21 Eylül 2010 Salı

Bir Kürt Akademisyenin Türk Labirentindeki Dramı

Kürt şair-yazar Selim Temo, Türkçe ve Kürtçe eser verebilen, ödüllü bir şair ve yazar. Üretebilen bir edebiyatçı olmanın yanı sıra akademik kariyer de yapan Temo, yeni kuşak genç edebiyatçılardan. Kürt Şiiri Antolojisi hazırlayan ve Baba Tahirê Üryan ile ilgili çabası bilinen Temo, Kürtçeye hizmeti ve çok dilli belediyecilik çalışmalarıyla öne çıkan Sur Belediye'sine de "Serê Şevê Çîrokek” serisiyle katkıda bulunmuştu. Temo'nun yolu TRT-6'ya düşünce Kürtçe dünyasıyla yetinmeyi tercih edip, Kürt dünyasıyla arasındaki makası açtı.

Ancak, Kürt dünyasının ısrarla vurguladığı kaygıya saldıranlar gibi yapmayan Selim Temo, "belki olur" diyerek, özellikle Kürtçenin üniversiteler bünyesinde gerekli ilgiyi görmesi için aktif bir çabanın içinde oldu. Bunun için yeni bir üniversite olan Mardin Artuklu Üniversitesi'nde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün kurulmasına çalıştı, ancak yılan hikayesine dönüşünü engelleyemedi. Yrd. Doç. Dr. Selim Temo, artık tahammül edemedi ve çıplak gerçeği görerek, haykırdı. İşte Radikal2'de yayınlanan "Bir 'bölüm'ün serencamı" başlıklı haykırış:

''Mardin Artuklu Üniversitesi'nde yaklaşık bir buçuk yıldır yürüttüğümüz “Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü” kurma çalışmamızın macerası, kamuoyunda açılım şeklinde tanımlanan sürecin kaderi ve açmazlarını anlamak için iyi bir örnek.

Yükseköğretim Kurulu, 2008’in sonlarına doğru Kürt dili ve edebiyatı bölümleri açılması konusundaki ilk açıklamaları yapmaya başlamış, iki bölüm düşünüldüğünü ve bunun için Ankara (DTCF) ve İstanbul üniversitelerinin tercih edileceğini vurgulamıştı. Mardin Artuklu Üniversitesi de, bu süreçten bağımsız olarak, bir Kürt dili ve edebiyatı bölümü kurmak istiyordu. Uzun süre YÖK’ün sıcak bakmadığı bu talep için ilk istişare toplantısı, 12 Şubat 2009’da Mardin’de gerçekleşti. Mayıs’tan itibaren bu talebi gerçekleştirmek için çalışmalara başladık. Bu anlamda yoğun bir emekle katıldığım bölüm açma gerekçesini Haziran başlarında YÖK’e ilettik. Bir lisans bölümü açmak istiyor ve 30 öğrenci almayı planlıyorduk. Ancak “bölüm” talebi, 7 Temmuz tarihinde gazetelere yansıyan haberlere göre “anabilim dalı” olarak YÖK Eğitim Komisyonu’ndan geçmişti. Sonrasında birinci ağızlardan bunun doğru olmadığını öğrendik. Amberin Zaman, buna yönelik itirazlarımı, 14 Ağustos 2009 tarihli Taraf gazetesindeki “Kürt Açılımında Samimiyetin Ölçüsü II” başlıklı yazısında ele aldı. Bu itiraz üzerine YÖK, bize bir anabilim dalı yanında bir de Kürdoloji enstitüsü izninin verileceğini ileterek tepkimizi dindirmeye çalıştı. Bunun üzerine “Mardin Artuklu Üniversitesi Kürdoloji Enstitüsü” kurmak için yeniden dosya hazırlamaya başladık ve enstitü çatısı altında “Kürt Dili ve Edebiyatı”, “Kürt Tarihi” ve “Kültürel Araştırmalar” şeklinde üç anabilim dalı önerdik. 
Önerinin görüşüleceği 27 Ağustos tarihli YÖK Genel Kurulu’ndan bir karar çıkmadı. 10 Eylül tarihli toplantıdan sonra ise, bir YÖK başkanvekilinin açıklamaları üç gün boyunca gazetelere yansıdı. Sıralamasını tam hatırlamamakla birlikte şöyle sözlerdi: “Kürtçe bölüme izin vermeyeceğiz”, “Kürtçe için master ve doktora izni çıkmamıştır”, “Kürtçede doktora sonrası çalışmalar yapılabilir”. Sonunda başkanvekili iyice ileri gidip işi “terör” tekerlemesine çekerek, “terörle bağlantılı talepleri kabul etmeyiz” sözlerini sarf etti. “Terörle bağlantılı” ifadesindeki öncelikli hedef, Diyarbakır Barosu’ydu. Zira Diyarbakır Barosu, Dicle Üniversitesi’ne bir Kürt dili ve edebiyatı bölümü açılması için dilekçe vermişti. Dilekçe 11 aydır cevaplandırılmadı.
İlerleyen süreçte YÖK, “Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü” kararını açıkladı. Enstitü çatısı altında üç de anabilim dalı olacaktı: “Kürt Dili ve Kültürü”, “Süryani Dili ve Kültürü” ve “Arap Dili ve Kültürü”. Bu kararı sert şekilde eleştirmemiz üzerine, YÖK bize bir “nasihatçi” gönderdi. Nasihatçi, “Kürt”le birlikte “dil” ve “edebiyat” sözcüklerinin de geçeceği bir “birim” sözünü verdi. Ancak bu da gerçekleşmedi. 


Egemen zihniyetin tavrı

Aslında eğer üç yardımcı doçentiniz, bir de edebiyat fakülteniz varsa, işleyişe göre hiçbir sorun yaşamadan lisans açabiliyorsunuz. Ancak Kürtçe, dili ve edebiyatıyla birlikte edebiyat fakültesinin çatısı altından kovularak arkeolojik bir olguymuş gibi bu acayip adlı enstitüye yollandı. Kürtçe, aynı şekilde Arapça ve Süryanice de, sadece Türkiye’de “yaşayan diller” değillerdi. Yine Türkiye’de çok sayıdaki üniversitede, doğu dilleri bölümü çatısı altında Arap dili ve edebiyatı anabilim dalları vardı, üniversitemizde de var. Süryani dili ise, kadim bir edebiyat dili olup bir anabilim dalına sığdırılamaz. 
Kürtçe, milyonlarca insanın konuştuğu ve onu konuşmak ve geliştirmek uğruna büyük bedeller verdiği bir dil. Egemen zihniyetin “Kürt yoktur”dan, “Kürt vardır ama dili yoktur”a, oradan da “Kürt dili vardır ama edebiyatı yoktur”a gelmesini bir “gelişme” sanmak saflık. Egemen zihniyet, talep ya da hakkı yine ve her zamanki gibi “kötücüllüğün restorasyonu” biçiminde formüle etmekte direniyor. Bu anlamda Kürdoloğu da korucu gibi devşirmek istemesini, hak mefhumuyla olan değişmeyen, değişmek bilmeyen tavrının devamı olarak anlamak mümkün.


Okutmanlar

Öte yandan, söz konusu süreçte Kürtçenin seçmeli ders olarak üniversitelerde okutulması yönünde de birkaç gelişme vardı. Ancak hem İstanbul Bilgi Üniversitesi hem de Tunceli Üniversitesi’nde bu dersleri veren kişilerin bir “statü”leri yoktu. Kimi master öğrencisi kimisi de emekli öğretmendi, okula “kadrolu” olarak alınmamışlardı. Bilindiği gibi Türk dili, inkılâp tarihi, yabancı diller gibi dersler, okutmanlar tarafından verilir. Okutmanlar, çalıştıkları üniversitelerin kadrolu personelleridir. Bunun üzerine 19 Şubat 2010 tarihinde “Kürtçe Okutmanı Yetiştirme Kursu” açma yönünde çalışmalara başladım. Amaç, Kürtçeyi bu statüden “kurtarmak”, süregiden yaklaşımın önünü almaktı. Kursun sınavına toplam 533 kişi girdi. Zazakîden 34, Kurmancîden 499 kişinin girdiği sınavdan sonra Zazakîden 12, Kurmancîden 38 kişi olmak üzere 50 adayla kursumuz başladı. 
Bütün bunlarla birlikte düşünüldüğünde YÖK ve egemen zihniyetin tavrının açık olduğu görülüyor. Kürtçeye reva görülen bu statü, kabul edilemez. Bu yüzden bölüm kurma zümresinden istifa ederek ayrıldım. Bu tavır, bir “ilk adım”ı çıkmaza sokmak değil. Ortaya çıkan sonuç, içinde bir değişimin parıltısını değil, yerleşik yargıların pasını taşıyor. Burada olanları anlatmaya son vererek birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. 
1. Türkiye’de Türk dili ve edebiyatı bölümlerine her yıl 9,300 öğrenci alınıyor. Bu sayıya Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi bünyesinde kurulan bölümün 10 binlik kontenjanı eklendiğinde 19,300 sayısına ulaşılır. Türkçe öğretmenliği bölümlerine alınan öğrencilerle birlikte düşünüldüğünde sayı daha da yükselir. Burada reddedilen lisans talebimiz 30 öğrenciydi. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, 1000’de 1’den biraz daha fazla!
2. Görünen o ki, sembolik bir birim açılacak ve devamı gelmeyecek. Zira YÖK bir taraftan da yıllarca inkâr politikasının aracısı olmuş, Kürtçenin herhangi bir lehçesinden üç kelime bilmeyen pek çok “akademisyen”e araştırma merkezleri açtırıyor.
3. Başta Kürt illeri olmak üzere büyük şehirlerin belli başlı üniversitelerinde Kürt dili ve edebiyatı bölümleri açılmalı. Bunun yanında anadilde eğitime hazırlık için Kürtçe eğitim fakülteleri hayata geçirilmeli. 
4. Kurulacak bölümler için çalışmalarıyla geniş kabul görmüş, Türkiye dışında yaşamak zorunda bırakılmış isimlerden yararlanılmalı, bu isimler bir program dâhilinde çağrılmalı. M. Fuat Köprülü örneğinde olduğu gibi söz konusu isimlere akademik unvanlar verilebilir.
5. Kürtçeyi seçmeli ders olarak düşünen üniversiteler, bunu kadrolu okutmanlarıyla vermeli ve kursumuzu başarıyla geçen kişilerle diyaloga geçmeli.
Anadilde eğitim hakkı, insanı insan yapan, onu “görünür” kılan en temel hak olup “doğal hak” statüsünde değerlendirilen bir olgu. Ancak ne yazık ki bir hayal kırıklığıyla tamamlanan bu süreç, anadilde eğitim, hatta vatandaşlık haklarının yeniden gaspı anlamına geliyor.’’

Hiç yorum yok: