- Ana Sayfa
- Öcalan Anlatıyor: Uluslararası Komplo Gerçeği
- SAİD-İ KURDÎ(Nursi) VE KÜRT SORUNU
- Batı Kürdistan(Rojava) Devrimi
- Soykırımdan Özerkliğe Batı Kürdistan
- AKP ve Faşizm Üzerine
- Anti Emperyalist-Kapitalist Mücadele ve KÜRT BAHARI
- Karadeniz: Toprak, Su, Hava ve Emek
- Bir İşkence Yöntemi Olarak Tecrit
- Politik Sinema
- Belgeseller
- E-Kitaplar
- İnternet Sansürünü Del !
Site İçi Arama
21 Eylül 2010 Salı
12 EYLÜL DARBESİ - 4
Neden 12 Eylül?
Çok sözün söylendiği, sözün de ötesinde toplumun önemli bir kesiminin yaşadığı bir dönem 12 Eylül. Böyle olunca söz söylemenin de oldukça güç olacağı bir alan. 12 Eylül ne 12 Eylül günü başladı ne de o günden sonra sona erdi. Bugün de devam eden, bizi de alan tek tipleştirici bir zihniyetin ürünü. Böyle olunca üzerinden 30 yıl geçmiş olsa bile, farklı yaşanmışlıklar üzerinde gelmiş olan bizleri de her birey gibi kesen bir konu 12 Eylül. Bizler bu konuya dair bireysel/kolektif söz geliştirmek için, bu süreci farklı yerlerden yaşamış insanlar ile sözlü tarih yaparak ve bunun üzerinde tekrardan düşündük. Yaptığımız atölyelerde ise yeni sorular üretirken eski sorularımıza da cevaplar bulmaya çalıştık. 12 Eylül üzerine yaptığımız sözlü tarih çalışmamız ezberimizi bozdu. 12 Eylül'ün görünmeyen yüzünün görünenden daha çarpıcı olduğunu keşfettik. 12 Eylül 1980'in gelişi itibariyle sosyal ve siyasi alanda bir kopuşun yaşandığına dair adeta bir inanç düzeyindeki varsayımımız değişim gösterdi. Şimdi 12 Eylül'e ne toptan bir kopuş ne de tamamıyla devamını yaşadığımız bir süreçtir diyebiliyoruz. Konuyu daha da açmak gerekirse, 12 Eylül sonrası Türkiyesi'nde yaşanan ve özellikle tüketim alanında kendini belli eden toplumdaki hızlı değişim ve bu değişimin bir yanıyla toplumu sürüklediği unutuş bize, 1980 öncesi ve sonrasına dair ciddi bir kopuş olduğunu gösteriyor. Buna ek olarak zihinlerde yer alan 'yarın devrim olacak' inancının bir anda yok edilmesi de 12 Eylül'ün kelimenin tam anlamıyla bir darbe olduğuna işaret ediyor.
12 EYLÜL DEVAM EDİYOR
Öte yandan, dinlediğimiz hayat hikayelerinde karşılaştığımız gündeliğin anlatısında 12 Eylül'ün isminin dahi geçmeyişi bize, dönemi 12 Eylül öncesi ve sonrası diye ayırmak yerine tüm çatışmalı alanlarıyla yaşananların daha canlı bir tablosunun çıkarılmasının uygun olacağını, bunun halen bizi de içeren bir süreç olduğunu düşünmeye yöneltti. Evet, çünkü bugün bu sorularla hâlâ uğraşıyorsak 12 Eylül dönemini (öncesi ve sonrasıyla) bugüne değin pek çok toplumsal sorunun, acının ve sıkışmışlığın bir sebebi ve devamı olarak görüyoruz demektir. Tabii şöyle bir gerçeklik de var. 12 Eylül bütün toplumsal dinamikleri yok edemedi. Hatta yeni doğuşlar, başkaldırılar oldu. 12 Eylül daha çok Türkiye'nin batısını sindirirken, 'doğu' yeni bir dinamizim, yeni bir karşı çıkışla darbeci egemen zihniyetin karşısına çıktı. İki 12 Eylül ile karşılaşıyoruz. Birincisi batıda çok etkili olmuş, toplumsal dinamikleri bir anda yerle bir etmiş, pasifleştirmişken; ikincisinde özellikle Kürtlerin Diyarbakır Zindanı'nda göstermiş olduğu karşı çıkış ve direnme ruhuyla 12 Eylül zihniyetinin varmak istediği sonuca geçit vermeyerek bugüne kadar gelen bir direniş ve karşı kültür yaratmıştır. Yani 'batı' için söylediğimizi 'doğu' için söylemek haksızlık olur. Çünkü orada mücadele, farklı bir analizi gerektirecek bir biçimde gelecekle çok ilgili. Kürtlerin bir geleceği söz konusudur yani. Bu da aslında 12 Eylül dönemini ne kadar farklı noktalardan ele almamız gerektiğini hatırlatan bir örnek olabilir. Yani tutup da '12 Eylül sonrası Türkiye gelecek algısını kaybetti' gibi bir genelleme yapmamalı...
Ayrıca 12 Eylül gerçekten 12 Eylül'le başlamadı elbette. Öncesinde Maraş, Sivas, Çorum ve Fatsa olaylarıyla da pekişen sıkıyönetim, dört bir yana yayılmıştı bile. Bugün Bölge'de yaşayan insanlar dışında Türkiye'de toplumun önemli bir kesimi ne sıkıyönetim, ne olağanüstü hal denen şeyi yaşamadı. 12 Eylül bir anlamda devamlılık arz ediyor, ama bir yandan da sokağa çıkılmayan bir şehirde yaşamıyor toplumun önemli bir kesimi. Dolayısıyla o deneyim de ayrıydı ve bir günde/ayda değişen bir hayat tarzı da söz konusuydu. İnsanlar evlerde yaşadı aylarca, ya da başka evlerde, dağlarda, orda burda saklandı, gizlendi.
YÜZLEŞME OLMALI
Türkiye ile benzer bir kaderi olan Arjantin'de darbe rejimi ile hesaplaşmaya gidilirken Türkiye'de 30 yıl geçmesine rağmen neden halen bu gerçekleşmedi? Arjantin ve Türkiye'nin darbe deneyimleri neden bu kadar farklı? Aslında 1985 gibi çok yakın bir dönemde Arjantin'de darbeciler yeni/demokratik rejim tarafından yargılanmaya başlanıyor. Fakat bu, ne her şeyin bittiği ne de çözümün netleştiği bir nokta. -O belki ayrı bir tartışma konusu da- nasıl bu kadar hızlı gelişti? Burada yeni gelenlerin eskileri yargılayarak kendilerini meşru kılması söz konusudur. Ancak gene de asıl mesele, böyle bir yol seçmeleri nasıl gerçekleşti ya da toplumsal hafızaya ne gibi bir katkısı oldu bu durumun? Yani içleri rahat etti mi? Pek etmemiş olacak ki Plaza de Mayo Anneleri yıllarca mücadelelerini sürdürdü. Arjantin'deki Mayo Anneleri, Türkiye'deki Cumartesi Anneleri'ne çok benziyor.
NASIL BİR SONUÇ
Soykırım, işkence, toplu infaz vb. insanlık suçları işlemiş olanların yargılanmasının nasıl bir şey olduğu, kimlere nasıl etki ettiğini Arjantin'deki cuntanın yargılanmasını anlatan çalışmalardan biri olan 'Who am I' (Ben kimim) filminde görmek mümkündür. Arjantin'deki deneyimler Türkiye için de ön açıcı olabilir. Darbecilerin/cuntacıların yargılanmaları hiçbir şekilde bir son nokta değildir. Olsa olsa bir başlangıçtır ki yargılamayla değil nasıl olacaksa gerçek bir toplumsal yüzleşme/hesaplaşma ile devam edecek bir süreçtir asıl duygularda tamirci olan. Bunu en iyi şekilde, filmin sonuna doğru konuşan büyükannenin sözleri verir: 'Bu mahkeme benim istediğimi vermedi, kızıma ve diğer 30 bin kişiye ne olduğu sorusunun yanıtını da.' Evet muhtemelen bir gün Türkiye'de Kenan Evren ve kurmayları yargılans, muhtemelen onlar da filmdekiler gibi yazarlardan alıntılar eşliğinde son derece 'onurlu' bir tablo çizmeye çalışarak hiçbir soruya somut yanıt vermeden, 'gerçekleri' açıklamayarak vb. yargılanacaklar. Ancak ne biçimde bir yargılanma olursa olsun, insanların böyle bir meşruiyete ihtiyacı var. Böyle bir yargılama olursa bu ciddi bir adımdır yüzleşmek için. Olamazsa, bizlerin şöyle bir soru sormamız biraz lüks kaçıyor: 'Evet hatırlıyoruz sonra ne olacak?' Evet hatırladık diye bir şey olmayacak. Yani parçalı bir hatırlama, çabalar bütünü olabilir de. O başka bir şeydir. Yani sürekli bir hayaletin peşinden koşma, bazen onun senin peşinden koşması gibi bir durum söz konusu olacak. O yüzden Türkiye'de böyle bir yargılama kesinlikle olmalı, ne gerekiyorsa yapılmalı.
-BİTTİ-
Hazırlayanlar: Ercan AKTAŞ / Zeynep GÜZEL*
* Dut Ağacı Kolektifi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder