5 Ocak 2011 Çarşamba

Kirli Savaşın Yeni Versiyonu


Kuşkusuz AKP’nin tutumlarında seçime yönelik hesaplar da var. AKP referandum öncesinden başlayarak milliyetçi söylemini tırmandırmıştır.
Kuşkusuz AKP’nin tutumlarında seçime yönelik hesaplar da var. AKP referandum öncesinden başlayarak milliyetçi söylemini tırmandırmıştır. Yeni bir seçim daha kazanmak için milliyetçi tabanını genişletmeyi hedeflemiştir. Zaten başta Bülent Arınç olmak üzere AKP ileri gelenleri “bizim tabanımız ile MHP’nin tabanı yakındır” diyerek nasıl bir sosyal taban üzerine oturmak istediklerini ortaya koymuşlardır. Bu sadece bir seçim kazanmak için uygulanan strateji de değildir. AKP uzun vadeli olarak milliyetçi ve muhafazakar taban üzerinde kendini yapılandırmayı önüne hedef koymuştur. AKP sadece kendini iktidarda tutmak istiyor. İlkeler ve değerler AKP için ikinci plandadır. Bu nedenle de muhafazakar tabanla milliyetçi tabanın harmanlandığı bir taban üzerinden Türkçü-İslamcı parti olmaya yönelmiştir. Bir zamanların MHP’nin Türkçü-İslamcı kimliğine AKP sahiplenmektedir. MHP soğuk savaş döneminin katı ulus devletçiliğinin Türkçülüğünü yaparken, AKP küresel kapitalizmin ihtiyaçları üzerinden Türkçülük yapmaktadır. Kürt Halk Önderi bu karakterini yeşil Türkçülük olarak tanımlamış, kara Ergenekon yerine de yeşil Ergenekon’un ikame ettiğini vurgulamıştır.

AKP Hükümeti’nin tutumu, bir yönüyle de yeni tabanına seslenme ve seçim stratejisi çerçevesinde açıklanabilir. Ama bu tutum esas olarak da derin güçlerle birlikte Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı yürüttükleri yeni siyasi egemenlikçi ve kültürel soykırımcı politikalarla ilgilidir. Buna dikkat çekmekte fayda var. Kürt Özgürlük Hareketi, 2010’un 31 Mayıs’ında AKP Hükümet’inin oyalama politikalarına dur demek ve çözüm dışında hiçbir politikayı kabul etmediklerini ortaya koymak için mücadele tarihlerinin dördüncü dönemini başlattıklarını ilan etti. Bunu da ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma olarak tanımladırlar. Çözüm hedefi ve projesi olarak da, Demokratik Özerkliği gündeme koydular.

2010 yazındaki gerillanın direnişi ve serhildanlar AKP Hükümeti’ni derinden sarsmıştır. Gerillanın direnişi sürdürebileceği bir daha görülmüş, halkın Demokratik Özerkliği sahiplendiği ve bunun için mücadeleyi geliştirmeye hazır olduğu ortaya çıkmıştır. AKP, bu gelişmelerle birlikte inisiyatifin tümden Kürt Özgürlük Hareketi’nin elini geçtiğini görerek telaşa düşmüştür.

Bu durum karşısında AKP Hükümeti referandum öncesi İmralı’ya heyetler göndererek gerillanın eylemsizlik içerisine girmesini istemiştir. Kürt Halk Önderi AKP’nin oyalama politikalarını ve devletin hesaplarını bilmesine rağmen sorumluluk duyarak bir daha devreye girmiştir. Çünkü demokratik çözüm olmazsa, dağda ve şehirlerde şiddetli çatışmaların yaşanacağını görmektedir. Bu nedenle zayıf olsa da siyasi çözüm yolunun denenmesini bir daha gerekli görmüştür. Mevcut eylemsizlik süreci bu çerçevede Haziran’a kadar uzatılmıştır. Kuşkusuz eylemsizlik ayrı bir konudur, Kürt halkının kendi demokratik taleplerini ileri sürmesi ve öngördüğü demokratik sistemini şimdiden kurmaya çalışması ayrı bir konudur. Zaten eylemsizlik devletin bu talepleri kabul etmesi ve Demokratik Özerkliği tanıması için ilan edilmiştir. Eylemsizliğin böyle bir siyasi yaklaşımla ilan edildiği tartışmasız bir gerçektir.

Kürt demokratik siyasi hareketi, siyasi misyonu gereği Demokratik Özerkliği bir siyasi program olarak ortaya koymuş ve bunun siyasi mücadelesi içine girmiştir. Kürt demokratik kurumları ve onun demokratik platformu olan DTK da, Demokratik Özerkliği toplumun sahiplendiği bir proje haline getirmek için geniş çevrelerin tartışmasına açmıştır. Türk devletinin bütün siyasi partileri, medyası, ordusu ve he türlü kurumu bu durum karşısında şovenist bir saldırıya geçmişlerdir. Bu saldırı planlı ve bir merkez tarafından harekete geçirilmiştir. Türk devleti Demokratik Özerklik, anadilde eğitim ve iki dilliliğin geniş Kürt toplumsal kesimleri ve Türkiyeli demokrasi güçleri tarafından benimsenmesini kendilerinin düşündükleri tasfiye planı için tehlikeli görmüşlerdir. Çünkü Kürtlerin dayattığı proje açıkça kendi konseptlerinin boşa çıkması ve Kürt sorununun çözümünün gerçekleşmesinin önünün açılmasını ifade etmektedir. İşte buna dur demek için saldırı başlatmışlardır.

2010 yazında Kürtlerin Demokratik Özerklik konusunda kararlı olduklarını görerek kendi planlamalarını yapmışlardır. Bu da, AKP’nin seçimi kazanmasından sonra düşündükleri anayasa ile Kürtler üzerinde yeni dönemin soykırım politikalarını inşa etme yönündedir. Anayasa, yeni siyasi egemenliğin ve kültürel soykırımın hukuki çerçevesini yaratacaktır. Bu da dil ve kültür alanında kısmi bireysel hakların tanınması, çok tepki çeken vatandaşlık kavramının sivriliklerinin törpülenmesi ve özerklik ve yerinden yönetim anlamına gelmeyen yerel yönetim yasasında bazı değişikliklere gidilmesi çerçevesinde düşünülmektedir. Kültürel soykırımın yeni koşullarda sürdürüleceği, bu anayasayı bir çözüm gibi dayatacaklar, kabul edilmeyince de, “bakın çözüyoruz, ama kabul edilmiyor” denilerek kapsamlı bir tasfiye saldırısı yürüteceklerdir. Devletin politik hedefi ve planlaması bu çerçevededir.

BDP’nin anadilde eğitim talebi, çift dilliliğin hayata geçirilmesini istemesi ve DTK’nın Demokratik Özerkliği gündeme getirmesi gerçekleşince medyayı da kullanarak bir psikolojik terör estirilmiştir. Amaç Kürtlerin bu taleplerini baskı altına almak, bu taleplerden vazgeçmelerini sağlamak, Kürtleri kendi öngördüklerini kabul ettirmeye zorlamaktır. Bu saldırı bu amaçla dört koldan şovenist koro olarak başlatılmıştır. Buna şovenist mızıkacılar demek de yanlış olmaz. Bu gürültüyle Kürtlerin taleplerini geriletip kendi istedikleri noktaya getirmelerini düşünmektedirler.

Özellikle AKP yandaşı basının bunlar maksimalisttir demesi, hatta bu talepler yapılacakları da sabote ediyor biçiminde ele alması, tamamen Kürtlerin taleplerini AKP’nin düşündüğü yeni kültürel soykırım anayasası çizgisine çekmek içindir. Yoksa ne taleplerin ileri sürülmesi zamansızdır ne de talepler maksimalisttir. Kuşkusuz Demokratik Özerklik projesi daha iyi izah edilebilir, bayrak gibi her zaman kışkırtma aracı haline getirilen konulara girilmeyebilirdi.

Kürtler yeni anayasanın gündemde olduğu bir süreçte taleplerini dile getirmeyecekler de ne zaman getireceklerdir? Kaldı ki Kürtler taleplerini onlarca yıldır dile getirmektedirler. Taleplerin bırakalım maksimalist olması, aksine çok makul ve asgari düzeydedir.

Başbakanın konuşmasından önce güvenlik zirvesi yapılmıştır. Başbakan Meclis’te güvenlik zirvesindeki kararlar çerçevesinde konuşmuştur. Milli Güvenlik Kurulu bunun bir devlet politikası olduğunu ilan etmiş; cumhurbaşkanı da bunun bir devlet politikası olduğunu pekiştirmek için Amed’e gitmiştir. Zaten başbakan, cumhurbaşkanı Milli Güvenlik Kurulu’ndaki kararların gereğini yerine getirmek için gitmiştir diyerek bu gerçeği açıkça dile getirmiştir.

Cumhurbaşkanı, Milli Güvenlik Kurulu devlet politikasıdır; ayağınızı denk alın demek için bu geziyi yapmıştır. Demokratik Özerklik için en ağır cümleleri kurarak ve bu tür şeylerin istenmesi ve yapılması çok kötü şeylere yol açar diyerek tehditlerini en üst düzeye çıkarmıştır. Özcesi devlet tüm partileri, kurumları ve medyasıyla Kürtleri ulusal varlığından ve özgürlüğünden vazgeçirmek için yeni bir savaş başlatmıştır. Bu saldırı 1992 yılında Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için devreye sokulan kirli savaş konseptinin yeni koşullardaki versiyonu olmaktadır.

Mustafa Karasu

Hiç yorum yok: