20 yy. sonlarında Sovyetler'in çöküşü ile birlikte Marksist paradigmanın, bir 'bunalım' sürecine girdiği bir gerçektir. Daha öncesi yaşadığı 'tıkanmaları' da göz önünde bulundurduğumuzda, çöküşün sinyalleri o zamandan beri açığa çıkan bir durumdu. Marksist paradigma 1840'dan beri insanlığa, toplumsal mücadelelere birçok şey kattı kuşkusuz. Kapitalizmin kurumsallaşarak yerleşmeye çalıştığı bir dönemde, böylesi ciddi bir paradigmanın açığa çıkıp alternatif oluşturması önemliydi. Dönemin koşullarında Marks'ın ortaya koyduğu ekonomi politiğin tahlili, toplumun ihtiyaçlarını belli boyutlarda karşılıyordu fakat gelinen aşamada baktığımızda Marksist öğretinin çözüm üretmekten ve yeni bir çıkış yapmaktan uzak olduğu gerçeği ortadadır. Bugün dar sınıf eksenli bir kitleye hitap etmekte ve kapitalizm-emperyalizm karşısında güncelliğini yitirmiştir.
Marksizm bugünün koşullarında toplum üzerindeki etkisini yitirmiştir. Elbette bu durumun birçok içsel-dışsal nedeni vardır. Fakat temel etkenlerin başında sosyalizmin 'devlet odaklı' olmasıdır. Bugün dar bir sınıf-kesim çevresinde tartışılan Marksizm'in, 'tüm güncelliğini' koruduğunu belirtmek aslında alternatifsiz olmanın yarattığı ve geçmişte takılıp kalmanın bir sonucudur. Gün geçtikçe küçülen sınıfın 'niteliğini ve niceliğini' göz önüne getirdiğimizde, Marksizmin bu kriz-kaos sürecinden çıkmadığını görmekteyiz. 'Sınıfın önceliğinin' değiştiğini söylemek yerinde olacaktır. Bugünün koşullarında (dünyada) sınıfın ayaklanıp 'proleter devrim' yapmasını beklemek akıntıya karşı kürek çekmeye benzer. Toplumun önceliklerinin değiştiği ve proleter devrimin buna cevap olamadığı gerçekliği ortadadır. Cins, doğa, ulus, birey ve toplumun özgürlüğünün kurtuluşuna proleter devrim dar gelmekte ve karşılamamaktadır.
Marksizm'in bunalım sürecini salt 'sınıfın nitelik ve niceliğinde' yaşanan değişime, proleter 'devrimin' koşullarının oluşmadığına veya Sovyetler'in çöküşüne bağlayamayız. Yaşanan durum 'yapısal kriz'in açığa çıkardığı ve hala devam eden eski paradigmasal bakış açısıdır. Sorun devlet-sosyalist devlet mantığı ile yakından bağlantılıdır. Marksizm'in bu koşullarda eski argüman ve taktiklerle, daha önemlisi 'işçi devleti' stratejisiyle yaklaşması, amacın odağına devlet ve iktidarı koyarak 'yapısal krizi' derinleştirmektedir. Bakunin; 'proleter devlet yeni bir kızıl burjuvaziyi yaratır' derken devletli sosyalizmin öncekinden farksız olduğunu söylerken haklıydı. Devlet iktidarını ele geçirdikten sonra komünizme geçişle 'devletin kendiliğinden sinümleneceğini' öngörmek kaba-determinist bir durumdur. Devlet iktidarını ele geçiren ideoloji ne formda olursa olsun bir öncekinden daha otoriter olmaktan kurtulamaz. Burada sorun 'yönetme' de değil veya 'yönetende' değil, devlet olgusunun götüreceği doğal sonuçtur. Gelinen aşama bunu bize göstermiştir. Marksist paradigmanın 'bunalımı' geçici bir 'tıkanma' süreci olarak izah edilemez, yaşanan durum 'yapısal ve özsel' krizdir.
DEVLET VE İKTİDAR
Marksist paradigma bu kriz-kaos sürecinden ancak 5000 yıllık devleti ve onun toplum üzerinde yarattığı iktidar, tahakküm, zor olgularını çözerek ve devlet-iktidar ilişkisine girmeden sınıfsal değil, toplumsal bir yeni paradigma ile çıkabilir. Devleti 'ne formda olursa olsun toplumun sevk ve idaresini sağlayan bir araç' olarak görmek ve devleti bu hale getirenin 'burjuvanın devleti ve iktidarı ele geçirmesiyle' zor uyguladığını ve otoriterleştiğini söylemek, devlet gerçeği ve onun otoriterliğini perdelemektir. Devleti 'iyi' gösterip, onu elinde bulunduran 'burjuvazinin' tek suçlu olduğunu söylemek 'yapısal kriz'i ortadan kaldırmaz. Devlet, Sümerlerden bu yana kendini 'artı-ürün'ün gaspı üzerinden var etmiştir. Devleti açığa çıkaran neden 'artı-ürün'ün açığa çıkmasıdır. Sonrasında ezen-ezilen olgusu ile sınıf açığa çıkmış ve sınıfın açığa çıkması devleti farklı formlarda günümüze kadar getirmiştir. Kapitalizmin doğuşunu, devletten ayrı değerlendiremeyiz. Bunun sonucunda açığa çıkan sömürü doğal toplumdaki her şeyi bir alt-üst oluşa uğratmıştır. 'Devlet toplumun iradesini teslim alan' bir sistemdir, ister sosyalist ister kapitalist-emperyalist devlet fark etmiyor. Devlete (ve iktidara) 'teslim' edilen iradenin, bireyi kendi özünden (doğallığından) uzaklaştırdığı bir gerçekliktir. Birey yaşama katılımını kendi öz iradesiyle geliştiremiyorsa ve bunun için 'sevk ve idare eden' bir mekanizmaya ihtiyaç duyuluyorsa burada insanın doğasına uygun bir gelişimden bahsetmek mümkün değildir. 'Devlet toplumun zayıflamasıyla açığa çıkan' ve kendini bu gerçeklik üzerinde var eden bir olgudur. Devlet, kadın-ana etrafında şekillenen, anaerkillik üzerinden oluşan kültürü, ataerkil forma büründürerek, 'biriktirme' yoluyla gaspa dayalı bir sistem olarak oluşmuştur.
DEMOKRATİK ÖZERKLİK VE ÖZ YÖNETİM
Kürt Özgülük Hareketi de, Ulusal Kurtuluş Hareketi olarak açığa çıkmış ve UKKTK (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) ilkesiyle, Marksist-Leninist paradigmayı ülke koşullarına uyarlayarak 'uzun süreli halk savaşı' ve gerilla taktiğiyle mücadelesini yürüttü. Örgütlenme modeli ve taktikleri Marksizim-Leninizm çerçevesindeydi. İktidarı ele geçirip-yıkıp Bağımsız Sosyalist Kürdistan Devleti kurmaktı hedef. Silahlı mücadele ve o günün koşullarında bu stratejiyle birçok başarı elde edilmiştir. Sovyetler'in çöküşü ile birlikte, Kürt Özgürlük Hareketi'nde de kısmi bir tıkanma ve 'yapısal' sorunların açığa çıktığı bilinmektedir. Hareket 95 yılında yapılan 5. Kongresi'nde 'tıkanma'yı ve 'yapısal sorunu' kongre gündemine almış ve bir tartışma süreci başlatıldı. Tabii o günün koşullarında (savaşın hakim olması) kongrede tartışılan konular yapının tamamının gündemine gelmemiş ve sadece belli bir tartışma ile sınırlı kalmıştır. Sovyetler'in yıkılışından sonra yani bir paradigma ile yola devam edilmesi gerçekliği ortaya çıkmış ve 99 sonrası yeni paradigma somutluk kazanmıştır.
Geçmişin yöntem ve araçları terk edilerek yeni bir paradigma ile yola devam edilmiştir. Parti Önderliği yeni paradigmada 'parti-devlet', 'iktidar' ve 'savaş' olgularını yeniden değerlendirmiş ve yeni paradigmanın 'devletsiz demokrasi ile kendi özyönetimini kurarak' 'yapısal kriz'in böylesi bir sistemle aşılacağı ortaya konulmuştur.
5000 yıllık bir geleneğe dayanan devlet olgusunu çözümlemiş ve onun yarattığı iktidar-tahakküm olmadan halkın kendi özyönetimi ile ifadesini bulan bir sistem açığa çıkartılmış. Bu sistemin oluşturulması için temel esas ise 'Demokratik Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü Toplum' paradigmasıdır.
Marksist paradigmanın yaşadığı 'yapısal sorunlar' ancak yeni bir paradigmatik yaklaşımla aşılabilir. Sovyetler'in çöküşü sonrasında Kürt Özgürlük Hareketi de 'Marksizm tüm güncelliğini' koruyor deseydi ve paradigmasal bir değişime gitmemiş olsaydı 'bunalım' sürecini aşması imkansız olurdu. Devlet ve onun yönetimsel araçları olmadan özgüce dayalı bir sistem oluşturuldu ve bugüne gelindi. Yani paradigmasal sistemle gelinen aşamada ciddi kazanımların olduğu da tartışılmazdır.
Toplumsal sistem olarak Demokratik Özerklik adıyla pratikte yaşam bulan bu organ şuan kendi özyönetimi ve meclislerini oluşturarak toplumsal sistem örüyor. Demokratik Özerklik, devlet ve onun iktidar araçları olmadan, özgüce dayanarak 'ezilenlerin' kendi özgürlüklerini ve örgütlülüklerini oluşturarak, otoriter olmayan ve temsilini meclislerde bulan, öz katılımcılığı esas alan öz yönetimdir. Toplum içinde bulunan tüm gruplar, çevrelerin kendi temsiliyetini bulduğu yerelden doğru bir örgütlenmedir.
DEVLETSİZ DEMOKRASİ
Kapitalist modernitenin aşılması özgüce dayalı toplumsal yapıları açığa çıkarmaktan geçer. Devletçi olmayan bu sistem, halkın öz iradesine dayalı ve meclisler üzerinden kendini kurumsallaştırır. Devletin yarattığı yığınsal sorun ve sömürüsüne karşı kendi örgütlülüğünü oluşturmak için devletsiz olmak zorundadır. Devlet odaklı bir yapı olursa 'iktidarı elinde bulunduran güç önceki iktidarlardan daha despot' olur. Demokratik Özerklikte kişinin katılımı ve iradesi esas olandır. Devletli sistemlerde 'otorite iradesini kişiye dayatan güçtür.' Bu durumda özgür birey ve toplum yaratılamaz.
Demokratik Özerklik farklılıkları, bir zenginlik unsuru sayarak 'farklılıkların korunmasını' esas alır. Tekçi bir yaklaşım yoktur, farklılıklar bir tehlike olarak görülmez ve farklılıkların temsiliyetini bulması için katılımın koşulları oluşturulur ve Demokratik Özerklik içinde temsilini bulur. Tek ulus mantalitesine dayanmayan ve içinde bulunan halkları da kapsayarak 'demokratik ulusun' yaratılmasını esas alır.
Demokratik Özerklikte yukarıdan aşağı doğru bir hiyerarşi yoktur. Kararlar tabandan yani özgür yurttaş meclislerinden çıkar ve meclisleri oluşturan kişilerin katılımı ile koordinasyon (her meclisin temsilcisinden oluşur) oluşturulur. Meclislerde temsilini bulanlar aşağıdan seçilir, koordinasyonda temsilini bulanlar ise kendi meclisleri tarafından seçilir. Kararlar özgür yurttaş meclisleri tarafından alınır ve halkın katılımı esas alınır.
Doğal toplumda devlet yoktu, anaerkillik etrafında şekillenen bir komünalite vardı. Doğal toplumda devlete ihtiyaç olmadığına göre bugünün koşullarında da devlet olmadan 'devletsiz demokrasi' geliştirilebilir.
Demokratik Özerklikte toplum kendi ekonomisini, öz savunmasını, diplomasisini, köy-kent meclislerini oluşturur. En üstte koordinasyon oluşturulur, bu koordinasyonun bileşenleri, meslek grupları, inançlar, sınıf, ekolojik, cins, gençlik vb. meclislerden oluşturulur. Aynı zamanda bu meclisler kendi özgün örgütlenmelerini koordinasyona uyumlu tarzda geliştirir. Yerelden alınan kararlar üst yapı (meclis-koordinasyon) için bağlayıcıdır. Tam hiyerarşik yapıdan ziyade helezonik bir iç içe geçişle işleyiş esastır.
Demokratik Özerklikte devletin özerkliği tanıması esas alınmaz, devlete dayalı olmayan, özgücü esas alan bir örgütlenmedir. Bunun için de kendi örgütlülüğünü yurttaşlar meclisi üzerinden kurarak, devletten beklemeden özgüce dayalı sistem oluşturulur. Her bir yurttaş meclisin çalışmalarına öz katılımını ve iradesini ortaya koyarak katılır.
Devlete karşı kendi özgücüne dayalı ve insan merkezli bir sistem kurularak devletin yarattığı kendine tabi kılmayı ortadan kaldırarak herkesin katılımını esas alan ve gerçekçi bir modeldir Demokratik Özerklik.
Adem BAŞDİNÇ *
* 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi
Kandıra /KOCAELİ
Marksizm bugünün koşullarında toplum üzerindeki etkisini yitirmiştir. Elbette bu durumun birçok içsel-dışsal nedeni vardır. Fakat temel etkenlerin başında sosyalizmin 'devlet odaklı' olmasıdır. Bugün dar bir sınıf-kesim çevresinde tartışılan Marksizm'in, 'tüm güncelliğini' koruduğunu belirtmek aslında alternatifsiz olmanın yarattığı ve geçmişte takılıp kalmanın bir sonucudur. Gün geçtikçe küçülen sınıfın 'niteliğini ve niceliğini' göz önüne getirdiğimizde, Marksizmin bu kriz-kaos sürecinden çıkmadığını görmekteyiz. 'Sınıfın önceliğinin' değiştiğini söylemek yerinde olacaktır. Bugünün koşullarında (dünyada) sınıfın ayaklanıp 'proleter devrim' yapmasını beklemek akıntıya karşı kürek çekmeye benzer. Toplumun önceliklerinin değiştiği ve proleter devrimin buna cevap olamadığı gerçekliği ortadadır. Cins, doğa, ulus, birey ve toplumun özgürlüğünün kurtuluşuna proleter devrim dar gelmekte ve karşılamamaktadır.
Marksizm'in bunalım sürecini salt 'sınıfın nitelik ve niceliğinde' yaşanan değişime, proleter 'devrimin' koşullarının oluşmadığına veya Sovyetler'in çöküşüne bağlayamayız. Yaşanan durum 'yapısal kriz'in açığa çıkardığı ve hala devam eden eski paradigmasal bakış açısıdır. Sorun devlet-sosyalist devlet mantığı ile yakından bağlantılıdır. Marksizm'in bu koşullarda eski argüman ve taktiklerle, daha önemlisi 'işçi devleti' stratejisiyle yaklaşması, amacın odağına devlet ve iktidarı koyarak 'yapısal krizi' derinleştirmektedir. Bakunin; 'proleter devlet yeni bir kızıl burjuvaziyi yaratır' derken devletli sosyalizmin öncekinden farksız olduğunu söylerken haklıydı. Devlet iktidarını ele geçirdikten sonra komünizme geçişle 'devletin kendiliğinden sinümleneceğini' öngörmek kaba-determinist bir durumdur. Devlet iktidarını ele geçiren ideoloji ne formda olursa olsun bir öncekinden daha otoriter olmaktan kurtulamaz. Burada sorun 'yönetme' de değil veya 'yönetende' değil, devlet olgusunun götüreceği doğal sonuçtur. Gelinen aşama bunu bize göstermiştir. Marksist paradigmanın 'bunalımı' geçici bir 'tıkanma' süreci olarak izah edilemez, yaşanan durum 'yapısal ve özsel' krizdir.
DEVLET VE İKTİDAR
Marksist paradigma bu kriz-kaos sürecinden ancak 5000 yıllık devleti ve onun toplum üzerinde yarattığı iktidar, tahakküm, zor olgularını çözerek ve devlet-iktidar ilişkisine girmeden sınıfsal değil, toplumsal bir yeni paradigma ile çıkabilir. Devleti 'ne formda olursa olsun toplumun sevk ve idaresini sağlayan bir araç' olarak görmek ve devleti bu hale getirenin 'burjuvanın devleti ve iktidarı ele geçirmesiyle' zor uyguladığını ve otoriterleştiğini söylemek, devlet gerçeği ve onun otoriterliğini perdelemektir. Devleti 'iyi' gösterip, onu elinde bulunduran 'burjuvazinin' tek suçlu olduğunu söylemek 'yapısal kriz'i ortadan kaldırmaz. Devlet, Sümerlerden bu yana kendini 'artı-ürün'ün gaspı üzerinden var etmiştir. Devleti açığa çıkaran neden 'artı-ürün'ün açığa çıkmasıdır. Sonrasında ezen-ezilen olgusu ile sınıf açığa çıkmış ve sınıfın açığa çıkması devleti farklı formlarda günümüze kadar getirmiştir. Kapitalizmin doğuşunu, devletten ayrı değerlendiremeyiz. Bunun sonucunda açığa çıkan sömürü doğal toplumdaki her şeyi bir alt-üst oluşa uğratmıştır. 'Devlet toplumun iradesini teslim alan' bir sistemdir, ister sosyalist ister kapitalist-emperyalist devlet fark etmiyor. Devlete (ve iktidara) 'teslim' edilen iradenin, bireyi kendi özünden (doğallığından) uzaklaştırdığı bir gerçekliktir. Birey yaşama katılımını kendi öz iradesiyle geliştiremiyorsa ve bunun için 'sevk ve idare eden' bir mekanizmaya ihtiyaç duyuluyorsa burada insanın doğasına uygun bir gelişimden bahsetmek mümkün değildir. 'Devlet toplumun zayıflamasıyla açığa çıkan' ve kendini bu gerçeklik üzerinde var eden bir olgudur. Devlet, kadın-ana etrafında şekillenen, anaerkillik üzerinden oluşan kültürü, ataerkil forma büründürerek, 'biriktirme' yoluyla gaspa dayalı bir sistem olarak oluşmuştur.
DEMOKRATİK ÖZERKLİK VE ÖZ YÖNETİM
Kürt Özgülük Hareketi de, Ulusal Kurtuluş Hareketi olarak açığa çıkmış ve UKKTK (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) ilkesiyle, Marksist-Leninist paradigmayı ülke koşullarına uyarlayarak 'uzun süreli halk savaşı' ve gerilla taktiğiyle mücadelesini yürüttü. Örgütlenme modeli ve taktikleri Marksizim-Leninizm çerçevesindeydi. İktidarı ele geçirip-yıkıp Bağımsız Sosyalist Kürdistan Devleti kurmaktı hedef. Silahlı mücadele ve o günün koşullarında bu stratejiyle birçok başarı elde edilmiştir. Sovyetler'in çöküşü ile birlikte, Kürt Özgürlük Hareketi'nde de kısmi bir tıkanma ve 'yapısal' sorunların açığa çıktığı bilinmektedir. Hareket 95 yılında yapılan 5. Kongresi'nde 'tıkanma'yı ve 'yapısal sorunu' kongre gündemine almış ve bir tartışma süreci başlatıldı. Tabii o günün koşullarında (savaşın hakim olması) kongrede tartışılan konular yapının tamamının gündemine gelmemiş ve sadece belli bir tartışma ile sınırlı kalmıştır. Sovyetler'in yıkılışından sonra yani bir paradigma ile yola devam edilmesi gerçekliği ortaya çıkmış ve 99 sonrası yeni paradigma somutluk kazanmıştır.
Geçmişin yöntem ve araçları terk edilerek yeni bir paradigma ile yola devam edilmiştir. Parti Önderliği yeni paradigmada 'parti-devlet', 'iktidar' ve 'savaş' olgularını yeniden değerlendirmiş ve yeni paradigmanın 'devletsiz demokrasi ile kendi özyönetimini kurarak' 'yapısal kriz'in böylesi bir sistemle aşılacağı ortaya konulmuştur.
5000 yıllık bir geleneğe dayanan devlet olgusunu çözümlemiş ve onun yarattığı iktidar-tahakküm olmadan halkın kendi özyönetimi ile ifadesini bulan bir sistem açığa çıkartılmış. Bu sistemin oluşturulması için temel esas ise 'Demokratik Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü Toplum' paradigmasıdır.
Marksist paradigmanın yaşadığı 'yapısal sorunlar' ancak yeni bir paradigmatik yaklaşımla aşılabilir. Sovyetler'in çöküşü sonrasında Kürt Özgürlük Hareketi de 'Marksizm tüm güncelliğini' koruyor deseydi ve paradigmasal bir değişime gitmemiş olsaydı 'bunalım' sürecini aşması imkansız olurdu. Devlet ve onun yönetimsel araçları olmadan özgüce dayalı bir sistem oluşturuldu ve bugüne gelindi. Yani paradigmasal sistemle gelinen aşamada ciddi kazanımların olduğu da tartışılmazdır.
Toplumsal sistem olarak Demokratik Özerklik adıyla pratikte yaşam bulan bu organ şuan kendi özyönetimi ve meclislerini oluşturarak toplumsal sistem örüyor. Demokratik Özerklik, devlet ve onun iktidar araçları olmadan, özgüce dayanarak 'ezilenlerin' kendi özgürlüklerini ve örgütlülüklerini oluşturarak, otoriter olmayan ve temsilini meclislerde bulan, öz katılımcılığı esas alan öz yönetimdir. Toplum içinde bulunan tüm gruplar, çevrelerin kendi temsiliyetini bulduğu yerelden doğru bir örgütlenmedir.
DEVLETSİZ DEMOKRASİ
Kapitalist modernitenin aşılması özgüce dayalı toplumsal yapıları açığa çıkarmaktan geçer. Devletçi olmayan bu sistem, halkın öz iradesine dayalı ve meclisler üzerinden kendini kurumsallaştırır. Devletin yarattığı yığınsal sorun ve sömürüsüne karşı kendi örgütlülüğünü oluşturmak için devletsiz olmak zorundadır. Devlet odaklı bir yapı olursa 'iktidarı elinde bulunduran güç önceki iktidarlardan daha despot' olur. Demokratik Özerklikte kişinin katılımı ve iradesi esas olandır. Devletli sistemlerde 'otorite iradesini kişiye dayatan güçtür.' Bu durumda özgür birey ve toplum yaratılamaz.
Demokratik Özerklik farklılıkları, bir zenginlik unsuru sayarak 'farklılıkların korunmasını' esas alır. Tekçi bir yaklaşım yoktur, farklılıklar bir tehlike olarak görülmez ve farklılıkların temsiliyetini bulması için katılımın koşulları oluşturulur ve Demokratik Özerklik içinde temsilini bulur. Tek ulus mantalitesine dayanmayan ve içinde bulunan halkları da kapsayarak 'demokratik ulusun' yaratılmasını esas alır.
Demokratik Özerklikte yukarıdan aşağı doğru bir hiyerarşi yoktur. Kararlar tabandan yani özgür yurttaş meclislerinden çıkar ve meclisleri oluşturan kişilerin katılımı ile koordinasyon (her meclisin temsilcisinden oluşur) oluşturulur. Meclislerde temsilini bulanlar aşağıdan seçilir, koordinasyonda temsilini bulanlar ise kendi meclisleri tarafından seçilir. Kararlar özgür yurttaş meclisleri tarafından alınır ve halkın katılımı esas alınır.
Doğal toplumda devlet yoktu, anaerkillik etrafında şekillenen bir komünalite vardı. Doğal toplumda devlete ihtiyaç olmadığına göre bugünün koşullarında da devlet olmadan 'devletsiz demokrasi' geliştirilebilir.
Demokratik Özerklikte toplum kendi ekonomisini, öz savunmasını, diplomasisini, köy-kent meclislerini oluşturur. En üstte koordinasyon oluşturulur, bu koordinasyonun bileşenleri, meslek grupları, inançlar, sınıf, ekolojik, cins, gençlik vb. meclislerden oluşturulur. Aynı zamanda bu meclisler kendi özgün örgütlenmelerini koordinasyona uyumlu tarzda geliştirir. Yerelden alınan kararlar üst yapı (meclis-koordinasyon) için bağlayıcıdır. Tam hiyerarşik yapıdan ziyade helezonik bir iç içe geçişle işleyiş esastır.
Demokratik Özerklikte devletin özerkliği tanıması esas alınmaz, devlete dayalı olmayan, özgücü esas alan bir örgütlenmedir. Bunun için de kendi örgütlülüğünü yurttaşlar meclisi üzerinden kurarak, devletten beklemeden özgüce dayalı sistem oluşturulur. Her bir yurttaş meclisin çalışmalarına öz katılımını ve iradesini ortaya koyarak katılır.
Devlete karşı kendi özgücüne dayalı ve insan merkezli bir sistem kurularak devletin yarattığı kendine tabi kılmayı ortadan kaldırarak herkesin katılımını esas alan ve gerçekçi bir modeldir Demokratik Özerklik.
Adem BAŞDİNÇ *
* 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi
Kandıra /KOCAELİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder