Bundan 77 sene önce, genel seçimle kazandıkları iktidarı mutlak bir diktatoryaya çevirmek ve bütün muhaliflerini yok etmek planlarının ilk adımı olarak Alman Parlamentosu Reichstag binasını ateşe veren Naziler, kendi elleriyle gerçekleştirdikleri bu provokasyonu komünistlerin üzerine yıkmışlar; düzmece iddialarla başlattıkları tutuklama terörüyle önce komünistleri, sosyalistleri, aydınları, sendikacıları daha sonra da din adamları da dâhil olmak üzere kendilerine karşı olan herkesi toplama kamplarına doldurmuşlardı.
Ne yazıktır ki, 77 sene sonra dünyanın bir başka coğrafyasında, Türkiye’de aynı senaryonun sahneye konulduğuna tanık olunmaktadır.
Referandum öncesinde, toplumun her kesimine demokratikleşme vaatlerini bol keseden dağıtan, evet çıkması durumunda derhal yeni Anayasa çalışmalarını başlatacağını, ileri demokratik bir düzen tesis edeceğini iddia ederek herkesin ağzına bir parmak bal çalan, bu vaatlere kimi menfaatleri icabı, kimi de halis niyetlerle kapılan bir dizi liberal, demokrat ve sosyalist aydını kanal kanal gezdirerek evet propagandası yaptıran AKP; referandumun üzerinden henüz iki hafta geçmemişken, muhaliflerini ezmek, mutlak iktidarını pekiştirmek amacıyla yeni bir gözaltı terörü başlatmıştır.
21 Eylül 2010 günü sabaha karşı saat 05.00 sıralarında, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) İstanbul İl Binasına, Kadıköy İlçe Merkezine, SDP ve Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) üyelerinin evlerine devletin kolluk güçleri tarafından baskınlar düzenlenmiş; yüzleri kar maskeli, çelik yelekli özel harekât timlerince parti binaları darmadağın edilmiş, bu binalarda bulunan bilgisayarlara, çok sayıda görsel ve yazılı malzemeye el konmuştur.
Operasyonlarda, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, Toplumsal Özgürlük Platformu sözcüleri Oğuzhan Kayserilioğlu ve Tuncay Yılmaz, SDP Genel Başkan Yardımcısı Günay Kubilay, SDP Genel Başkan Yardımcısı Ecevit Piroğlu, SDP MYK Üyesi Ulaş Bayraktaroğlu, SDP PM Üyesi ve İHD İstanbul Şube yöneticisi Sultan Seçik, SDP Üyesi Özgür Cafer Kalafat, İstanbulda evlerine baskın yapılarak, Toplumsal Özgürlük dergisi okurlarından Semih Aydın da Bursa'da gözaltına alınmıştır ve halen de gözaltında tutulmaktadırlar.
Ayrıca Demokratik Dönüşüm dergisinin yazıişleri müdürü Özgür Aytukum, Red dergisi yazarı Hakan Soytemiz ve Bilim ve Gelecek dergisi editörü Baha Okar’ın da aynı kapsamda göz altında tutuldukları bilgisi edinilmiştir.
DÜZMECE SUÇLAMALAR
Demokratik kamuoyunca tanınmış, mensubu oldukları Parti ve Platformlarını en üst düzeyde temsil eden, yasal ve demokratik zeminlerde ezilenlerin ve emekçilerin sorunları etrafında mücadele veren arkadaşlarımız, tamamen uydurma gerekçelerle, illegal bir silahlı örgüte üye olmakla itham edilmektedirler.
Gerek Sosyalist Demokrasi Partisi ile Toplumsal Özgürlük Platformu'nun, gerekse gözaltına alınan yönetici ve üyelerimizin, üyesi olmakla itham edildikleri Devrimci Karargâh isimli örgütle hiçbir bağlantıları bulunmadığı gibi; siyasi köken, mücadele tarz ve anlayışı itibarı ile de en ufak bir ilgileri bulunmamaktadır.
Bütün bu hususlar hükümet, emniyet güçleri ve yargı organlarınca da gayet iyi bilinmekte olmasına karşın, referandumda boykot çizgisini benimseyen, AKP'ye muhalif sosyalistlere karşı; Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'in ruhuna rahmet okutacak bir dezenformasyon, kara çalma ve iftira kampanyası sürdürülmektedir.
Son olarak, geçtiğimiz günlerde yayınlanan kitabında Fetullah Gülen cemaatinin emniyet teşkilatı içindeki örgütlenmesine ilişkin iddialarıyla gündeme gelen emniyet müdürü Hanefi Avcı’nın ismi de bu dezenformasyon kampanyasına dahil edilerek, kafalarda soru işareti yaratılmak ve işin ucu Ergenekon örgütüne bağlanmak istenmektedir.
İŞTE AKP’NİN İLERİ DEMOKRASİSİ
Yasama ve yürütmeyi bütünüyle elinde bulunduran, yargıyı da büyük ölçüde avucunun içine alan ve referandum sonrası Anayasa değişiklikleri ile tamamen ele geçirecek olan, son Yüksek Askeri Şura kararlarının alınış sürecinin de açıkça ortaya koyduğu üzere beğenmediği unsurları tasfiye ederek askeriyenin komuta kademesini kendisi belirleyen, emniyet teşkilatına tamamen hâkim olan, üniversite üst yönetimleri ile yazılı ve görsel basının önemli bir bölümünün desteğine sahip olan AKP, referandum galibiyeti sonrası mutlak hükümranlığını konsolide etme yolunda ilk adımlarını atmaktadır.
AKP tüm muhalefeti sindirme ve tasfiye etme planını üç ayrı çuval üzerinden yürütmektedir. İlki halka karşı korkunç suçlar işleyen kontrgerilla faaliyetlerinin örgütleyicisi ve uygulayıcısı eli kanlı faşist katillerin yanı sıra, bunlarla ilgisiz unsurların da dâhil edilerek tasfiye edildiği bilinen Ergenekon çuvalıdır. İkincisi Kürt muhaliflerin bilâ tefrik doldurulduğu PKK-KCK çuvalıdır. Devrimci ve sosyalist muhalifler ise Devrimci Karargâh çuvalına doldurulmak istenmektedir.
Adı geçen örgüte ilişkin olarak daha önce gerçekleştirilen soruşturma ve yargılamalarda izlenen keyfi tutum, Vatan Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Aylin Duruoğlu gibi kamuoyunca tanınan, bilinen, bütün hayatı gözler önünde olan insanların illegal silahlı örgüt üyesi olarak mahkum edilmeye çalışılması, örgütle hiçbir alakası bulunmayan sıradan insanların düzmece ve hayatın olağan akışına aykırı iddialarla aylarca tutuklu vaziyette cezaevlerinde tutulmaları hafızalardan silinmemiştir.
Aynı oyun bu kez demokratik alanda faaliyet yürüten SDP ve TÖP yönetici ve üyelerine karşı sahneye konulmaktadır.
SDP VE TÖP NEDEN ÖNCELİKLİ HEDEF SEÇİLMİŞTİR?
Türkiye sosyalist hareketinin 12 Eylül darbesi öncesindeki kitleselliğinden mahrum olduğu, saflarının da oldukça parçalı bir görünüm arz ettiği bir konjonktürde, hükümetin sosyalistlerin tasfiyesini öncelikli hedef olarak benimsemesinin, referandum sonrası bunun ilk adımını da SDP ve TÖP’e karşı gerçekleştirdiği operasyonla atmasının, AKP’nin genlerine işlemiş anti-komünizm ve karşı-devrimciliğin ötesinde de bir dizi sebebi bulunmaktadır. Şöyle ki:
SDP ve TÖP Anayasa referandumunda AKP’nin ileri demokrasi yalanlarına itibar etmemiş, boykot tavrını göstermişlerdir.
SDP ve TÖP, hâlihazırda ülkemizdeki en önemli sorunun Kürt sorunu olduğu tespitini yapan, Kürt sorununda demokratik çözümü destekleyen ve Kürt halkının siyasi temsilcileriyle Türkiye sosyalist hareketinin stratejik ittifakını savunan enternasyonalist çizginin temsilcileridir.
SDP ve TÖP, sosyalist hareketin yeniden yapılandırılması ve enternasyonalist sosyalistlerin birliğini gerçekleştirme sürecini başlatmak için bir süreden beri devam ettirdikleri birlik görüşmelerini belirli bir olgunluğa getirmiş ve birleşme adımını atmak üzere olan siyasi yapılardır.
AKP'nin başını çektiği egemen güçler, SDP ve TÖP’ün birlik sürecinin sosyalist hareket nezdinde bir sinerji yaratmasından, ardı ardına başka sosyalist yapı ve aydınların da birlik sürecine katılma kararlarını deklare etmelerinden; bir yandan militarizme ve şovenizme, diğer yandan da emperyalizme ve ABD işbirlikçisi AKP’ye karşı mücadele etmenin mümkün olduğunu gerek düşünsel üretimiyle gerekse eylemiyle ortaya koyan bir siyasi hattın güç kazanmasından kaygılanmaktadırlar.
SDP ve TÖP Anayasa referandumunda AKP’nin ileri demokrasi yalanlarına itibar etmemiş, boykot tavrını göstermişlerdir.
SDP ve TÖP, hâlihazırda ülkemizdeki en önemli sorunun Kürt sorunu olduğu tespitini yapan, Kürt sorununda demokratik çözümü destekleyen ve Kürt halkının siyasi temsilcileriyle Türkiye sosyalist hareketinin stratejik ittifakını savunan enternasyonalist çizginin temsilcileridir.
SDP ve TÖP, sosyalist hareketin yeniden yapılandırılması ve enternasyonalist sosyalistlerin birliğini gerçekleştirme sürecini başlatmak için bir süreden beri devam ettirdikleri birlik görüşmelerini belirli bir olgunluğa getirmiş ve birleşme adımını atmak üzere olan siyasi yapılardır.
AKP'nin başını çektiği egemen güçler, SDP ve TÖP’ün birlik sürecinin sosyalist hareket nezdinde bir sinerji yaratmasından, ardı ardına başka sosyalist yapı ve aydınların da birlik sürecine katılma kararlarını deklare etmelerinden; bir yandan militarizme ve şovenizme, diğer yandan da emperyalizme ve ABD işbirlikçisi AKP’ye karşı mücadele etmenin mümkün olduğunu gerek düşünsel üretimiyle gerekse eylemiyle ortaya koyan bir siyasi hattın güç kazanmasından kaygılanmaktadırlar.
Bilinmelidir ki AKP’nin sosyalistlere karşı giriştiği bu tasfiye operasyonu ne ilk ne de son olacak, tasfiyeler sosyalistlerle de sınırlı kalmayacak, tüm muhalefetin bastırılmasına, ülkenin AKP için dikensiz bir gül bahçesine çevrilmesine kadar sürdürülmek istenecektir.
AKP’nin referandum sonrası ilk iş olarak ele aldığı bu Reichstag Yangını Davası benzeri tasfiye etme operasyonu boşa çıkartılmalı, SDP ve TÖP yöneticileri başta olmak üzere gözaltına alınan tüm sosyalistlerin serbest bırakılması için tüm aydınlar, sanatçılar, akademisyenler, demokrat ve ilerici insanlar seferber olmalıdırlar.
Aksi takdirde Alman muhalif din adamı Martin Niemöllerin sözleri, sesini yükseltmeyen herkes için bir gerçeklik halini alacaktır:
Naziler komünistleri götürdüklerinde sustum. Çünkü ben komünist değildim.
Sendikacıları götürdüklerinde sustum. Ben sendikacı da değildim.
Sosyalistleri içeri aldıklarında sesimi çıkarmadım. Ben sosyalist değildim.
Yahudileri tutukladıklarında sustum. Çünkü ben Yahudi değildim.
Beni götürdüklerinde, geride artık karşı çıkabilecek kimse kalmamıştı.
Sendikacıları götürdüklerinde sustum. Ben sendikacı da değildim.
Sosyalistleri içeri aldıklarında sesimi çıkarmadım. Ben sosyalist değildim.
Yahudileri tutukladıklarında sustum. Çünkü ben Yahudi değildim.
Beni götürdüklerinde, geride artık karşı çıkabilecek kimse kalmamıştı.
SDP MYK
Sosyalist Demokrasi Partisi
Merkez Yürütme Kurulu
23 Eylül 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder