2 Ağustos 2010 Pazartesi

Referandumdan özerklik çıkar (mı?)

Kürt meselesinin çözümünü öteleme konusunda mahir Ankara'nın, bugünkü iktidarı AKP de, referandum boğuntusu ile Kürt sorununun tartışma zeminlerini sabote etti. "Kürt açılımı" konusunda, Nevzat Tandoğan'ın, "Bu memlekete Komünizm gelecekse onu da biz getiririz" düsturundan hareketle, "Kürt sorunu çözülecekse onu da biz, istediğimiz gibi çözeriz" yaklaşımı Kürt direnci karşısında tasfiye olan AKP referandum gündemiyle zaman kazanıyor. Bu oyalamalarla demokratikleşme talebini perdeleyen AKP'nin referandum sonrası zaman kazanmak amaçlı yapacağı hamle ise 2011 genel seçimlerini kullanmak olacak gibi görünüyor.

Çeşitli toplum kesimlerince uzun bir zamandır yükseltilen yeni ve demokratik bir anayasa talebine karşılık, sınırlı ve kendi taleplerini öncülleyen bir anayasa paketi oluşturmayı tercih eden AKP, bunu yaparken de Kürt tarafının en ufak bir talebine dahi cevap vermedi. Paketin oluşturulma sürecine katkı sunmak isteyen BDP'yi görmezden gelen AKP, koşulsuz, şartsız, neredeyse siyasi teslimiyeti dayatan bir taleple bu konuda Kürtler ile yapılacak bir müzakereyi de başından reddetti.

PKK'nin 1999 yılında Kürt sorunun çözümü konusunda, cepheden savaş dönemini sonlandırarak, sistemi içten dönüştürmek amacıyla yaptığı strateji değişikliği, temelde sivil siyasetin önünü açarak parlamenter mücadeleyi Kürtlerin gündeminde üst sıralara oturttu. Bu değişikliğin bir gereği olarak PKK, silahlı güçlerini sınırların ötesine çekme kararı ile de diyaloga dayalı siyasal mücadelenin zeminin oluşması için bir katkıda bulundu.

Demokratikleşme ve özgürlüklerin çoğaltılması söylemiyle ezilen toplum kesimlerinin, yanısıra bazı Kürt çevrelerinin de oylarını alarak 2002'de iktidar olan AKP, zaman içerinde orduyla yaptığı mutabakat gereği iktidarını korumak için geleneksel devlet politikasının dışına çıkmaması gerektiğini öğrendi.

AKP ÖCALAN’IN AÇIKLAMALARINI YALANLAMADI

Abdullah Öcalan, avukatları ile yaptığı birkaç görüşmede, "AKP hükümetinin 2002'de iktidara gelmelerinin ardından Kürt sorununun çözümü konusunda atılacak adımlar için kendisinden beklemesini istediklerini" dile getirdi. Öcalan'ın bu açıklamaları AKP hükümeti tarafından yalanlanmadı. Bu süreçte, Kürtler sistemi içerden dönüştürme stratejisine bağlılığın bir gereği olarak, siyasal ve kamusal alanda daha "görünür" bir hale gelmeye başladı. Legal siyasetin doğası gereği, fiziki olarak sürece katılamasa da PKK'nin bu konudaki fikirleri geniş bir Kürt nüfus tarafından kabul görerek günlük hayatın örgütlenmesinde ciddi rol oynamaya başladı.

2002 genel seçimlerinde yüzde onluk seçim barajı nedeniyle parlamento dışı kalan Kürt siyaseti, parlamento dışı siyasal mücadelenin birçok alanda sürdürülmesi ve iç tartışmaları geniş zamana yayma olanağı buldu. Bu tartışmaların ışığında, 2007 milletvekili genel seçimlerine bağımsız adaylar ile girme kararı alan Kürt siyaseti, cumhuriyetin Kürtlere koyduğu "barajı" kendi yöntemleriyle aşarak sivil siyasetin mabedi sayılan parlamentoya grup kuracak bir sayıyla girdi. Kaldı ki bu seçimlerde ordu başta olmak kaydıyla, "tüm siyasi partileri de içermek üzere ADD gibi cumhuriyet kurumlarının" Kürdistan'da AKP'yi desteklemesine rağmen…

Sorunun diyalogla çözümü açısından tarihi sayılabilecek bu fırsat, AKP hükümeti tarafından ilk günden itibaren görmezden gelindi. Sadece AKP değil, kendini cumhuriyetin sahibi aslisi gören tüm güçler, Kürtlerin parlamenter siyaset üzerinden tüm ülkenin siyasal zemininde bir aktör haline gelmesini içine sindiremedi.

DTP'nin, 2009 yerel seçimlerinde Kürdistan'da elde ettiği büyük başarı, AKP Hükümeti sözcüleri tarafından, "bağımsızlık ilanı" olarak yorumlandı. İktidarı boyunca Kürt sorunu konusunda hiçbir somut adım atmayan AKP hükümeti yerel seçimlerin ardından tutumunu daha da sertleştirdi. Sokak eylemlerine katılan çocukların TMK'dan yargılanması kararı ile binlerce Kürt çocuğu rehin alınırken, kapatma davası ve KCK operasyonları ile legal Kürt siyasetine yaşam alanı bırakılmadı. Kapatma kararı karşısında sine-i millet kararı alan DTP parlamenter demokrasiye olan inancın gereği bu kararlarından vazgeçerek diyaloga bir şans daha verdi ve BDP ile yola devam kararı alındı.

Kürt sorununun çözümü konusunda parlamento zeminini tıkayan AKP'nin, iktidarının sekizinci yılında gündeme getirip ancak 15 gün dahi arkasında duramadığı, "Kürt açılımı"da iktidarın soruna bakışındaki ciddiyetsizliği gözler önüne serdi. Bu yolla PKK ve legal Kürt siyasetini tasfiyeyi amaçlayan AKP, anayasa değişiklik paketi ile demokratikleşme vizyonunu ortaya koydu. "Benim Kürt vatandaşlarım" diyerek kendi malı gibi düşündüğü Kürtlerin dahi taleplerini değişiklik paketine yansıtmayan AKP bir kez daha Kürtlerden koşulsuz şartsız bir onay bekledi.

YENİ SİNE-MİLLET

Başından beri, CHP ve MHP'nin, "evet-hayır" kısır zemininde yürüteceği belli olan referandum kampanyası, BDP'nin boykot kararıyla yeni bir boyut kazandı. BDP'yi de, "hayırcılar" içinde görme arzusundaki AKP'nin hesabı da boykot kararı ile ortada kaldı.

Boykot kararı, mevcut anayasal düzenin dışında ortak ve eşit yaşamı örgütlemeye kolaylık getirecek yeni bir anayasa talebi üzerinden yeni bir sine-i millet ifadesi olarak tezahür ediyor.

Boykot, şunu gösteriyor ki, Kürtlere ısrarla ideal mücadele alanı olarak işaret edilen muhayyel demokratik zeminin deşifre edilmesi ve yeni elle tutulur gereç bir demokrasinin yüksek sesle talebi olarak görünüyor. Bu anayasa paketine evet diyerek AKP'nin yanında yer almakla, hayır diyerek sistemin yanında yer almak arasında hiçbir fark yoktur. Kürt ve Türk halkları için ayırt edici demokrasi talebi bu iki suni gerekçenin dışında bir üçüncü çıkışı yaratabilmektir.

Boykot, siyasal sistemin kendisini mevcut anayasa ile tarif edişinden ve bu anayasada yapılan makyaj kabilinden değişikliklerle her seferinde bu anayasa yoluyla kendisini yeniden var etmesinden bir kopuştur.

Öte yandan Abdullah Öcalan tarafından gündeme getirilen Demokratik Özerklik tartışmalarının Kürdistan'da bu denli yoğun yürütülüp bu denli büyük bir ilgiyle karşılandığı bu süreçte gerçekleşecek referandumda ortaya çıkacak boykot salt bir anayasa değişikliği referandumunu boykot olarak ele alınamaz. Bu boykotun farklı bir politik tavır ve talep içerdiğini de görmek gerekir.

REFERANDUM YENİ BİR MÜZAKERE ZEMİNİ

Cumhurbaşkanlığı referandumu ve son yerel seçim sonuçları doğru okunursa, 12 Eylül Anayasa Değişiklik Referandumu'nda Kürdistan'da oldukça yüksek oranda bir boykotun olacağı söylenebilir. Bunun için ilgili referandum ve seçimlerin sonuçlarına bir göz atmak gerek. Ben burada, Kürdistan'dan 6 ili baz alarak bir değerlendirme yapacağım.

21 Ekim 2007 Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesine ilişkin anayasa değişikliği referandumu sonuçlarına göre:



Burada, ilk akla gelen AKP seçmeninin de bu referandumda evet oyu verdiği olabilir. Ancak dikkat edilmesi gereken, 2007 yılında AKP'nin bu referandum sonrasında anayasanın tümden değiştirileceği vaadi ile bir kampanya yürütmüş olmasıdır.

Unutulmamalıdır ki, AKP'ye Kürdistan'da oy veren seçmen de Kürt sorunun çözümü konusunda bir beklenti içindedir ve son süreçte AKP politikaları ile hayal kırıklığı yaşamaktadır. 2007 referandumu sonrası yeni anayasa vaadini unutan AKP'nin, Kürt açılımı sürecinde Barış Grupları'nın Habur girişi ardından da açılımı unutması Kürdistan'daki seçmeninde ciddi bir rahatsızlık yarattığı bilinmektedir.

Bunun en somut göstergesi de 2009 yerel seçimlerinde iki partinin aldığı il genel meclisi üyelikleridir. Bir önceki milletvekili genel seçimleri ile 2009 yerel seçimlerinde AKP ciddi bir oy kaybı yaşarken DTP'nin oylarındaki artış dikkat çekicidir. Buna göre;



YUKARIDAKI TABLO: İLLERDE İL GENEL MECLİSİ ÜYELİKLERİNİN SİYASİ PARTİLERE ve BAĞIMSIZLARA DAĞILIMI (29 MART 2009), YSK

Kürt sorunu söz konusu olduğunda BDP'nin tüm Kürtleri temsil etmediği, "kendisinin de Kürt kökenli vatandaşları" olduğunu ısrarla vurgulayan AKP, yüzde 47 gibi ciddi bir oyla tüm memleketi temsil ederken, BDP'nin Kürdistan'da yüzde atmışları geçen oyuyla bu ehliyete sahip olmadığını iddia etmek gerçekçi değildir. Ayrıca, AKP'nin kendi Kürtleri iktidarla ilişki içinde kendilerine verilenle yetiniyorken, bu sitemle sorunu olan buradan hareketle de kendini sorunun çözümünden sorumlu gören çok geniş bir kesim BDP etrafında toplanmış durumda. Bu durumda, AKP'nin müzakere etmesi gereken Kürt de, "kendi Kürdü" değil sorunun gerçek muhatapları olmalıdır.

Bu nedenle, aklıselimle düşünen bir iktidar bu referandum sonuçlarını yeni başlatılacak bir müzakerenin zemini olarak görmelidir. Boykot kararı Kürtlerin sınırlarla değil, işlemeyen demokrasiyle sorunları olduğu şeklinde algılanmalıdır.

Dolayısıyla, referandum sandığına yansıyacak boykotun, potansiyel olarak var olan Demokratik Özerklik durumunun aktüel hale geçişi anlamına geleceği de gözden kaçırılmaması gereken bir husustur.

canerdem2126@gmail.com

Hiç yorum yok: