6 Ocak 2011 Perşembe

Sağlıkta Bölgeler Arası Eşitsizlik-2

Bulaşıcı hastalıklar

2004 yılına kadar olan verilerde Bölge'de düşük bir aşılama çalışmasının olduğu fakat 2004 yılında yükseldiği görüldü. Bunun sebebi olarak Avrupa ülkelerinin aşılama için Türkiye'ye aktardığı fonlar olabilir.


Özellikle Diyarbakır gibi bazı illerimizde şehir ismiyle anılır halde olan sıtma gibi bazı hastalıklar aşılamayla neredeyse bitmiştir. Özellikle bu azalma yerel yönetimlerin yapmış olduğu çevresel önlemlerle gerçekleşmiştir. Yerel yönetimlerin bu çalışmaları kanalizasyon ve su ile bulaşan hastalıkların ciddi anlamda azalmasına sebep olmuştur. Her ne kadar temiz su kaynaklarına ulaşılabilirlik, altyapı, hijyen ve bağışıklama gibi konularda büyük ilerlemeler sağlanmışsa da; gelir dağılımındaki uçurumun getirdiği yoksulluk, nitelikli sağlık hizmetleri ve temiz su kaynaklarına erişilebilirlikteki sıkıntılar ve altyapı sorunlarının halen devam etmesi ile savaş, işsizlik ve yoksulluk sonucu meydana gelen göçün ürettiği sorunlar bulaşıcı hastalık etkenlerinin çoğalmasını ve yayılmasını her geçen gün farklı boyutlarda da olsa sağlamaktadır.


Bölgemizde devlete karşı olan güvensizliğin bir yansıması olarak bağışıklama programlarına karşı oluşmuş bir direnç mevcuttur. Özellikle de SSPE vakalarının görülmesiyle aşı yapılması sıkıntı yaratmaktadır. Kırsal bölgede daha fazla olmak üzere yaşayan birçok yurttaş, devletin özel bir politika olarak aşıyı Kürt nüfusunu azaltma amacıyla yaptırdığını iddia etmekte, kendisi ve çocuğuna aşı yaptırmamaktadır. Bağışıklama programları hastalıklardan korunmada en önemli yöntem olarak öne çıkmaktayken, toplumun devlete karşı haklı (!) önyargısı bunun önünde en önemli engeli oluşturmaktadır. Bunun sonucu olarak; eğitime gerekli önemin verilmemesi, kırsal alanda yaşayan nüfusun fazlalığı ve yabancı dilde eğitim ve sağlık hizmeti verilmesinden dolayı sistem tıkanma noktasındadır. Yine Bölge'de birçok ilde Hepatit-A, Akut kanlı ishal, Tifo, Brucella Türkiye ortalamasının çok üzerindedir.

 


Göçün yarattığı sağlık sorunları

  • TİHV'in yaptığı araştırmaya göre 2-3 milyon kişi yaşadığı yeri terk edip göç etmiştir.
  • Van'da yapılan çalışmada göç edenlerin;
    • Yüzde 30'unda depresyon
    • Yüzde 15'inde manik bozukluk
    • Yüzde 19'unda somatizasyon bozukluğu, tespit edilmiştir.
  • Diyarbakır merkezine göç sebebiyle gelen 100 göçmen ile yapılan çalışmada yüzde 66 oranında travma sonrası stres bozukluğu saptanmıştır.
  • TÜİK verilerine göre Bölge'deki depresyon yaygınlık oranı Türkiye ortalamasından 3,2 kat daha fazladır.

İntiharın nedenleri çeşitlilik göstermektedir. Bunlar: Psikolojik (kişisel) nedenler ve sosyolojik (toplumsal) nedenlerdir. Psikolojik nedenleri, derin bir umutsuzluk, depresyon, uzaklaşma, öz-nefret, başkalarını cezalandırma veya onlara suçluluk hissettirme çabası, dayanılmaz acılardan, başarısızlıklardan, yaşlılık korkusundan kurtulma arzusu ve intikam olarak sıralamaktadır. Sosyolojik neden olarak ise, modernleşmenin uluslararası düzeyde getirdiği ortak yaşam alanları ve üst kimliklerin bireye dayatılmasını göstermektedir. Dünyanın birçok yerinde erkek intihar oranları kadınlardan yüksek iken, bu oran özellikle bölgemizde kadın intihar oranları erkek intihar oranlarından 3 kat daha fazladır. Batman ve Diyarbakır'da yaşayan kadınların intihar eğilimi düzeyleri Ankara'da yaşayanlarınkinden daha yüksek. Silahlı çatışmanın intihar eğilimi açısından bir fark yaratıp yaratmadığını belirlemek amacıyla Bölge'de yapılan araştırmalarda, silahlı çatışmaya tanık olan kadınların intihar eğilimlerinin, Bölge'de yaşayıp çatışmaya tanık olmayanlarınkinden yüksek olduğu saptanmıştır. Kısacası Bölge'deki kadın intiharlarının en önemli nedeni o Bölge'de yaşanan savaş olduğunu söyleyebiliriz.

  • Mazlum-Der'in 2008 yılı Türkiye İnsan Hakları Değerlendirme Raporu'na göre, Türkiye'de 2007 yılında yaşanan çatışma sayısı 615 iken, 2008 yılında bu sayı 1103 olarak gösterilmiştir. Yine rapora göre çatışmalar, 1980 yılından sonra yoğunlukla Bölge'de gerçekleşti. Bu çatışmaların Bölge insanı üzerinde bıraktığı olumsuz psikolojik etkilere dikkat çekilmiştir.

Yerinden edilme, şiddet olaylarına tanık olma, doğrudan saldırı hedefi olma gibi durumların bu çatışmalı bölgelerde büyüyen çocukların sürekli olarak tanık oldukları ve maruz kaldıkları travmatik olaylardan bazılarıdır. Çatışma yaşanan ülkelerde meydana gelen travmatik yaşantıların, çocukların gelişimi, onların topluma yönelik tutumları, başkalarıyla olan ilişkileri ve genel olarak yaşama bakışları üzerinde etkisi olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Savaş dönemlerinde çocukların maruz kaldığı bazı travmatik yaşantılar şu şekilde sıralanabilir.

  • Ebeveynlerin şiddet/vahşet içeren ölümü,
  • Yakın aile bireylerinin öldürülmesine tanık olma
  • Ayrılık ve yerinden edilme
  • Terör saldırıları, kaçırma, yaşam tehdidi
  • Şiddet içeren eylemlerde yer alma
  • Bombardıman altında kalma
  • Ebeveynlerin korku tepkilerine tanık olma
  • Fiziksel yaralanma ve sakatlanmalar
  • Aşırı yoksulluk ve açlık

Travmatik olayların ardından, hazır olmadıkları halde yetişkin rolü üstlenmek durumunda kalabilirler. Ebeveynlerden birinin beklemedik kaybı ergenlerde olgunlaşmamış (prematüre) kimlik oluşumuna ya da kimlik karmaşasına neden olabilmektedir. Ergenler travmatik olayların yarattığı kaygılardan uzaklaşmanın bir yolu olarak kendine zarar verme davranışı sergileyebilirler. Ergenlik döneminde çatışma ve savaş gibi travmatik olayların olumsuz sonuçlarından bir diğeri de isyankâr ve antisosyal davranışlarda bulunma eğilimidir. DSM IV'ün son sürümünde (2005) travma sonrası stres bozukluğu 3 belirti kümesiyle tanımlanmaktadır; tekrar eden deneyimlere bağlı kabuslar ve flashbackler; duyarsızlaşmaya bağlı kaçınma ya da geri çekilme; aşırı uyarılma, belirgin sinirlilik, uykusuzluk, agresyon ya da zayıf konsantrasyon. Bunların hayatı tehdit eden olaylara yanıt olarak ortaya çıkmakta olduğu söylenebilir.

Türkiye'de 1991'de çıkan (TMK) nedeniyle, yaklaşık 5 bin çocuk "yetişkin" gibi gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, yargılanıyor, hapsediliyor. 30 seneyi aşan cezalar alıyordu.


Halen 12-18 yaş arası bu çocuklar pedagojik destek alamıyor, öğrenimlerine devam edemiyor. Duruşmalara elleri kelepçeli götürülüp getiriliyor. Diyarbakır Valiliği İl İnsan Hakları Kurulu'nun raporuna göre, yeterli beslenemiyor, pis ortamlarda yaşıyor, çamaşırlarını ve bulaşıkları sağlıksız yerlerde kendileri yıkamak zorunda kalıyor, yeterli sağlık hizmeti alamıyor. TMK Mağduru Çocuklar dediğimiz bu çocukların bir bölümü "yetişkin"lerle aynı koğuşlarda kalıyor, aileleriyle görüşleri yasaklanıyor, işkence ve kötü muameleye uğruyor. Kolluk güçlerince öldürülen, yaralanan çocuklar var. 1991'den bu yana polis ve asker şiddetiyle, Bölge'de hayatını kaybeden çocuk sayısı 328. Aralarında henüz ismi konmamış bebekler de vardı.


MEVSİMLİK İŞÇİLER


Mevsimlik işçilikle geçinenlerin zorunlu göç mağdurları arasındaki oranı bilinmiyor. Tabii, bu şaşırtıcı bir durum değil, zira zorunlu göçe dair hemen hiçbir konuda elimizde sağlıklı veri yok. İradeleri dışında topraklarından koparılan, ani, hazırlıksız ve kitlesel bir göçe zorlanan, bu süreçte devletten herhangi bir yardım almadıkları gibi ulusal ve uluslararası yardım kuruluşlarına ulaşmaları da engellenen, Bölge'deki ve ülkenin batısındaki büyük şehirlerin çeperlerinde kurulan "göç mahalleleri"nde yıllarca yoksulluk, yoksunluk, işsizlik ve ayrımcılıkla mücadele eden Kürtler, karınlarını doyurmak için yıllardır mevsimlik işçilik yapıyor.

 



Göç


Göç olgusu Türkiye açısından hayati bir noktada durmaktadır ve halen devam eden bu süreç ülkemizin varlığı ve geleceği açısından da merkezi bir role sahiptir. Türkiye'de göçün tarihini Cumhuriyet öncesine kadar uzatmak mümkündür. 93 Harbi, Balkan Savaşları ve arkasından gelen 1. Dünya Savaşı, Osmanlı egemenliğindeki topraklarda yaşayan insanların -özellikle Balkanlarda ve Anadolu'da- hayatlarını önemli ölçüde etkiledi. Günümüz Türkiye'sinde köylerden şehirlere ve kasabalara değil, kasaba ve küçük şehirlerden metropollere doğru bir göç hareketi sürmektedir. Bu süreç aynı şekilde devam ettiği takdirde metropoller başta olmak üzere büyük şehirler içinden çıkılamaz hukuki, toplumsal, siyasal ve kültürel problemler üretmeye devam edecektir.


KÜRT SORUNU VE GÖÇ


Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye'nin bir Kürt meselesi hep varolmuştur. Önceleri, ağırlıklı olarak entegrasyon ve geri kalmışlık kaygılarıyla ele alınan bu sorun, 1980'lerden itibaren, PKK'nin ortaya çıkmasıyla bir güvenlik sorunu olarak ele alınmaya başlanmıştır. Osmanlı döneminde yaşanan göçlerde, göçe tabi tutulanlara belli bölgeler gösterildikten sonra, iskân olanağı sağlanıyordu. Boşaltılan köylerin arazileri kadar göç edenlerin yaşayacağı yerlerde arazi tahsis ediliyordu. Günümüzde ise yer vermek bir yana yurttaş canını zor kurtararak göç etmek zorunda bırakılıyor. Bazen göç etmeleri için yurttaşa bir hafta-on beş gün süre veriliyor, bazen de hiç bu süre dahi tanınmadan baskın düzenlenerek köy yakılıp yıkılarak halkı yerinden sürülüyor. Köy halkı da en yakın şehre veya metropollere göç ediyor. İradeleri dışında topraklarından koparılan, ani, hazırlıksız ve kitlesel bir göçe zorlanan, bu süreçte devletten herhangi bir yardım almadıkları gibi ulusal ve uluslararası yardım kuruluşlarına ulaşmaları da engellenen, Bölge'deki ve ülkenin batısındaki büyük şehirlerin çeperlerinde kurulan "göç mahalleleri"nde Kürtler yıllarca yoksulluk, yoksunluk, işsizlik ve ayrımcılıkla mücadele etmektedir. Kürtler göç ettikleri yerlerde hor ve hakir görüldüler, kiralık ev dahi verilmedi. Potansiyel suçlu olarak her zaman ve her yerde takibata, gözaltı ve faili meçhul cinayete uğradılar. Dil ve kimlik sorunu yaşadılar. Çocuklar okulda ve çevrede uyum sorunları yaşadı. Sağlık sorunu ve tedavi için sosyal güvenceleri olmadığından, yeşil kart dahi verilirken sorunlar yaşandı. Büyük şehirlerin ana cadde ve meydanlarında iş bekleyen boş insanları, cadde ve sokaklarda mendil ve sakız satan çocukları, köprü altı sakinleri çoğaldı. Büyükler iş bulamazken daha ucuz olduğundan küçük çocuklara iş vererek sömürü çarkını işlettiler. Yeraltında denetimsiz, sağlıksız ve sosyal güvencesiz iş atölyeleri çoğaldı. Büyükşehirlerde gecekondulaşma aldı yürüdü. Altyapısı, okulu, sağlık ocağı olmayan; yol, su, telefon, elektrik vs. hizmetleri kısmen olan, çarpık bir kentleşme yaşandı. Geçmişi aratan bugünkü yönetim sonucunda halk üretimden kopartılmış, tüketen, işsiz, atıl bir duruma düşürülmüştür. Ülkenin sorunlarının yanlış politikalar sonucu bu hale gelmesinin sorumluluğu Bölge halkına yüklenmiştir.


Türkiye'nin doğusunda 1990'ların başlarında başlayan köy boşaltma ve zorla göç ettirme olgusu 1999 yılına kadar devam etmiştir. Göç ettirilen nüfus İçişleri Bakanlığı'na göre 355 bin, Hacettepe Üniversitesi'ne göre 950 bin, İHD ve TİHV'e göre 2,5 milyon, TMMOB ve GÖÇ-DER'e göre 3 milyondur.

 



PSİKOLOJİ

Psk. Mesut UMAR

Bağımlı kişilik bozukluğunun temel özelliği kişinin diğerlerinden bağımsız hareket edememesi ve aşırı derecede kendisine bakılma gereksinmesinin olmasıdır. Davranış biçimi uysallık ve yapışkanlıktır. Başkalarının yardımı olmadan bir işi yeterince başaramayacaklarıyla ilgili bir benlik algısı vardır. Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişiler başkalarından bol miktarda öğüt ve destek almazlarsa gündelik kararlarını vermekte güçlük çekerler. Yağmurlu bir havada yağmurluğunu giyip giymeme, ihtiyacı olan ayakkabıyı satın alıp almama gibi durumlarda karar vermede sıkıntı yaşar. Bu kişiler yaşamlarında genellikle edilgendirler ve önemli kararlarda, sorumluluk almada başkalarının onlara yardımcı olmalarını isterler. Bu kişiler eğitimleri, nerde yaşayacakları, evlilikleri, işleri vb konularda genellikle kendi başlarına karar veremezler ve anne babalarına ya da diğer yakınlarına bağımlıdırlar. Sorumluluklarını başkalarının alması gereksinmesi normal bir yardım istemenin çok ötesindedir.

Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişiler, desteklerini yitirecekleri ya da kabul görmeyecekleri korkusuyla başkaları ile aynı görüşü paylaşmadıklarını söylemekte zorluk çekerler. Farklı bir görüşe sahip olsalar bile bunu dile getirmezler. Bağımlı oldukları kişi ya da kişiler yanlış yapsa dahi onların desteğini kaybetmeme adına bir şey söylemezler. Aynı nedenle bu kişilere yönelik kızgınlıklarını göstermezler. Bu kişiler kendi başlarına bir işi başlatma ve sürdürme konusunda başkalarının yardımına ihtiyaç duyarlar. Başkalarının bir işi kendilerinden daha iyi yapacaklarını düşünürler. Bu kişiler kendilerine güvenmezler ve kendilerini beceriksiz olarak kabul ederler. Başkalarından onay aldığında ise bir işi yalnız başına başarabilirler. Daha yeterli biri olmaktan korkarlar, çünkü bu durumun terk edilmelerine yol açacağına inanırlar. Sorunlarının ele alınması ile ilgili olarak başkalarına güvendikleri için bağımsız yaşama becerilerini geliştiremezler.


Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişiler başkalarının bakım ve desteğini sağlamak için hoş olmayan şeyleri dahi yaparlar. Akla yatkın olmasa dahi başkalarının isteklerine boyun eğmeye hazırdırlar. Çoğu zaman ilişkileri çarpık olabilir. Olağandışı özverilerde bulunabilirler ya da sözel, fiziksel ya da cinsel kötüye kullanıma katlanabilirler. Tek başlarına kaldıklarında kendilerini çaresiz ve rahatsız hissederler. Tek başlarına kalmamak için önemli buldukları kişilerin peşine takılırlar.


Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişiler yakın bir ilişkileri sonlandığında bir bakım ve destek kaynağı olarak derhal başka bir ilişki arayışına girerler. Anne baba ya da başka bir yakının kaybı ya da eşinden ayrılma durumunda başka birine gelişi güzel bağlanabilirler. Kendi başlarına bırakılacakları konusunda korku yaşarlar.


Bağımlı kişilik bozukluğu sergileyen kişilerde, plan yapma, herhangi bir projeye başlama konusunda yetersizlik, özgürlüklerinden ve girişimciliklerinden tamamen vazgeçme gibi temel çatışmalar vardır. Bu kişilerin diğerlerine bakışı, onları verici ve yeterli olarak görmeleridir. "Tümüyle çaresizim" gibi temel şemaları vardır. "Yeterli biri yanımda olursa hayatımı sürdürebilirim. Eğer terk edilirsem ölürüm. Var olabilmem için diğer insanlara özellikle güçlü insanlara ihtiyacım var. Mutluluğum böyle bir insana ulaşabilmeme bağlıdır" gibisinden işlevsel olmayan inançları vardır. Bu nedenle de "seni koruyanı, yardım edeni kızdırma. Onun yakınında ol. Mümkün olduğu kadar yakın bir ilişki kur. Onu kendine bağlamak için boyun eğici ol" stratejilerini kabul ederler. Reddedilme ya da terk edilme gibi temel korkuları vardır. Tipik davranışları, karşıdaki insanı mutlu ederek yakın ilişkiyi sürdürmedir. Bu kişiler gergin ilişkilerde anksiyete ve bağlı olduğu kişi yakınlarda olmayınca da depresyon yaşayabilirler.


Kaynaklar:
-Amerikan Psikiyatri Birliği: Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskı Yeniden Gözden -Geçirilmiş Tam Metin (DSM IV-TR) Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC,2000, Köroğlu E(çeviri ed.), -Hekimler Yayınlar Birliği, Ankara, 2007
-Savaşır I. Soygüt G. Kabakçı E. (2003). Bilişsel-davranışçı terapiler. Genişletilmiş 3. Baskı. Türk Psikologlar Derneği Yayınları. Sy.168 

Hiç yorum yok: