Kürt sorununun çözümünde ön görülen demokratik özerklik modeli, kimi yönleriyle yaşanan örneklerle bir benzerlik arz etse de, içerik bakımından tümden kendine özgü bir modeldir. Buna Türkiye modeli veya Kürt modeli demek de mümkündür.
Tarihe baktığımızda her halk, toplum veya ulus kendi içinde yaşamış olduğu etnik, sınıfsal, dinsel veya ekonomik çelişkilerini bir biçimde çözebilmiştir. İster uygarlıklar arası olsun, ister uluslar veya mezhepler arası olsun, her savaşın veya mücadelenin bir uzlaşısı olmuştur. Ne doğada ne de toplumda çelişkilerin bitmeyeceği bir gerçektir. Her zaman ve her şeyde doğal bir çelişki olacaktır. Bu eşyanın tabiatı ve dolayısıyla diyalektik bir zorunluluğudur. Ancak uzlaşmaz veya mutlak çelişkinin olmadığını belirtmek gerekir.
Bugün dünya geneline baktığımızda Kürt sorununun kendine has özellikleriyle ender bir sorun olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Kürt halkıyla benzer kaderi taşıyan birçok halk, 20. yüzyılın başlarında veya ortalarına doğru ulusal ve toplumsal sorunlarını bir biçimiyle çözebilmişlerdir. Latin Amerika’dan tutalım, Avrupa’ya, Ortadoğu’dan tutalım, Asaya ve Uzak doğuya kadar sayısız örnekle karşılaşırız.
MERKEZİ YAPILAR YERİNE DEMOKRATİK YAPILAR
21. yüzyılda sorunların ele alış tarzı ve çözüm biçimleri kuşkusuz daha farklı olmak durumundadır. Her şeyden önce kapitalist modernitenin küresel anlamda halen hüküm sürdüğü ancak buna rağmen ciddi bir krizle de karşı karşıya olduğu bir çağda yaşıyoruz. Her ne kadar bu sistemin temel güçleri, söz konusu olan bu krizin; sosyal, kültürel, ahlaki ve ekonomik derinliğini henüz itiraf etmemişlerse de, bunun temel nedeni olan ulus-devlet paradigmasının iflasını da gizleyememektedir. Bu bağlamdan hareketle katı merkezi yapıların, yine tekçi ve totaliter yönetim anlayışlarının aşıldığı; bunun yerine daha yerel ve demokratik örgütlenmelerin öne çıktığı bir dönemde yaşıyoruz. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü böylesi avantajlı bir dünya konjonktüründe gündeme gelmektedir.
Bugünlerde herkes Kürt sorununun çözüm biçimini tartışıyor. Bu tartışmalarda ileri veya çağdaş çözüm modelleri olarak da genelde Avrupa örnekleri gösterilmektedir. Belçika modeli, İspanya modeli veya Fransa modeli en çok sözü edilen çözüm biçimleri olmaktadır. Elbette ki, bu deneyimlerden yararlanmak mümkün. Ancak birebir aynı olamayacağı da ayrı bir gerçekliktir. Çünkü her ülkenin sorunu kendine özgüdür ve dolayısıyla çözüm biçimleri de bu özgünlüğe göre gelişmiştir. Burada örnek kabilinde Belçika ve İspanya modellerini inceleyebiliriz.
BELÇİKA MODELİ
Belçika anayasasında “Belçika Ulusu” kavramı geçmektedir. Ancak ulus etnik kimliğe dayanmaz. Ne Valon ne de Flaman ulusu olarak tanımlanmaz. Belçika toplumu Flamanca ( Hollandaca) konuşan Flaman, ve Fransızca konuşan Valon ulusal topluluklarından oluşmaktadır. Ayrıca göçmen azınlıklar da mevcuttur. Belçika anayasası farklılıkları reddetmez, tanır. Bundan dolayı da ulus ve azınlık terimi yerine, bölge, dil bölgesi terimlerini kullanır. Flaman ve Valon toplulukları gibi…
Yakın zamana kadar devlet erki Valonların elindeydi. Fransızca uzun zaman öncelikli dil olarak kalır. Bu iki toplum arasında ekonomik, politik, kültürel ve bölgesel çelişkiler yaşanmıştır. Belçika’nın politik yaşamını belirleyen de bu çelişkili durum olmuştur. Valonlar ekonomik olarak güçlü ve devlet yönetiminde hakim oldukları için Flamanlar buna karşı mücadele eder. Bu mücadele Belçika’yı federal bir sisteme götürür.
Anayasada yer alan üç topluluk ve üç bölge ayrı ayrı meclis ve hükümete sahiptir. Flamanların Flaman topluluğu, Valonların Valon topluluğu adıyla birer meclisleri bulunur. Almanların da Alman dilli topluluk meclisi bulunur. Bu durum bölge itibariyle de geçerlidir. Flaman, Valon ve karışık Brüksel bölgelerinin birer meclisi bulunur. Her bölgenin birer yürütmesi vardır. Meclis üyeleri seçimler ile belirlenir.
Topluluk ve bölge organlarıyla federal organlar arasındaki ilişkilerde karşılıklılık ve eşitlik ilkesi geçerlidir. Anayasal organlar olarak bölge ve topluluk organları federal merkezi organların alt organları olmayıp onların yanında eşit konumda yer alırlar. Bölge ve topluluk bazındaki organlar yetkili bulundukları alanlarda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahiptirler. Topluluk ve bölge yönetimlerinin yetki ve görevleri anayasaca belirlenmiştir. Ekonomi, ticaret, sağlık, ulaşım, su, enerji, çevre, dil, kültür, eğitim ve yerel yönetimlerin denetlenmesi gibi konularda belli sınırlamalar hariç yetki sahibidirler.
İSPANYA MODELİ
İspanya’nın nüfusu anadil esas alındığında %63 İspanyolca (Kastilce) %24 Katalanca %10 Galiçce ve %3 Baskça konuşanlardan oluşur. Kastillerin yanı sıra Bask, Katalan ve Galiçlerin ulusal varlığı dil ve kültürleri, sembolleri resmen tanınmaktadır. Bunlar azınlık olarak ele alınmamakta, milliyet olarak ele alınmaktadır. İspanya’da Kastil, Katalan, Bask ve Galiç olmak üzere dört milliyet vardır ve bunlar İspanya ulusunu oluştururlar. Anayasanın 2. maddesinde şöyle denilmektedir: “Anayasa, İspanya ulusunun ayrılmaz birliğine tüm İspanyolların ortak anavatanının bölünmezliğine dayalı; ulusun parçalarını oluşturan milliyetlerin ve bölgelerin otonomi hakkını tanır. Güvence altına alır ve onlar arasındaki dayanışmaya dayanır.”
“ÖZERKLİK ANLAYIŞIMIZ DEMOKRASİYE DAYANIYOR’’
Son haftalarda avukatları aracılığıyla Demokratik Özerkliğe ilişkin görüşlerini kamuoyu ile paylaşan Öcalan, bu konuyu çok net tanımlamalarla ifade etmektedir: “Demokratik ulus, bir ruh ise demokratik özerklik ise bedendir. Demokratik özerklik demokratik ulus inşasının ete kemiğe bürünmüş halidir, onun somutlaşmış bedenleşmiş halidir. Bizim anlayışımız Kürtlük anlayışı değildir, bizde tek başına Kürtlük anlayışı yoktur. Bu anlayışla hareket etmiyoruz. Bizim ortaya koyduğumuz Demokratik Özerklik modeli tek başına Kürtlüğe, Türklüğe, Araplığa dayanmıyor. Demokrasiye dayanıyor. Örneğin Hatay'da Adana'da da bir Demokratik Özerklik kurulabilir. Orada Araplar kendilerini ağırlıklı ifade ederler. Bizim Demokratik Özerklik anlayışımız tek bir inanca da dayanmıyor. Halklara dayanıyor hatta tek başına halklar diye ifade etmem de eksik kalır, değişik toplumsal tabakalara, toplumsal sınıflara, toplumsal kesimlere dayanır. Bahsettiğimiz Demokratik Özerklik sadece Kürdistan'a ilişkin değil, Ege, Karadeniz, Orta Anadolu'ya da ilişkindir.”
“ULUS-DEVLET MERKEZLİ KAPİTALİST ANLAYIŞ AŞILMAK ZORUNDA”
Günümüzde ulus-devlet modelinin toplumsal ihtiyaçlara cevap veremediğini, toplumsal kesimlerin hak ve özgürlüklerini geliştirme yerine gün be gün daralttığını belirten Öcalan, şu değerlendirmede bulunuyor: “Burada önemli olan kapitalist moderniteyle ortaya çıkan ulus-devlet anlayışının sorgulanması ve aşılmasıdır. Tartışmalar bunun üzerinden gelişmelidir. Biz kapitalist moderniteyle ortaya çıkan dört yüz yıllık ulus-devlet deneyimini sorguluyoruz. Ulus-devlet modelinin halklara, toplumsal sınıflara, toplumsal tabakalara, toplumsal kesimlere dar geldiğini, yetmediğini görmek zorundayız. Nitekim Avrupa bile bu konuları tartışmaya ve aşmaya başladı. Ulus-devlet merkezli kapitalist anlayış aşılmak zorundadır. Sosyolog Weber'in benim de katıldığım “Demir Kafes Teorisi” var. Bu teoriye göre ulus-devlet, toplumu boynundan demir kafese alıyor ve kendine tutsak ediyor. Toplum bu demir kafesin içinde esir ediliyor. Ulus-devletin toplum üzerindeki tahribatı bu teoriyle izah edilebilir. Ulus-devletin kurduğu bu kafes topluma dar geliyor. Bizim de yapmaya çalıştığımız ulus-devletin bu tahribatlarını gidermektir”
“KÜRTLERLE SINIRLI BİR PROJE DEĞİL”
Demokratik özerklik anlayışının sadece Kürtlerle sınırlı bir proje olmadığını önemle vurgulayan PKK lideri Öcalan “Biz Demokratik özerklik projesini kendimizle sınırlandırmıyoruz. Salt Kürtlük etnisitesine dayandırmıyoruz. Kürtler bugün bunun öncülüğünü yapabilir ancak bu demokratik özerklik anlayışı bütün Türkiye'yi kapsayan bir projedir. Burada görülmesi gereken ulus-devlet anlayışıyla Türkiye'nin yönetilemeyeceğidir. Demokratik Özerklik, ulus-devlet karşısında en doğru, uygulanabilir bir seçenektir. Sadece Kürtler için değil her yerde, Türkiye'de, Ortadoğu'da uygulanabilir bir seçenektir. Burada demokratik özerklik yönetiminde önemli olan toplumun yönetim iradesidir. Toplum devletin belli yetkilerini ele geçirip kendi yönetim anlayışını geliştirir. Devletin elinde kalan yetkiler sınırlı bazı yetkiler olacaktır. Toplum, merkezi devleti sınırlayarak kendi yetkileriyle kendini yönetecektir. Önemli olan devletin sınırlandırılmasıdır. Ben buna merkezin yetkilerini topluma devretmek diyorum. Burada sadece halk da demiyorum, toplum diyorum” diyor.
Kürtlerin toplumsal olarak demokratik özerkliğe yatkın olduğunu hatırlatan Kürt Halk Önderi, Türkiye demokrasine öncülük edebileceklerini şu sözlerle vurguluyor: “Demokratik özerklikle birlikte Kürtler ulus olma hakkını, tarihsel haklarını, diğer kimlikler de kendi demokratik haklarını, azınlık haklarını elde ederler. Kürtler sosyal, siyasal, kültürel konumları gereği demokratik özerkliğe en yatkın toplumsal kesimdir. Kürtler bu özelliğiyle demokratik özerkliğin ve Türkiye demokrasisinin öncülüğünü yapabilirler. Kürtlerin demokratik özerkliği, kademe kademe Türkiye'nin her tarafına yayılır.”
TÜRKİYE VEYA KÜRT MODELİ
Kürt sorununun çözümünde ön görülen demokratik özerklik modeli, kimi yönleriyle yaşanan örneklerle bir benzerlik arz etse de, içerik bakımından tümden kendine özgü bir modeldir. Buna Türkiye modeli veya Kürt modeli demek de mümkündür. Demokratik özerklik, devlet + demokrasi formülündeki ( + ) artı rolünü oynamaktadır. Ortak vatanda iki ayrı gücün birbirleriyle olan ilişkilerini, hukukunu tanımlar. Bu iki ( veya daha fazla olabilir ) güç arasında siyasal bir sınır yoktur. Yani bir sınırın bir tarafında devlet bir tarafında demokratik konfederalizm vardır diye ele almak ve böyle tanımlamak yanlıştır. Her iki sistemin nitelikleri bellidir. İki sistemin iç içe geçme gibi bir durumu söz konusudur. Bu içiçelik, bu iki sistem arasında kaba anlamda bir sınır olmadığı anlamına gelir. Yani “Türkiye’de devlet vardır, Kürdistan’da da konfederalizm vardır” denemez. Devletin Kürdistan’da da kurumları olabilir. Aynı şekilde konfederalizmin de Türkiye’de kurumları vardır. Örneğin İstanbul’da yaşayan Kürtler de kendi siyasal kurumları olan meclislerini oluşturabilir, okullarda anadillerinde eğitim yapabilir ve kendi renklerini taşıyabilirler. Mücadele, cepheden birbirini ortadan kaldırma tarzında değil, iç içe geçme ve birbirini aşma tarzında olur. Yani devletin olduğu yerde demokratik konfederal sistem de olabilir. Demokratik konfederal sistemin olduğu yerde de devletçi sistemin kurumları olabilir. Bu iki gücün bir aradalığını iyi algılamak gerekir.
“DEMOKRATİK ÖZERKLİĞİN BOYUTLARI VAR”
PKK lideri Abdullah Öcalan, demokratik özerkliğin bazı temel boyutlarını şöyle sıralamaktadır: “demokratik özerkliğin birkaç unsuru veya boyutu vardır;
1-Siyasi Boyut: Bu boyutta bir meclis olur. Ya da halkın bir kongresi olur. Bu kongre demokratik toplum kongresidir. Bu kongrenin bir de küçük bir yürütme kurulu olur.
2-Hukuki Boyut: Demokratik Özerklik projesinin hukuki statüsünü ifade eder. Biz buna statü diyelim. Katalanlar da bunu 'status' olarak ifade ediyorlar. Bu çok önemli. Yani hukuki olarak Kürtlerin statüsü ne olacak. Anayasa ve yasalara yansıtılır. Yasalar, Demokratik Özerkliğin çerçevesinin içeriğini belirler.
3-Ekonomik Boyut : İnşa edilen demokratik ulusun bir de ekonomik politikası olur. Nasıl bir ekonomi olmalıdır, bu belirlenir. Barajlar, yer altı-yerüstü kaynakların bir politikası olur. Vergiler alınacak ise nasıl ve ne kadar alınır bunlar belirlenir. Ekonomik sistem olarak kapitalizmi kabul edemeyiz. Belki kapitalizmi tam olarak ortadan kaldıramayız ama önemli oranda kapitalist ekonomik sistemi değiştirebilir, onu aşındırabilir, kendi ekonomik sistemimizi kurabiliriz. Bu sistemde halkın ekonomisi olur, bir kısmını da özel ekonomi oluşturur. Yani özel şirketler olur. Bütün bunlar tartışılmalıdır.
4-Kültürel Boyut: Bu kültürel boyut daha çok dil anadilde eğitimi, tarih ve sanatı kapsar. Kürtçe'nin Türkçe ile ilişkisi nasıl olmalıdır, anadilde eğitim nasıl yapılabilir, demokratik ulusun dil politikası nasıl olmadır bunlar tartışılmalıdır. Bir eğitim politikası oluşturulmalıdır. Kürtler kültürel soykırımı da tam olarak nasıl aşabilir bunu da bolca tartışıp kültürel soykırımı aşmalıdır.
5-Öz savunma Boyutu: Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz. Yani burada soykırımı ele alıyoruz. Kürtler soykırımdan nasıl kurtulabilir bunu somutlaştırmalıdırlar.
Burada soykırım tüm soykırım çeşitlerini kapsar. Sadece fiziki değil kültürel ve her çeşit soykırımdan bahsediyorum. Yani Kürtlerin bir öz savunma durumuna kavuşması sağlanır. Toplum burada kendi öz savunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu kastetmiyorum. Öz savunma KCK, PKK tarzı silahlı yapıyı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum. Bunu daha fazla halk tartışır farklı sonuçlara ulaşabilirler. Mesela çocuklarını askere gönderecekler mi? Askeriyede yer alacaklar mı, bunlar tartışılır. Mesela korucular nasıl lağvedilecek, koruculuk meselesi nasıl halledilecek bunlar tartışılmalıdır. Bu güvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz.
6-Diplomasi Boyutu: Bu da Kürtlerin diğer halklarla, toplumlarla olan ilişkilerini ele alır. Komşu çevre ülkeler ve diğer parçadaki Kürtlerle ilişkiler olur. Diğer toplumlar ile nasıl bir ilişki istiyoruz, onlarla nasıl yaşamalıyız? Diplomasi boyutu bunu karşılar.
Daha fazla uzatılabilir ancak bu altı boyut yeterlidir. Bir çerçevedir, ana hatları bunlardır. Bu boyutların her birine ilişkin birden fazla komisyon olur ve bunlar üzerinde çalışmalar olur” diyor.
Sonuç olarak, demokratik özerklik projesi, Kürtler açısından yeni bir dönemi ifade etmektedir. Süregelen çözümsüzlüğe, oyalama ve istismara karşı toplumsal bir tutum olduğu kadar; halkların özgür, eşit ve kardeşçe bir arada yaşayabilme anlayışıdır.
Bu temelde Kürt toplumunun tüm kesimleri, konfederal tarzda sosyal, siyasal kültürel, ekonomik, eğitim, sağlık vb. alanlarda kendi öz örgütlenmelerini gerçekleştireceklerdir. Bu çözüm projesini ne AB ne BM ne de başka uluslar arası bir güç gayri meşru göremez. Zira uluslar arası hukukta da belli bir çerçevesi bulunmaktadır.
ANF NEWS AGENCY
Tarihe baktığımızda her halk, toplum veya ulus kendi içinde yaşamış olduğu etnik, sınıfsal, dinsel veya ekonomik çelişkilerini bir biçimde çözebilmiştir. İster uygarlıklar arası olsun, ister uluslar veya mezhepler arası olsun, her savaşın veya mücadelenin bir uzlaşısı olmuştur. Ne doğada ne de toplumda çelişkilerin bitmeyeceği bir gerçektir. Her zaman ve her şeyde doğal bir çelişki olacaktır. Bu eşyanın tabiatı ve dolayısıyla diyalektik bir zorunluluğudur. Ancak uzlaşmaz veya mutlak çelişkinin olmadığını belirtmek gerekir.
Bugün dünya geneline baktığımızda Kürt sorununun kendine has özellikleriyle ender bir sorun olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Kürt halkıyla benzer kaderi taşıyan birçok halk, 20. yüzyılın başlarında veya ortalarına doğru ulusal ve toplumsal sorunlarını bir biçimiyle çözebilmişlerdir. Latin Amerika’dan tutalım, Avrupa’ya, Ortadoğu’dan tutalım, Asaya ve Uzak doğuya kadar sayısız örnekle karşılaşırız.
MERKEZİ YAPILAR YERİNE DEMOKRATİK YAPILAR
21. yüzyılda sorunların ele alış tarzı ve çözüm biçimleri kuşkusuz daha farklı olmak durumundadır. Her şeyden önce kapitalist modernitenin küresel anlamda halen hüküm sürdüğü ancak buna rağmen ciddi bir krizle de karşı karşıya olduğu bir çağda yaşıyoruz. Her ne kadar bu sistemin temel güçleri, söz konusu olan bu krizin; sosyal, kültürel, ahlaki ve ekonomik derinliğini henüz itiraf etmemişlerse de, bunun temel nedeni olan ulus-devlet paradigmasının iflasını da gizleyememektedir. Bu bağlamdan hareketle katı merkezi yapıların, yine tekçi ve totaliter yönetim anlayışlarının aşıldığı; bunun yerine daha yerel ve demokratik örgütlenmelerin öne çıktığı bir dönemde yaşıyoruz. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü böylesi avantajlı bir dünya konjonktüründe gündeme gelmektedir.
Bugünlerde herkes Kürt sorununun çözüm biçimini tartışıyor. Bu tartışmalarda ileri veya çağdaş çözüm modelleri olarak da genelde Avrupa örnekleri gösterilmektedir. Belçika modeli, İspanya modeli veya Fransa modeli en çok sözü edilen çözüm biçimleri olmaktadır. Elbette ki, bu deneyimlerden yararlanmak mümkün. Ancak birebir aynı olamayacağı da ayrı bir gerçekliktir. Çünkü her ülkenin sorunu kendine özgüdür ve dolayısıyla çözüm biçimleri de bu özgünlüğe göre gelişmiştir. Burada örnek kabilinde Belçika ve İspanya modellerini inceleyebiliriz.
BELÇİKA MODELİ
Belçika anayasasında “Belçika Ulusu” kavramı geçmektedir. Ancak ulus etnik kimliğe dayanmaz. Ne Valon ne de Flaman ulusu olarak tanımlanmaz. Belçika toplumu Flamanca ( Hollandaca) konuşan Flaman, ve Fransızca konuşan Valon ulusal topluluklarından oluşmaktadır. Ayrıca göçmen azınlıklar da mevcuttur. Belçika anayasası farklılıkları reddetmez, tanır. Bundan dolayı da ulus ve azınlık terimi yerine, bölge, dil bölgesi terimlerini kullanır. Flaman ve Valon toplulukları gibi…
Yakın zamana kadar devlet erki Valonların elindeydi. Fransızca uzun zaman öncelikli dil olarak kalır. Bu iki toplum arasında ekonomik, politik, kültürel ve bölgesel çelişkiler yaşanmıştır. Belçika’nın politik yaşamını belirleyen de bu çelişkili durum olmuştur. Valonlar ekonomik olarak güçlü ve devlet yönetiminde hakim oldukları için Flamanlar buna karşı mücadele eder. Bu mücadele Belçika’yı federal bir sisteme götürür.
Anayasada yer alan üç topluluk ve üç bölge ayrı ayrı meclis ve hükümete sahiptir. Flamanların Flaman topluluğu, Valonların Valon topluluğu adıyla birer meclisleri bulunur. Almanların da Alman dilli topluluk meclisi bulunur. Bu durum bölge itibariyle de geçerlidir. Flaman, Valon ve karışık Brüksel bölgelerinin birer meclisi bulunur. Her bölgenin birer yürütmesi vardır. Meclis üyeleri seçimler ile belirlenir.
Topluluk ve bölge organlarıyla federal organlar arasındaki ilişkilerde karşılıklılık ve eşitlik ilkesi geçerlidir. Anayasal organlar olarak bölge ve topluluk organları federal merkezi organların alt organları olmayıp onların yanında eşit konumda yer alırlar. Bölge ve topluluk bazındaki organlar yetkili bulundukları alanlarda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahiptirler. Topluluk ve bölge yönetimlerinin yetki ve görevleri anayasaca belirlenmiştir. Ekonomi, ticaret, sağlık, ulaşım, su, enerji, çevre, dil, kültür, eğitim ve yerel yönetimlerin denetlenmesi gibi konularda belli sınırlamalar hariç yetki sahibidirler.
İSPANYA MODELİ
İspanya’nın nüfusu anadil esas alındığında %63 İspanyolca (Kastilce) %24 Katalanca %10 Galiçce ve %3 Baskça konuşanlardan oluşur. Kastillerin yanı sıra Bask, Katalan ve Galiçlerin ulusal varlığı dil ve kültürleri, sembolleri resmen tanınmaktadır. Bunlar azınlık olarak ele alınmamakta, milliyet olarak ele alınmaktadır. İspanya’da Kastil, Katalan, Bask ve Galiç olmak üzere dört milliyet vardır ve bunlar İspanya ulusunu oluştururlar. Anayasanın 2. maddesinde şöyle denilmektedir: “Anayasa, İspanya ulusunun ayrılmaz birliğine tüm İspanyolların ortak anavatanının bölünmezliğine dayalı; ulusun parçalarını oluşturan milliyetlerin ve bölgelerin otonomi hakkını tanır. Güvence altına alır ve onlar arasındaki dayanışmaya dayanır.”
“ÖZERKLİK ANLAYIŞIMIZ DEMOKRASİYE DAYANIYOR’’
Son haftalarda avukatları aracılığıyla Demokratik Özerkliğe ilişkin görüşlerini kamuoyu ile paylaşan Öcalan, bu konuyu çok net tanımlamalarla ifade etmektedir: “Demokratik ulus, bir ruh ise demokratik özerklik ise bedendir. Demokratik özerklik demokratik ulus inşasının ete kemiğe bürünmüş halidir, onun somutlaşmış bedenleşmiş halidir. Bizim anlayışımız Kürtlük anlayışı değildir, bizde tek başına Kürtlük anlayışı yoktur. Bu anlayışla hareket etmiyoruz. Bizim ortaya koyduğumuz Demokratik Özerklik modeli tek başına Kürtlüğe, Türklüğe, Araplığa dayanmıyor. Demokrasiye dayanıyor. Örneğin Hatay'da Adana'da da bir Demokratik Özerklik kurulabilir. Orada Araplar kendilerini ağırlıklı ifade ederler. Bizim Demokratik Özerklik anlayışımız tek bir inanca da dayanmıyor. Halklara dayanıyor hatta tek başına halklar diye ifade etmem de eksik kalır, değişik toplumsal tabakalara, toplumsal sınıflara, toplumsal kesimlere dayanır. Bahsettiğimiz Demokratik Özerklik sadece Kürdistan'a ilişkin değil, Ege, Karadeniz, Orta Anadolu'ya da ilişkindir.”
“ULUS-DEVLET MERKEZLİ KAPİTALİST ANLAYIŞ AŞILMAK ZORUNDA”
Günümüzde ulus-devlet modelinin toplumsal ihtiyaçlara cevap veremediğini, toplumsal kesimlerin hak ve özgürlüklerini geliştirme yerine gün be gün daralttığını belirten Öcalan, şu değerlendirmede bulunuyor: “Burada önemli olan kapitalist moderniteyle ortaya çıkan ulus-devlet anlayışının sorgulanması ve aşılmasıdır. Tartışmalar bunun üzerinden gelişmelidir. Biz kapitalist moderniteyle ortaya çıkan dört yüz yıllık ulus-devlet deneyimini sorguluyoruz. Ulus-devlet modelinin halklara, toplumsal sınıflara, toplumsal tabakalara, toplumsal kesimlere dar geldiğini, yetmediğini görmek zorundayız. Nitekim Avrupa bile bu konuları tartışmaya ve aşmaya başladı. Ulus-devlet merkezli kapitalist anlayış aşılmak zorundadır. Sosyolog Weber'in benim de katıldığım “Demir Kafes Teorisi” var. Bu teoriye göre ulus-devlet, toplumu boynundan demir kafese alıyor ve kendine tutsak ediyor. Toplum bu demir kafesin içinde esir ediliyor. Ulus-devletin toplum üzerindeki tahribatı bu teoriyle izah edilebilir. Ulus-devletin kurduğu bu kafes topluma dar geliyor. Bizim de yapmaya çalıştığımız ulus-devletin bu tahribatlarını gidermektir”
“KÜRTLERLE SINIRLI BİR PROJE DEĞİL”
Demokratik özerklik anlayışının sadece Kürtlerle sınırlı bir proje olmadığını önemle vurgulayan PKK lideri Öcalan “Biz Demokratik özerklik projesini kendimizle sınırlandırmıyoruz. Salt Kürtlük etnisitesine dayandırmıyoruz. Kürtler bugün bunun öncülüğünü yapabilir ancak bu demokratik özerklik anlayışı bütün Türkiye'yi kapsayan bir projedir. Burada görülmesi gereken ulus-devlet anlayışıyla Türkiye'nin yönetilemeyeceğidir. Demokratik Özerklik, ulus-devlet karşısında en doğru, uygulanabilir bir seçenektir. Sadece Kürtler için değil her yerde, Türkiye'de, Ortadoğu'da uygulanabilir bir seçenektir. Burada demokratik özerklik yönetiminde önemli olan toplumun yönetim iradesidir. Toplum devletin belli yetkilerini ele geçirip kendi yönetim anlayışını geliştirir. Devletin elinde kalan yetkiler sınırlı bazı yetkiler olacaktır. Toplum, merkezi devleti sınırlayarak kendi yetkileriyle kendini yönetecektir. Önemli olan devletin sınırlandırılmasıdır. Ben buna merkezin yetkilerini topluma devretmek diyorum. Burada sadece halk da demiyorum, toplum diyorum” diyor.
Kürtlerin toplumsal olarak demokratik özerkliğe yatkın olduğunu hatırlatan Kürt Halk Önderi, Türkiye demokrasine öncülük edebileceklerini şu sözlerle vurguluyor: “Demokratik özerklikle birlikte Kürtler ulus olma hakkını, tarihsel haklarını, diğer kimlikler de kendi demokratik haklarını, azınlık haklarını elde ederler. Kürtler sosyal, siyasal, kültürel konumları gereği demokratik özerkliğe en yatkın toplumsal kesimdir. Kürtler bu özelliğiyle demokratik özerkliğin ve Türkiye demokrasisinin öncülüğünü yapabilirler. Kürtlerin demokratik özerkliği, kademe kademe Türkiye'nin her tarafına yayılır.”
TÜRKİYE VEYA KÜRT MODELİ
Kürt sorununun çözümünde ön görülen demokratik özerklik modeli, kimi yönleriyle yaşanan örneklerle bir benzerlik arz etse de, içerik bakımından tümden kendine özgü bir modeldir. Buna Türkiye modeli veya Kürt modeli demek de mümkündür. Demokratik özerklik, devlet + demokrasi formülündeki ( + ) artı rolünü oynamaktadır. Ortak vatanda iki ayrı gücün birbirleriyle olan ilişkilerini, hukukunu tanımlar. Bu iki ( veya daha fazla olabilir ) güç arasında siyasal bir sınır yoktur. Yani bir sınırın bir tarafında devlet bir tarafında demokratik konfederalizm vardır diye ele almak ve böyle tanımlamak yanlıştır. Her iki sistemin nitelikleri bellidir. İki sistemin iç içe geçme gibi bir durumu söz konusudur. Bu içiçelik, bu iki sistem arasında kaba anlamda bir sınır olmadığı anlamına gelir. Yani “Türkiye’de devlet vardır, Kürdistan’da da konfederalizm vardır” denemez. Devletin Kürdistan’da da kurumları olabilir. Aynı şekilde konfederalizmin de Türkiye’de kurumları vardır. Örneğin İstanbul’da yaşayan Kürtler de kendi siyasal kurumları olan meclislerini oluşturabilir, okullarda anadillerinde eğitim yapabilir ve kendi renklerini taşıyabilirler. Mücadele, cepheden birbirini ortadan kaldırma tarzında değil, iç içe geçme ve birbirini aşma tarzında olur. Yani devletin olduğu yerde demokratik konfederal sistem de olabilir. Demokratik konfederal sistemin olduğu yerde de devletçi sistemin kurumları olabilir. Bu iki gücün bir aradalığını iyi algılamak gerekir.
“DEMOKRATİK ÖZERKLİĞİN BOYUTLARI VAR”
PKK lideri Abdullah Öcalan, demokratik özerkliğin bazı temel boyutlarını şöyle sıralamaktadır: “demokratik özerkliğin birkaç unsuru veya boyutu vardır;
1-Siyasi Boyut: Bu boyutta bir meclis olur. Ya da halkın bir kongresi olur. Bu kongre demokratik toplum kongresidir. Bu kongrenin bir de küçük bir yürütme kurulu olur.
2-Hukuki Boyut: Demokratik Özerklik projesinin hukuki statüsünü ifade eder. Biz buna statü diyelim. Katalanlar da bunu 'status' olarak ifade ediyorlar. Bu çok önemli. Yani hukuki olarak Kürtlerin statüsü ne olacak. Anayasa ve yasalara yansıtılır. Yasalar, Demokratik Özerkliğin çerçevesinin içeriğini belirler.
3-Ekonomik Boyut : İnşa edilen demokratik ulusun bir de ekonomik politikası olur. Nasıl bir ekonomi olmalıdır, bu belirlenir. Barajlar, yer altı-yerüstü kaynakların bir politikası olur. Vergiler alınacak ise nasıl ve ne kadar alınır bunlar belirlenir. Ekonomik sistem olarak kapitalizmi kabul edemeyiz. Belki kapitalizmi tam olarak ortadan kaldıramayız ama önemli oranda kapitalist ekonomik sistemi değiştirebilir, onu aşındırabilir, kendi ekonomik sistemimizi kurabiliriz. Bu sistemde halkın ekonomisi olur, bir kısmını da özel ekonomi oluşturur. Yani özel şirketler olur. Bütün bunlar tartışılmalıdır.
4-Kültürel Boyut: Bu kültürel boyut daha çok dil anadilde eğitimi, tarih ve sanatı kapsar. Kürtçe'nin Türkçe ile ilişkisi nasıl olmalıdır, anadilde eğitim nasıl yapılabilir, demokratik ulusun dil politikası nasıl olmadır bunlar tartışılmalıdır. Bir eğitim politikası oluşturulmalıdır. Kürtler kültürel soykırımı da tam olarak nasıl aşabilir bunu da bolca tartışıp kültürel soykırımı aşmalıdır.
5-Öz savunma Boyutu: Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz. Yani burada soykırımı ele alıyoruz. Kürtler soykırımdan nasıl kurtulabilir bunu somutlaştırmalıdırlar.
Burada soykırım tüm soykırım çeşitlerini kapsar. Sadece fiziki değil kültürel ve her çeşit soykırımdan bahsediyorum. Yani Kürtlerin bir öz savunma durumuna kavuşması sağlanır. Toplum burada kendi öz savunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu kastetmiyorum. Öz savunma KCK, PKK tarzı silahlı yapıyı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum. Bunu daha fazla halk tartışır farklı sonuçlara ulaşabilirler. Mesela çocuklarını askere gönderecekler mi? Askeriyede yer alacaklar mı, bunlar tartışılır. Mesela korucular nasıl lağvedilecek, koruculuk meselesi nasıl halledilecek bunlar tartışılmalıdır. Bu güvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz.
6-Diplomasi Boyutu: Bu da Kürtlerin diğer halklarla, toplumlarla olan ilişkilerini ele alır. Komşu çevre ülkeler ve diğer parçadaki Kürtlerle ilişkiler olur. Diğer toplumlar ile nasıl bir ilişki istiyoruz, onlarla nasıl yaşamalıyız? Diplomasi boyutu bunu karşılar.
Daha fazla uzatılabilir ancak bu altı boyut yeterlidir. Bir çerçevedir, ana hatları bunlardır. Bu boyutların her birine ilişkin birden fazla komisyon olur ve bunlar üzerinde çalışmalar olur” diyor.
Sonuç olarak, demokratik özerklik projesi, Kürtler açısından yeni bir dönemi ifade etmektedir. Süregelen çözümsüzlüğe, oyalama ve istismara karşı toplumsal bir tutum olduğu kadar; halkların özgür, eşit ve kardeşçe bir arada yaşayabilme anlayışıdır.
Bu temelde Kürt toplumunun tüm kesimleri, konfederal tarzda sosyal, siyasal kültürel, ekonomik, eğitim, sağlık vb. alanlarda kendi öz örgütlenmelerini gerçekleştireceklerdir. Bu çözüm projesini ne AB ne BM ne de başka uluslar arası bir güç gayri meşru göremez. Zira uluslar arası hukukta da belli bir çerçevesi bulunmaktadır.
ANF NEWS AGENCY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder