14 Ocak 2011 Cuma

Demokratik Özerklik Üzerine -1


Özerklik halkın kendi yönetimidir

'Demos' halk ve 'Kratiya', kendini yönetme anlamına geldiği dikkate alındığında; Demokratik Özerklik, 'halkın kendi kendini yönetmesi' demektir. Bu da demokrasiden ayrı düşünülemez


Tüm yönetim biçim ve anlayışları her toplumun yapısına göre değişiklikler içerse de, temelde iki başlık altında toplanabilecek niteliktedir: Tüm yönetim gücünün tek bir merkezde toplandığı ve yürütüldüğü "merkezden yönetim" sistemi, bunun ilki olmaktadır. Diğeri ise yönetim erkinin çeşitli merkezler arasında paylaşılması ve ayrı kurumlarca yürütülmesini sağlayan "yerinden yönetim" sistemidir.


İlk toplumlarda yerinde yönetim


"Özerklik" esas olarak, Arapça "muhtariyet", Yunanca "Otonomi" kavramlarının Türkçesidir ve "kendi kendini idare etme" durumunu anlatır. Aynı şekilde "Demos" halk ve "Kratiya", kendini yönetme anlamına geldiği dikkate alındığında; Demokratik Özerklik, "halkın kendi kendini yönetmesi" demektir. Bu nedenle de demokrasiden ayrı düşünülemez.


Yönetim ise; toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir gereği olarak şekillenen sosyal, siyasal bir kavramdır. Toplumsal yeniden üretimin devamı için gereken tüm ilişki, denetim, planlama ve işleyişi içeren YÖNETİM kavramı; özünde bir yön verme ve düzenleme işidir. Değişen toplumsal koşullara göre birçok değişim geçiren yönetim olgusu, günümüzde de bu değişimini sürdürmektedir.


Şüphesiz ki tarihte devlet olgusunun ortaya çıkmasından önce de, bir yönetim sistemleşmesi vardı. Ama adına devlet denen kurumun ortaya çıkmasından bu yana, tüm yönetim biçim ve anlayışları her toplumun yapısı, çelişkileri ve özgünlüklerine göre değişiklikler içerse de, temelde iki başlık altında toplanabilecek niteliktedir: Tüm yönetim gücünün tek bir merkezde toplandığı ve yürütüldüğü "merkezden yönetim" sistemi, bunun ilki olmaktadır. Diğeri ise yönetim erkinin çeşitli merkezler arasında paylaşılması ve ayrı kurumlarca yürütülmesini sağlayan "yerinden yönetim" sistemidir. Ne var ki devlet olgusunun ortaya çıkmasından sonra, özünde siyasi bir içerik taşıyan yönetim olgusunun tarihsel gelişimi, genel olarak merkezileşme yönünde olmuştur. Başlangıçtan günümüze kendi öz çıkarlarını düşünsel olarak en iyi sistematize eden, onu politik çizgiye dönüştürüp, örgütlü zor gücüne kavuşturan, yönetimin de sahibi olmuştur. Egemenlerin tarihte bunu en iyi yapanlar olduğu biliniyor. Bu nedenle toplumsal yaşamın idare edilmesi, düzenlenmesi ve yeniden üretilmesi, adeta egemenlerin doğuştan gelen hakkı gibi algılanmıştır. Daha da kötüsü, bu durum günümüzde bile bilinçaltına hükmedecek derecede etkisini sürdürmektedir. Şu da bir gerçek ki, kendi öz çıkarlarını sağlam bir düşünsel zemine, politik çizgiye, örgüt ve eylem gücüne kavuşturamayan; kavuşturduğunda ise sürekli kılmayan ya da yozlaşıp zıddına dönüşmesini engelleyen, ulusal, sınıfsal veya cinsel anlamda ezilenler; tarih boyunca yönetim nesnesi olmanın ötesine geçememişlerdir.


Eğer günümüzde demokratik, özerk yerel yönetim kavramından söz edebiliyorsak, bunun halk kitlelerinin, devlet olgusu karşısında, bir başka yaklaşımla toplumun devlet karşısında, "kendi kendini yönetmek" için verdiği uzun ve özverili mücadelelerinin ürünü olduğunu kavramak durumundayız. Zaten demokratik özerk yönetimlere esas meşruiyet kazandıran ve onu günümüzde demokratik toplumlarca tercih edilen bir yönetim tarzı olarak gündemleştiren de, temeldeki bu niteliğidir. Sözü edilen yönetimler, kitlelerin öz-yönetim gücünü açığa çıkarabildikleri, demokrasinin beşiği ve okulu olabildikleri ölçüde gerçek tanımlarına kavuşmaktadır.


Bu olgunun toplumların evrimi içinde nasıl şekillendiğini genel hatlarıyla da olsa irdelemeden, günümüzdeki Demokratik Özerklik kavramına tüm boyutlarıyla açıklık getirmek de, mümkün olmayabilir. Bu nedenle toplumun ilk kök hücresi olan klandaki yönetim yaklaşımını analiz ederek konuya giriş yapmak yerindedir.

 

1-Devletsiz toplumlarda yönetim ve özerklik olgusu

Günümüzdeki bilimsel verilerle, insanın ve toplumun on binlerce yıllık evrimi içinde, neredeyse yüzde 98'lik gibi çok ağırlıklı bölümünün KLAN dediğimiz 25-30 kişilik birimler halinde süregeldiğini biliyoruz. Klan toplumu, süreç içinde oluşan aile, kabile, aşiret, kavim, milliyet ve ulus toplumunun tümünde, tıpkı hücre farklılaşmasına benzer biçimde h‰l‰ yaşamını sürdürmektedir. Elbette ki klanda çok basit bir ahlak ve politika da vardır. Yine klanın toplayıcılık ve avcılık gibi çok basit iki işinin olduğunu, bilimsel verilerden biliyoruz. Şüphesiz ki tüm klan üyeleri kendileri için hayati olan toplayıcılık ve avcılık üzerinde, belki de bin kez, işaret veya simgesel dilleriyle tartışarak, danışarak, deney alışverişi yaparak bazı üyelerini görevlendirerek en iyi, en verimli biçimde toplayıcılık ve avcılık politikalarını oluşturup uygularlar. Aksi halde yaşam olamazdı. Böylece ahlak ve politikanın basit anlamda da olsa klan yaşamındaki vazgeçilmez olgular olduğunu saptayabiliyoruz. Nitekim konuşma ihtiyacını ve buradan hareketle dili ortaya çıkaran ve gelişmesini teşvik eden esas unsur da, işin yapılmasına ilişkin, bu tartışma ve karar süreçleri olduğunu hiç unutmamalıyız. Kuşkusuz ki, bu durum, "kendi kendini yönetme" anlamında demokrasinin de en ilkel, en primitif biçimidir. Yani hem düşünüp tartışmanın, karar vermenin, hem de bu kararı yönetip, işin başarısına dönüştürmenin demokrasinin en dolaysız biçimi olduğu, çok açık bir gerçektir.


AHLAK VE TÖRE AŞAMASI


Neolitik toplum, klan toplumunun daha gelişkin bir aşamasıydı. Nitekim ilk tarım ve köy devrimi, M.Ö 12000'lerde bu süreçte oluştu. Anaerkil aileden, kabile ve aşiret örgütlenmesine kadar birçok gelişim, birçok yeni icat ve hamleler, bu tarihsel aşamaya denk düşer. Toplumsal evrimin bu ikinci uzun süreli dönemi de yine esasta ahlak ve töre olarak adlandırdığımız kurallar bütününün ve basit anlaşmada politikanın işlediği bir toplum aşamasıdır. Henüz hukuk ve devlet yoktur. İktidar olgusu tanınmamaktadır. Anaya kutsallık atfedilmekte, kadın tanrıça imgesi yükseltilmektedir. Bu dönemi ilkel bir demokrasi dönemi olarak tanımlamak da yerindedir. Yönetimde kadının yeri birincildir. İlk yerleşik köylerle birlikte tarımın kadının öncülüğünde başlaması dolayısıyla, ekonomi de bu dönemde kadının asal rol oynadığı bir toplumsal faaliyet biçimidir. Kaldı ki, ekonominin kelime anlamı "ev yasası, evi geçindirme kuralları" demektir. Bunun da Neolitik toplumda kadının temel işi olduğu açıktır. Demek ki kadın hem klanın ve köyün yönetiminde, hem anaerkil ailede, hem de ekonominin yönetiminde başat bir roldedir. Bu otorite artık-ürün üzerine kurulu iktidar otoritesi olmayıp, tam tersine verimlilik ve doğurganlıktan kaynaklanan ve toplumsal varoluşu güçlendiren bir doğal otoritedir. Kadında etkisi daha fazla olan duygusal zek‰ bu varoluşla güçlü bağlara sahiptir.


ATAERKİL AİLE DÖNEMİ


Toplumda baskı ve istismar amaçlı ilk otorite kurma çabalarının avcı gelenekli "kurnaz ve güçlü adam"ın analitik akıl ve eyleminin sonucu olarak geliştiğini varsaymak mümkündür. Bu, "kurnaz ve güçlü adam" başlangıçta otoritesini iki ana grup üzerinde tesir etmeye çalışır; yanındaki avcı grubuna ve eve kapatmaya çalıştığı kadına. Neolitik toplum aşamasının sonlarına doğru aile, klan içinde ilk farklılaşan kurum olur. Uzun süre anaerkil aile olarak yaşandıktan sonra, köy-tarım devrimi akabinde, tahminen M.Ö 5000'lerde gelişen erkek egemenlikli hiyerarşik otorite altında, ataerkil aile dönemine geçilir. Yönetim ve çocuklar, ailenin erkek büyüğünün denetimine verilir ve kadın üzerindeki sahiplik, ilk mülkiyet düşüncesinin de temeli olur. Zaten hiyerarşik ve devletsel düzen bağlantılı iktidar gelişiminde, erkeğin öncü rol oynadığını tarihsel bulgular ve güncel gözlemler açıkça göstermektedir. Bu anlamda kadının kaybedişi ve kayboluşu, toplum adına büyük düşüş ve kaybediştir. Erkek egemenlikli cinsiyetçi toplum, bu düşüşün ve kaybedişin sonucudur. Aile, işte bu süreçte, bir anlamda erkeğin küçük devleti olarak inşa edilmiştir. Aile, erkek etrafında iktidarlaştırılarak, devletli toplumun hücresi kılınmaktadır. Kadının sınırsız, karşılıksız çalışması güvenceye alınmakta, çocuk yetiştirip, nüfus ihtiyacını karşılamakta, tüm topluluğa bu haliyle kölelik, düşkünlük yayılmaktadır. Kadınla başlayan kölelik, giderek erkeğin de iktidar karşısında köleleşmesini doğurmaktadır. Aile, aslında bu içeriğiyle, hanedanlık ideolojisinin de işlevselleştiği kurum olmaktadır.

ASKERİ FETİHLER VE GASP


Yine bu dönemde şamanistik (proto-rahip) ve jerontokratik (yaşlılar grubu) öğelerinin de katılarak ilk hiyerarşik otoritenin hemen birçok toplumda ve çeşitli biçimler altında oluştuğunu tespit etmek mümkündür. Uygarlık tarihine geçişle birlikte "güçlü ve kurnaz adam", devletin, yani ekonomi üzerinde artık-ürün gaspına dayalı ilk tekelleşmenin, askeri kolu olarak zor temelinde kendini kurumlaştırdığını, günümüzdeki bilimsel verilerle saptayabiliyoruz. Sümer toplumunda rahip-krallar döneminin hemen ardında l., ll. ve lll. Ur hanedanlıkları bu olguyu yansıtmaktadır. Nitekim Gılgameş Destanı'nda bile açıkça krallığın nasıl tanrıça İnanna geleneğinden koparıldığını, rahibenin güçsüzleştirilerek eve kapatıldığını adım adım izlemek mümkündür. Gılgamış'ı tarihte ilk komutan olarak simgeleştirirsek, işi kent için gerekli köle insanları avlamak üzere sefere çıkmak, vahşi dedikleri kır kabilelerini avlamaktır. Kent zorbasının ikinci görevi ise, "Güvenlik" oluyor. Bunun için en çok başvurduğu yöntem, kale ve surlar dikmek ve hep daha güçlü, öldürücü silahlar geliştirmektir. Özcesi, devletin temelinde mülk olduğu gibi, mülkün temelinde de askeri fetihler ve gasp vardır. Gelenek günümüze kadar böyle sürüp gelmektedir.


KLAN ÖRGÜTLENMESİ


Klan ve aile birimi, gelişen üretim ve güvenlik sorunlarında yetersiz kalınca, KABİLE biçimine geçilerek bir anlamda birkaç klanın birleşmesinden oluşan topluluklar doğmuştur. Bunlar sadece kan bağı değil, üretim ve güvenliği de gerekli kıldığı çekirdek toplum unsurları olagelmiştir. Yine önemle kaydetmek gerekir ki, kabilenin komünalliğe yakın bir yaşamı vardır. Ahlaki ve politik toplumun en güçlü yaşandığı bir toplum biçimlenişidir. Göçebeliği hep önplanda olan kabileler ise, unutmayalım ki, tarihin gerçek yapıcı güçlerindendir. Kabileyi oluşturan klanlar, yönetim açısından kabileden özerktir. Üretim ve güvenlik meselelerinde bir araya gelerek, güçlü bir işbirliğine girdikleri bilinmektedir.


AŞİRETLER


Daha üst bir topluluk biçimi olarak AŞİRETLER ise, kabile topluluklarının bir nevi federasyonu şeklinde, günümüze kadar da h‰l‰ yaşayan bir yapı arz etmektedirler. Her kabile yine kendi içinde özerktir. Büyük oranda köleci uygarlıkların saldırıları karşısında yok olmamak ve köleleşmemek için birleşme ve direnme ihtiyacının ortaya çıkmasıyla, aşiret örgütlemesinin doğduğunu belirtmek mümkündür. Askeri ve politik örgütlenmesi, hızla gerçekleşebilen bir toplum biçimlenişidir. Hatta aşireti, kendiliğinden bir ordu ve politika gücü olarak nitelemek yerinde bir tanımlamadır. Toplumların evrimi sonucunda oluşan kavim, milliyet ve ulus kültürlerinin ana kaynağı durumundadır. Kolektif toplumsal yapıları, karşılıklı yardımlaşmayı esas alır. Komünal ruh güçlüdür. Ulusal karakterin yapıcı unsurlarındandır. Aşiretlerin özellikle köleciliğe karşı özgürlük, komünalizm ve demokratik gelenek uğruna direnişleri olmasaydı, insanlık bir kul ve sürü kitlesi olmaktan kurtulamazdı. Nitekim Yukarı Mezopotamya'da Toros-Zagros dağ silsilelerinin eteklerinde Neolitik toplumun başat yaratıcı gücü olan Hurri, Mitanni, Gutiler ve sonraları Medler'de somutlaşan Proto-Kürtlerin, köleci devletler ve imparatorlukların birlikte yaptıkları saldırılara karşı aşiretler ve aşiretler konfederasyonları halinde direnmeleri; günümüzde bile Kürdistan'da çok güçlü olan direnme ve özgür yaşama damarının, neden bu derece köklü ve güçlü olduğunun da izahıdır. Bu konuda MED Aşiret Konfederasyonu'nun Asur köleci imparatorluğuna karşı sürdürdüğü direniş, destansıdır.



YARIN
ll-Devletli uygarlığın doğuşu ve devlet-demokrasi ikilemi
lll- Köleci ve feodal dönemde özerklik olgusu



Hatip DİCLE
 
12.01.2011 00:33
 

Hiç yorum yok: