19 Ocak 2011 Çarşamba

Kürtler nasıl bir Anayasa istiyor?-2

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile Kürtlerin yeni anayasa talebi konusunda kaleme aldığı makaleyi bölümler halinde yayınlıyoruz...

Kuşkusuz daha önce de belirttiğimiz gibi bir anayasanın demokratik olması onun yöntemiyle yakından bağlantılıdır. Her şeyden önce bütün toplumun taleplerinin anayasaya yansıması lazım. Anayasaya eninde sonunda bir meclis karar verecekse, meclis içeriğine ve biçimine son şeklini verecekse o zaman bu meclisin nasıl oluşması gerektiği sorusu da çok önemlidir. Tarihte anayasalar açısından esas olarak da kurucu meclisler öngörülür. Birçok anayasayı kurucu meclis yapmıştır. Kurucu meclislerin diğer meclislerden en önemli farkı, elden geldiğince tüm toplumsal kesimlerin ve onların siyasi iradelerinin temsiliyetinin gözetilmesidir. Zaten böyle geniş bir temsiliyete sahipse o meclis ancak bir anayasa yapabilir. Anayasa yapacak meclisin ister ismi kurucu meclis olsun ister olmasın karakterinin bütün toplumsal kesimleri temsil edecek düzeyde oluşması gerekir. Eğer böyle bir bileşene sahipse o meclisin anayasa yapmaya yetkisi, ehliyeti ve meşruiyeti vardır denilebilir.


Her şeyden önce siyasal partiler yasası demokratik değildir. Siyasal partiler oy aldıkları kesimlerin iradesini de yansıtmıyorlar. Siyasal partileri oluşturan delagasyonlar ve kurumlar kesinlikle toplumun isteği biçiminde değil, parti oligarşileri tarafından belirleniyor. Bu açıdan bu partilerin zaten nasıl bir anayasa istediği konusu bile demokratik bir anayasa yapımına uygun değildir. Çünkü bu partiler belli bir oligarşinin düşüncelerini, isteklerini yansıtıyorlar. Bu açıdan bu siyasal partilerle yapılan bir seçim ve bununla oluşacak meclis tabii ki daha baştan temsiliyet krizi yaratmaktadır. Böyle bir meclisin temsiliyet konusunda meşruiyet sorunu olacaktır. Baraj düşse ve temsiliyet düzeyinde kısmi bir düzelme olsa bile siyasal partiler yasası değişmediği müddetçe gerçek bir demokratik anayasa yapacak bir kurum ortaya çıkmaz. Bu açıdan eğer Türkiye açısından demokratik bir anayasa yapılacaksa siyasal partiler kanunu da, seçim kanunu da değişmelidir. Baraj da düşmelidir.
 

‘YÜZDE 10 BARAJIYLA MECLİS OLUŞTURULAMAZ’


Seçim kanunu hem barajın yüksekliğinden dolayı antidemokratiktir hem de halkın kendi istediği temsilcileri seçme iradesini tam yansıtacak bir seçim sistemi değildir. Önüne konulan adayları seçmek zorunda bırakılmaktadır. Dolayısıyla en başta siyasal partiler ve seçim yasasının değişmesi gerekir. Kuşkusuz yüzde 10 barajıyla demokratik bir meclis oluşturulamaz. Demokrasi bir yönüyle de sadece oran olarak en büyüğün değil, bunun dışındaki toplumsal kesimlerin de sesini yükselttiği bir sistemin adıdır. Bütün farklılıkların kendi iradesini ortaya koymasıdır. Esas olarak da tabanın örgütlü güç olması ve iradesini siyasi kararlara yansıtmasıdır. Bu yönüyle bakıldığında yüzde 10 barajıyla Kürtlerin iradesi meclise yansımayacaktır. Böyle bir meclisin demokratik anayasa yapması ve Kürt sorununu çözmesi mümkün müdür?
 

Kürtlerin iradesinin yansımadığı bir meclisin Kürt sorununu çözecek bir anayasa yapması zordur. Kaldı ki Kürt sorunu çok farklı bir konudur. Şimdi şöyle bir şey söyleniyor: Türkiye'de ancak bütün diğer partiler isterse çözülür. Bu nedenle Türkiye'de herkesin bu çözüme onay vermesi gerekir. Bir yönüyle doğru olsa bile bir yönüyle de bir saptırmayı ve çözümsüzlüğü dayatmayı ifade ediyor. Kürtler değil, %5’lik bir azınlık topluluk olsun. %95 olan bir çoğunluk eğer demokrat değilse, şovenist ve ulus devletçi zihniyete sahipse ve azınlığın hakkını tanımıyorsa bu normal görülebilir mi? İşte çoğunluk istemiyor diye çoğunluğun istediği kadar hak talep et denilebilir mi? Demokrasiye böyle yaklaşılabilir mi? Demokrasi esas olarak çoğunluğun değil de azınlıkların ne istediğinin dikkate alınması ve haklarının tanınmasıdır. Burada çoğunluk istemiyor ya da şu kadarını veriyor denilerek bir toplumun hakları yok sayılamaz.
 

KÜRTLERİN TALEPLERİ SINIRLANDIRILAMAZ


Hem Kürtlerin sesinin meclise yansıması tam sağlanmayacak hem de çok sınırlı yansımanın olduğu ortamda bütün Türkiye istemezse istedikleriniz karşılanmaz demek, çok antidemokratik, aslında çoğunluğun iradesini hakim kılacak bir yaklaşımı dayatmaktadır. Bu da antidemokratik bir yaklaşımdır. Dolayısıyla ilk önce baraj düşmeli ve böylelikle oluşacak meclis Kürtlerin sesini, yine farklı siyasal kesimlerin sesini temsil eden bir bileşime kavuşmalı ve tüm farklı kimliklerin, toplulukların sesi ciddiye alınmalıdır. Siz azınlıksınız, sayınız azdır, sayınız kadar konuşun denilemez. Hakları, hukuku neyse evrensel demokratik ölçüler çerçevesinde tanınması gerekir. Yoksa sizin sayınız azdır, diğer kesimler kabul etmiyor, o zaman sen mevcut haklarından vazgeç, ancak bizim kabul edebileceğimiz kadar hak iste denilemez. Böyle bir dayatmayı da yaklaşımı da kimse demokrasi adına Kürtlere dayatamaz. Ya da Kürtlerin talepleri şu güçlerin, şu çevrelerin hassasiyeti diye sınırlandırılamaz.
 

Kuşkusuz baraj düşürülürse Kürtler kendi haklarını Türkiye toplumuna da herkese de daha iyi anlatırlar. Kürtlerin iradelerini yansıttığı partilerini kapatacaksın, baraj koyacaksın, her türlü baskıyı yapacaksın, ama Kürt demokratik hareketinin karşısındaki AKP her türlü basın imkanını ve devlet imkanını kullanacak, buna da demokratik yarış diyeceksin! Senin gücün bu kadar, taleplerini toplum kabul etmiyor, diyerek Kürt halkının taleplerini görmezlikten geleceksin. Böyle demokrasi olmaz. Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin iradesinin tam yansımadığı bir meclisin yapacağı anayasa da daha baştan tartışmalı hale gelir. Bu açıdan demokratik bir anayasa yapılacaksa dünyada kurucu meclisler ya da anayasa yapan konseyler nasıl oluşmuşsa Türkiye de bu yöntemi esas almalıdır.


ANAYASA YAPMAK İÇİNYÖNTEMLER


Anayasalar çok söylendiği gibi toplum sözleşmeleridir. Devletlerin var olduğu günümüz dünyasında anayasalar aslında devlet ya da egemen sınıflarla diğer toplumlar arasındaki siyasal, sosyal dengeleri oluşturan metinler olarak görülebilir. Eğer böyleyse sadece bir siyasi kesimin, bir partinin, bir hükümetin ya da bir grubun oturup ben böyle bir anayasa yaptım, siz de onaylayın demesiyle yeni anayasa yapılmış olmaz. Eğer demokrasiden söz ediliyorsa otoriter bir rejimin, bir siyasi gücün kendi düşündüklerini dayatması gerçekleşmeyecekse o zaman yeni bir anayasa yapmanın kuşkusuz yol ve yöntemleri vardır.


Günümüzde yeni anayasalar, demokratik anayasalar nasıl yapılmalıdır sorusuna, demokratik zihniyetin geliştiği yerlerde ortak cevaplar vardır. Bu da bir toplumda ne kadar farklı sosyal kesim varsa, etnik, dinsel topluluk varsa ne kadar örgütlü kesimler varsa, yine kadın, gençlik gibi farklı kuşakların da içinde bulunduğu geniş bir toplumsal yelpazede herkesin sesini bulacağı bir yol ve yöntem bulmak gerekiyor. Tabii bunun için her şeyden önce çok yaygın bir tartışmanın olması ve her toplumun yeni anayasanın nasıl olması gerektiği konusunda düşüncesini ortaya koyması gerekir. Bunun için en başta da demokratik bir ortamın olması gerekiyor. Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün olması gerekiyor ve her türlü düşüncenin kendisini ifade etmesine tahammül etmek gerekiyor. En aykırı düşünceler bile anayasa yapımı süreçlerinde ortaya konulmalıdır. Çünkü her düşünce bir toplumsal kesimin taleplerini, isteklerini ifade etmektedir.
 

Günümüzde çok farklı kesimlerin yaygın tartışmasına imkan verecek koşullar da vardır. Özellikle medya olanaklarının, iletişim ağının artması, hemen hemen herkesimin kendi düşüncelerini ifade edeceği bir platform bulabilmesi böyle bir demokratik anayasa yapımına zemin sunmaktadır. Yeter ki siyasi güçler, siyasi gücü elinde bulunduranlar böyle bir tartışmaya ve yine örgütlenmeye engel olmak bir yana buna imkan tanıyacak bir yaklaşım içinde olsunlar. Bu açıdan en doğru yöntem anayasanın yapılacağı o ülkede -somutta Türkiye'de- her mahallede, her ilde, ilçede demokratik anaysa konusunda tartışmalar yaptırmak, halkın bu konudaki düşüncelerini almak, halkın katılımını sağlamak çok önemlidir.


DEMOKRATİK ANAYASA KONFERANSLARI


Öyle ki bu toplantılar, tartışmalar ve örgütlenmelerle halkı hem bilinçlendirmek hem de örgütlü bir toplum haline getirmek mümkündür. Bilinçli ve örgütlü bir toplum haline gelmek, demokratik bir anayasa yapmak açısından da güçlü bir zemin ortaya çıkarır. Sadece köyler, mahalleler, kasabalar gibi yerleşkeler değil; gençlik, kadın ve emekçiler başta olmak üzere her toplumsal kesim kendisi açısından tartışmalar yürütebilir. Çevreciler, esnaflar, ticaret sahipleri bunu yapabilir; üretim yapan işletmeler bunu yapabilir. Farklı etnik topluluklar, dinsel topluluklar, kültürel topluluklar nasıl bir demokratik anayasa istedikleri konusunda tartışmalar yaparlar. Böylelikle çok geniş tartışma platformları ortaya çıkar. Örneğin belirttiğimiz gibi köylerden mahallelere, kasabalara, oradan şehirlere kadar her yerde demokratik anayasa konferanslar yapılabilir.
 

Bu konferanslar genel olarak herkesimin katılacağı konferanslar olacağı gibi, her sosyal kesimin, kültürel kesimin kendi konferansını yaparak kendi taleplerini yansıtması biçiminde olur. Bunların mutlaka yapılması gerekiyor. Yoksa AKP'nin yaptığı gibi kendi düşüncelerini ortaya koymayacak, tartışmaları bugünden başlatmayacak, herkes kendi düşüncesini yapsın getirsin diyecek, bu doğru değildir. Herkesin projesini getirsin demekle olmaz. Başbakan “bu anayasayı biz yapmayacağız, toplumsal kesimler yapacak derken” yine dayatmacı anayasa yaklaşımını ortaya koymuştur. Biz herkesin görüşünü alacağız, ondan sonra da anayasacılarımız bunu bir metine dönüştürecek diyor. Bunu derken esas olarak da “biz görüş alırız, ama yine bildiğimizi okuruz” havasındadır. Nasıl ki demokratik açılım diyerek görüş istediler, ama sonunda ne açılım ortaya çıktı ne de aldıkları görüşleri dikkate aldılar. Anayasa gibi projeler çok yaygın tartışmalarla toplumsal eğilim ortaya çıkarılarak ve bu eğilimleri yeni anayasanın ruhu ve biçimi haline getirerek gerçekleştirilebilir. Bu sürecin her şeyden önce böyle ele alınması gerekir.


AKP'nin, CHP’nin, bütün partilerin nasıl bir anayasa istediklerinin ortaya konulması gerekiyor. Eğer seçimden sonraki meclis yeni anayasanın onaylanmasında rol sahibi olacaksa, toplum seçime giden partilerin nasıl bir anayasa düşündüklerini ortaya koymaları gerekir. Kuşkusuz toplumsal kesimler de anayasa konusunda düşüncelerini belirteceklerdir. Ancak her partinin de nasıl bir anayasa istedikleri konusunda düşünceleri vardır. En azından temel ilkeleri konusunda nasıl bir anayasa istediklerini ortaya koyabilirler. Bu açıdan anayasa tartışmalarının bugünden yapılması gerekiyor. Yoksa seçim olsun, meclis oluşsun, ondan sonra anayasa tartışmaları yapalım demek demokratik bir anayasa mantığına uygun değildir. Demokratik anayasalar artık böyle yapılmıyor ya da demokratik içeriği olan anayasaların yapılmasında artık bu yöntem izlenmiyor. Kuşkusuz sonunda herhangi bir meclis bunu kararlaştıracak, oylayacak, son şeklini verecektir. Ama bu, bütün toplumsal kesimlerin talepleri ortaya çıktıktan sonra, istemleri meclise yansıdıktan sonra olacaktır. Yine toplum meclise aday olanların demokratik anayasa konusunda görüşlerini bilerek temsilcilerini meclise gönderdikten sonra olacaktır. Toplumun düşüncelerini bilmeyen temsilciler ve demokratik yöntemle oluşmayan bir meclisin yapacağı ve onaylayacağı anayasa daha baştan tartışmalı olur.
 

Başbakanı seçimden sonra çeşitli kesimlerin görüşünü alacağız ve bunu anayasacılar bir taslak haline getirecek demesi, toplumdaki demokratik anayasa talebini savuşturmayı ifade etmektedir. Çünkü seçimden önce AKP'nin anayasa konusunda bırakalım düşünce ortaya koymasını, hiçbir girişim yapmaması, bu yönlü tartışmaların önünü açmaması AKP'nin demokratik anayasa için gerekli olan tartışma, örgütlenme ve irade ortaya koyma sürecini kendisi açısından uygun görmediğini göstermektedir. Türkiye'nin temel sorunlarına cevap olacak anayasanın ve bu konuda ne düşünüldüğünün anayasayı yapacak ve Türkiye'nin geleceğine talip çok önemli bir seçim öncesinde gündeme getirilmemesi AKP'nin demokratik bir anayasa çerçevesinde sorunları köklü bir biçimde çözme anlayışının olmadığının da kanıtıdır.
 

ANAYASA TASLAĞI


Herkes bilmeli ki temsiliyeti demokratik olmayan ve çok kapsamlı tartışmalar sonucu oluşmayan bir anayasa daha baştan meşruiyet sorunu yaşar. Yeni bir anayasa yaptım derken, demokratik anayasa ihtiyacı toplum tarafından, çeşitli toplumsal kesimler tarafından yeniden gündeme getirilir. Bu yönüyle anayasayı yapmak kadar yönetimi de önemlidir. Yöntem sadece bir biçim olayı değildir, içeriğini de belirler. Bütün toplumsal kesimlerin köyden başlayarak, mahallelerden, kasabalara, şehirlere kadar gelen tartışmaların şehirlerde bir konferansla ortaya çıkması demokratik bir anayasa yapmak açısından doğru bir yöntemdir. Yine şehirlerden gelecek delegelerle bölgesel konferanslar, sonra da daha merkezi konferanslar yapmak sağlıklı bir demokratik anayasa yapmak açısından izlenmesi gereken yol olmalıdır diye düşünüyoruz.
 

Tartışmaların bütün topluma yansıması, her toplumsal kesimin taleplerinin diğer toplumsal kesimler tarafından bilinmesi, böylelikle bütün toplumsal kesimlerin taleplerini dengeleyen anayasa ortaya çıkmasını da sağlar. Yoksa bugün olduğu gibi toplumun ihtiyaçlarını karşılamayan, toplumun önemli bir kesimi tarafından meşruiyeti olmayan tartışmalı bir anayasa durumu ortaya çıkar. Bu açıdan biz demokratik bir anayasanın yönteminin de demokratik olması gerektiğini, toplumun bütün seslerini yansıtacak bir yöntemin esas alınması gerektiğini vurguluyoruz. Alt konferanslarda anayasa taslağı konusunda eğilimler çıkar; bu eğilimler genel konferanslarda daha derinlikli tartışmalarla anayasa taslaklarına dönüştürülür. Bir değil, birkaç tane anayasa taslağı ortaya çıkarılabilir. Bunlar birilerinin masa başında yaptığı taslaklar olmaz. Toplumsal temele dayanan, çeşitli toplumsal kesimlerin isteklerinin yansıdığı konferanslar sonucu anayasa taslakları gündeme gelebilir. Bunlar meclise gider, mecliste tartışılır, mecliste son şekli verilir.
 

Kuşkusuz bu tartışmalar ve konferanslar sadece bir görüş alma ve kendi düşündüğü anayasaya rötuş yapmak için değil, esas olarak gerçek bir toplumsal sözleşme olacak anayasa yapmak için bu süreçler gerçekleştirilir. Bu süreçlerin sağlıklı bir biçimde gelişmesi ve oluşması için her türlü demokratik imkan sağlanır.
 

Yeni bir anayasa yapımı konusundaki ertelemeci yaklaşım, demagojik yaklaşım ya da zamana yayma yaklaşımı esas olarak başta AKP olmak üzere diğer partilerin politikalarının net olmamasından ileri geliyor. Türkiye'de bugün hala Kürtlere karşı bir özel savaş yürütülüyor; bir psikolojik savaş yürütülüyor. Özel savaş, psikolojik savaş demek politikaların net olmaması demektir. Psikolojik savaş yalana dayanır, sahteliğe dayanır, yüzünü farklı göstermeye dayanır, gerçek yüzünü gizlemeye dayanır. Bu da gerçek bir demokratik zihniyeti ortaya çıkarmıyor.
 

Yeni bir anayasa yapılması önündeki en büyük engel, Kürt sorunu konusunda hala bir çözüm zihniyetinin olmamasıdır. Bu konudaki politikaların, niyetlerin açıkça ortaya konulmamasıdır. Daha çok da özel savaş gereği, psikolojik savaş gereği toplumu aldatan ya da oyalayan düşüncelerle zaman kazanma yoluna başvuruluyor. Böyle olunca Türkiye'deki mevcut siyasi aktörler toplumun demokratik bir anayasa istemesi karşısında demagojiyi esas alıyorlar.
 

KÜRTLER YARARLANIR DİYE YENİ ANAYASA YAPMIYORLAR


Toplum yeni bir anayasa istediği için yeni bir anayasa lazım, gereklidir, bu anayasa ihtiyaçlara cevap vermiyor diyorlar. Ama sıra yeni bir anayasa için adım atmaya geldiğinde duruyorlar. Çünkü yeni bir anayasanın yapımı demek, özellikle de Türkiye'deki halkın demokratik özlemlerinin yansıtılması demektir. Kürt sorununun çözümü konusunda ciddi adımların atılması demektir. Ama Türkiye'nin demokratikleşmesi, halkın demokratik özlemi şu andaki Türkiye'deki karar alıcılarının işine gelmiyor. Kürt sorununun çözümü konusunda bir çözüm projeleri olmadığı gibi, psikolojik savaşla aldatmaya dayalı bir söylem var. Çünkü demokratik bir anayasa yapıldığında bundan esas olarak Kürtlerin yararlanacağını biliyorlar. Nasıl ki Kürtler yararlanmasın diye yasalar antidemokratik yapılıyorsa, Kürtler yararlanır diye yeni anayasa yapımından kaçınıyorlar. Bu durum ister istemez yeni bir anayasa yapımını engelliyor.
 

AKP 2007 seçimlerinden önce yeni anayasa yapacağı sözünü verdi, ama seçimden sonra unuttu. Neden unuttu? Çünkü seçimlerden önce Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini bastırma konusunda genelkurmayla uzlaşmıştı. Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesini bastırma da ancak demokratik olmayan koşullarda olur. Demokratik bir anayasanın ortaya çıkardığı siyasal sistem içinde tabii ki Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi bastırılamaz. Bu nedenle de AKP Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini tasfiye etmek için baskıcı yöntemlere, özel savaşa, psikolojik savaşa ihtiyaç duyduğundan, Kürt sorununun çözümü temelinde demokratik bir Türkiye'yi yaratacak anayasayı gündemine almıyor. Seçim sonrasına erteleyerek demokratikleşmeyi değil, Kürtler ve toplum üzerinde yeni bir baskı rejimini sağlayacak anayasa yapmayı düşünüyor.
 

Nitekim seçim öncesi de sadece kendi çıkarları gereği ve seçimdeki pozisyonunu güçlendirmek, bir seçim daha kazanmak için bazı değişiklikler yapmıştır. Kendi işine gelen, kendisini devlet içinde daha güçlendirecek, seçime daha avantajlı girecek bazı düzenlemelere gitmiştir. Belki içinde kimsenin reddetmeyeceği düzenlemeler de vardı, ama bunların esas amacı Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü değildi. Sadece kendi konumunu güçlendirmeyi hedefliyordu. Nitekim değişiklikler 12 Eylül anayasasının faşist yüzünü değiştirmeyen bir karaktere sahipti. İçindeki bir iki maddeyi de kendi amacını örtme ve maskeleme olarak kullandı. Böylece kendi tabanında, belirli çevrelerde var olan acil anayasa yapılması ihtiyacını da zayıflatmış oldu.
 

Mevcut yeni anayasa yapımı önünde engel esas olarak AKP’dir. Toplumsal tabanı da var, mecliste ise anayasa değiştirecek gücü var. Eğer gerçek bir demokratik anayasa yapma talebi olsaydı toplumsal desteği daha da artardı. Referanduma gitse bile büyük bir destekle yeni anayasayı referandumdan da geçerirdi. Ama AKP Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü istemiyor. Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden siyasi rant elde ediyor. Kürt sorununu en iyi ben çözerim diyerek iktidarını sürdürüyor. Kuşkusuz klasik iktidar blokları da mücadelemiz karşısında yıprandıklarından dolayı kendisini alternatifsiz görüyor. Böylece demokrasiye ihtiyaç duymadan, sadece demokrasinin söylemini yaparak hükümet olmaya devam ediyor. Hükümet olmayı da Dolmabahçe mutabakatıyla Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden sürdürdüğü için Kürt sorununun çözümünü sağlayacak herhangi bir demokratik anayasa girişiminde de bulunmuyor. Sözünü ediyor, ama bu karakterinden ve derin güçlerle anlaştığından dolayı böyle bir anayasa yapmanın bırakalım önünü açmayı, engelleyici güç oluyor.


Devam edecek

Hiç yorum yok: