12 Ağustos 2010 Perşembe

Irkçılık toplumsal bir felakettir

Yeni_Özgür_PolitikaOsmanlı’daki nötral milliyetçilik, Cumhuriyet ile birlikte siyasallaştırıldı. M.Kemalin „Ne Mutlu Türküm Diyene“ söylevi aslında Türk’e yönelik bir söylev değil, Cumhuriyet’te yaşayan değişik halklara yönelik söylenen siyasal bir söylevdi.
Bu politika zamanla cumhuriyetin merkezine oturdu ve korku politikaları dolayısıyla „Korku Cumhuriyeti“ geliştirilmeye başlandı. Korku duyulanlar ise ötekilerdir. Yani Kürtler, Aleviler, Rumlar, Ermeniler ve daha niceleri. ‘’Türkün Türkten başka dostu yoktur’’ diyen bir zihniyet kendi dışındaki herkesi düşman belliyor ve gösteriyor. Dolayısıyla yakın zamanda yaşadıklarımız ile bugün yaşadıklarımız ikiz kardeşler gibi yan yana durmaktadır. Ne yöntemler farklılaştı ne söylemler ne uygulamalar ne de uygulayıcıları ... Ötekileşen ve Linç kültürü ile simgeleşen bu sürecin özelliklerini aydınlara sorduk ve aldığımız yanıtları sizlerle paylaşıyoruz.

Şanar Yurdatapan (Müzisyen, aktivist): Tabii ki bir anda bu sürece gelinmedi. Bir kere en altta, şoven ve ırkçı politikaların devlet politikası olarak küçüklüğümüzden beri şuurumuzun üstüne ve altına yerleştirilmiş olması, bu gibi olayların basit bir kıvılcımla patlamasına zemin yaratan ilk faktör. Bir adım sonrasında, yıllar yılı bu gibi saldırıların takipsiz kalması, saldırganlar yerine saldırıya uğrayanların suçlanması, tutuklanması, yargılanması gelenek halinde. Bütün bunlara bir de AK Parti’nin bir adım ileri iki adım geri tutarsız politikası ve CHP/MHP ikilisinin saldırgan tavırları ve medyanın taraflı yayınları eklenince en basit bir olayın etnik çatışmaya dönüşmesi an meselesi oluyor. Tabii ki sağduyu ilk şart, yoksa her an çok kanlı bir iç çatışmanın ülkenin her yerine bulaşması işten bile değil ki böyle bir felaketin galibi olmaz. Sevgili Ahmet Türk’ün kendisine saldırıldığı gün verdiği demeç bize örnek olmalıdır.

Thomas Gerber (Yazar-araştırmacı): Osmanlı’daki nötral milliyetçilik, Cumhuriyet ile birlikte siyasallaştırıldı. M.Kemalin „Ne Mutlu Türküm Diyene“ söylevi aslında Türk’e yönelik bir söylev değil, Cumhuriyet’te yaşayan değişik halklara yönelik söylenen siyasal bir söylevdi. Bu politika zamanla cumhuriyetin merkezine oturdu ve korku politikaları dolayısıyla „Korku Cumhuriyeti“ geliştirilmeye başlandı. Dikilen gömleği beğenmeyenler düşman, eleştirenler hain olmaya başladı ve 77 milletlik bir halk bir anda ‘tek’lik üzerinde kurgulandı ve bu yönlü bir sistem oluşturuldu. Bu ve benzer sistemlere dayanan devletler geçmişte ve günümüzde çok önemli dar boğazlarda geçtiler. En önemlisi geliştirilen siyasal milliyetçilik sonuç itibarı ile kendisini vurmaya başladı ve ülkeler yangın yerine döndü. Bu kısa değerlendirmeden sonra şunu söyleyebilirim. Cumhuriyet ve mevcut politikaları, günümüzdeki Türkiye’yi ciddi oranda tehdit ediyor. Kürtlerin taleplerine cevap vermeyen Cumhuriyet, Laz, Çerkez, Rum ve değişik kültür ve halkları eritmeye çalışarak Cumhuriyeti şirozlaştırdı. Bunu gören AKP ‘değişimden’ ziyade ‘değiştirir’ gibi bir pozisyon izledi. Ne Kürtler ne de siyasallaşan milliyetçilik bunu kabul etmedi, etmeyecek de... Mevcut pozisyonda köklü değişimler hedeflenmedikçe ve Cumhuriyetin eskiyen, çürüyen ve günümüze cevap vermeyen yanları atılmadıkça sorunlar devam eder. Sonuç olarak, Türk milliyetçiliği siyasal bir milliyetçilik kimliğini geliştirdiği için yanlız Kürtler değil, diğer azınlıklar veya halklarda sürekli tehdit altında yaşamaya ve sorun üretmeye devam edecektir.

Haynne Wyss (İspanya Akdeniz Toplumsal Araştırmalar Merkezi Başkanı): Kürtlerin milliyetçi saldırıların tehditi altında olması aynı zamanda Türkiye’nin önemli bir tehdit altında bulunmasını da beraberinde getirir. Bunu ne politikacılar ne de bürokrasi engelleyebilir. Güçlü sivil toplum örgütleri, aydınlar, yazarlar ve sanatçılar önleyebilir. Halklara gerçekleri en etkin ve yalın sunabilecek tek kesim bu kesimlerdir. Örneğin Almanya’da Irkçı saldırılara maruz kalan Türklerin saldırı karşısındaki masumiyeti neyse Türkiye’de aynı saldırılara maruz kalan Kürtlerin masumiyeti de aynıdır. Bunları ancak politika üstü olan STÖ’ler ve belirttiğim şahsiyetler anlatabilir ve toplumda empati yapmayı sağlayabilir. Diğer önemli gördüğüm bir hususu burada belirtmeden geçemeyeceğim. Kürtlere karşı geliştirilen bu ırkçı saldırılar, sadece Kürtlerin sorunu olmamalıdır. Bir o kadar Türk ve Avrupalının da sorunu olmalıdır. AB’nin konuya ilişkin ciddi bir açıklama yapmaması yadırganacak bir durumdur. Önlemlerin alınması, bundan ziyade ırkçı ve ‘tek’ millet üzerinde yürütülen politikaların bir an önce terk edilmesi için Avrupa’daki yabancılar dolayısıyla Türkiye’de milliyetçi saldırılara maruz kalan Kürtler için de sivil inisiyatifleri geliştirmeliyiz ve etkin kılmalıyız.

Ali Habip (avukat ve aktivist): Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; bu olayların sadece Dörtyol halkı veya Hatay halkı ile ilgisi yok. Şunu sadece iki hususla açıklayabiliriz ki; birincisi şudur; MHP, „yöredeki halkta haklı infial yaratılmıştır“ demekle bu olayların doğruluğunu ve haklılığını savunmuştur. İkinci durum da, „olay çıkaranların büyük bir kısmı Dörtyol dışından gelen (Antakya, İskenderun, Kırıkhan) milliyetçiler (ülkü ocakları mensubu) insanlardır. Hükümetin olaya bakışı ve bu olaylarda ki çözümsüzlüğü de kendini şu noktada gösteriyor: „Acaba böyle bir eylemi solcular yapsaydı kaç saat sürerdi ve dağıtılmalarında kolluk bu kadar pasif kalır mıydı?“ Şimdi bu durumları göz önüne alarak olayları bir kez daha değerlendirirsek, açıkçası daha iyi olur. Bunun yanında polisin keyfi olarak gözlatına aldığı ve karakol bahçesinde kurşunlanan Doğulu vatandaşın durumunu da unutmamalı. Sokaklarda baş gösteren hadiselere nasıl gelindi? Evet nasıl oldu? Kimse biz kardeşiz demedi, halkın içine kin tohumları ekildi. Öfke ile beslendi halk, tabii şu durumu da unutmamak gerekiyor ki; İskenderun-Dörtyol tarafında sıklıkla yaşanan eylemler de bu olaylarda aktif oldu. Ancak İnegöl için bunu söyleyemeyiz. Bu sürecin aşılması şu şekilde olabilir; bu olaylara sebep olan asıl faillerin yakalanması ve cezalandırılması ile çözülebilir. Yoksa başka bir şekilde bu olaylar bitirilemez. Bir de toplumsal birliktelik ve kardeşlik içinde çözülebilir.

Ragıp Duran (Gazeteci): Sokağın faşistleşmesi olarak tanımlanabilecek gelişme, kuşkusuz doğal ve kendiliğindenci bir şekilde ortaya çıkmadı. Kürt gerçeğini anlamakta ve kabullenmekte direnen egemen ideoloji, Kürt askeri ve siyasi hareketinin son dönemlerde gösterdiği etkinlikler karşısında yeniden eski askeri yöntemleri devreye soktu. Ek olarak da kitlesel destek sağlamak için popüler düzeyde kışkırtmalara ihtiyaç duymaya başladı. Bazı halk kesimleri, AKP idaresini hatta TSK’yı neredeyse pasif bir güç olarak algılamaya teşne. Egemen medyanın da kışkırtmasıyla, ‘Kürt=Terörist’ imajı güç kazandı. AKP’nin hazırlıksız, plansız, programsız, beceriksiz üstelik iyi niyetten yoksun açılım paketi de başarısızlığa uğrayınca, zaten Kürt, öteki, farklı, aykırı gibi kavram ve olgular karşısında anlayış, demokrasi ve empati kültürü zayıf olan kesimler, militarist yani şiddete dayalı geleneklerin de desteğiyle, hukuksuzluğun da katkısıyla, linç girişimlerine başladı. Bu tepkiler kimi zaman gayrı resmi devlet ajanları tarafından çıkarılıp kışkırtılsa bile, siyasal-kültürel atmosfer zaten yeterince gergin olduğu için, İnegöl ve Dörtyol benzeri hadiseler meydana geldi.

Kısa vadede, emniyet ve adliyenin linç ve kışkırtmacı kişi ve kurumlara (medya dahil) karşı yasaların öngördüğü sert, önleyici yaptırımlar uygulaması gerekir. Siyasi iktidar sözcülerinin‚ ‘Olayları çıkaranlar maalesef yurtsever vatandaşlar’ türünden açıklamalarına kesinlikle yasal yaptırım uygulanmalı. Öte yandan Kürt silahlı hareketinin de iç savaşın yolunu açma riski taşıyan eylemlerini sivil hedeflere ve kentsel alanlara taşımaktan kaçınması gerekir. Milliyetçiliklerin ve şiddetin birbirlerini karşılıklı olarak besledikleri gerçeğini gözönünde bulundurarak, haklı ve meşru bir mücadele, siyasal alanda barışı hedeflemek zorunda. Kopuş işaretlerinin arttığı bir dönemde, milliyetçiliğe, ırkçılığa ve şiddete karşı mücadele, özel bir anlam taşıyor. AKP, Referandum, Ergenekon, Irak Kürdistan Yönetimi gibi siyasal konjonktür unsurlarını da hesaba katan, ama daha geniş ve yapısal bir perspektifle, yerel, bölgesel, ulusal ve global güç dengelerini de iyi değerlendiren en az orta vadeli bir politikayla, önce şiddeti devre dışı bırakan, sonra da soruna kalıcı çözüm üreten bir yaklaşımı adım adım uygulamak lazım.

Ali Nesin (Aziz Nesin Vakfı Başkanı ve öğretim üyesi): Tecrübeyle sabit ki bu tür hadiseler Türkiye’de çok iyi organize olmuş bir teşkilatın provokasyonu olmazsa olmaz. Yine tecrübeyle sabit ki bu tür olayları aydınlar, sivil toplum örgütleri ve ikincil siyasi partiler engelleyemiyorlar. Olayların geri dönüşü olmayan noktaya tırmanmasını ancak ve belki hükümet (ve muhalefetle el ele vererek) engelleyebilir. Bu tür olayların ardında öylesine gizli kapaklı oyunlar vardır ki, benim gibi sıradan bir vatandaşın yukarıda söylediklerimin dışında yapacağı her türlü tahmin ‘laf olsun, çuval dolsun’ kategorisine girer. Kısa dönemde çözümü bilmiyorum. Kimin bilebileceğini de bilmiyorum. Uzun dönemde çözüm eğitimde ve ülkenin refah düzeyini artırmaktadır.

Avrupa Antiracism Örgütü Yönetim Kurulu: Avrupa’nın birçok ülkesinde ırkçı saldırılara maruz kalan Türk vatandaşların, Türkiye’de Kürtlere ırkçı saldırılarda bulunması düşündürücü. Bu tür ırkçı saldırıların temel nedeninin ülke ve insanınını sevmek olmadığını yapılan araştırmalar ortaya çıkardı. Temel neden mutsuz insanlar topluluğunun olmasıdır. Mutsuz insanın bu ve benzeri eğilimleri her zaman ortaya çıkabilir. Sorun, yönetimlerin buna karşı tepkisi ve önlemleridir. Solingen’de gerçekleştirilen ırkçı saldırıya tepki gösteren Türk yetkilileri, eğer Kürtlere yapılan ırkçı saldırılara sessiz kalıyorsa bu devletin Solingen’deki tepkilerini samimi görmek mümkün olamaz. Almanya’daki ırkçı anlayış neyse Kürtlere yapılan ırkçı saldırılara sessiz kalmak ya da meşru göstermek aynı zihniyeti taşır, ki bu tam anlamıyla bir çifte standart olur. Irkçılığa karşı alınması gereken en önemli önlem farklı kesimleri bir araya getirmek ve empati yapmalarını sağlamaktır. Ön yargıları ancak bu yolla ortadan kaldırabiliriz. Şimdi Türk devletinin bahsettiğiniz saldıralara karşı göstereceği reaksiyon, Avrupa’da yaşayan ve sürekli ırkçı tehditlerle karşı karşıya kalan Türk vadandaşları için bir esas olmalıdır. Buna tanık olmak ve yaşamak istiyoruz.

Masudan Samii Donald (Sosyolog ve ABD Irkçılık Karşıtları Birlik Platformu Sekreteri): ABD’de siyahlara karşı gerçekleştirilen ırkçılığa ‘bir zamanlar’ diyerek sanki bugün ırkçılık yokmuş gibi bahsedenler günümüzdeki psikolojik ırkçılığı görmemeye başladılar. Dünyada ‘bir zamanlar’ açıktan açığa yapılan kaba ırkçılık, bugün psikolojik bir ırkçılığa dönüşmüş durumda. Obama’nın ya da siyahi birinin ABD’nin başında olması durumu değiştirmiyor. Öyle zannediyorum, ki takip ettiğim kadarıyla Türkiye’nin siyahileri de Kürtler. Parlamento’da kaç Kürt’ün olduğu, bir cumhurbaşkanının ya da bakanların Kürt olması, Kürtlere bazı hakların verilmesi, Kürtlere yönelik ırkçılığı ortadan kaldırmaz. Tıpkı ABD’de olduğu gibi. Çünkü ırkçılık bir zihniyet sorunudur. Sorun bu zihniyetin değişmesidir. Bu zihniyetin diri tutulmasına bir de sistem göz yumarsa, sorun sokaklara, karanlık köşelerde insanları sıkıştırmaya kadar ulaşır ve toplumlarda derin yaralar açmaya başlar. Günümüzdeki ırkçılık Hitler ırkçılığı değildir artık. Kimse toplama kamplarına doldurulmuyor. Günümüzde daha ince, psikolojik, politiktir. Hatta yasalarda yer edinen inceden inceye bir ırkçılık var.

Ne yapılmalı sorunuza karşı ancak şunu belirtebilirim. Kardeşleşmek, barış, anlayış, hoşgörü ve empati ancak bunlar da sadece birer temennidir. Ama hayat böyle okunmuyor. Bu söylemler, ırkçı zihniyeti taşımayanlar için geçerlidir. Bu nedenle esas olan kişiden topluma kadar ırkçılığa maruz kalanların kendilerini tepeden tırnağa şiddetsiz bir savunma mekanizması ile donatmalarından geçiyor. En önemlisi yasalarda, hayatın içinde kendilerine ayrıcalık tanınmasını sağlamalılar. Yani ırkçı saldırıyı gerçekleştirenlere karşı teredütsüz ağır cezalar verilmeli. Bu ve benzeri her türlü ırkçılık zihniyeti taşıyan, eylemde bulunanlara karşı sosyal tecritler de, yine yasalar yoluyla gerçekleştirilmeli. Eğer buna benzer düzenlemeler olursa ırkçılık, en azından kitleler boyutundan çıkarak, bireysel boyutlara düşer.

BİTTİ

ALİ ONGAN

Hiç yorum yok: