12 Ağustos 2010 Perşembe

‘Irkçılık bir görüş değil suçtur!’

Yeni_Özgür_Politika Fransa’da ulusal kimlik tartışması sürüyor. Bu tartışma Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin İsviçre’deki minare referandumuyla ilgili olarak Le Monde gazetesine yazdığı bir yazıyla daha da alevlendi. Sarkozy’nin yazısı, hükümetin 2 Kasım’da başlattığı, ‘’Kimlik üzerine büyük ulusal tartışma“nın bir parçası. Hükümetin hedefi, Fransa’nın ‘’Geleneksel değerlerinin“ altının çizilmesi olarak kamuoyuna açıklandı.
Fransa’da ulusal kimlik tartışması sürüyor. Bu tartışma Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin İsviçre’deki minare referandumuyla ilgili olarak Le Monde gazetesine yazdığı bir yazıyla daha da alevlendi. Sarkozy’nin yazısı, hükümetin 2 Kasım’da başlattığı, „Kimlik üzerine büyük ulusal tartışma“nın bir parçası. Hükümetin hedefi, Fransa’nın „Geleneksel değerlerinin“ altının çizilmesi olarak kamuoyuna açıklandı. Fransız solu ise ilk etapta bu tartışmaya karşı olduğunu belirtmesine rağmen hükümet ve Sarkozy’nin yürüttüğü kampanya karşısında cılız bir sesle hareket etti. Ardından daha güçlü bir sesle, Fransız aydınlar Sarkozy’ye, „Bu tartışmayı durdurun. Irkçılık bir görüş değil, bir suçtur“ çağrısı yaparak bir kampanya başlattı. Hükümete en güçlü yanıt aydınların çağrısıyla geldi. 


Göçmenler yaftalanıyor!
Çağrıda, „Ulusal kimlik tartışmaları, ırkçı söylemin özgürce ifade edildiği bir mecraya dönüştü. Bu söylemin sahipleri, Fransa nüfusunun bir bölümünün, Fransa toprakları üzerindeki varlığının meşruiyetini tartışmaya açmaya hazırlar. Bu bağlamda yapılan toplantıların ciddi bir kısmı bizi utandırıyor, söylenenler vicdanımızı yaralıyor. Bütün büyük demokrasiler gibi bizim ülkemizde de, ırkçılık bir görüş değil, bir suçtur“ deniliyor.
Sinema sanatçılarından sivil toplum örgütü temsilcilerine, yazarlardan belediye başkanlarına kadar geniş bir grubun imzası bulunan çağrıda, siyasetçiler göçmenlerin yaftalanmasına göz yummakla suçlanıyor, Sarkozy’ye en yakın bakanlardan biri olan Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nadine Morano özellikle eleştiriliyor. Morano, Müslüman gençlerle yaptığı bir toplantıda, „Ülkenizi sevin, argo konuşmayın ve şapkalarınızı düzgün takın“ demişti. Tartışmanın durdurulmasını isteyen aydınlar bir çağrı metniyle karşıt kampanyalarını başlattı.

Kampanyada, şov dünyasının önde gelenleri dahil, 140’ı aşkın ünlü imza verdi. Fransa’nın ırkçılıkla mücadele derneği de (SOS) kampanyanın öncüleri arasında yer alıyor. Çağrı metni Liberation gazetesine tam sayfa ilan olarak verildi. Sinema sanatçıları Isabelle Adjani, Josianne Balasko ve Yvan Attal, sanatçı Jane Birkin, felsefeci Benjamin Stora ve Bernard-Henri Levy kampanyanın aktivizleri arasında yer alıyor.

Seçim ve aşırı sağ tabana yatırım!
Kendisi de Macaristan göçmeni bir babanın oğlu olan Sarkozy, Fransa Cumhurbaşkanı seçilirken göçmenlerin yanında değil, karşısındaydı. Sarkozy’nin, gelen eleştiriler karşısında ‘ırkçı’ olmadığını iddia etmesi, kendisinin yakın geçmişine bakıldığında ne kadar gerçekten uzak bir açıklama olduğu görülecektir. Sarkozy, seçime girdiği dönemde Paris’in banliyölerinde Kuzey Afrikalı ve diğer göçmen gençler ayaklanmıştı. Ayaklanmanın sert bir biçimde bastırılması emrini veren Sarkozy, haksız tutuklamaların ve göçmenlere yönelik dışlayıcı açıklamaların gölgesinde göreve geldi. Yürüttüğü bütün seçim kampanyasını da göçmen karşıtı bir temele dayandırıyordu. Bu durum seçimden sonra da değişmedi.
Sarkozy’nin, Fransa’da ulusal kimlik tartışmasını alevlendiren, İsviçre’deki minare referandumuyla ilgili yazısı Aralık ayının başında Le Monde’da yayımlanmıştı. Sarkozy bu yazıda Müslümanlara, „dini gösterişsiz ve provokasyonlardan uzak yaşayın“ çağrısı yaptı.
Konu İsviçre’den kaynağını almış gibi gözükse de asıl olarak UMP ve Sarkozy’nin yaklaşan yerel seçimler, ekonomik kriz ve Sarkozy’nin kitleler nezninde güvenini kaybettiğine dair 2009 yılı sonuna doğru açıklanan anketlerdi.

Bunlardan en önemlisi de Fransa’nın bütün yasa ve yönetmeliklerle sıkıştırılmaya çalışılan göçmenler üzerine yeni plan ve programların olduğu gerçeği. Bu nedenle yine alt kimlikleri, din olgusunu, milliyetçiliği körüklemek bir çıkış noktası haline geldi. Sarkozy’nin yazısında belirtiği şu cümleler tam da bu anlamı taşıyor: „Hıristiyan medeniyetinin böylesine derin bir iz bıraktığı, cumhuriyetin değerlerinin ulusal kimliğin bir parçası haline geldiği ülkemizde, bu mirasa meydan okuyan her adım, Fransız İslam’ının kuruluşunu başarısızlığa sürükleyecektir.“
 Avrupa’da en fazla Müslüman nüfusa sahip ülke olarak bilinen Fransa’da Sarkozy’nin bu yazısı, aşırı sağcı Le Pen’nin oylarına göz dikmek olarak yorumlanıyor.



‘Düşman’ yabancı!

Bu tartışmaya halk ne diyor sorusu ise yine yapılan kamuoyu anketleriyle açıklanıyor. Le Parisien gazetesinde çıkan bir kamuoyu yoklaması, Fransızların yüzde 50’sinin bu tartışmadan mutlu olmadığını ortaya koymuştu. Hükümetin yapmış olduğu tartışma halkın içerisinde bir zemin yarattığı sinyalleri ağırlıkta. Özellikle Fransa’da ekonomik ve sosyal krizle birlikte halkın kendisinin rakibi olarak yabancıları görmesi yönünde yürütülen çok yönlü kampanyanın sonucu olarak Fransa’da ulusal kimlik ve milliyetçilik daha geniş bir zemin bulmaya başlıyor. 
Fransız aydınlar, bu tür bir tartışmanın ilerlemesi durumunda ülkede İslam karşıtlığını artıracağı yönünde görüş belirtiyorlar. Le Monde gazetesinde Sarkozy’nin kaleme aldığı yazı ile alevlenen söz konusu tartışma, kısa sürede de durulacağa benzememektedir. Kasım ayı başlarında Sarkozy’nin merkez sağ hükümeti, Fransız olmanın ne anlama geldiğini açıklamak üzere bir internet forumu üzerinden vatandaşları tartışmaya davet etmişti.

Tartışmaların hararetlenmesi ve farklı yönlere kayması doğrultusunda getirilen eleştirilere rağmen Sarkozy, ‘kayda değer bulduğu’ tartışmayı savunurken aynı zamanda da tartışmaya karşı olanları karmaşık sorunlarla uğraşmaktan korkmakla suç- lamıştır.
Fakat eleştirileri haklı çıkarırcasına mevcut tartışmalar, Fransız ulusal kimliğinin ötesinde bir zemine kaymış görünmektedir.

Irkçı söylem-merkez sağ!
Bazı Fransız aydınlarının ulusal kimlik tartışmalarının ırkçı söylemin özgürce ifadesine dönüştüğüne yönelik eleştirilerini büyük ölçüde doğrulayan Sarkozy’nin çıkışlarındaki önemli unsur ise seçimlere hazırlık olduğu çok açık.
Fransa, önümüzdeki Mart ayında gerçekleştirilecek olan bölgesel seçimlere hazırlık için kolları sıvamış durumda. Özellikle aşırı sağcı Ulusal Cephe (Front National) Partisi Başkanı Le Pen’in minare referandumunu kullanarak Fransız toplumunun kimliksel endişelerini sömürmesi olasılığı Sarkozy’i böyle bir tartışma başlatma konusunda güdüledi.
Bu tür konuların Avrupa’daki seçimlerde propaganda malzemesi olarak kullanılmasına ilk defa şahit olmuyoruz.
Özellikle göçmenlerin ekonomik ve sosyal sorunlarının salt tek-taraflı entegrasyon sorunu olarak kullanıldığı ve potansiyel terör unsuru olarak lanse edildiği pek çok seçim yaşanmıştır. Bugün oynanan oyun ise daha tehlikeli olarak görülüyor.
Tehlikenin birinci boyutunu, aşırı sağcı partilerin ve liderlerin Avrupa’da destek görmesinin ötesinde merkez sağda yaşanan zemin kaymasında aramak gerekmektedir.
Sarkozy örneğinde olduğu gibi aşırı sağcı söylemlerle siyasetin merkezinde yer alan partilerin aşırı uçtaki partiler gibi siyaset yapmaya başlaması, Avrupa’da radikalleşmenin önünü açacak bir potansiyel tehlikeyi beraberinde taşımaktadır.
Aşırı sağ partilerin bu sınırlı tabanı merkez partilere kaydırmasını önlemek için ırkçı söylem ve eylemlerini arttırması kaçınılmaz gibi gözükmektedir.
Bu aşamada tehlikenin ikinci boyutu ise ötekileştirilen göçmenler. Radikal tartışmaların döndüğü bir ortamda, Sarkozy gibi liderler tartışmayı açtıkça, özellikle göçmen genç kuşakların tepki vermeye başlaması kaçınılmazdır. Buradaki en büyük tehlike ise aşırı sağcı söylemlerin özellikle Müslüman toplumun içindeki aşırı uçları da tetiklemesi olacaktır.
Dolayısıyla cevap bekleyen en önemli sorunlardan biri de; Fransa-dışı toplumlarla kaynaşma ve diyalog bir yana, Fransa’nın öncelikle kendi göçmen nüfusuyla uzlaşmayı düşünüp düşünmediğidir.

150 yıllık geçmiş
Diğer taraftan kimlik üzerindeki tartışmalar sırasında pek çok insan Fransa’nın yaklaşık 150 senedir göç alan bir ülke olduğunu unutmuş gibi davranıyor. Komşuları 19. yüzyılda Amerika’ya milyonlarca göçmen yollarken, Fransa daha o zaman tüm Avrupa’dan gelen işçileri buyur ediyordu ki bu siyaset 20. yüzyıl boyunca da devam etti.
Sarkozy’in yazısını yayınlayıp süreci kışkırtan Le Monde gazetesinin Fransa’nın göç tarihine dair yayınladığı yazı ise resmi rakamlarla ifadesi 9 milyon, kayıt dışı rakamlar da eklenince 58 milyonluk Fransa nüfusunun 10 milyonundan fazlasını göçmenler oluşturuyor. 

Le Monde’un yazısına göre: 
Fransa’nın suretini derinden dönüştüren bu karışım hali, Altıgen’i (Hexagone: biçiminden dolayı, Fransızların ülkeye verdikleri bir isim) dünyanın en çok kültürlü ülkelerinden birisi haline getirdi. Bu durumu, tarihçi Gerard Noiriel Fransa “Avrupa’nın Amerikası oldu” diye özetliyor.
1891’de bile Fransa’da, Belçika, İtalya, Almanya, İspanya veya İsviçre’den gelen bir milyondan fazla yabancı vardı. „Histoire de familles, histoires familiales“ (2005) adlı kitabın da yazarları olan nüfus bilimciler Borrel ve Simon; “Bu yabancılara iki savaş arasında kalan dönemde Polonyalılar, Ruslar ve Ermeniler katılacaktır” diye yazıyorlar.
“1950 ve 1960’ların ekonomik yeniden yapılanma ve kalkınma dönemlerinde göçmen dalgasının yoğunlaştığını görebiliyoruz.” 
1970’lerin başlarında, petrol krizi ufukta belirirken, savaş sonrası dönemin göçmen dalgalarını beslemiş olan iş gücü göçü sert bir biçimde kısıtlandı: Ücretlilerin göçünün kaldırılması, gönüllü geri dönüşleri teşvik eden siyasetlerin güdülmesi (“Stoleru milyonu”), o dönemde daha belgesizler (‘les sans-papiers’) diye adlandırılmayanların kovulması. 


80’den sonra...
Lionel Stoleru dönemin Chirac hükümetinde Çalışma Bakanı. Fransa’daki (sayıları 3,4 milyona varan) yabancıların ülkelerine geri dönmeleri için bir milyonluk bir miktar ayırıyor. Ne var ki bu vesileyle ülkeden ayrılan göçmen sayısı 100 bini aşmıyor. Yarısını İtalyan ve İspanyolların oluşturduğu 100 bin kişi. Bu kısıtlamaların etkisi altında, göç dalgaları daha istikrarlı olmaya başladı: 1982’de Fransa’da 4 milyon, 1990’da 4,1 milyon, 1999’da 4,3 milyon ve 2006’da 5 milyon yabancı var-dı: Fransa nüfusunun yüzde 7,4’ü ile yüzde 8’ine denk gelen sayılar.


Şaşırtıcı derecede değişmez bir sayı: 1980’lerin başından bu yana, sanılanın aksine, göçmenlerin oranı fazla değişime uğramamış. Rekor sayılabilecek doğal nüfus artış oranına eklendiğinde -27 Avrupa ülkesi içinde en yükseği- bahsedilen göç dalgalarının istikrarlı hale gelmesi, komşularına nazaran, Fransa’yı bir istisna haline getiriyor. Eurostat’a göre (Avrupa İstatistik Ofisi) göçlerin Fransa nüfus artışına katkısı yüzde20 iken, aynı oran İrlanda’da yüzde60, Danimarka’da yüzde70, Belçika’da yüzde75 ve …
İspanya’da yüzde86! “27 Avrupa ülkesi için, nüfus artışı öncelikli olarak göç kaynaklı; ama Fransa, Hollanda ve Büyük Britanya bu durumun istisnalarını oluşturuyor” saptamasında bulunuyor, Giampaolo Lanzieri Eurostat’ın bir yayınında.
Göç istikrarlı bir hal alsa bile, görünürdeki hali değişim geçirmektedir. Aile buluşması kapsamında gelen kadın ve çocuklar, ek olarak Magrib’ten 1970’lerde fabrikalarda çalışmak için gelen genç bekarların yerini aldı. 


Yeni nesiller

INSEE (Institut National de la Statistique et des Etudes Economiques) tarafından geçen Eylül’de yayınlanan bir araştırmada, Olivier Monso ve François Gleizes şu noktanın altını çiziyorlardı: “Zaman içinde, göç nedenleri değişme gösterdi ve 1974’ten bu yana ailesel nedenler öne çıktı.” Gelinen ülkeler de değişti: Göçmenler gittikçe, Sahraaltı Afrika ve Güneydoğu Asya gibi, daha uzak topraklardan gelmeye başladılar.
Bu uzun göç tarihçesi, Fransa’ya komşularının çoğunda bulunmayan bir duruma yol açtı: ikinci hatta üçüncü kuşak göçmenler. “Avrupa’nın geri kalanı, İsviçre ve, daha az ölçüde, Federal Almanya istisna kalmak koşuluyla, bu durumu aynı derecede yaşamıyor” diye yazıyor François Héran Le Temps des Immigrés adlı kitapta.

“Avrupa’nın güneyinde göç çok yakın tarihli bir olgu olduğundan sorun yaratma noktasında değil henüz.”
Yıllar içinde, ikinci hatta üçüncü nesil göçmenler ülkenin görünümünü derinden şekillendirdiler, öyle ki birçok Fransız bu nedenle göçün artarak devam ettiği kanaatinde.
Catherine Borrel ve Patrick Simon’un araştırmasına bakılırsa, ikinci ve sonraki göçmen nesillerine mensup kişiler 1999’da 4,5 milyonluk bir kitleye denk geliyordu: İkinci nesil toplam nüfusun yüzde 7,7’ini oluşturuyordu –ilk neslin oranıyla neredeyse aynı, yüzde 7,4. 1999’da Fransa’da yerleşik 58 milyonun, 9 milyonu ya doğrudan göçmendi ya da sonraki nesil göçmenlerdendi.

Bu ikinci neslin kökenleri, aslında Fransa’ya gelen göç dalgalarının tarihçesini yansıtıyor: ikinci nesil İtalyanlar açık ara sayıca en fazla olanlar (yüzde22,6), onları Cezayirliler (yüzde 14,1), İspanyollar (yüzde 12,9), Portekizliler (yüzde 10,4) ve Faslılar takip ediyor (yüzde 9,1).


Her dört Fransızdan biri...
„Şimdilerde Türkiye’den ve Sahraaltı Afrikası’ndan gelen göçmenlerin ikinci nesillerinin oluşumunu gözlemleyebiliyoruz. Bunlar, gelecek yıllarda daha önemli konumlara erişecekler“ diyor Catherine Borrel ve Patrick Simon. 1999’da, bu iki coğrafya için oranlar sadece yüzde 3,4 ve yüzde 5,6 idi. „Her dört Fransızdan birinin göçmen bir dede veya ninesi var. Bir sonraki nesilde bu oran üçte bire yükselecek.“ François Héran’ın öngörüsü bu yönde. INED’in eski başkanına göre, Fransa’ya göç, birkaç yıldır İspanya’ya gerçekleşen büyük miktardaki göçün aksine, „kalıcı bir hal aldı.“


SELMA AKKAYA
Kaynaklar:
Le Monde gazetesi
Le Parisien gazetesi
Liberation gazetesi
HYPERLINK „http://www.debatidentitenationale.fr/“www.debatidentitenationale.fr: Ulusal kimlik tartışmasının yürütüldüğü site. 


Hiç yorum yok: