24 Aralık 2010 Cuma

CHP’nin Şifreleri

CHP kongresi tamamlandı. Bir yönüyle CHP cephesinde yeni bir şey yok. 1990’lı yılların başında CHP’ye müdahale edenler hala bu müdahalelerini sürdürüyor.
CHP kongresi tamamlandı. Bir yönüyle CHP cephesinde yeni bir şey yok. 1990’lı yılların başında CHP’ye müdahale edenler hala bu müdahalelerini sürdürüyor. Son kongre de bu müdahaleci güçlerin gölgesinde geçmiştir. CHP’nin demokratik karakter kazanmada adım atmayacağı bir daha görülmüştür. 
AKP ile uzlaşarak Kürt Özgürlük Hareketine karşı bir tasfiye harekâtı sürdürenler CHP’yi de bu tasfiyenin destekçisi konumunda tutmaya çalışıyorlar. 
CHP’nin devletçi karakteri biliniyor. Ancak Bülent Ecevit döneminde bir değişim yaşadı. Devletten çok halka yakın bir parti haline gelmeye başladı. Bu nedenle ilk defa Kürdistan'da birinci parti haline gelmişti. 1970’li yıllar boyunca CHP Amed’te hep en fazla milletvekili alan parti olmuştur.
Kuşkusuz bu dönemde CHP’nin devletçi damarı var olmaya devam etmiştir. Ancak 1970-80 arasında ordu CHP’den daha fazla Demirel’in Adalet partisine yakın durmuştur. Çünkü bu süreçte CHP yoksul yerlerde oy almaktadır. Sosyalist güçler dışındaki sol çevreler ve aydınlar CHP’ye oy vermektedirler. Bu durum CHP’yi içten içe belirli bir değişim yaşatmaya zorunlu kılıyordu. Ancak bu süreç 12 Eylül askeri faşist darbesiyle kesilmiştir. 
12 Eylül’ün esas amacı Kürt hareketini ve solu ezmekti. Sadece sosyalistleri ezmeyi değil, sosyal demokrat eğilimi de bitirmeyi hedeflemiştir. Bu konuda da önemli düzeyde başarılı olmuştur. Sol şimdiye kadar kendine gelememişse ve Türkiye'de bir sosyal demokrat güç ortaya çıkamıyorsa buna neden olan 12 Eylül faşist askeri darbesidir. 
Sola ve CHP’ye bir operasyon da Kürt halkının Özgürlük Mücadelesinin geliştiği ve serhıldanların güçlendiği dönemde olmuştur. İçindeki gerçek demokratların 1989’da ayrıldığı biliniyor. Paris Kürt konferansına katılan Kürt milletvekillerine CHP içinden tepki gelince bu milletvekilleri başka demokrat milletvekilleriyle birlikte CHP'den ayrılmışlardır. CHP özellikle 1992 yılından sonra tümden gerici bir karaktere kavuşmuştur.
1992 yılında Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketine karşı yeni bir savaş konsepti benimsemiştir. Bunun da kirli bir özel savaş olarak gerçekleştiği bilinmektedir. Bu kirli savaşı yürütenler Kürt Özgürlük Hareketinin yalnız kalması için Türkiye'deki tüm siyasi güçlere müdahale etmişlerdir. Bu müdahaleden CHP de nasibini almıştır. Sosyal demokratları güçleri tümden Özgürlük Hareketine karşı çıkarmak için gerici ve şovenist bir politika ve söylemi CHP içinde hâkim kılmıştır. 
Sol üzerinde ise sürekli bir operasyon yaparak Kürt Özgürlük Hareketine destek verecek güce ulaşmasını engellemeye çalışmışlardır. Böylece Türkiye cephesini sağlam tutarak Kürt Özgürlük Hareketine karşı dünyada görülmemiş bir kirli savaş yürütmüşlerdir. 
Bu dönemde de Kürtler üzerinde Kürt demokratik hareketinin etkili olmaması için siyasal İslam’ın gelişmesine göz yummuşlardır. Siyasal İslamcılar da bu dönemde bırakalım kirli savaşa karşı çıkmayı, aksine bu kirli savaşçıları rahatsız etmeyerek bu yıllardan yararlanıp kendilerini güçlendirmeye çalışmışlardır. Ancak Kürt Özgürlük Hareketine karşı kullanmak isteyenlerin hesapları dışında siyasal İslam gelişme göstermeye ve radikalleşmeye başlayınca 28 Şubat postmodern darbesini yaparak bu güçleri yeniden dizayn etmişlerdir.
Türkiye'de merkez sağ denilen siyasi hareketler ise Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürüttükleri kirli savaş içinde tükenmişlerdi. 
Aslında Kürt Özgürlük Hareketinin silahlı güçlerini geriye çekmesinden sonra 2000’li yıllarda sol ya da sosyal demokrat bir siyasi gücün iktidara gelmesi gerekirdi. Ne var ki 12 Eylül’den bu yana Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürütülen savaş süresince sol ve sosyal demokratlar üzerinde hem baskı kurdukları hem de içlerine müdahale ettikleri için AKP bu boşluktan yararlanarak iktidar oldu. AKP 12 Eylül’den bu yana süren baskı ortamının ve savaş ekonomisinin yarattığı tepkileri ve özlemleri iyi değerlendirerek hükümet oldu. 
Türk derin devleti CHP’nin sosyal demokrat bir çizgiye kavuşarak Türkiye'nin demokratikleşmesinde pozitif bir rol oynamasını 2000’li yıllarda da engelledi. Altan Öymen CHP’nin başına geçip demokratik söylemlerde bulununca derhal müdahale edilerek Deniz Baykal yeniden CHP’nin başına getirildi. 
Derin devlet CHP ya da MHP’nin mevcut siyasal konjonktürde Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürütülen savaşta rol oynayamayacağını bilerek AKP’nin hükümette olmasını daha uygun görmüştür. Kuşkusuz devlet içinde yine kendi çizgisinin hâkim olmasını istemiştir.
Ancak Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi yeniden yükselişe geçince AKP ile 2007’de Dolmabahçe’de yeni bir uzlaşma yapmak zorunda kalmıştır. Daha doğrusu AKP’nin devlet içine alınması kabul edilerek Kürt halkının Özgürlük Mücadelesine karşı yeni bir siyasi konseptle mücadele yürütmeye başlanmıştır. 
1990’lı yıllarda solu kontrol altına alanlar ve sistemiçileştirenler siyasal İslam’la da uzlaşarak Kürtleri tümden yalnızlaştırıp ezme politikasını sürdürmektedirler. 
Bu süreç AKP’nin güçlenmesini ve devletin başat güç haline gelmesini sağlamıştır. Kuşkusuz AKP ile diğer güç odakları arasında bir çekişme sürse de siyasal İslam’ın devlet içinde etkin olmada önemli mesafe aldığı açıktır. 
Bu durum karşısında kimi çevreler AKP’yi sınırlamak için CHP’nin biraz daha demokrasiye duyarlı hale gelmesini sağlayacak değişim içine girmesini istemişlerdir. Bu nedenle CHP’nin Kürt sorunu da içinde olmak üzere belirli bir politika değişikliği yapmasına destek vermişlerdir.
Ancak gelinen aşamada görülmüştür ki 1990’lı yıllarda CHP’ye müdahale edenler, CHP’nin Kürt sorunu ve demokratikleşme konusunda bir değişim yaşamasını engelliyorlar. Son CHP kongresi bu konuda etkili olduklarını göstermektedir. 
CHP kongresinden önce genelkurmayın açıklaması bir yönüyle de CHP kongresine müdahale niteliğini taşıyordu. Genelkurmay açıklamasını da sadece BDP’ye tepki olarak görmek yetersiz bir değerlendirme olur.
CHP eski genel başkanı Deniz Baykal’ın açıklamaları ilginçtir. Derin devletin yıllarca CHP’yi nasıl kullandığı ve CHP’ye nasıl bir rol verildiğini ortaya koymaktadır.
Deniz Baykal, iktidar olacağız diyerek CHP’nin çizgisinde değişim yaratmak kabul edilemez; CHP’nin görevi Türkiye'nin ulus devlet ve üniter karakterini korumak ve laiklik konusunda yapılacak değişiklikler karşısında durmaktır, demektedir.
Derin devlet, siyasal İslam’la uzlaşarak laiklik anlayışı konusundaki hassasiyetinde bir değişikliğe giderek siyasal İslam’ın devlet içine alınacağını kabul etmiştir.
Zaten bu, devletin yeni kırmızı kitabı ile resmileşmiştir. Geriye sadece ulus devlet ve üniter yapıyı koruma hedefi kalmıştır. Şu anda devletin temel stratejisi ve politikası ulus devleti ve üniter yapıyı korumaktır. Özcesi tek tehlike Kürtler olarak görülmektedir. 
Dolayısıyla Deniz Baykal’ın CHP’ye verdiği rol de bu milli güvenlik ve siyaset belgesindeki hedefle sınırlıdır. 
Deniz Baykal, ille de hükümet olmamız gerekmiyor, bizim görevimiz muhalefette kalarak ulus devlette yaşanacak gevşemelere karşı koymaktır, iktidar olacağız denilerek devletin Kürt politikasından taviz veremeyiz, demektedir. Yani bizim demokrasi ve demokratikleşme diye bir sorunumuz olamaz; bizim görevimiz Türkiye'de Kürtler üzerinde siyasi egemenlik ve kültürel soykırımın sürdürüleceği siyasal sistemin savunucusu olmaktır, diyor.
CHP, derin devletin verdiği bu rolü reddedip Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünde rol oynayacak bir çizgiyi kabul etmediği müddetçe değişmeyecektir. 
Derin devlete göre, AKP Kürt Özgürlük Hareketini en iyi bastıracak aktördür. CHP de bu bastırma hareketini gözetecek ve dizayn edecek tamamlayıcı güçtür. AKP ve CHP madalyonun iki yüzüdürler. Bu nedenle CHP demokratikleşerek hükümet olmayı hedefleyen bir konuma gelemiyor. CHP, AKP gibi Kürt Özgürlük Hareketini bastırmada avantajlı aktör olmadığından, önümüzdeki dönemde de iktidar koltuğu yerine tasfiye politikasının muhalefet cephesinden tamamlayıcısı olma rolünü oynamaya devam edecektir. 
Genelkurmay başkanı, iki dilliliğe sert tepki vermiştir. Bu, CHP kongresinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürtsüz bir konuşma yapmasını beraberinde getirmiştir. Siz bakmayın Hüseyin Çelik’in ordu siyasi konuşma yapmasın dediğine, esas olarak AKP'nin iki dillilik konusunu nasıl değerlendirdiğini görmek gerekir.  
Kuşkusuz AKP Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme rolünü üstlendiği için iki dilliliğe sert tepki vermiştir. Çünkü AKP ile derin devlet arasındaki uzlaşma bunu gerektirmektedir. 
AKP ve CHP karşı çıksa da iki dillilik Kürdistan'da gerçekleşecektir. CHP bu kongrede de geleceği okuyup derin güçlerin etkisinden çıkacak basireti gösteremediğinden en fazla kaybeden siyasi güç olma konumundan çıkmayacaktır.
Artık CHP’ye samimi olarak inananlar, CHP’den demokrasi ve özgürlük konusunda bir şey bekleyenler mevcut CHP gerçeğini ve arkasındaki güçleri görerek ya CHP içinde bir demokratik hareket başlatmalı ya da sol demokratlarla birleşerek bir demokrasi hareketi içinde yer almalıdırlar.
Kürt sorununda demokratik çözüm adımı atmayanlar ne devletin etkisinden çıkabilirler ne de demokratik bir güç haline gelebilirler.

Mizgîn Delîla

Hiç yorum yok: