20 Aralık 2010 Pazartesi

TSK, AKP ve Liberaller Kürtçe Karşısında El Ele

İki dillilik tartışması TC devletini, hukukunu bütün çıplaklığıyla yeniden gözler önüne serdi. TSK, AKP ve liberaller Kürtçe karşısında el ele verdiler. Cumhurbaşkanı Gül, Meclis Başkanı Şahin, Hükümet yetkililerinin açıklamaları ve en son Genel Kurmayın yayınladığı bildiri iktidar çatışması yaşayan egemenlerin Kürtler karşısında birleştiklerini, “taraf” oluklarını tekrar gösterdiler.
Bilindiği üzere BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Ticari markalar anadilde olmalı, menülere kadar 2 dilli olmalıdır. Tabelalar 2 dilli olmalıdır. Bunun önünde hiçbir yasal engel yoktur. Bunun için artık devletin yasal ve anayasal düzenleme yapmasını beklemeyeceğiz. Çünkü yaptıklarımızı hepsi meşrudur, haktır, hukuka da uygundur” (Radikal 15.12.2010) açıklamasından sonra egemen güçler koro halinde saldırıya geçerek TC’nin kırmızıçizgilerini hatırlatmaya ve tehdit etmeye başladılar.
Önce AKP’li Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanının neler söylediğini aktaralım…
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: “herkesin daha sorumlu, herkesin daha dikkatli hareket etmesini” isteyerek "TBMM’nin çalışma tüzüğü vardır. Nasıl çalışılır, nasıl konuşulur, nedir bunlar gayet açık seçiktir. Bunların tersine iş yapmamak gerekir. Bunlar fayda getirmez" dedi.
Meclis Başkanı M.Ali Şahin ise yaptığı açıklamada Demirtaş’ın sözlerini “seçim palavrası” niteleyerek Cumhuriyet savcılarını göreve çağırdı. “Bir basın mensubunun “Peki olursa ne olur, tabelalar dâhil her şeye Kürtçe yazılacağı söyleniyor” şeklindeki sorusu üzerine Şahin, bununla ilgili yasaların bulunduğunu, Cumhuriyet savcılarının ve ilgili kurumların üzerlerine düşen görevi yerine getireceklerini ve yerine getirmek durumunda olduklarını söyledi.”
Uzun süredir açıklama yapmayan Genelkurmay Başkanlığı sessizliğini bozarak, Kürtçe ile ilgili tartışmaları endişeyle izlendiklerini ve TSK’nin 'üniter devlet' ve 'ulus devlet' konusunda taraf olduğunu belirtti. Genelkurmay’ın resmi internet sitesinden yapılan yazılı açıklamada şöyle denildi: "Büyük Önder Atatürk’ün Türk ulusuna armağan ettiği en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti; halk egemenliğine dayalı, kuruluş felsefesinin temelinde, "Üniter devlet" ve "Ulus devlet" olgusunun yer aldığı, demokratik bir yapı ve sağlam hukuki temeller üzerinde yükselerek bugünlere ulaşmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değiştirilmeyecek hükümleri arasında yer alan 3’üncü maddesi; "Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir." hükmünü amirdir.
Dil, kültür ve ülkü birliği, bir millet olmanın başta gelen vazgeçilmezleridir. Dil birliğinin olmaması durumunda bunun sonuçlarının neler olacağı, tarihteki birçok acı örnekleriyle gözler önündedir.

Son günlerde "Dilimiz" üzerinde kamuoyunun gündeminde yer alan birtakım tartışmaların, cumhuriyetimizin temel kuruluş felsefesini kökten değiştirecek bir noktaya doğru hızla götürülmeye çalışıldığı endişeyle izlenmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri; Devletin, Anayasamızda yer alan, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma görevi kapsamında; Ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir."
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, bugün yaptığı açıklamada Genelkurmay Başkanlığının yaptığı yazılı açıklamayı kendi içlerinde toplanıp değerlendirmediklerini “ama doğrusu bir kelimeyle ifade etmek gerekirse, çok şık ve uygun bulmadığımı ifade etmek isterim” dedi. Yazıcı, BDP’nin “zorlaştırıcı argümanlar” kullandığını belirterek “Türkiye'de değişik etnik kökene sahip insanlar elbette ki kendi yaşamlarıyla alakalı neyi biliyorlarsa, onunla amaçlarını ifade edecekler, çok doğal, öteden beri bizim bakışımızda bu. Ama biz, üniter bir devletiz. Devletin resmi dili, eğitim dili Türkçe'dir” dedi. (Radikal 2010–12–18)
BDP’nin açıklamalarını “zorlaştırıcı argümanlar” olarak niteleyen Hayati yazıcıya sormak gerekiyor? Neyi “çok şık ve uygun” bulmuyorsun? Açıklamanın kendisini mi içeriğini mi? Açıklamanın içeriğinde anlaştığınız kesindir. Türkçenin “resmi dil” ve “eğitim dili” olduğu konusunda hemfikir değil misiniz? Meclis Başkanın kapatma davasından söz ettiği bir süreçte TSK’nin böylesi bir açıklama yapması doğal değil mi? Beli ki Bakan Yazıcıyı üzen şey konuyla ilgili TSK ile aynı düşünceyi paylaştıklarının ve “askeri vesayetin” sürdüğünün ortaya çıkmasıdır.
Yukarda hem AKP cephesinin hem de TSK’nin Kürtlerin en doğal taleplerine nasıl baktıklarını uzun uzadıya aktardık. AKP’nin Hükümet olduğu 2002 Kasımından bugüne iktidarlaşma mücadelesinde önemli adımlar attı. 12 Eylül referandumuyla esas olarak yargı alanında yeni düzenlemelerle iktidarlaşmasını pekiştirdiği biliniyor. Bu sürecin başta TSK olmak üzere CHP ve MHP ile çatışmalı geçtiği de bir sır değil.
Ancak yaşanan iktidar çatışması ne denli derin ve güçlü olursa olsun her iki egemen gücün Kürtler karşısında birlik ve beraberlik içinde davrandıklarını defalarca kanıtlamışlardır. Yakın geçmişte KCK tutuklularının Kürtçe savunma yapmak istemeleri konusunda Mahkemenin nasıl engel olduğu, yasakladığı ve Kürtçeyi “bilinmeyen bir dil” olarak nitelediği biliniyor. Yine sömürgeci partilerin tümü aynı tepkiyi vererek asimilasyonu nasıl pervasızca savunduklarını yaptıkları açıklamalarla gösterdiler.
Kürtlere ‘Bizden anadilde eğitim beklemeyin’ diyen Başbakan Erdoğan’ın Almanya’da Türkler için anadilde eğitim istediği ve "İnsanın kendi dilini öğrenebilmesi çok önemli" dediği biliniyor. Bu ikiyüzlü tutum yeni değil kuşkusuz. Bu politika özünde TC’nin kuruluşundan beri sürdürülen ve her hükümetin devam ettirdiği resmi devlet politikasından başka bir şey değildir.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte tekçi ırkçı bir anlayışla uluslaşma sürecinin yaşatıldığı ve Türkleştirme politikasının bu tekçi yaklaşımın ürünü olduğu da biliniyor. Hatırlanacağı üzere AKP'li Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 10 Kasım 2008 tarihinde Brüksel’de Atatürk’ü anma töreninde yaptığı konuşmada şöyle demişti: “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır.” (Radikal 2008.11.12)
Evet, her şey açık ve net… Trakya, Anadolu ve Mezopotamya toprakları, geçen yüzyılı kan içinde, acılar içinde yaşadı. Toplumsal doku değişti. Bu topraklar üzerinde yaşayanlar değişti. 20. Yüzyılın başında bu topraklarda yaşayanlar, bugün artık yoklar. Ve hala "tek millet, tek din" dayatmasıyla diller, inançlar yasaklanıyor bu topraklarda... Irkçılık, tenkil, tedip, tehcir, asimilasyon, mübadele, sömürü ve zulüm…
Bu sömürgeci politika hem fiilen hem de kanunlarla uygulandı.1934 tarih ve 2510 sayılı Mecburi İskân Kanununa göre Kürtler, Türkleştirilmek amacıyla Türk nüfusun yoğun olduğu bölgelere sürüldü. 1965 yılına kadar devam eden sürgün politikasının, asimilasyonu hedeflediği “Kürtlüğün eritilmesini” amaçladığını, dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak şu ifadelerle açıklıyordu “Dersim evvela bir koloni gibi dikkate alınmalı. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli ondan sonra da aşamalı öz Türk hukukuna tabi kılınmalıdır.” (Şark Islahat Planı S:293 Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminde Dersim Cafer Demir)
24 Eylül 1925 tarihli şark ıslahat planına göre:
“14) …Hassaten Dersim, tercihan ve müstacelen leyli iptidailer (yatılı ilkokullar) açılmak suretiyle Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel kurtarılmalıdır.
16) Fırat garbındaki vilayetlerimizin bazı akvamında dağınık bir surette yerleşmiş olan Kürtlerin, Kürtçe konuşmaları behemehal men edilmeli ve kız mekteplerine ehemmiyet verilerek kadınların Türkçe Konuşmaları temin olunmalıdır.” (Şark Islahat Planı S:293 Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminde Dersim Cafer Demir)
AKP ve TSK’nin Kürtçe konusundaki ortak “endişeleri” TC’nin “kuruluş felsefesiyle” yakından ilgilidir.
Ancak bu ilgiyi AKP hayranı liberallerin ısrarla görmek istemediği ve çarpıttığını, bu son açıklamaların yorumlanmasıyla bir kez daha görüldü. “Askeri vesayet”e karşı savaş açtığını iddia ederek AKP ile TSK arasındaki iktidar kavgasında AKP’nin sözcülüğünü yapan Taraf gazetesi TSK açıklamasını açıkça çarpıtmak durumunda kaldı. Öyle ki TSK açıklamasını, sanki Abdullah Gül’ün karşıtlığı temelinde yapılmış gibi gösterdi.
Gazetenin bugünkü manşeti Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’i kasteden “Endişeli İşgüzar”dı... Bu başlık altında şu ifadeler yer alıyordu: “Cumhurbaşkanı Gül’ün “Vatandaşlarımızın konuştuğu diller, bizim dillerimizdir” açıklamasının hemen ardından Genelkurmay yine siyasete dil uzattı: Bu tartışmalardan endişe duymaktayız”
Özünde birbirini tamamlayan ve Kürt karşıtlığında birleşen her iki açıklamayı aynen böyle yorumladı tarafçılar… Işık Koşaner’in “siyasete dil uzattığı” doğrudur. Ama dil uzatılan siyaset Abdullah Gül’ün siyaseti değil, Kürtlerin talepleri ve siyasetiydi... Herkesin bildiği ve izlediği bu açık gerçeğe rağmen, AKP’yi korumak amaçlı olan yukarıdaki yorum, hem TSK’nin hem de A.Gül’ün demecini açıkça çarpıtabiliyor… Ancak ne atılan manşet ne de çarpıtılan demeçler Kral’ın çıplaklığını kapatamıyor… Taraf Gazetesi de AKP ve Işık Koşaner gibi Kürtlerin karşısında “taraf” olduğunu bu haberciliğiyle bir kez daha gösterdi...
Yaşanan tartışmalar, yapılan açıklamalar, yazılanlar, çizilenler, TC’nin esnemeye müsait olmayan yapısını ve “kuruluş felsefesini” göstermekle beraber, Kürtlerin en doğal talepleri karşısında nasıl zorlanıldığının da itirafı ve çaresizliğidir aynı zamanda… Çare, Kürtlerin, eşitliğini ve özgürlüğünü kabul etmektir. Kendi geleceklerini belirleme haklarını, sadece dil alanında değil, hayatın her alanında kabul etmektir…

Hiç yorum yok: