11 Temmuz 2010 Pazar

Vedat Aydın Cinayetinden 3 Gün Sonra…





Kürdistan'da silahlı mücadelenin başlaması ardından 1985 yılında fiilen Genelkurmay'ın emri ile Tuğgeneral Veli Küçük, Binbaşı Cem Ersever, Binbaşı Aytekin Aytek ve Binbaşı Ali Kırcı'nın da aralarında bulunduğu ekip tarafından kurulan ve itirafçıları bünyesinde barındıran Jitem'in ses getiren ilk cinayeti kapatılan Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ı evinden alıp infaz etmek oldu. Ve Aydın'ın cenaze töreni sonrasında yaşanan katliam...

20. yılını dolduran cinayet ve cenaze törenindeki katliamın sanıklarından hiçbiri hakim karşısına çıkarılamadı şu ana kadar.

Kürdistan'da halk hareketinin yükseldiği 90'lı yılların başlarından itibaren buna karşı kirli savaşı harekete geçiren Jitem, ilk olarak Mardin-Kızıltepe, Cizre ve Şırnak-Şenoba'da Hilal Belediye Başkanı Hamit Kara ve 5 yakınını gündüz ortası Şenoba beldesi yakınlarında araçlarından indirip öldürmesiyle başladı.

Bunun ardından yaşanan ve etkisi yıllarca devam eden faili meçhul cinayet ise HEP İl Başkanı Vedat Aydın'ın evinden kaçırılıp öldürülmesi oldu.

5 Temmuz günü Yenişehir semtindeki evinden ellerinde silah ve telsizlerle Binbaşı Cem Ersever'in komuta ettiği ve aralarında itirafçıların da bulunduğu ekip halinde gözaltına alınan Vedat Aydın'ın cesedi, 7 Temmuz günü Elazığ'ın Maden ilçesi yakınlarında işkence edilmiş ve kurşunlanarak öldürülmüş halde bulundu.

Aydın'ın ölü bulunduğu haberinin alınması ardından Diyarbakır'da halk arasında bir hareketlenme oldu. Yediden yetmişe herkes cenazeye sahip çıkmak ve bunu yapanlardan hesap sormak istiyordu.

HEP yöneticilerinin kararı doğrultusunda cenaze 10 Temmuz günü Maden'de hastane morgundan alındı. Cenazeyi almak için binlerce araç Diyarbakır-Elazığ karayolunu kapatırken, cenazeye yetişmek için Kürt illerinin tamamından insanlar Diyarbakır'a akın etmişti bile. İlk kez böyle pervasızca jitem ve itirafçılar evden insan alıp açıkça katlediyorlardı.

Kürtlerin tepkisi bunaydı. Sonraki yıllarda ise buna benzer yüzlerce, binlerce faili meçhul Kürt illerinde ve batıda yaşandı.

10 Temmuz günü cenazenin alınması için tahsis edilen HEP parti otobüsün içindeydik. Yaklaşık 5 bin araçlık konvoy halinde Ergani oradan da Maden ilçesine geçtik. Maden'e ulaşmadan Aydın'ın naşı cenaze aracına yüklenmişti. Ve cenaze, ailesi ile partililer tarafından alınıp tekrar Diyarbakır'a doğru yola çıkarıldı.

Konvoy olarak yol boyunca önünden geçtiğimiz asker ve polis karakolları, kente girdiğimizde ise askeri birlikler ve karakoldakiler köşelerine çekilmişlerdi. Kentte büyük bir sessizlik hakim iken cenaze konvoyu Gevran Caddesi'nden Diyarbakır'a giriş yaptı.

Hazırlanan programa göre cenaze Sümer Camii'nde yıkanıp cenaze namazı kılınacak ve kortej halinde Mardin Kapı Mezarlığı'nda toprağa verilecekti.

Cenaze konvoyunun kente girmesiyle birlikte özellikle Bağlar ve Ofis bölgelerinden konvoya katılmak isteyen onbinlerce kişi polis tarafından engelleniyordu. Ancak bir yolunu bularak ara sokaklardan aşan binlerce kişi yürüyerek konvoya katıldı. Artık araçlar onbinlerce kişinin konvoya katılması sonrasında hareket edemez hale gelince halk yürüyerek Sümer Camii'ne doğru yola koyuldu.

Burada kılınan cenaze namazı sonrasında ve yapılan konuşmaların ardından yine kortej halinde ve yüz binleri aşan bir kitle yürüyerek Mardin Kapı Mezarlığı'na doğru yöneldi.

O ana kadar kitleye herhangi bir saldırı yoktu, ancak Çift Kapı'ya gelindiğinde surların üzerinde pusuya yatan özel harekât timleri kitleyi tahrik etmek için yoğun bir şekilde halkın üzerine taş atınca bir süre gerginlik yaşandı. Ardından konvoy Turistik Cadde'yi kullanarak mezarlığa doğru yürüyüşe geçti.

Mezarlık ile yüz binlerin bulunduğu konvoy arasındaki tek engel Mardin Kapı Karakolu idi.

Cenaze aracı önde, parti otobüsü arkada ve yüzbinlerce kişi yürüyüş halinde karakola yaklaşınca bazı gençler karakola taş atmaya başladı.

Konvoyda yer alan Leyla Zana ve bazı HEP'liler karakolun önüne giderek kol kola girip zincir oluşturdular. Amaçları kitlenin karakola saldırmasını önlemekti. Ancak başarılı olamadılar. Ardından karakoldan ve karakolun hemen yanındaki Keçi Burcu ve sağdaki surlar üzerinden kitlenin üzerine ateş açmaya başladılar.

Aynı şekilde Balıkçılarbaşı bölgesine açılan yolu trafiğe kapatan sivil polisler de Kervansaray Oteli karşısındaki türbeyi kendilerine siper edip ellerindeki tabanca ve otomatik tüfeklerle kitlenin üzerine ateş yağdırmaya başladı.

Parti otobüsü üzerinde olduğumuz için bunları rahatlıkla görebiliyorduk. Bir ara parti otobüsünü hedef alarak 3-5 metre yukarıya nişan alıp bizlere doğru da ateş etmeye başladılar.

Araçtan inip yere düşenlerin fotoğraflarını çektik. En az 3 ölü ve 15'ten fazla yaralı vardı.

Cenaze konvoyu bir süre orada beklemek zorunda kaldı. Ölen ve yaralananlar gelen ambulanslarla hastanelere kaldırıldıktan sonra yüzbinler tekrar yürüyüşe doğru geçti ve Mardin Kapı Mezarlığı'na ulaştı.

Cenaze töreni yapıldı. Buradaki konuşmalardan sonra kitle yavaş yavaş mezarlıktan çıkmaya başladı. Amaçları cenazelerini gömdükten sonra sessizce dağılmaktı. Ancak kitlenin geliş yönünde bulunan Mardin Kapı Karakolu önüne panzerleri dizerek kitlenin geçişi durduruldu. Eski Mardin yoluna yada Ben u Sen Mahallesi tarafındaki yoldan gitmek isteyenler de burada özel timler tarafından durduruldu. Yaklaşık bir saatlik bir bekleyişin ardından, HEP Genel Başkanı Fehmi Işıklar'ın İçişleri ve OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu ile Mardin Kapı Karakolu'na giderek telefonla görüşmeleri ardından kitlenin geçişine izin verildi.

Ancak polisin tek şartı vardı, kitle belli aralıklarla sadece Mardin Kapı Karakolu önünden alanı terk edebilecek.

Ve yaklaşık 2 saat boyuncu beş bin, on bin, yirmi bin halinde grup olarak kitlenin geçişine izin verildi. Geçişler olaysız bir şekilde sürüyordu.

Biz gazeteciler konvoyun en arkasında parti otobüsünün içerisindeydik. Tek derdimiz çektiğimiz fotoğrafları çalıştığımız gazetelere yetiştirmekti.

Öğleden sonra 15:00-16:00 gibi onbinlerce kişi alanı terk ettikten sonra geriye aralarında HEP'lilerin, yerli-yabanca gazetecilerin de içlerinde bulunduğu yaklaşık 10-15 bin kişi kaldı.

Ancak bunların geçişine izin verilmedi. Fehmi Işıklar'ın Mardin Kapı Karakolu'na giderek buradan devlet ve hükümet yetkilileriyle konuşması da bir fayda vermedi. Grubun geçişine izin verilmiyordu.

Biz gazeteciler konvoyun en sonunda, yani mezarlığın giriş kapısında parti otobüsünün içerisindeydik. O sırada Ben u Sen Mahallesi tarafından ve mezarlığın sağındaki belediye makina ikmal binası yönünden yüzlerce özel harekât timi de grubu çembere aldı.

O an bir şeyler bekliyorduk. Ve fazla beklemeden bir anda Mardin Kapı Karakolu yönünden 3 el silah sesi geldi.

Sonradan anladık ki bu silah işaretmiş ve ardından kitleye saldırı başladı.

Mardin Kapı Karakolu tarafından kitlenin ön kısmı saldırıya uğrarken, kitlenin gerisi ise özel harekât timlerinin saldırısına maruz kaldı. Parti otobüsü içerisinde olduğumuz için her şeyi net görüyorduk.

Direkt halkın üzerine MP-5 ve M-16 tüfeklerle, pompalı tüfeklerle rastgele ateş ediliyordu.

Kurşunlanıp yere düşenler gözlerimizin önünde oluyordu.

Polis ve özel harekât timleri yakaladıkları kadınları çırılçıplak soyuyor ve akla hayale gelmeyecek hakaretlerde bulunuyordu.

Ardından da Hevsel Bahçeleri üzerinden gelen bir helikopter iki koldan saldırıya uğrayan ve birbirine yaslanan binlerce kişinin üzerine gaz bombası atmaya başladı.

Yüzlerce kişi saldırılardan korunmak için Hevsel Bahçeleri'ne doğru kendilerini yaklaşık 10-15 metrelik uçurumlardan aşağı atarak kurtulmaya çalışıyordu.

Yaklaşık yarım saat boyunca silah sesleri dinmedi. Kitleye havadan ve üç koldan birden saldırı yapılıyordu.

Aralarında Leyla Zana, Ahmet Türk, Orhan Doğan, İbrahim Aksoy, Fehmi Işıklar, Hatip Dicle ve HEP'liler özellikle hedef seçiliyor ve kalaslarla dövülüyordu.

Otobüsün içinde bunları gördüğümüz için fotoğraf makinelerimizi çıkarıp çekince dışarıdaki özel timler bunu gördü. Ve bu kez saldırı otobüsün içindekilere yönelik yapıldı.

Saldırıya uğrayanların bir kısmı da korunmak için otobüse doluşunca otobüsün kapıları kapatıldı. Çevik Kuvvet Şube Müdürü Mehmet Koçlardan megafonla anons ederek otobüstekilerin dışarı çıkmasını istedi.

Otobüsün perdelerini kapattık. Ardından otobüsün yanına gelen özel harekât timleri otobüsün tekerlerine ateş ederek patlattılar ve üst camlara bir kaç şarjör boşalttıktan sonra kırılan camlardan otobüsün içine gaz bombası attılar dışarı çıkmamız için.

Tek çare dışarı çıkmaktı. Ve sık sık anons yapılıyordu. "İçeridekiler üzerinizdeki tüm eşyaları bırakıp dışarı çıkın"…

Mecburen tüm eşyalarımızı, fotoğraf makinelerimizi, teypleri, çantaları, objektifleri bırakıp dışarı çıktık ve dışarı çıkınca da bu kez yeni bir saldırı daha başladı.

Araç boşaldıktan sonra, aracın içine giren siviller gazetecilere ait, çanta, fotoğraf makinesi, objektif, kamera ne varsa çıkarıp bir panzerin önüne yığdılar. Yerde ellerimiz başımızın arkasında bunları görüyorduk. Ve polisler tek tek tüm fotoğraf makinelerini, objektifleri, kameraları panzerin göğüs kısmına vurarak parçaladılar. Hiçbir gazeteci katliamı görüntüleyecek fotoğraf yada kaset kurtaramadı.

Siviller ve özel harekât timleri dipçiklerle, kalaslarla önüne gelene öldüresiye saldırıyordu. Yere düşenler, inleyenler, bağıranlar, onlara küfür edenlerin sesleri silah seslerine, barut kokusuna karışıyordu.

Yaralıların bir kısmı Ben u Sen tarafından gelen ambulanslarla hastanelere kaldırılırken, yüzlerce kişi de getirilen otobüslere minibüslere balık istifi doldurulup polis merkezlerine götürülüyordu.

Saldırıdan kurtulmak için kendilerini Hevsel Bahçeleri'ne açılan uçurumdan atan yüzlerce kişi o geceyi yakın evlerde yada Dicle Nehri'ni geçerek diğer köylere ulaştı. Burada kendi imkanları ile çarşaf ve perdeler kesilerek yaraları pansuman edildi. Hastanelere kaldırılan yüzlerce kişi yaralı halde gözaltına alınıp tutuklandı.

Canlarını zor kurtaranlar ise sonraki gün kendi imkanları ile yaralı halde evlerine gidip hastaneye gitmeden burada tedavilerini yaptırdı.

Sonraki gün İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu tarafından yapılan resmi açıklamada 8 kişinin öldüğü, 30 kişinin de yaralandığı öne sürüldü. Gözaltına alınıp tutuklananlar ise bu kişileri öldürdüğü yada yaraladığı iddiasıyla aylarda Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde yargılandı.

Oysa yaşanan bu katliamda ölen ve yaralananlar resmi açıklamaların kat be kat üzerindeydi. Sadece biz gazetecilerin olay yerinde ve hastane morglarında gördüğümüz ölü sayısı 22'den fazlaydı.

Aynı şekilde ölenlerin birçoğu aynı gece polis tarafından ailesi çağrılarak gizlice gömüldü ve bu aileler yıllarca korkularından bir yakınlarını kaybettiklerini anlatamadılar.

Sonraki günlerde ise işin başka boyutunu öğrendik. Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi 38. koğuşta bulunan bir grup itirafçı o gün dışarı çıkarılmıştı Diyarbakır Alay Komutanı Albay İsmet Yediyıldız ve Emniyet Müdürü Ramazan Er'in bilgisi dahilinde. Ve bunlara silah verilmişti.

Diyarbakır ve Kürtlerin tarihinde bir dönem noktası olan Vedat Aydın'ın cenaze töreni sonrasında yaşanan katliamın sırrı halen çözülmedi.

Dönemin Olağan Üstü Hal Bölge Valisi Diyarbakır'ın genelev patronu Sarı Hülya (Mecbure İpekişleyen) ile eşi ile birlikte partilere katılan Hayri Kozakçıoğlu idi.

İtirafçıları bu olayda kullanan ve Jitem'i himaye eden Il Jandarma Alay Komutanı Albay İsmet Yediyıldız ise rütbe alıp Diyarbakır'dan ayrıldıktan sonra Trabzon'da kuşkulu bir şekilde öldü.

Dönemin İçişleri Bakanı ve katliamdan sonra "Nümayişçiler polise saldırmış. Ölenler nümayişçilerin silahından çıkan kurşunlarla ölmüş" diyen ise Arnavut göçmeni Diyarbakır'lı olan şimdi AKP ileri gelenlerinden Abdülkadir Aksu idi.

Diyarbakır'da bir döneme damgasını vuran ve halen çözülemeyen Vedat Aydın cinayeti ve ardından yaşanan katliama ilişkin şu ana kadar herhangi bir dava açılmadı. Gelecek yıl 5 Temmuz tarihine kadar cinayetin soruşturulduğu Diyarbakır Özel Yetkili Mahkemesi tarafından dava açılmaması halinde 20 yıllık zaman aşımı göz önüne alınarak Vedat Aydın cinayeti kapatılacak.
TAYLAN ESMER -ANF

Hiç yorum yok: