4 Temmuz 2010 Pazar

Psikolojik Harekât ve Sindirme Savaşı


Son zamanlarda toplumsal psikolojinin ortaklaştığı tek nokta; gerçekleşen saldırılar karşısında nasıl bir tutum sergilenmeli, nasıl tepkilerin toplumsal odaklarda çerçeve ortaya konulması şeklinde gün yüzüne çıkmaktadır. Yani bilindik görüntüler ve değişmeyen ritüeller bir şekilde devam etmektedir.
Vatan bölünmez edebiyatları, dış güçlerin devleti zayıflatma gibi şehir efsaneleri her zaman olduğu gibi bu dönemde de geliştirilmek istenen psikolojik harekâtların temel argümanı oldu. Yine bunlara yönelik yeni şeyler de yaratılmak istendi; örneğin Kardelen Elif diye bugüne uyarlanmış ve toplumsal bellek denilen ulvi ölçülerde ruhunu yıkayamamış bir cro-magnon oluşturuldu. Yine bunun yanında her cenaze töreninde “ağlamayacağım” safsataları ortaya çıkarıldı.
80 darbesi sonrasında oluşturulan ve sinikleşen bir toplumu özellikle medya aracılığıyla bu şekilde yönetmek ve iki günde manipüle etmek özellikle Türkiye gibi bir memlekette her daim hâsıl olan bir olgudur. Bunlar çok şaşırtıcı veya anlaşılmasında güçlük çıkaran hususlar değildir.
Yine son dönemde kısık sesle ateşkes çağrılarının “yanlış adreslere” yapılması ve çeşitli yürüyüşler düzenlenmesi de bu harekâtın bir parçası olarak işletilmeye çalışılmaktadır. Elbette bu konuya yönelik çeşitli köşelerde ve ekranlarda kaşarlanmaya yüz tutan ve beyinlerinde Broca denilen bölgenin işlemesinden ziyade patronlarının, tahakkümcülerinin cüzdan hesaplarında kalem oynatanlarda bolca işlemeye başladı.
Tüm bunlarla birlikte oluşturulan bu atmosferlerde “zihinsel kutuplaşmalardan bahsediliyor” olması da, tam anlamıyla ironik bir ifade olmaktadır. Türk toplumunun bu şekilde algıdaki bilinci ve seçiciliğinin ülke yönetiminin ve erkânının öyle ya da böyle dumura uğratılması, izanını yapmaya çalıştığımız noktalara dayanmaktadır.
Elbette sorunların çözüm ortamını oluşturma da ve diyalog kanallarının sağlıklı bir şekilde işlememesinde bu ve benzeri durumların katkılarını da göz ardı etmemek gerekiyor.
Sorunun tarihselliği ve karışıklığı üzerine zaten herkes devenin kulağını biliyor ve görüyor. O halde sorunun temel muhataplarından ve gerçek mağdurlarından olan kürt halkı ve onun temel siyasi dinamikleri tarafından bu durum nasıl ele alınmalı ve algılanmalı? Sorusuna yanıt aramak bu durumda ve dönemde önemli bir konuyu teşkil ediyor.
Geliştirilen yeni dönemde toplumsal refleksin (özellikle Kürtler açısından) son derece gelişkin ve hassas olması kesinlikle, bu mücadele döneminin belirlenmesinde etkin olacaktır.
Bu temelde Kürtlerin demokratik mücadele zeminlerini her alanda ve platformlarda sonuna kadar kullanması gerekmektedir. Dönemin karakteristik özelliğine baktığımızda; yoğunlaşan savaşın siyasi zemine çekilebilmesi ve bu şekilde toplumsal dokuların katkılarının sunulduğu bir mekanizmaya kavuşabilmesi için Kürtlerin ve onların demokratik siyasetinde öncü konumda olan kişi ve kurumların bu döneme kesintisiz bir şekilde ve etkin bir ruhla katılması tartışılamayacak kadar hayati bir olgu olmaktadır.
Tabi ki, mücadelenin yürütüldüğü gelişmeleri hem bugünüyle ve hem de tarihiyle ele aldığımızda, özellikle düşman olgusunun ya da egemenlikçi zihniyetin acımasızlığı gözler önündedir. Fakat gelinen aşamaların şöylesi bir gerçekliği de vardır ki; elde edilen bütün kazanımlar ve mevziler yürütülen mücadele ve ödenen bedellerle ortaya çıkartılmıştır.
Hal böyleyken yapılacakların, yapılması gerekli olanların da yol haritası kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 
Kürt halkının ve onun örgütlü mücadelesini yürüten temel kurum ve kuruluşlara yönelik tehcir ve tecrit siyasetlerini kesinlikle bertaraf edilmesi gerekiyor.
Demokratik özerkliğe yönelik yürütülen her türlü çalışmanın ciddiyetten ödün verilmeden ve devlet denilen zor’a dayanan tahakküm aracını bölgede etkisiz hale getirerek, kendi dinamikleri üzerinden bir şekillenmeyle ve pratikte yaşamsallaştırmak, Kürtlerin özellikle de kürt gençlerinin ve kadınlarının önünde duran temel görevler olmaktadır.
Bunların gelinen noktada ve süreçteki zaruriyeti kendinden makul olmaktadır.
Özellikle geliştirilmek istenen psikolojik harekâtın temel baskı alanı pasif konumda olanlara yöneliktir. Buradaki amacın sindirme olduğunu anlamamak için ortada herhangi bir neden yoktur.
Bunların Kürtler üzerindeki her türlü etkisini boşa çıkaracak, savaşın mağdurlarının yüksek sesle geliştirecekleri talepleri ortaya çıkaracaktır. 

Toprak Cemgil

Hiç yorum yok: