyor. İkinci olarak, AKP, Kemalistlere karşı Kürtlerin ve yoksulların oylarını ve desteğini mobilize etmeye çalışmaktadır. En son referandumdaki boykot kararının yankısı ve etkileri de, bu kitlenin kritik seçmen gücünü hepten ortaya koymuştur. Yoksul işçilerin ve Kürtlerin desteği olmadan, AKP’nin Kemalistler ile mücadele etmesi imkansızdır. Yoksulluk yardımları patlama yapmıştır, çünkü AKP, CHP ve DTP/BDP arasındaki siyasi mücadele patlama yapmıştır. Yoksulluk yardımları, bu politik mücadeleye paralel bir istikamet takip etmiştir.

Ne yapmalı?
Bütün bu saptamalar şunu gösteriyor: Yoksulluk yardımları, AKP’nin yoksullaşmış enformel işçi sınıfını, dolayısı ile da Kürtlerin büyük çoğunluğunu, siyasi olarak kontrol etmek ve harekete geçirmek için benimsediği siyasi bir strateji. Bu, Kürt muhalafetinin de karşı bir stratejiyi geliştirmesini gerektiriyor. Kısaca belirtmeye çalışmıştım. BDP, AKP’nin yoksulluk yardımlarını ne amaçla kullandığının gayet farkında, ve bunun önemli bir tehdit olduğunun da bilincinde. Bugüne kadar da Kürt hareketinin bu yardım temelli siyasete verdiği iki temel yaklaşım mevcut. Birincisi, “AKP yardımlarla oyumuzu satın almaya çalışıyor”, “Kürt halkının onuru ile oynuyor” diyen sadaka kültürü eleştirisi. Bu eleştiri muhakkak ki doğru. Ancak, bu eleştiri Kürt siyasi hareketini de Kürt halkını da pasif bir konumdaymış gibi değerlendiriyor. İnsanların yoksulluk yardımını alırken, hatta yoksulluk yardımını alıp oyunu da AKP’ye verirken, aslında rasyonel davrandıklarını düşünmeyen bir eleştiri bu, ve biraz da mağdur pozisyonundan bir siyasete yol açıyor.

Ancak, bundan daha tehlikelisi, böyle bir siyaset, Kürt halkını yoksulluk yardımlarını reddetmeye çağırıyor. Ancak, insanlar, eğer kömür yardımı alıyorlarsa, seçimden önce buzdolabını kabul ediyorlarsa, bunu gerçekten, ama gerçekten ihtiyacı içerisinde oldukları için yapıyorlar. Dolayısı ile, BDP, yoksulluk yardımlarını kötüledikçe, kendi kitlesi ile arasına maddi bir çıkar çelişkisi koymuş oluyor. AKP, Kürtleri “ya Kürt kimliği, ya bulgur makarna” ikilemine koymuşken, BDP de “bulgur makarna onursuzluktur” dediğinde, sanki kendi insanının karnının aç olup olmadığını AKP kadar umursamıyormuş, konumuna düşmüş oluyor.

İkinci bir yaklaşım da, yoksulluk yardımının siyasi gücünü kabullenip, kendi yardımını dağıtmayı seçmek. Bu, yardım siyasetinde AKP ile yarışa girmek anlamına geliyor. Ben, doğrusu, bu yarışa girilmesi gerektiğini düşünüyorum, AKP’ye siyasi alan kaptırılmaması için yapılması gereken bir harekettir. Bu açıdan da, Diyarbakır’daki Sarmaşık gibi kurumların çok ama çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama, AKP, devletin IMF ve Dünya Bankası destekli milyar dolarlık bütçesini yardımlar için kullandığı için, başka bir strateji eşliğinde olunmadığı takdirde bu yarışı kaybetmek çok doğal olacaktır.

Yoksulluk yardımı veriyorlarsa, daha fazlasını talep edelim!
Benim önerdiğim yaklaşım ise şöyle. Devletten vatandaşa yoksulluk yardımı gitmesi her zaman için iyi bir şeydir veya kötü bir şeydir, denemez. Burada önemli olan, yoksulluk yardımı politikasının öznesinin kim olduğudur, yani bunu kimin talep ettiğidir. Eğer, yoksulluk yardımını AKP veya IMF veya Dünya Bankası, tepeden inmeci bir şekilde gündeme getiriyor ise, bu benim ta baştan beri anlattığım siyasi kontrol ve mobilizasyon staretejilerinin bir parçasıdır. Ancak, eğer, yoksulluk yardımını talep eden bir halk hareketi varsa, işler değişir.

Diyelim ki AKP bu yardım sistemini sistemi başlattı, ve de başka türlü siyasi hesapları var. AKP ne yapıyor, Şartlı Nakit Transferi ile ayda 20-30 milyon lira annelere para yardımı yapıyor. Yahut, sistematik olmayan bir şekilde kömür yardımı dağıtıyor, seçimden önce buzdolabı veriyor vs vs. Zaten, yoksulluk yardımlarının AKP için bu kadar güçlü hale gelmesinin sebebi de bu dağıtılış şekli. Çoğunlukla kurala, sisteme bağlı olmadığı için, sanki bir nimetmiş gibi, AKP’nin gönlünden kopmuş gibi bir izlenim yaratabiliyorlar.

İşte bu noktada, Kürt halkı şu iki talebi kitlesel bir şekilde yükseltirse, AKP’nin silahı AKP’ye geri patlayabilir: (1) Yardımlar sistematik ve hak temelli olsun (2) yardımların miktarı ve kapsamı artırılsın. BDP seçim propagandasında bunu zorlayacak tek partinin kendisi olduğunu dile getirmeli. Eğer Kürtlerin ve ezilenlerin mücadelesinde yoksulluk yardımı düzenli bir hak olarak talep edilirse, sosyal yardımlaşmadan gıda yardımı 2 aydır ilk defa geldiği zaman Bağlar’daki vatandaş “Allah razı olsun” demektense, “iki aydır neredeydiniz, benim hakkımı getirmediniz” diyebilecektir. AKP 2 kilo bulgur veriyorsa, 4 kilo talep etmek lazım, 25 lira çocuk parası veriyorsa 50 lira talep etmek lazım. Madem ki yardım vermeyi çok seviyorlar, insan gibi versinler, değil mi? Bu tarz talepleri sürekli olarak yükseltmek, hem AKP’yi sıkıştıracak, hem de Kürtlerin siyasi ve maddi çıkarları arasındaki gerilimi azaltıp BDP’ye siyaset alanı açacaktır.

Unutmamalıyız, yoksulluk yardımlarının tarihi ve sosyolojisi bize gösteriyor ki, yoksulluk yardımları, ancak yoksullar siyasi özne oldukları zaman devlet tarafından veriliyor. Aynı 1960’larda ABD’deki siyahlar gibi, Türkiye’de Kürtler de kentlerde siyasallaştıkça yardımlar arttı. Dolayısı ile, yoksulluk yardımlarının artması, Kürt siyasi hareketinin kentlerde yükselmesinin bir sonucudur. Bu, devletin, mücadelenin önünü kesme çabasıdır; bu, mücadelenin bir sonucudur. Bunun bilincinde olarak, şimdi de mücadele, bu yardımların daha düzenli, hak temelli ve daha yüksek miktarlarda verilmesini talep etmelidir.

Ayrıca, yardım alan insanların maddi çıkarı dışında da önemli bir şey var. İlk bölümde bahsettiğim DPT’nin raporu önemli. Rapor, yoksulluk yardımları yoksulluğu azaltmıyor diyor. Dolayısı ile, insanlar aslında yoksulluktan kurtuldukları için AKP’ye sempati duymuyorlar. AKP onları yardım-seçim sürecinde bir insan, bir aile olarak dikkate aldığı için, bir oylarının bile ne kadar değerli olduğunu gösterdiği için, o bir oy için bir milyarlık buzdolabını verdiği için, AKP’ye sempati duyuyorlar. İnsan, kendisine önem verene önem verir, değil mi? AKP’nin yardım politikası bireyselleştirici bir politika, insanları toplumsal bağlam ve hareketten izole edip, onlarla birey ve aile olarak iletişime geçen bir politika. Bunun karşısında, Kürt insanını sadece “Kürt hareketinin kitlesi” olarak görmemek lazım. İnsanların gayet bireysel olan maddi ihtiyaçlarını, toplumsal bir talebe dönüştürmek, Kürt bireyinin çıkarı ile Kürt hareketinin çıkarını örtüştürmek gerekiyor. Hak temelli yoksulluk yardımlarını bir toplumsal hareketin talebi olarak yükseltmek, bu açılardan oldukça işe yarayacaktır diye düşünüyorum.

BİTTİ
ERDEM YÖRÜK
 

Hiç yorum yok: