16 Aralık 2010 Perşembe

Eksen Kayması mı Yoksa Kapitalizm Halifeliği mi?

Türkiye’de rejim tartışması adı altında yürütülen ve güncel adı İrtica olan gerçeğin anlaşılması 'eksen kayması' tartışmasını anlamak için büyük önem arz etmektedir.

Türkiye’de rejim tartışması adı altında yürütülen ve güncel adı İrtica olan gerçeğin anlaşılması 'eksen kayması' tartışmasını anlamak için büyük önem arz etmektedir.

Yıllarca laiklik adı altında dışarıya ihraç ettikleri sözde irtica ve İslamist kesim sonuç olarak; 118 ülkeden fazla ülkeye Türkçülüğün yayılmasıyla sonuçlandı. Bu gün ''Afrikalılara bile Türkçe öğretip Diyarbakırlılara öğretememe'' çığlıkları bu stratejinin yansımalarıdır.

Kemalist milliyetçiliğini çok daha geride bırakan bu ırkçılığın hem kapitalist ülkelere bıraktığı açık kapı, hem de Türkçülük modernizesinde ilginç bir hal almaktadır. Siyonizmin de karıştığı Neo-Osmanlıcılık giderek sermaye mezhebine dönüşmektedir.

Gülen gibileri bu çatışma (laiklik-İslami çatışması) süsüyle merkezi bir rol aldılar. Güya ihracatı dışarıya yapılan bu gerçekle dev bir milliyetçilik yaydıkları, içeriden dışarıya; Avrupa ülkelerine, ABD'ye yaşanabilir bir laiklikle ülkeyi pazarladılar.

Kemalizm-İslamizm ‘çatışması’ 85 yıl boyunca tartışılan gündemleşen konulardan biri olsa da bu durum siyasetin hazcı durumu olmaktan öteye gidemedi. Oysa İslamist siyaset Türkçülüğün en köklü ideolojisidir. Kemalist ideoloji Kuzey Kürdistan’ın bir iki ilinde etkili olsa da Siyasal İslam’ın 22 ilin 20’sinde çok aktif olduğu görülmektedir. 

Ne var ki; kapitalizmin liberal yayılmacı gerçeği ve bu gerçeğin kurban seçtiği ülkeler gerçeği bu gündemden çok daha ötede durmakta, kendi amacını gerçekleştirmektedir. Bu yüzden halen Türkiye’yi iki kutba ayırıp tartışmak kolaycılık, hazcılık olacaktır.

AKP projesiyle yürütülen Kemalizm karşıtlığı adı altında CHP ve AKP; Yargı-Asker-YÖK gibi kurumlarda güya sipere girip birbirleriyle çatışmaktadırlar oysa tam aksine bu ‘çatışma’ bu kurumların Kürt karşıtı koordine edilmesidir.

Sözde AKP-CHP çatışmasıyla hedeflenen Kürdistan’da bunların birbirlerinden farklı ideolojilermiş gibi bir algıyı yaratarak birini tercihe zorlamaktır.

90’lı yıllarda Hizbullah’ın etkin olduğu bazı alanlarda Hizbullah/JİTEM korkusuyla evlerine kapanan halka karşı aynı eller tarafından pornografik TV kanalları şifresiz yayınlatılıyordu. Kürdistan bunları yaşarken yaşanan binlerce faili meçhul cinayetleri sırasında batıda ‘’TELEVOLE’’ kültürüyle yaşanan tarih hafızalardan sildiriliyordu.

Şimdilerde AKP-CHP çatışmasıyla Türkiye ve Kürdistan’da yaratılan ‘’TELEVOLE’’ ile birlikte eksen kayması adı altında İsrail-Türkiye ‘çatışmasıyla’ Orta Doğuda daha büyük bir çemberde aynı kültürü dayatmaktalar.
 

Yani ikisi birbirinin aynısı olduğu bir yerde görece bir çatışmayla ya buna ya da buna mahkûmsun anlayışı yaratılmaktadır.

Türkiye’de uzun yıllar sahil şehirleri laiklikle süslenirken Orta Anadolu muhafazakâr İslami renge büründü. Denizleri çepeçevre saran laikliğin esas olarak Hıristiyanlığı benimseyen halkların Türkleştirme biçimidir.

Aynı durumun Kürt Alevileri ve Ermeniler gibi kesimler düşünüldüğünde sertleştirilen Sünnilikten kaçan toplulukların laiklik oltasına takıldıkları görülmektedir.

Her ne kadar geçen yüz yılda kapitalist pazarlar ulus-devletler üzerine kurulduysa da Türkiye’de bu iki eğilim her zaman batıya ve doğuya açılabilecek potansiyel pazarlar olarak açık tutuldu.

1980'lere doğru Orta Doğu ülkelerinin rejimlerinin giderek sertleştiği görülmektedir. Şah dönemindeki İran'da toplumsal yapı bu günkü Türkiye toplumundan çok daha açık bir toplum olduğu ortadayken 1979 Humeyni devrimiyle İran’da bir medeniyet çoraklaştırılmıştır. Yine aynı döneme denk getirilen Saddam rejimi bölgesel çatışmaların habercisiydi.

Sertleşen, diktalaşan ülkelerin muhalefet yapıları her nedense İngiltere ve ABD'nin dikkatini çekmiş ve rejimlerden kaçanlar buralara yerleştirilmişlerdir. Daima müdahale pozisyonları yaratan ve muhalefeti kendi içinde örgütleyen bir tutum içinde olan İngiliz merkezli siyaset, her müdahale sonrasında arkasında demokrasi adına demokrasi enkazı bırakır.

Bu kadar sertleşme ve çatışmalardan sonra Orta Doğuda Türkiye’ye Neo-Osmanlıcılığın dayatılması tesadüf değildir. Türkiye’yi her alanda alternatifleştirmeye çalışmaktalar. İslam dininin Osmanlıları İmparatorlaştıran taktiksel etkin gücünü yeniden güncelleştirmekteler.

Türkiye kapitalist krizin imdadına, Orta Doğuya açılan acil gümrük kapısıdır. Erdoğan ve AKP’nin çabası (görevi) ise bu kapıdan kapitalizmi geçirmek için Orta Doğu değer ve motiflerini bandrol olarak kullanmaktır.

1920’de de işgalden bunalmış Irak halkları 5 aylık amatör bir direnişle İngilizlere büyük bir külfete mal olacak bir ders verdiler.

Pozitivist yöntemin çıkarcı ve rakamsal hesapları Orta Doğu’nun karmaşık toplumsal yapısı karşısında stratejik öngörüsünü yitirmiştir. Bu yüzden yerel (tarihsel olarak) olmayan, yerele devşirilen Türkiye gibi ülkelere ihtiyaç vardır.

Kaldı ki İngilizlerin dolaylı sömürü taktikleri en az İngilizler kadar eskidir.

Devlet tarihi ve şiddet; Orta Doğuda çok eski ve kalıtsal görülse de aksine devletleşmeyen, düzene gelmeyen, devletçi hiyerarşiden çok istisna silsilelerinden oluşan topluluklardan oluşan bir coğrafya söz konusudur.

Bu gün görünen kaosun bu toplulukların çeşitlilik gösteren yapısı değil, devletçi tarihin niteliksel dayatmasının bir sonucudur. Yani devletçi dayatma ile toplumcu eğilimin sürekli çatışması kaosa tarihsel düzeyde derinlik kazandırmıştır.

Böylece bu coğrafyadaki toplumsal grupların çatışmasının ve buna paralel olarak bunalım kuyularından çıkmamalarının nedeni devletçi zihniyet olduğu gibi, devletinde aynı zamanda nitelikli kriz, hatta nitelikli kaos yaşamasının nedeni bu toplumsal çeşitliliğin direnişidir.

Toplumsal grupların çatışma hali arkasında bin yılları bıraksa da özünde çatışan grupların devletçi zihniyet karşısındaki direnişleri yekpare ve dehşet verici ortaklıklarıdır.

Son Irak müdahalesi sonrasında da demokrasi ve özgürlük mezar taşına yine Baas vesayetini dikmeye çalıştıkları bir yerde Irak’ın yapısal durumu kendini dayatmış, çıkan sonuçlar hesapları karıştırmıştır.

 
Hamaslaştırılan İsrail-Filistin meselesinde benzer durumlar söz konusudur. Daha laik ve dünya devrimci örgütlerin ilgi odağı haline gelen FKÖ karşısına gerici HAMAS diktirilerek hem devrimci bağ hem de laikliği nedeniyle Hıristiyan Arap dünyası ve batının ilgisi giderek kesildi.

 
Ortadoğu’da Kahire yani Mısır’ın başkentinin rolünü ayrı tartışmak gerekir. Burası Ortadoğu'nun mimar-mühendisler odası gibidir. Aynı anda hem FKÖ hem de HAMAS burada kurulur ve 1988'e gelindiğinde HAMAS, FKÖ ile çatışacak kadar sertleşir.

HAMAS 2004'te seçimlere sürüldü ve nihayet 12 Ocak 2007 İsrail Dış İlişkiler Savunma Komitesi toplantısında İsrail Başbakanı Ehud Olmert ; ''Hamas’ı Netenyahu kurdu, hayat verdi, Ahmed Yasin'i (Hamas liderini) serbest bıraktı ve ona gelişme şansı verdi.'' diyordu.

Özcesi Hamas defalarca Filistin davasının üzerine sürüldü ve Hamaslıların elerindeki İsrail silahlarından çıkan kurşunlar Filistin davasını saptırdı.

Orta Doğu da sorunlara karşı çıkan dinamiklerin bir biriyle ilişkileri kesildiğinden, sorunlar ve çatışmalar kalıcı hal almaya devam etmektedir. Kalıcı bunalımlar ve çözümsüzlükler sistemin en temel beslendiği alanlar olduğu yerde çözücü hamleler gerçekleştirmek tarihsel bir zorunluluğu ifade etmektedir.

Bu veriler Türkiye Siyasal İslam Hareketi-İsrail ilişkisini anlamlandırmada önemli kilometre taşını ifade etmektedir. İsrail’den 'uzaklaştıkça' Yahudi sermayesine yakınlaşan hatta teslim olmasını açıklayan önemli ipuçları!

HAMAS’laşan sadece HAMAS değil günümüzde AKP’de Kürt davasının HAMAS’ını yaratmanın peşindeyken Ortadoğu Direniş ruhuna karşı merkezi HAMAS rolüne de bizzat kendisi soyunmuştur.

'Eksen Kayması' tartışması ile safsatalaştırılan AKP oyununa gelmeden açık ve direkt olarak şu soruyu sormak gerekiyor AKP neden İsrail’den uzaklaştıkça Yahudileşiyor?

İsrail devlet istatistik kurumundan yapılan açıklamaya göre, İsrail'in Türkiye'ye ihracatı yüzde 32 artarak 811,8 milyon dolara yükseldi. Aynı dönemde Türkiye'nin İsrail'e ihracatı ise yüzde 30 artışla, 1,04 milyar dolara ulaştı.

Nasıl ki yıllarca İslamist-Laik çatışmasıyla 85 yıldır bir ülke sömürülüp satışa çıkarıldıysa şimdilerde küresel 'çatışmalarla' küresel sömürülerin önü açılmaktadır.

Her ne kadar Bay Erdoğan Davos'ta Simon Peres'e ''one minute'' yani ''bir dakika'' diye seslense de 'Mavi Marmara krizine' rağmen ekonomik ilişkilerin bir saniye dahi durmadığı aksine %30’ dan daha fazla bir artışın olduğu resmi rakamlarca açıkça ispatlanmaktadır.

Küresel güçlerin Türkiye’ye AKP aracılığıyla verdiği roller kadar Türkiye’nin de bu rolü kendisine göre oynayacağı açıktır. Bu bağlamda bir kaç başlıkta toplayabileceğimiz yayılmacılığın; küresel, bölgesel ve iç hesaplarını incelememiz gerekecek.

   Sermayeci Güçlerin Beklentileri ve Jeoekonomik Alan

Küresel ekonomik dengeler ikinci dünya savaşından sonra AB gibi bir projeyle savaşı kapitalizmin merkezinden uzaklaştırma çabası içerisinde sağlanmaya çalışıldı.

Keynes ikinci dünya savaşından sonra kapitalizmin reçetesini şöyle veriyordu ‘’Savaşı, merkez kapitalist ülkeler için bir olasılık olmaktan çıkarın. Savaşı çevrenize çeperinize yayın’’.

AB bugün kendisine demokratik bir misyon biçiyorsa bu, AB’nin insancıl bir biçimi değil aksine ikinci dünya savaşından sonra harabeye dönmüş Avrupa’nın Sovyetlere karşı durması karşılığında ABD’nin ekonomik desteği karşılığında Sosyalist bir ülkeye karşı ‘sosyal devletler’ projesinin bir sonucudur.

Keynes kapitalizmin sağlığı için savaş halini kapitalizmin yayılmadığı ülkeler için süreklileştiriyordu. Belki de böylece elli yıl boyunca ekonomik kriz ertelenecekti.

Gelinen aşamada AB ve ABD’ye rağmen her seferinde yangın, kapitalist modernitenin bir köşesinden tutuşmaktadır. Avrupa’da yılladır savaş olmamasına rağmen Doğu Avrupa Nuh’un Gemisinden şimdiden düşmek üzeredir.

İhtiyaç dışı üretim çılgınlığı yakın zamanda ihtiyaç dışı tüketim partnerini bulmazsa var olan kriz derin bir hal alır.

Tahminler 2011 başlarında devletçi zihniyetin zirvesi ABD olmak üzere birçok ülkenin ekonomik çıkmaza gireceği yönündedir.

Anlaşmalar daha çok ticaridir…


Suriye, İran, Rusya, Irak ve birçok ülkeyle çok hızlı yapılan anlaşmaların daha çok ticari olduğu; enerji ve para dengelerinin kaygılarının giderildiği açıkça görülmektedir.

Bu anlamıyla Neo-Osmanlıcılık bir nevi kapitalizm halifeliğine dönüştü desek abartılı olmayacaktır.

Özellikle GAP adı altında bahsedilen açılım sadece bir barajla sınırlı değildir. Bir tarafta her alanda gerillaya karşı oluşturulan barajlar güvenlik amacını taşırken diğer tarafta derinleşen su ve enerji sorununa karşı Türkiye GAP’la bölgesel bir tehdit oluşturmaktadır.

Her ne kadar ticari ilişkilerde bir ilerlemenin olduğu sanılsa da Türkiye özellikle Irak ve Suriye’ye karşı içinde Atatürk ve Ilısu barajlarının da bulunduğu birçok barajla bölgesel su ihtiyacına karşı su stoğuna giderek yeni tehditler oluşturmaktadır.

Yani Kapitalist Modernitenin verdiği rolü laikiyle yerine getiren Türkiye diğer taraftan GAP gibi sözde projelerle değil Kürt sorununu çözme tam aksine bölge devletlerine ve PKK’ye karşı bu barajlarda tam anlamıyla bir faşizm biriktirilmektedir.

PKK’ye Karşı Diplomatik Savaş ve Ardındaki Gerçekler


Dünyada PKK’ye benzer birçok örgütün mücadelesinin ya sonuçlandığı,  ya devşirildiği ya da tasfiye edildiği bir yerde PKK tasfiye edilmediği her an daha da ilgi çekmekte ve böylece üstüne düşen alternatif hareket olma misyonunu artırmaktadır.

PKK’nin küresel devrimcilik misyonu artıkça küresel karşıtları da destekçilerinin de çapı genişliyor. Artık dünya Filistin çocuklarından ziyade ‘’taş atan çocukları’’ konuşuyor.  Chomsky gibi dünya düşünürleri aydınlar onları konuşuyor...

NATO’nun ‘’ROJ TV’’ operasyonuyla dünyaya verdiği mesaj ilginçtir. NATO kuruluş felsefesini yitirmiş; çünkü karşısında kurulduğu Sovyetler Birliği yıkılmıştır. Aksine bugün Rusya NATO’nun düşmanı değil üyesidir. Kuruluş amacı kalmamış böylesi bir gücün Avrupa’nın merkezinde çizdiği zikzak gariptir.

  Türkiye komşulardan tutalım tüm dünyayla kurduğu ilişkilerde ağlayan sorunu; ‘’Kürt Sorununa’’ emzik aramaya devam etmektedir.

 Esnek taktiklerle sert stratejilere geçiş...


Daha önce gerek küresel güçler gerekse Türkiye’de sert taktiklerle sert stratejiler öngörülüyordu. Ne var ki yeni düzen aynı yöntemleri kaldırmadığından AKP ile ‘’esnek taktiklerle sert stratejiler’’ dönemine geçildi.

AKP derin Misak-ı Milliciliği oynuyor. Mümtazer Türköne bir yazısında ‘’Türkçe okulların yanında Kürtçe okullarda açılsın insanların kendi çocuklarını hangi okullarda okutacağı Türkiye’nin entegrasyon başarısı belirler’’ diyor.

Entegrasyonun politik düzlemdeki ifadesi asimilasyonun ergenlik dönemi olarak tanımlanabilinir.

Modernitenin kavramsal pazarı bize her koşulda müşterisi olabileceğimiz kavramlar sunmaktadır. Oysa entegrasyon derin asimilasyon değil midir?

Kendi toplumumuzu güçlü anlamalar üzerine inşa etmezsek kimlik arayışımız hafıza kaybına uğrar. Entegrasyon durumu; derin çelişkilerimizin derin çelişmezi durumunu oluşturma potansiyelindedir.

AKP eksen stratejisini anlamak için Sovyetler karşısında güçlendirilen ve Avrupa da ‘Sosyal Devlet’ adıyla ne yaratıldığını algılamakta yarar var.

Emeğin tüketime tüketildiği güya ‘’herkesin üretime dâhili’’ durumu tamda tüketim toplumu olma durumudur.

Bu durumda devletin sosyalleştiği değil, toplumun (sosyalin) devletleştiğini söylemek daha doğrudur.  Yani bu, devletin kitleselleşen durumudur.

Özgürlük Hareketinin de tüm bölgesel ve küresel hareketliliğe karşı beklenen devrimci rolünü ancak tüm eylem ve etkinliklerini onun yaşam modeli olan Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizm çatısında yürüterek yapacağı açıktır. En anlamlı eylemlerin bile onun toplum modelini gündeme çıkaracak tarzda değil aksine toplum modeli (özerklik) her eylemin çatısı olmalı, her eylem bu modeli daha da somutlaştırmalıdır.

Ozan Erdem

Hiç yorum yok: