6 Temmuz 2010 Salı

Ya birlikte yaşam ya da herkes kendi yoluna!

Tamam, Y.Özgür Politika okurlarına saygımdan dolayı ağzımı bozmayacağım. Zaten bilineni tekrar ederek “şerefsiz” falan da demeyeceğim bu adam için. Sapık olduğunu düşünmemi gerektirecek her türden bilimsel veriye sahibim ama şimdi bilimi bununla uğraştırmaya da gerek yok. “Hık demiş babasının burnundan düşmüş” desem, “bilineni yazıp duruyor” diye yazarlığımı tartışma konusu yapacaksınız. Biliyorum ama Yunus Emre’den vasiyettir bu: “Behey Yunus sana söyleme derler / Ya ben öleyim mi söylemeyim de.”

Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı’dan söz ettiğimi hemen anladınız, biliyorum. Hani şu “ikinci eşler Doğu’dan alınsın. Bu bölgelerden evlilik ve hısımlıkları arttırarak, devletin de teşvikiyle önümüzdeki 30 yıl gibi bir sürede yaşanan sorunların aza ineceğine ve çözüleceğine inanıyorum” diyen mezhep sapığından söz ettiğimi biliyorsunuz. Tamam sevgili okurlar. Siz biliyorsunuz bilmeye, ama acaba Rizeliler de biliyorlar mı bir sapıktan söz ettiğimi? Göreceğiz. Eğer bu adam Rizeliler tarafından lanetlenmezse, “her halk, layık olduğu yönetimle yönetilir” saptamasının doğruluğunu bir daha saptayarak, sileceğim kelime haznemden kendisi de asimile edilmiş, Lazistan’ın güzel kenti Rize’yi.

Çünkü bu düşüncenin adı éugenizm’dir. Güdümlü çiftleşmelerin ya da ırklar arası evliliklerin programlanması yoluyla bir ırkın, bir etnik kökenin değiştirilerek yok edilmesi (“ıslah edilmesi”) düşüncesidir bu. Hitlerci NAZI Almanya’sında bu düşüncenin somutu “İnsan Haraları” adı verilen çiftleştirme kurumlardır. En ilkel ırkçılıktır bu düşünce ve ırkçılığa karşı bunca kazanımlar elde etmiş olan bir dünyada bu düşünceyi savunmak şöyle dursun, sessiz kalmak bile bir insanlık suçudur.

Ben ateistim, bu nedenle “inananlar” sözümü ciddiye almayabilirler. Bir İslamcı yazarı tanık olarak göstereceğim o halde: “ – İnsan, - mazlumların hakkı, kamu hukuku ve inandığı değerlere yapılan hakaret ve haksızlıklar karşısında susma hakkına sahip değildir. Şayet böyle durumlarda da susuyorsa, bu suskunluk onun faziletinden değil, zilletindendir. İman zafiyetinin verdiği zavallılık halindendir.” (Abdil Yıldırım)

Evet, sadece Rize değil, bütün Türkiye onurunu test edecek şimdi. Bu ülkenin havasını soluyan her birey, ya bu adama havasını kirlettiği ülkenin onurunu sahiplenerek layık olduğu yanıtı verecek; ya da o havayı birlikte solumanın onursuzluğuyla tarihe geçecektir.

Kalıcı ve adil bir barış için bu çok önemli bir testtir. Rize’nin onuru kazanırsa, bütün insanlık kazanacaktır.
Bir başka sapık öneri de ANAP döneminde bakanlık ve başbakan yardımcılığı yapmış olan Ekrem Pakdemirli’den geldi. Pakdemirli, “Muazzam kaynaklar harcıyoruz. Bu paranın yarısını, ‘Bize bir PKK’lı getirip teslim edenlere bölüştüreceğiz” diyerek sadece zeka geriliğini kanıtlamış olmakla kalmayıp, bu ülkeyi hangi anlayışların yönettiğini de bir kez daha gözler önüne serdi.

Para için anasını, babasını bile satmaya hazır bir zihniyetin, bir ulusal özgürlük savaşçısını da satın alabileceğini düşünebilmesi için, en azından son otuz yılını Yedi Uyurlar mağarasında geçirmiş olması gerekmiyor her halde. Dilimden taşan öfkeyi artık engelleyemiyorum. Nasıl bir ülkedir bu? Yürekleri pırıl pırıl özgürlük haykıran çocukları taşlarıyla birlikte bağlamışlar, itleri salmışlar meydana insan onurunu parçalasınlar diye.

Dilimde tüy bitti; tekrar etmekten yoruldum artık. “Ayrımcılığın her biçimini reddeden bir demokrasi kültürünün, toplumda bir yaşam biçimi haline gelmesi, öncelikle toplumu bütün hücrelerine kadar sarsacak bir zihniyet devrimine; bu devrimi koruyup sürekliliğini sağlayacak yasal ve kurumsal yapılanmalara ve elbette bu kurumsal yapılanmalar ve kuramların insanı ve toplumu değiştirebilmesi için birkaç kuşak sürecek bir toplumsal ömre gereksinimi olacaktır. Türk devlet yapısı ve Türk toplumu içinde bir zihniyet değişimi olmadan, Kürt sorunu gibi en az birkaç yüzyıllık köklü bir ayrımcılık sorununu bir bütün olarak silip atabileceğimizi düşünmemek gerekir.” (2009) Kürt halkı Demokratik Cumhuriyet istemiyle birlikte yaşam projesi içinde, kendi demokrasi anlayışını zihinsel bir devrim olarak ele aldı hep. En zor koşullardayken bile uygulamaya çalıştı bu zihniyeti Kürt toplumunda egemen kılmaya. Sömürge bir halkın bu istemi böylesine cesurca dillendirebilmesi bile düşünülmesi zor bir hayaldi PKK öncesi. Ama sömürgeci inat, engellenmesinin olanaksız olduğunu bilmesi gerekirken, barış için atılan her adımı karşılıksız bıraktı.

Kürtler söylenecek her barış şarkısını bedel ödeyerek ve coşkuyla söylediler. Gelinen noktada söz söyleme sırası artık Türkiye’dedir. Oysa Devletin sürdürdüğü bu kanlı gidiş birliği değil ayrılığı körüklemektedir. Ve böylesine kalleşçe tuzaklar örülürken çevresinde, Anadolu halklarıyla birlikte yaşam arzusu gün geçtikçe gerileyecek olan Kürt halkının, “birlikte yaşam” yerine “Bağımsız Kürdistan” noktasına yeniden dönmesi de, birazcık da olsa düşünebilen beyinler için hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Bir pankart ilişti gözüme: “Barış Yargılanıyor, Tanık Olunuz.” Bu sözün doğrusu, “Barış yargılanıyor, sanık olunuz” olması gerekir. Gelinen nokta budur: Söz sırası Türkiye’dedir.

Verilecek karar: Ya özgürleştirilmiş ve eşitlenmiş olan koşullarda halkların birlikte yaşamı; ya da “sepet koluna, herkes yoluna.”

aycicek@gmx.net

Hiç yorum yok: