9 Temmuz 2010 Cuma

Türkiye'de Siyasal İslam Süreci


Osmanlı'nın yıkıntıları arasında yükselen cumhuriyet halkı, dini kullanarak sömürdüğünü iddia ettiği din adamlarını idamlarla katlederken, diğer yanda Müslüman halkın olası devrimci mücadelelelerine engel olmak adına, dini alanda halkı yönetip yönlendirecek olan işbirlikçi din adamlarını da yedeklemeyi unutmamıştır. Cumhuriyet İstiklal Mahkemeleri'yle Osmanlı döneminde dinsizlikle, anarşistlikle, solculukla suçlanarak katledilen birçok devrimci din aliminin kalıntılarını da ortadan kaldırmıştır. Emperyalist ve kapitalist sömürüyü dikkate almaksızın, şekilcilikten öteye geçmeyen bir din anlayışını ortayan koyan ‰limlerin varlığını ise tehdit olarak görmemiştir. Nitekim bu tarz bir din anlayışının toplumu sindirmede ciddi katkıları olmuştur. Ezilen ve sömürülen halkın siyasetten uzak tutulmasını sağlamanın yanısıra, hak talebinde bulunmanın, iktidara isyan etmenin haram sayılmasıyla da yozlaştırılan din anlayışı, kapitalizmin hizmetine sunulmuştur. Hatta şu anda da alimler ve din adamları hakim sınıfla uzlaştığı için gerçek alimleri ve İslam'ı toplumda lekelemiş, sevilmez bir hale getirmiştir. Bugün halk bazında gerçek alimlere ve İslam'a olan antipatinin nedeni din adamlarının hakim sınıfla uzlaşması ve entegrasyon içine girmesidir. Sosyalistlerin, Müslümanları iflah olmaz kapitalizm yanlısı sağcı olarak görmeleri de devletin zulüm ve haksızlıklarını görmezlikten gelerek kutsayan yanlış din anlayışının sonucudur (oysa ki İslam dini, haksızlık ve zulme asla sessiz kalmamayı emretmektedir.)

Cumhuriyetin ilanı sonrası, sosyal hayattaki devrimler ve birtakım din adamlarının ihaneti, halkı çok büyük bir sinmişlikle başıboş bırakmış ve iradesizleştirilmiş bir topluluk olarak geleceğe taşımıştır.

Halkı siyasetten ve siyasi düşünmekten uzaklaştıran bu tür faaliyetler bir dönem etkinliğini sürdürmüştür. Sonraki dönemlerde İslam'ın kamusal ve siyasî alanda bulunması kaçınılmaz hale gelince o alanları da kontrol altına almak adına alternatif yapılara ihtiyaç doğmuştur. Yeterliliklerini yitiren şekilci yapıların yanısıra kapitalizmle barışık ama siyasi alanda İslamı temsil iddiasında olan Milli Görüş hareketi yükseldi. Ancak bu iki yapıda h‰len ihtiyaca binanen kullanılmakta ve o alanları boş bırakmamaktadır.

Süreç içerisinde, özellikle İran Devrimi sonrasında birtakım rejim karşıtı söylemleriyle adından söz ettiren İslami yapılanmalar olmuşsa da ciddi gelişmeler kat edememiş, kısa sürede engellenmişlerdir. İslam dininin özünde var olan sosyal adaleti, sınıfsız toplumu, antiemperyalizmi, antikapitalizmi, huzuru ve kardeşliği, sömürüye karşı devrimci bir ruhla dillendiren şahıslar ise, diğer yaygın yapılanmaların gölgesinde kalarak etkisiz ve güçsüz bırakılmışlardır.

İran Devrimi sonrasında, devrimin yansımalarının etkilerini yok etmek adına Türkiye'nin doğusunda Hizbullah, diğer bölgelerdeyse Hizbu-t-Tahrir ve benzeri yapılanmalar rejim tarafından örtülü olarak desteklenmiştir. Ne acıdır ki emperyalist güçlerin önlem almak zorunda kaldığı İran devrimi zaman içerisinde zulme isyanın değil, yaygınlaşarak devam eden mezhep taassubunun temsili haline getirilmiştir. Düzenle barışık Sünni yapılanmaların etkilerini kısmen kaybetmesiyle kaygılanan sömürü güçleri, günümüzde Şii yapılanmaların önünü açmaktadır, olası bir devrimci sınıf mücadelesinin önünü mezhepsel tefrikalarla yok etme adına olsa gerek.

ILIMLI İSLAM ALDATMACASI

Bugün her ne kadar 'İslamcı gruplara karşı Ilımlı İslam. Ve ben bunun merkeziyim' (Aydınlık dergisi, 28 Mart 2004, 871, 10.s.) diyen Fethullah Gülen, bu sözlerle dünyaya kendini bu ekolün mucidi ve öncüsü olarak tanıtarak bir yerlere mesaj gönderip bu işin merkezi olduğunu ilan etmişse de 'Ilımlı İslam' denilen uyduruk bir düşüncenin geçmişi çok eskilere dayanır.

Bu ekol, İslam hareketinin karşı devrimcilerinin (Ebu Süfyanoğlu Muaviye'nin, Kab'ül Ahbar'ın, Amr el-As'ın, Ebu Hureyre'nin vs.) mirası olup bugün Amerikan emperyalizmi tarafından yeniden alternatif din olarak İslam alemine sunulmaktadır.

Emperyalizm (sosyal adalet) İslam anlayışını tamamıyla ortadan kaldıramayacağını anlamıştır. Bundan dolayı toplumun egemen sınıflarını da yanına alarak geçmişte olduğu gibi, dini doğrudan doğruya reddetmeyen fakat inanç sistemlerini körelten metotlara baş vurmuştur. Dolayısıyla adalet anlayışına bire bir tavır almak yerine çok daha kötü, çok daha iğrenç oyunlara baş vurmaya başlamıştır. Eski metodun yerine şimdi İslam memleketlerinde İslam kıyafetine bürünmüş Fethullah Gülen ve AKP tarzında birtakım yapılanmaları ortaya koymuştur.

Kendisini Müslüman olarak tanıtan ve dinî inançlara hürmet ettiğini belirten cemaatler ve sistemler ile zavallı halk, Müslüman bir cemiyette yaşadığını sanıp bütün bu h‰llere boyun eğmektedir. Öyle değil mi ya? Birtakım 'hoşgörülü' kimseler namazlarını kılmıyorlar mı? Oruçlarını tutmuyorlar mı? Onlara karışan var mı?

'Şayet bu halklar içerisinde, o oyunlara gelmeyen ve müsaade etmeyen, sahte din adı altında zerkedilen uyuşturucu maddelere kendisini teslim etmeyenler olursa, Allah'ın kel‰mını değiştirerek din namına maskaralıklara vasıta olanlara müsaade etmeyen, açıkça küfrün ifadesi olan hükümleri İslam adına kabul etmeyen, fasıklığı, facirliği ve kapitalizmi ilericilik, yenilik adı altında kabullenmeyen bir kitle var ise... Evet bu saydığımız vasıflara sahip bir kitle, toplum içerisinde varlığını koruyabiliyorsa, işte bu şer kuvvetleri o kitlenin üzerine tüm güçleriyle saldırırlar. Bir takım yalan ve ithamlarla onları bastırmaya çalışırlar. Bütün bunların yanısıra beynelmilel basın ve yayın vasıtaları, haber ajansları bütün bu baskı vasıtaları karşısında kör, sağır ve dilsiz gibi hiçbir şey konuşmadan susarlar, görmemezlikten gelirler ve hiçbir şey duymamış gibi olurlar...' (Kutub 1993: 74).

Durum böyle olmasına rağmen bir takım bilinçsiz Müslümanlar da yanılgıya düşerek zulümle adalet arasındaki bu savaşın dünyevi bir savaştan ibaret olduğunu varsayarlar. Büyük bir sindirilmişlikle, dinî ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirmektense, gidip basit meselerle meşgul olurlar. Şekilcilikten öteye geçmeyen bir din anlayışıyla, küçük kötülükleri ve günahları bertaraf etmek için çalışırlar. Bu alanda üzerlerine düşen vazifelerin hepsini yaptıklarını zannederler.

İşte bu nedenle açıktan değil gizli, tanrısızlıkla değil tanrıyla, dinsizlikle değil din'le (Ilımlı İslam'la) geliyorlar. Hem de yanına bel'am alimleri ve ihanet içindeki birtakım idarecileri alarak.

Tüm bunların ötesinde, yalnız ülkemizde değil, tüm dünyada yaşanan küresel kaos ortamının ortadan kaldırılmasının, özellikle Müslümanlar adına yaşanan bunca talihsiz tecrübeler sonrasında zalim-mazlum, ezen-ezilen, mustazaf-müstekbir vb. kutuplaşmaların yok edilmesi temelinde verilecek bir sınıf mücadelesiyle gerçekleşeceği kanaatindeyim.

Müstekbirlerin, dini yozlaştırarak yanlarına almasına destek olmak yerine, adaleti temel alan bir bakış açısıyla kucaklaşmak ve tek yumruk olarak zulmün üzerine yürümek gerekir. Ancak bu temelde dinli ya da dinsiz tüm kapitalistlere karşı ortaya konacak bir mücadele, ilahi dinin gerekliliği olan, yeryüzünün herkes için yaşanılabilir bir diyar kılınmasını sağlayacaktır.

Muhammed Nur DENEK


***


Her güne bir katliam!...

17. yılında on binlerce insan Mevlana Cadde'sinden Madımak Oteli'nin önüne akıyor...

Türkiye'nin dört bir yanından gelen her kimlikten, her inançtan yüreği sevgi dolu insan seli...

'Bir yürüyüş eyliyoruz/ Sular gibi çağlıyoruz.'

Çağlayanın önünde 33 Canımızın anaları, babaları, kardeşleri, yakınları, Canlarının ve Koca Haydar Pir Sultan Abdal'ın resmini taşıyorlar...

Sanki Canları kendilerini bekliyormuşçasına bir an önce Madımak Oteli'ne varmak istiyorlar!

Madımak'ın önüne 'Ulu Divan' kuruluyor ve Canlarımızı anıyoruz.

Devlet hesap vermeli?

Yargılama neden üstün körü yapıldı?

Bazı katiller hâlâ Avrupa'da tatil yapıyor, devlet bu katillerin adreslerini bildiği halde neden yakalanmaları için gereğini yapmıyor?

Madımak Oteli neden utanç müzesi yapılmıyor?

Öğleden sonra Han köyüne Hasret Gültekin ile hasret gidermeye gidiyoruz.

Sivas, Erzincan yolu üzerinde hemen yol kıyısında küçük bir Kürt, Alevi köyü Han köyü. Hasret için bir anıt mezar yapılmış ve mezarın başında bekleyen Han köylüler, Hasret'in yakınları...

Hasret 6 yaşında bağlama çalmaya başlıyor ve Kadıköy Anadolu Lisesi'ni yarıda bırakıp ilk çalışması 'Gün Olaydı'yı 16 yaşında yapıyor. Bağlama çalmaya yeni bir yorum, yeni bir boyut kazandırıyor. Hasret bir şelpe ustasıydı! Çalışmalarının çoğu Türkçe'ydi ama Kürtçe de söylerdi.

Ve hemen Hasret'in yattığı yerin yanı başında daha geçen ay Hakka Yürüyen Süleyman Amca. Baba ile oğul bir yol kavşağında, Han köyünün girişinde buluşmuşlar!



Müzik setinden sürekli Hasret'in kendi deyişleri, nefesleri, türküleri çalıyor. Mezarın üzerinde Hasret'in yaşamdaki yareni bağlama var. Anıtı bezeyen yazı ve motiflerde Hasretçe esintiler!... Hasret'e niyaz edip orada bulunan canlarla el sıkışıyoruz ve buruk acı dolu gözlerimiz birbirine bakıyor. Derin iç çekişler ve Hasret'in sesi ile yanan yüreklerimiz...

Ve kimse konuşmuyor, konuşamıyor ama eminin herkes içinden 'Böyle bir insana nasıl kıyılır? Hasret'e kıyanlar insan olabilir mi?' diye geçiriyor. Köye, Hasret'in evine yöneliyoruz. Köyün kenarında bir evin önüne götürüyorlar bizi. İçeriden yüzüne Hakk ile Hakk olmanın ışığı yansımış bir ulu ana çıkıyor. Karalar bağlamış! Ancak karaların içindeki yüzü bulutların arasından görünen ay gibi, berrak, yalın, temiz ve adeta bir onur abidesi! Belli ki 'Sırra vakıf olmuş, acısını, sırrını faş etmeyen bir ulu kişi.' Acının izleri yok yüzünde! O, Hasret'i doğuran, büyüten, ninnileri ile Hasret'in yüreğine bağlama, deyiş ve türkü sevdası salan bir insanlık abidesi, bilge bir ana... O, 33 canın anası! Pir Sultan Abdal diyarının, Koçgiri'nin anası. Hacıxanım Ana bizi içeriye buyur ediyor. 'Çorum'a gideceğiz ana, yol uzun Himmet senden ola!' deyip elini öpmek istiyoruz ama buna izin vermiyor ve bizi yolcu ediyor.

Hacıxanım Anayı, Han köyünü ve türkü deryası Hasret'i, Süleyman Amca'yı selamlayıp Çorum'a yöneliyoruz.

Çorum'da 30 yıl sonra ilk defa bir anma yapacağız!

26 Haziran, 4 Temmuz 1980'de tarihleri arasında yapıldı Çorum Katliamı. 58 Canımızı yitirdik bu kentte. 12 Eylül'den önce katliamlar bir hafta sürüyordu! Ama dünyada küreselleşme, iletişim gelişip 'Dünya küçük bir köy' olunca katliamcılar süreyi sekiz saate indirdi ve Madımak Katliamı sekiz saate yapıldı! 'Derin devlet' katliamcılara 'Elinizi çabuk tutun, bir günde işinizi bitirin!' dedi.

Katiller Maraş, Malatya ve diğer katliamlarda olduğu gibi hep aynı senaryoyu uyguladılar!

Ayrıca tüm Çorumluların ve katliamları bilenlerin bildiği bir gerçek daha var.

Dönemin ABD Elçiliği'nin birinci katibi katliamdan kısa süre önce 'Temaslarda bulunmak üzere' Çorum'a gitmişti!

'Aleviler, komünistler camiyi bombaladı! Allah'ını seven vursun. Ya Allah Bismillah! Şeriat isteriz! Kızılbaşlara ölüm!!!'

Aslında Çorum halkı, Maraş Katliamı'nda dersler alıp önlemler almış. Ama Osmanlı'da oyun biter mi?

Valisi, Emniyet Müdürü ve diğer devlet görevlileri 'Ülkücü kardeşleri' ile işbirliği edip katliamı planlı yapıyorlar. Dönemin emekli Çorum Cumhuriyet Başsavcısı 'Öldürülenlerin cesetlerine kızgın demirle MHP yazılmıştı' dedi spor salonunda yapılan anma programındaki konuşmasında.

3 Temmuz günü sabah saat 10'da yaklaşık 400 kişi ile Alevi Kültür Merkezi önünden başlayan yürüyüşümüzde, 'Saat Kulesi' Meydanı'na vardığımızda 2 bin kişiyi aşmıştı sayımız.

Yürüyüş güzergahı boyunca balkonlardan el sallayanlar, alkışlayanlar ve koşarak kitleye katılan yaşlı analar, 30 yıllık bastırılmışlığı, korku ve katliam politikasını unutmamışlardı.

Yürüyüş boyunca ve Saat Kulesi Meydanı'nda en çok 'Yaşasın Halkların Kardeşliği' sloganı atıldı.

2 Temmuz'da Madımak'ta yakılan Canlarımızı, 3 Temmuz'da Çorum'da katledilen Canlarımızı andık. Her güne bir katliam sığdırmış insanlık düşmanları.

Türkiye'de eşitlik, özgürlük, adalet istemeyenler Maraş, Malatya, Sivas (1978'de Sivas'ta bir katliam daha yapılmıştı!) Çorum katliamları ile ilmik ilmik 12 Eylül Askeri Darbesi'ne giden yolu kurguladılar. 12 Eylül Darbesi'nin insanlık sözlüğündeki adı vahşettir!

Devlet 12 Eylül vahşetini yapanları ve katliamcıları ödüllendirdi. Kimi milletvekili, kimi müteahhit, kimi genel müdür yapıldı!

Katliamların adı 'Olaylar' oldu! Ve 'Olaylarda asla devletin kusuru yoktu!'

30 yıl geçti Çorum Katliamı'nın üzerinden. Dünya değişti! Duvarlar yıkıldı! Ama üç şey değişmedi! ABD, İsrail ve Türkiye!...

Kemal BÜLBÜL

Hiç yorum yok: