6 Ağustos 2010 Cuma

Marlon Brando’dan Ahmet Altan’a

200 yıl boyunca toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan yerli halka şöyle dedik:

‘İndir silahını arkadaş, gel beraber oturalım. İndirirsen eğer silahını arkadaş, barıştan söz ederiz senle, anlaşırız senin hayrına.‘

Silahlarını indirdiklerinde ise onları katlettik. Onlara yalan söyledik.

Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Hiçbir zaman sadık kalmadığımız ve adına antlaşma dediğimiz o kağıtları zorla imzalasınlar diye onları açlığa mahkûm ettik.

Ve onları, yalnızca yaşamın anımsayabileceği kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük. Ve tarihi nasıl yorumlarsanız yorumlayın, ne kadar çarpıtırsanız çarpıtın: biz doğru davranmadık.

Ne dürüst olduk ne de adil davrandık.

Onlara ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de antlaşmalarımıza sadık kalmak.

Çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gaspetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu.

Onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlaksızlıklarımız erdem oluyordu!

Fakat bu sapkınlığın ulaşamayacağı bir şey var; o da tarihin büyük hükmü. Emin olun tarih bizi yargılayacaktır.

Ama umurumuzda mı?

Bu nasıl bir ahlaki şizofrenidir ki tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar taahhütlerimizi yerine getirdiğimizi haykırırız da, tarihin tüm sayfaları ve Amerikan yerlilerinin son yüzyıl boyunca geçirdiği tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam tersini söyler. Görülen o ki bu bizim ülkede ‘komşunu sev’ ilkesi ve bu ilkeye saygı artık işlemez hale gelmiş ve tüm yaptığımız, gücümüzle yapmayı başarabildiğimiz ancak ve ancak, dost da olsa düşman da, yeni doğan ülkelerin umutlarını yok edecek şekilde onlara bizim insancıl, uygar olmadığımızı ve sözümüzü tutmadığımızı göstermek olmuştur.

Belki de şu anda kendi kendinize, ‘hay aksi şimdi bunun akademi ödülleri ile ne ilgisi var canım‘ diyorsunuz.

‘Bu kadın burada ne arıyor, hem akşamımızı berbat etti hem de bizi ilgilendirmeyen konularla yaşamlarımıza girdi, üstelik umurumuzda bile değil.‘

Sanırım bu sorulmamış soruların cevabı, sinema dünyasının da en az diğerleri kadar Kızılderilileri küçük düşürmekle, onları vahşi, düşmanca ve kötü göstererek karakterleriyle alay etmekle sorumlu olmasında yatıyor.

Bu dünya çocukların büyümesi için zaten yeteri kadar zor.

Kızılderili çocuğu televizyon izlerken film de izler ve soyunu filmlerde anlatıldığı gibi görünce o zihinlerin nasıl zedelendiğini bilmemiz mümkün değildir.

Geçenlerde bu durumu düzeltecek bir kaç sendeleyen adım atıldı ancak, çok az ve çok aksak.

Öyle ki bu mesleğin bir üyesi olarak, bir birleşik devletler yurttaşı olarak bu gece bu ödülü kabul etmek içimden gelmedi. Bu ülkede şu anda ödül almak ya da vermek, Amerikan yerlilerinin durumları önemli oranda düzeltilmediği sürece uygun değildir.

Eğer kardeşimizden sorumlu olamıyorsak en azından onların celladı da olmayalım.

Bu gece doğrudan sizinle konuşuyor olabilirdim ancak ırmaklar aktıkça ve otlar büyüdükçe onursuz kalmaya devam edecek bir barışın kurulmasını engelleyebilmek için elimden gelen yardımı yapmakla daha yararlı olabileceğimi hissettim.

Ümit ederim ki şu anda dinleyenler bunu kabalık olarak addetmez ve bu toprakların üzerinde tüm insanların özgür ve bağımsız kalma hakkı olduğuna inandığımızı söylemeye hakkımız olup olmadığı gibi önemli bir konuda dikkati çekmek için yapılmış samimi bir çaba olarak görürler.

***

Sinemanın efsanesi Marlon Brando, Baba filmindeki unutulmaz rolü nedeniyle 1973 yılında aldığı en iyi erkek oyuncu ödülünü Kızılderililere yapılan katliamlara dikkat çekmek amacıyla reddetti.

Oscar Ödülleri törenine Kızılderili genç bir kadını gönderdi. Yukarıdaki mektubu da törende okuması için genç kadına verdi.

Brando mektubuyla gerçek bir aydının; sanatçı ve yazarın yok edilmek istenen bir halk söz konusu olduğunda nasıl davranması gerektiğini gösteriyor.

Aynı zamanda da ‘ahlaki şizofreni‘ yaşayan ve AKP Hükümeti’nin Kürtlere karşı sürdürdüğü psikolojik savaşta acımasızca tetikçilik yapan Taraf Gazetesi‘yle Ahmet Altan’a esaslı bir vicdan dersi veriyor.

Yakından izliyorsunuzdur; Taraf Gazetesi çıktığı günden bu yana savaşı sona erdirmesi için PKK’ye ‘’silahını indir arkadaş‘ dayatması yapıyor.

Militarist sistem tasfiye olmadan ve Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü yolunda anayasal ve yasal güvenceler sağlanmadan ‘silah indirmenin‘ sisteme hizmet edeceğini ve Kürtlerin katledilmesi anlamına geleceğini biliyor ama, buna rağmen bunda ısrar ediyor.

Bu kadarla kalsa iyi; kalmıyor. Teslimiyeti kabul etmeyen PKK’yi bu kez Türk ordusuyla ‘işbirliği‘ yapmakla suçluyor.

Bir yandan Kürt sorununun ‘barışçıl‘ çözümünden söz ediyor, diğer yandansa Türk ordusunun itibarını (!) yerle yeksan eden, militarist sistemi çöküşe, Türkiye’yi demokratikleşmeye sürükleyen PKK’yi de ‘ordu işbirlikçisi‘ ilan ediyor.

Oysa Türk ordusu, PKK’nin öncülük ettiği son Kürt isyanını kanla bastıramamış olmanın faturasını ödüyor. Türkiye’nin ordu efsanesi çıplak yürekli Kürtlerin direnişi sayesinde çöküyor.

Türkiye ordusunu sorguluyor, halk orduya karşı sesini yükseltiyorsa bu Kürtlerin sayesinde oluyor. Bunu bütün dünya biliyor da bir tek Taraf mı bilmiyor?

Elbette biliyor fakat, işine gelmiyor. Üstlendiği misyon Kürtlere saygılı olmasına izin vermiyor.

Bu yüzden gerçeği görmezden geliyor ve her olayda bilinçli olarak PKK’ye ‘ergenekon‘ yaftasını vuruyor. Bu tutumuyla aslında savaş yanlılarına hizmet ediyor.

Bir zamanlar toplumsal duyarlılığı ve onurlu duruşuyla halklarımızın ortak değeri ve bir ekol haline gelen Ahmet Altan, ne yazık ki şimdi Ertuğrul Özkök’ün peşinden gidiyor.

Taraf Kürtlere karşı yürütülen psikolojik savaşın bayrağını Hürriyet’ten devralmış bulunuyor. Hürriyet’in ipliği pazara çıktığı için sistem şimdi devreye onu sokuyor. Dün Hürriyet’in yaptığını bugün Taraf yapıyor.

Sistem, ‘200 yıldır toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan‘ Kürt halkının karşısına şimdi Taraf‘ı dikiyor.

Kirli savaş şimdi Ahmet Altan’ı kirletiyor.



gunayaslan@hotmail.de

Hiç yorum yok: