23 Temmuz 2010 Cuma

Taraf Kürtlere Karşı Psikolojik Savaş Yürütüyor

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Taraf gazetesinin uzun bir süredir Kürtlere karşı yürütülen psikolojik savaşın merkezi olduğunu söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Taraf gazetesinin uzun bir süredir Kürtlere karşı yürütülen psikolojik savaşın merkezi olduğunu söyledi. 'Taraf’ta hakim zihniyet Önder Aytaç’ındır' diyen Karasu, Kürtler ve demokratların 'bu gazetede' yazılanlara itibar etmemesini istedi.
Bugün gazetesinde yer alan iddiaların doğru olmadığını söyleyen Karasu, tasfiye politikasının boşa çıkartılması, mücadelenin yeniden başlaması ve referandum öncesi bilinçli bir yalan haber kampanyası başlatıldığını belirtti.
Kürtler açısından yarı bağımsız yeni bir ilişki biçiminin gündemde olduğuna dikkat çeken Karasu, Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in PKK ile ilişkileri konusunda açıklamalarda bulundu. Mustafa Karasu’nun Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi sitesinde yer alan değerlendirmeleri şöyle:
‘’Başbakan Erdoğan’ın kendisine gönderilen hakarete uğramış cenaze resimlerine tepki göstermesi Kürtleri çok öfkelendirdi. Cenazelere yapılan hakaretlere karşı çıkılmasını PKK'nin avukatlığı olarak değerlendiren başbakanın insani değerlerden ve toplumsal ahlaktan ne kadar yoksun olduğu görülmüştür.
Cenazelere yapılan hakaretleri, asker gazilerini örnek göstererek meşrulaştırma yoluna gitmiştir. Bunu söylemek bile özrü kabahatinden büyük olmaktır. Kuşkusuz savaşta elini, ayağını, gözünü kaybetmiş askerler vardır. Bunlar da savaş acısıdır. Böyle olmasını kimse istemez. Ancak en az askerler kadar el, ayak ve gözünü kaybetmiş gerilla bulunmaktadır. Konu, savaşta yaşanan ölümler, yaralanmalar ve sakat kalmalar değildir. Bir savaş varsa bunlar da kaçınılmaz biçimde yaşanmaktadır.
Biz, artık ölmüş, sadece bir ceset haline gelmiş insanlara yapılan uygulamalardan söz ediyoruz. Ölünün hasım ve düşmanlığı olmaz. Bu nedenle savaşlarda ölülere saygı gösterme zorunluluğu vardır. Bırakalım ölülere, yaralılara ve esirlere bile saygı gösterme zorunluluğu vardır. Aslında Cenevre sözleşmesinden çok önceleri, yüz yıllar ve bin yıllar önce de bu yönlü bir toplumsal ve insani ahlak ve kültür vardır. Başbakan tüm bunları bir tarafa bırakıp cesetlere hakaret yapılmasın diyenleri suçlamaktadır. Böylece cesetlere yapılanları meşrulaştırmıştır.
ERDOĞAN BÖYLE KONUŞURSA ASKER VE POLİS NE YAPMAZ Kİ!
1990 yılındaki savaş konsepti de böyle bir şeydi. Şimdi de PKK'ye karşı topyekun bir savaş kararı alındığı için bu kirli yöntemler mubah görülüyor. Başbakan böyle konuşursa asker ve polis neler yapmaz ki! Erdoğan tam olarak Çillerleşmiştir. Erdoğan, Çiller’in yüzüne maske takmış halidir.
Asker ve polislerin gerillalara ve göstericilere neden vahşice saldırdığı anlaşılmıştır. Cesareti başbakandan almaktadırlar.
Son zamanlarda yapılan konuşmalar bir milliyetçilik yarışına dönmüştür. Erdoğan MHP tabanından oy almak için gerilla cenazelerine hakareti savunmakta ve BDP'ye ağzına geleni söylemektedir. Milliyetçi oyları alamazsa iktidar olamayacağı korkusuna kapılmıştır. Bu nedenle milliyetçilerin bayrağını dalgalandırıyor. Bülent Arınç, MHP tabanı bize çok yakındır, diyerek bu gerçeği itiraf etmiştir.

Başbakanın MHP ile görüşmemesi ve çatması da başka bir hesapla ilgilidir. MHP ile BDP’yi aynı gösterme gayreti içindedir. MHP’ye çatarsa Kürt oylarını alacağını düşünmektedir. Bu nedenle MHP ile gerilim politikası izlemektedir. Aslında MHP de Kürt sorununda katı bir yaklaşım göstererek, AKP’nin açılım kod adlı tasfiye politikasına çatarak Kürtleri AKP’nin kucağına atmaktadır. MİT ve genelkurmay istihbaratı, MHP’yi bu yönlü yönlendirerek, manipüle ederek Kürdistan'da AKP’nin etkili olmasını sağlamaya çalışmaktadır.
29 Mart seçimlerinde Marmara, Ege ve Çukurova’da CHP’li ya da başka partili olanlar Kürdistan'da AKP’ye oy vermişlerdir. Asker ve polisin yoğun oy kullandığı sandıklarda AKP yüksek oy almıştır. Oy sandık tutanakları bu gerçeği açıkça göstermektedir.
Başbakan Erdoğan 29 Mart seçimleri öncesi tek millet, tek dil, tek vatan söylemiyle “bunları kabul etmeyen çeksin gitsin” diyerek milliyetçi oylara talip olmuştur. Şimdi de gerilla cenazelerine hakareti “hak etmişlerdir” deyip, BDP'ye saldırarak milliyetçi oylara talip olmuştur.
GERİLLA CENAZELERİNE HAKARETİN CEVABI VERİLECEKTİR
Kuşkusuz Kürtler tek millet, tek dil, tek vatan, tek devlet (yani tek irade) politikasına 29 Mart yerel seçimlerinde nasıl cevap verdiyse referandumda da gerilla cenazelerine hakaretin cevabını verecektir.
Gerilla cenazeleriyle ilgili sözler ağızdan çıkmıştır. Artık kırk kez özür dilese de, kırk defa zemzem suyuyla yıkansa da bu kirli beyni ve yüreğini temizleyemez. Çünkü zikri fikrini ortaya koymuştur. Tayyip Erdoğan’ın bu söylediklerini MHP yöneticileri bile politika gereği söylemezdi. Ancak Erdoğan böyle söyleyince bu söylemi desteklemek zorunda kaldılar.
MHP’nin şovenist, ırkçı zihniyeti biliniyor. Ancak milli birliği korumak için Kürtleri tepkilendirmeyelim diyerek BDP’lilere mecliste fazla tepki göstermiyorlar. Kuşkusuz bunu BDP'yi sevdiklerinden değil, politika gereği böyle yapıyorlar. MHP’nin BDP'ye saldırarak milliyetçiliğini ispatlama gibi bir kaygısı yoktur. Herkes MHP’nin şovenist Kürt karşıtı politikasını bilmektedir.
Ancak AKP ve başbakanı ne kadar milliyetçi olduğunu göstermek için BDP'ye saldırmaktadır. PKK'nin avukatı olarak suçlamaktadır. Mecliste bunları konuşmayın diyerek BDP'ye karşı savaş açmıştır. Bu savaş açma, 1990’lı yıllarda Çiller’in DEP’e açtığı savaşa benzemektedir.
AKP ve yandaşları 29 Mart seçimleri öncesinde PKK'nin Kürtler ve demokratik güçler üzerindeki itibarını sarsmak için yalan haber ve zorlama yorumlarla Ergenekon’la ilişkilendirmeye çalışmışlardır. PKK'nin devlet tarafından kurdurulduğu gibi psikolojik savaş yalanlarını ortaya atmışlardır. BDP referandumu boykot edeceğini açıklayınca PKK üzerinde kuşku uyandırma haberlerini yine ortaya atmışlardır.
BUGÜN GAZETESİNİN HABERİ
Bozacının şahidi şıracıymış derler. MİT’in yönlendirmesiyle Bugün gazetesi bir yalan haber yayınlıyor. Bir üsteğmen ve yarbay arasında geçtiği iddia edilen bir telefon konuşmasını, bunlar gerillaların öldürülmesine engel olmuşlar biçiminde veriyor. Taraf gazetesi ve diğer AKP yandaşı basın da Bugün gazetesini kaynak göstererek bu psikolojik savaş yalanını meşrulaştırma gayreti içine giriyorlar.

Akıl var izam var derler. PKK'ye selam verdiğinden kuşkulananlara bu ordunun, yargının ve kirli savaşçıların neler yaptığını herkes bilmektedir. Böyle bir şey olsa o subaylar ihanetle yargılanır ve idam cezası alırlar. Eğer askeri mahkemeler bunu yapmıyorsa o zaman o ordu tümüyle ihanet içinde gösterilir. Ya Türk ordusu böyledir ya da bu haber külliyen bir yalan ve saptırmadır. Ordu öyleyse o zaman zaten Türkiye bitmiştir. Öyle ya Türkiye'nin en güçlü yanı ve gözbebeği olarak ordu gösteriliyor.
Milli Güvenlik Kurulu var, askeri ve diğer mahkemeler var, Milli İstihbarat Örgütü ve emniyet teşkilatı var. Böyle bir şey hemen açığa çıkarılabilir. Bunları yazmak bile abesle iştigaldir. Çünkü ortada hiçbir gerçeği olmayan haberler üretilen bir psikolojik savaş vardır.
Bunların bırakalım gerçek olması, bu psikolojik savaş haberlerinin yüzde 1’ini bile doğrulayacak hiçbir bilgi, belge ve bulgu ortaya koyamazlar. Ancak referandum öncesi böyle bir kirli savaş yürütmeyi planlamışlardır. AKP’nin de yandaşlarının da Müslümanlığı bu kadardır. Boğazlarına kadar kirli bir psikolojik savaş içine batmışlardır.
KÜRTLER, DEMOKRATLAR TARAF’IN YAZDIKLARINA İTİBAR ETMESİN
Taraf gazetesi zaten uzun bir süredir bir psikolojik savaş yürütüyor. Orduyla, derin devletle Kürt Özgürlük Hareketini aynı kefeye koyarak psikolojik savaşla hedeflediği amacına ulaşmaya çalışıyor. Bilindiği gibi 12 Eylül 1980 sonrası askeri cunta hem solcuları hem sağcıları asarak toplumda kendine meşruiyet sağlamaya çalışmıştır. Taraf gazetesi de benzer bir psikolojik savaşla arzuladığı algıyı yaratmaya çalışıyor.
Önder Aytaç’ın Taraf’tan ayrılması da, çıkarılması da tam bir oyundur. Kürtleri aldatmaya yöneliktir. Taraf’ta hala hakim zihniyet Önder Aytaç’ındır. Mehmet Baransu ile Önder Aytaç yeşil Ergenekon’un has elemanlarıdırlar. Taraf gazetesi bir iki Kürt’e, bir iki liberal ve eski komüniste köşe vererek kendi yüzünü maskelemektedir. Bir gazetenin kimliğini haberleri, öncelikleri ve haberi veriş tarzı belirler. PKK'ye karşı yürüttüğü psikolojik savaş bu gazetenin önceliklerindendir.
Ali Haydar Kaytan tutuklandı, Apo kurtardı gibi masa başında üretilen psikolojik savaş haberleri bu gerçeğin kanıtıdır. Böyle haberler üreten bir gazetede bırakalım Kürtlerin, liberallerin ve kendine sol ve demokrat diyenlerin yeri olmamalıdır. Kürtler ve demokratlar bu nitelikteki gazeteyi almamalı ve yazdıklarına itibar etmemelidir. Bazen bir iki doğru ve bilinen şeyler söylemesi sadece bu psikolojik savaşın üstünü örtmek, daha doğrusu bu psikolojik savaşı etkili kılmak içindir.
12 Eylül’de ordunun da devletin de ipliğini pazara çıkaran; işlemez kılan Kürt Özgürlük Hareketidir. Derin devlet, özel harp dairesi, Kontrgerilla kavramlarını ve gerçeğini işleyen, Türk ordusunun nasıl bir ordu olduğunu ortaya koyan Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketidir. Dolayısıyla bu gerçeklerin bir kısmını ifade etmek marifet değildir. Önemli olan bu politikanın temel hedefi olan Kürtleri Türk uluslaşması içinde eritme ve tek bir siyasi iradeyi hakim kılma politikasına karşı çıkıp Kürtlerin özgürlüğünü savunmaktır. Bu da Kürtlerin siyasi iradesini muhatap alan, diyalog ve müzakereyle sorunu çözmeyi hedefleyen ve somutta da ifadesini Demokratik Özerklikte bulan bir çözümü savunmakla mümkündür.
Taraf gazetesinin yayın çizgisinde böyle bir şey yoktur. Birkaç eleştiri ve bir iki yazarın yazdıkları Kürtlere karşı yürütülen psikolojik savaş harekat merkezi olma gerçeğini örtbas edemez.
ERGENEKON PKK’YE KARŞI SAVAŞMIŞTIR
Herkes bilmektedir ki şimdi Ergenekon denilen kontrgerilla ve derin devlet esas savaşını PKK'ye ve Kürtlere karşı vermiştir. Suyu kurutup balığı öldürmek istemiştir. PKK'yi ortadan kaldırmak için etrafındaki sosyal ve siyasi çevreyi yok etmeye yönelmiştir. Faili meçhul cinayetler, köy yakmalar, on binlerce insanın işkenceden geçirilmesi tümüyle PKK'yi bastırmak amacıyla yapılmıştır. Bunun sonucu ortaya çıkan nispi suskunlukla bu amaca ulaştıklarını düşünüp kendilerini dokunulmaz kahramanlar olarak ilan etmişlerdir. Apo ve PKK karşıtlığı rantıyla her türlü kirli işi yapma dokunulmazlığını kazanmışlardır.
Kontrgerillanın hedefindeki temel gücü ve mağduru şimdi bunlarla ilişkilendirmek bir kirli psikolojik savaş yöntemidir.
Kontrgerilla, özel harp dairesi, Ergenekon, derin devlet, ismi ne olursa olsun bunların otoritesini kıran, itibarını düşüren, eleştirilen ve mahkum edilen konuma getiren Kürt Özgürlük Hareketidir. Bunlar başarılı olsalardı şimdi kimse bunlara hiçbir şey söyleyemezdi.
Özcesi kara çal izi kalır yaklaşımıyla hiç kimse bir yere varamaz. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi bir aylık, bir yıllık, hatta on yıllık bir hareket değildir. Kırk yıldır amansız bir mücadele veren ve ayakta kalan bir gerçekliktir. Kırk yıldır devletin politikalarına karşı tutum koyan ve savaşan bir hareketi ucuz yaklaşımlarla suçlamak ters teper ve sahibini vurur.
YEŞİL ERGENEKONCULAR
Aslında bunlar devleti ele geçirmek istiyor. Kara Ergenekon’un yerine geçip yeşil Ergenekon’u yerleştirmek istiyorlar. Kürt Halk Önderi, “acaba Çiller-Güreş ittifakı mı yoksa Erdoğan-Başbuğ ittifakı mı daha tehlikelidir” sorusunu soruyor, Erdoğan-başbuğ ittifakının daha tehlikeli olabileceğini söylüyor.
Kara Ergenekoncular, Kürtleri en iyi ben ezerim, ben siyasi egemenlik kurar ve kültürel soykırımı devam ettiririm diyerek Türkiye'nin sahibi olduğu iddiasında bulunuyor.
Yeşil Ergenekoncular ise, bunu siz beceremediniz, şimdi Kürtleri en iyi ben siyasi egemenlik altında tutarım, kültürel soykırımı ancak benim politika ve uygulamalarım tamamlar diyerek devletin sahibi ben olmalıyım, diyor.
İşte Kürtler üzerinde kim iyi egemenlik kurar iddiasıyla yürütülen iktidar ve devletin sahibi kim olacak savaşı budur.
YALÇIN KÜÇÜK, DOĞU PERİNÇEK’İN PKK İLE İLİŞKİLERİ
AKP yandaşı basın ikide bir Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in Kürt Özgürlük Hareketiyle ilişkilenmelerini ağızlarına sakız yapmışlar.
1990-91 yıllarında Doğu Perinçek ve partisi Kürdistan'da gelişen halk uyanışı karşısında, acaba PKK ile ilişkilenerek kendimi buralarda güçlendirebilir miyim hesabı yapmış, ama PKK bu oyuna gelmeyince 1993 yılından itibaren PKK karşıtı bir politika ve yayın çizgisi izlemiştir. Bu öyle gizli kapaklı olan bir şey değildir. PKK Kürt sorununa olumlu yaklaşan herkesle yakınlaşmak istemiştir. Doğu Perinçek’in
yayınlarının 1990-91 yıllarındaki karakteriyle daha sonraki yıllardaki yayın çizgisi karşılaştırılırsa arada yüz seksen derece bir farklılık olduğu görülür.
Burada hatırlatalım ki 1980 öncesi Doğu Perinçek’e bağlı olan parti ve gazete en büyük düşmanlığı PKK'ye karşı yapmıştır. Bu nedenle o zaman Aydınlıkçılar denen gruplarla Apocular arasında silahlı çatışmalar yaşanmıştır.
Yalçın Küçük’le de PKK'nin ilişkisi olmuştur. Yalçın Küçük Kürt sorununa 1990’lı yıllardan sonra olumlu yaklaşmış, Kürtlerin özgürlüğü temelinde iki halkın birliğini savunan bir duruşu olmuştur. Kuşkusuz böyle bir Türk aydınına olumlu yaklaşılmıştır. Şimdi de böyle bir yaklaşım gösterenlerle yine ilişki kurar. Kimse buna bir şey diyemez. Amacı şu olur, bu olur. O kendilerini ilgilendirir. Kürt Özgürlük Hareketi ise kendi ilkeleri temelinde herkesle ilişki kurar. Siyasal bir mücadele veren bir hareketin de başka türlü davranması da beklenemez.
Şimdi Yalçın Küçük ile ilişkilerini, Yalçın Küçük’ün görüntülerini PKK ile Ergenekon ilişkisi biçiminde göstermek zorlama bir değerlendirme yapmaktır. Amiyane deyimle sinekten yağ çıkarmaktır.
İŞÇİ PARTİSİ, TKP, KUZEY KÜRDİSTAN’DAKİ MÜCADELEYE DÜŞMAN KESİLMİŞTİR
Yalçın Küçük ve bazı solcular bilerek ya da bilmeyerek ulusalcı denen ittihatçı çevrelerin uzantısı haline gelmişlerdir. 2003 sonrası ordu içindeki bazı çevreler ya da kendilerine ulusalcı yaftası takanlar Irak’ta Güney Kürdistan Federasyonu oluşunca ABD karşıtlığını geliştirme politikası yürütmüşlerdir. Bununla ABD üzerinde baskı kurmayı hedeflemişlerdir. Bunlar ne antiemperyalist ne de ABD karşıtıdırlar. Sadece Kürt düşmanlığı nedeniyle ABD karşıtlığını geliştirip bunu politik bir koz olarak kullanmak istemişlerdir. Eğer ABD Güneyli Kürtlere sırt çevirirse ve Kürt politikasında Türkiye'ye destek verirse, bunlar eskiden olduğu gibi bir numaralı ABD yandaşı olurlardı.
Bazı solcular bu kesimlerin ABD karşıtlığını, acaba kendimizi güçlendirmede kullanabilir miyiz diye düşünmüşlerdir. Bunlarla birlikte yapacakları ABD karşıtlığıyla bir yere varacaklarını sanmışlardır. Bunun sonucu da özellikle 2003 yılından sonra sadece Güney Kürdistanlı güçlere karşı değil, Kuzey Kürdistan'daki mücadeleye de düşman kesilmişlerdir. İşte Doğu Perinçek’in İşçi Partisiyle Aydemir’in TKP’si bunların başında gelmektedir.
Şimdi bu süreçleri bir tarafa bırakarak 1990 yılında Perinçek Abdullah Öcalan ile fotoğraf çektirmiş diye PKK'yi bir yerlerle ilişkilendirmek, öküz altında buzağı aramaktır.
Anlaşılıyor ki Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye politikasına dur deyip mücadeleyi geliştirdikçe ve referandum yaklaştıkça bu tür kara propaganda ve psikolojik savaş artarak sürdürülecektir.
GERİLİM DE MÜCADELE DE DEVAM EDER
AKP yandaşları “ne zaman Türkiye bir gelişme gösterse terör artıyor; bu bilince ulaşmak çok önemlidir” diyerek Kürtlerin Özgürlük Mücadelesini devletleri ve hükümetleri adına karalamaya çalışıyorlar. Bu söylem de psikolojik savaşın bir parçasıdır.
Onlara göre Kürtlerin mücadele edilecek ciddi sorunları yoktur. Dolayısıyla yürütülen de bir Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi değildir. Eğer Türkiye'ye karşı bir mücadele veriliyorsa mutlaka arkasında bir güç vardır. Şimdi de AKP Türkiye'yi siyasi ve ekonomik olarak geliştiriyormuş, ama PKK buna karşı
savaşıyormuş! Yani ortada yine Kürt sorunu yoktur. Kürt sorunu nedeniyle ortaya çıkan bir mücadele yoktur.
Bu zatı muhteremler bilmelidir ki Türkiye Kürt sorununu çözmediği müddetçe bu gerilim de, bu mücadele de devam eder. Bu, bilimsel bir tespittir. Görünen köy kılavuz istemez. Türkiye gelişse de gelişmese de Kürtler hakları için mücadele eder. Türkiye'nin ekonomik ve siyasi olarak gelişmesine bakmazlar. Türkiye gelişecek, karnımız doyacak diyerek Özgürlük Mücadelesinden vazgeçmezler. Ancak gerçek anlamda bir demokratikleşme olursa o zaman Kürtler böyle bir Türkiye'de ortak yaşamaya hazırdırlar. Şimdi ortada böyle bir şey yoktur. Açılım denilen de bir tasfiye politikasıdır. Kürtleri yeni koşullarda egemenlik altında tutma politikasıdır.
‘TÜRKİYE GELİŞTİKÇE TERÖR ARTIYOR DEMAGOJİDİR’
Artık Türkiye geliştikçe terör artıyor demagojisi bırakılmalı; Türkiye toplumu bu tür söylemlerle aldatılmamalıdır. Kürt sorununun çözümsüzlüğü, somutta da AKP politikalarının bu sonuca yol açtığı kabul edilmelidir.
Diğer bir husus da Kürtler ayrılır mı ayrılmaz mı tartışmasıdır. Kürt Özgürlük Hareketinin ayrılmaktan yana olmadığı biliniyor. Bu nedenle Kürtlerde Türkiye sınırları içinde sorunu çözme eğilimi gelişmiştir. Bunu sağlayan kesinlikle PKK'nin ideolojik ve politik duruşudur.
Ancak Kürtler “kapatma” değildir. Türk devleti Kürtlere ne yaparsa yapsın bu ilişki sürer de denilemez. Kuşkusuz Türkiye Kürtleri bir kapatma olarak görüyor ve ona göre yaklaşıyor. Biz ne yapsak da siz uyacaksınız, bu yaşama mecbursunuz deniliyor.
YARI BAĞIMSIZ, YENİ BİR İLİŞKİ BİÇİMİ…
Böyle zoraki bir birliği ve kapatma muamelesini Kürtler kabul edemezler. Birlik içinde olma eğilimi ve isteği kapatma zihniyetini ve uygulamalarını kabul etme anlamına gelmiyor.
Kürtler zaten bu nedenle 4. Dönemi başlattılar. Kendi özgür ve demokratik yaşamımız kendimiz kuracağız ve bu kapatma zihniyeti ve uygulamasına son vereceğiz dediler. Eğer Türk devleti buna karşı da sert bir yaklaşım içinde olursa o zaman yarı bağımsız yeni bir ilişki biçimi ortaya çıkar. Kürtler kapatma olmayı reddedip a-devlet bir özgürlük ve demokrasi sistemini kendileri kurarlar.
Dolayısıyla Kürtler her koşulda birlikten yana olur ve bu kapatma statüsünü savunurlar denilemez. Türkiye, Kürtleri “kapatma” olarak görme anlayışından vazgeçmezse Kürtler bu kapatma zihniyeti ve politikasına dur diyerek kendi özgür ve demokratik yaşamını inşa etmeye yönelirler.''-ANF

Hiç yorum yok: