6 Temmuz 2010 Salı

Ölçü ve Demokrasi


'Devletler idare eder, demokrasiler yönetir. Devletler iktidara dayanır, demokrasiler kolektif rızaya dayanır. Devletlerde atama, demokrasilerde seçim esastır. Devletlerde zorunluluk, demokrasilerde gönüllülük esastır'

Ölçü (mimesis), ekolojik toplum değerlerinden biridir. Toplumsal birlik ölçüyle sağlanır. Ortak yaşamı dayanılır kılan da ölçüdür. Arınma ve uyumun yanında gerçek bir anlam kazanır ve kalıcılaşılır. Tek başına bir form oluşturduğunda dayanılmaz bir baskı aracına dönüşür. Tutucu tarikatlarda ve bürokraside tek başına esas alınır, lakin içeriksiz bir form yaratır.

Zamanımızda toplumlar artık homojen (tek kütle) olmayıp, çok sayıda topluluklar, kurum ve farklılıklardan oluştuğu için, hepsinin ortak bir ahenk içinde bütünlüğünü sağlamak, korumak ve sürdürmek zorunluluğu vardır. Dolayısıyla bu çokluklar için merkeziyetçi bir devlet-iktidarda sık sık bunalımlara, çatışmalara yol açar. Küresel düzlemde merkezi (central) yapılar terk edilerek, dessantrilizasyon (merkez dışı, yerel veya subzuarite; yerinde yönetim) anlayışı genel bir kabul görmektedir; çünkü tarihsel olarak önemli devletler ve imparatorluklar (Med, Pers, Hitit, Roma, Osmanlı) sayısız farklı yönetimlere yaslanmışlardır.

En önemlisi de 'ulus-devletin demokrasi ve hatta cumhuriyetin inkarı temelinde vücut kazandığı' belirtilmekte ve 'demokrasi, cumhuriyetlerin mahiyeti itibariyle ulus-devletten farklı yönetim biçimleri' olduğu da paylaşılan ortak bir kanı haline gelmektedir.

Bilişim ve mikro teknolojilerle değişen ve dönüşen ve yeni yaşam biçimlerine doğru evrilen gezegenimizde; mevcut toplumsal sorunlara çözüm bulmak için, ağır basan iki yol bulunduğu söylenmektedir. Birincisi, uygulanmakta olan ve 'kapitalist modernite birimleri' üzerinde yürütülen sistemdir. Diğeri ise tarihsel de olan ve dünyanın birçok toplumu tarafından yeniden keşfedilen 'demokratik modernite' sistemidir. Bu iki sistem Batı toplumlarında iç içedir. Diğer toplumlarda ise 'demokratik modernite' epey geriletilmiştir.

'Demokratik modernite birimlerinin yeniden inşa edilmeleriyle çokluklarıyla orantılı bir güce kavuşmaları gerektiği çok açık ve ertelenemez görevdir. Bu görevler entelektüel, ahlaki ve politik boyuttadır. Fakat aralarındaki sıkı ve karşılıklı bağlantı, kurumsal olarak kesin bağımsız olmaları gerektiğini ortadan kaldırmıyor. Tersine her alan kurum olarak tarihte de, günümüzde de, gelecekte de bağımsızlığını korumak durumundadır. Aksi halde işlevlerini hakkıyla yerine getiremezler.'

Entelektüel anlamada netleşen ve tüm dünyada paylaşılan hususlar esasta şunlardır: 'Devletler idare eder, demokrasiler yönetir. Devletler iktidara dayanır, demokrasiler kolektif rızaya dayanır. Devletlerde atama, demokrasilerde seçim esastır. Devletlerde zorunluluk, demokrasilerde gönüllülük esastır.' Eski tekçi devletler merkeziyetçiliği esas alırken, demokrasilerde esas olan yereldir.

Yerelin odağı kentlerdir. De Tocgueville: 'Kentsel kurumlar özgür ulusların gücünü oluşturur. Bilim için ilkokullar ne ise kent toplantıları da özgürlük için odur; onu halkın ulaşabileceği bir yere getirirler ve insanlara onun nasıl uygulanacağını, ondan nasıl zevk alınacağını öğretirler. Bir ulus özgür bir hükümet kurabilir, fakat kentsel kurumları olmadan özgürlük ruhuna sahip olamaz' der.

Demokratik sistemde ahlaki-politik öncülük sorunu ölçü olarak küresel bir tartışma ve kabul görme eğilimi göstermektedir.

Bu sorunların, birey ve toplumların çelişki ve çatışma noktalarının ortak akılla çözüldüğü süreçlerle ve bir kurumsal, örgütsel düzeyler içinde bir araya gelinmesi; lakin aynı zamanda, çelişki ve çatışma alanlarına çözüm bulması yeteneğinin ortak değerlere genel bir bağlılığın olmasını gerektirir. Süreçler bu şekilde işletilirse, ahlaki değerler de üretilen kararlar olur ve genel değerlere eklemlenir; demokrasi gerçek bir ölçü kazanır.

VATANDAŞLIK BİLİNCİ

Aidiyet, farklılığın yereline her şeyden önce yurttaşlığın esas alınması ile sağlanır. Güçlendirilir. Kalıcılaşır. Katılım, tartışma ve kararlaşma ile ortak akıl ve birlik sağlanır. Vatandaşlık bağı sınırlıdır. Toplumları, farklılıkları dışlayabilir (hukuka rağmen) ve iktidarın salt egemenliğine, despotluğuna yol açabilir

Demokrasi zayıf bir devlette 'kan bağları' olan güçlü 'kişisel' bağlarla bağlandıkları için farklılıklara tahammül etmezler. Vatandaş kendisi devlet olan bir algılayıştır: Bu algının çerçevesi sadece temsili demokrasidir. Yüzyıllar önce J.J. Rousseau: 'Bir halk temsil edilmeyi kabul ettiği anda artık özgür değildir' demişti.

'Geleneksel unsurlardan kaynaklanan ve toplumu bir arada tutan aidiyet hissinin modern destekleyici aracı vatandaşlık bilincidir. Toplumun bütününü hiçbir ayrıma tabi tutmadan kucaklayan bir vatandaşlık bilinci ve hukuku oluşturmaksızın toplumsal aidiyet hissini meşruiyet alanına taşıyabilmek mümkün değildir.

Dolayısıyla, kültürel, ekonomik ve siyasi çözüm tekliflerinin dayanması gereken iki ana ilke olmalıdır: (I) Toplumun aidiyet hissini bütün olarak güçlendirmek ve bu aidiyet hissini pekiştirecek tarihi, dini, kültürel ve coğrafi unsurları desteklemek; (II) siyasi meşruiyetin temeli olan eşit vatandaşlık bilincini hiçbir dış müdahaleye ihtiyaç hissetirmeksizin garanti altına almak.' (Stratejik Derinlik, Ahmet Davutoğlu)

Hükümetçe uygulanan politika ve stratejinin sonuçları ortadadır. Ortak bir aidiyet yaratma yerine, birazcık var olan tarihi, kültürel aidiyet bağlarını da tahrip etmiş ve kopma noktasına getirmiştir. Eskiden demokrasi değerleri ile, farklılıklara hoşgörü ile bakan ve bu konuda Avrupa'daki şehirlerin düzeyleri ile karşılaştırılan İzmir ve Bursa Kürtler için 'linç merkezleri' haline gelmiştir.

Aidiyet, farklılığın yereline her şeyden önce yurttaşlığın esas alınması ile sağlanır. Güçlendirilir. Kalıcılaşır. Katılım, tartışma ve kararlaşma ile ortak akıl ve birlik sağlanır. Vatandaşlık bağı sınırlıdır. Toplumları, farklılıkları dışlayabilir (hukuka rağmen) ve iktidarın salt egemenliğine, despotluğuna yol açabilir; Çünkü Aristoteles'in: 'Daha yüksek, daha egemendir' ilkesi milli olanın yerel olan üzerinde, soylu olanın (iktidar) köle üzerindeki egemenliğine sahip olduğunu akla getirir. Sadece temsiliyete yol açan vatandaşlık, somut yerel toplumsal katılımın yerine, soyut milli (merkez) katılımı esas alır ve bu temelde bir aidiyet yaratmaya çalışır. Goebbels'in 'Ben Almanya'yım' anlayışı da bu tür bir aidiyettir.

Ülkemizde, tabii ki iki düzeyden biri olan TBMM ile il genel meclisi, belediye meclisi ve kent konseyleri (kent, ilçe, mahalle ve köy meclisleri ve komünleri) düzlemi biçimseldir. Katılım, kararlaşma ve iradenin açığa çıkması, önemli olmalarına rağmen işlevsel olmamaları, yurttaşlık bilincinin gelişmesinin engellenmesi ile açıklanabilir. Zira bu alanlar yurttaşlığın okullarıdır. Oysa hükümet, topluma güvenmeyen, karar süreçlerinde, katılımda yurttaşları ehliyetli görmeyen bir gelenek ve terbiyeden gelmektedir. Daha doğrusu uygulamaları bunu göstermektedir.

Hükümet kötülüklerinin bir kısmı yanlış aidiyet tespitinden kaynaklanmaktadır. Diğer bir kötülük ise, hükümetin; bireylerin, sivil toplumun ve meclislerin eylemliğinin, politik irade ve yönetimlerinin ortaya çıkmasına çalışmak ve destek vermek yerine, kendi eylemliliklerini onlarınkinin yerine koymaya çalışmaktadır. En hayati konuda, Kürt sorununun çözümü konusunda bile, bırakalım Kürtlerin iradesini yansıtmayı, bizzat TBMM içinde yer alan partilerle paylaşım bile sabote edilmiştir. Muhalefet partileri önce kışkırtılarak zıt kutba itilmiş, ondan sonra şikayetlere başlanmıştır.

Çözüm projesi sunma görevi ve sorumluluğu en başta hükümetindir. Proje, program, çerçeve sunmadan 'görüş isteme' tam da bir hegemon nezaketsizliktir. Muhalefeti, sivil alanı, Kürtleri, yurttaşları bilgilendirme, uzlaşı sağlama, ikna etme, gerektiğinde çözümsüzlük dayatan görüşleri eleştirme yerine, tüm bu dinamikleri kenarda durmaya zorlama ve tıkatıcı bir pozisyona sokma en büyük kötülüktür.

Demokraside, ölçü olarak sade vatandaşlık bilincini esas alma yerine, insanları avucunun içine alarak daha uysal araçlar, köleler haline getirme ve kutsal İslam ile maskelenmiş bir Jingoizme (savaş taraftarlığına varan aşırı milliyetçilik) götürür.

TOPLUMSAL ÖZ OLARAK ÖLÇÜ

Ölçü, ekolojik toplum içerisinde, gerçek anlamda öz ile ilgilidir. Öz olduğu zaman her varlık doğada anlam kazanır. Çünkü doğa kendisini bu sonsuz öz çeşitliliği ile sürdürür ve güzelleştirir. Mekan bu olgularda sadece bir etkendir. Güneş, ay, yıldızlar, su, etkileşimler de bu oluşumlarda vazgeçilmez öğelerdir

Vatandaşlık, toprak esasına dayalı bir kavrayıştır. Bundan dolayıdır ki merkezi ve iktidarı yüceleştirir. Yurttaşlık ise demokrasi ile bütünleşerek birlik ve ortak iradeyi içerir.

Medison: 'Ölçüde ihtiyatlı ve güvensiz olmayı' şart koşarken kastettiği bu iki aidiyet ölçüsü ve kavrayışı esas alan tercihlerdir. Ölçü (mimesis), ekolojik toplum içerisinde, gerçek anlamda öz ile ilgilidir. Öz olduğu zaman her varlık doğada anlam kazanır. Çünkü doğa kendisini bu sonsuz öz çeşitliliği ile sürdürür ve güzelleştirir. Mekan bu olgularda sadece bir etkendir. Güneş, ay, yıldızlar, su, etkileşimler de bu oluşumlarda vazgeçilmez öğelerdir. Canlılıkta oksijen her şeydir.

Eğer insanın özü toplumsalsa, o zaman, insanlar bağımsızlık ile bağımlılık arasında değil; yurttaşlık ile kölelik arasındaki bir seçim yapmalıdır. Kürt sorununun çözümü de öz olarak bağımsızlık ile bağımlılık arasında değil, özgür yurttaşlık ile kölelik arasındaki seçimdir. Dolayısıyla aidiyet ölçüsü demokrasi ve özgür yurttaşlık olmaktadır.

Oysa hükümetin 'eşit vatandaşlık bilinci' diye adlandırdığı 'Açılım', kısmi bazı doğruları dillendirmek, ama tam tersini yapmaktır. Vatan bağı ile kastedilen 'burada yaşıyorsun ve burayı seveceksin, yoksa terk edeceksin!' Katılım, sorgulama, tartışma, karar alma, kendisi olma ve farklılığını koruma yerine; 'verdiklerimle yetin' buyurganlığıdır. Vatandaşlık bu tek tipleştirmedir: Ölçü budur.

Hükümetin toplumsallık stratejisinde de yeni bir şey yoktur. 'İnkar politikasını' aratmayan çıplak bir kulluk-köleleştirme mantığıdır. Bu ruhen toplumsallığı bitirmek demektir.

'Musa, Iycurgus ve Numa, Antik Çağ'da: Yurttaşları anavatana ve birbirine bağlayabilecek bağlar aramıştır. Üçü de aradıkları şeyi, 'yurttaşları sık sık bir araya toplayan farklı adetlerde, dini ayinlerde, oyunlarda, onların sağlam ve güçlü yetişmesini sağlayan, gururlarını ve onurlarını geliştiren törenlerde, yürekleri hoplatan kamusal gösterilerde, onları birbirlerine benzeme ruhuyla tutuşturan ve anavatana sımsıkı bağlayan coşkulu gösterilerde' bulmuşlardır. Böylesi duygusal kurumlaşmalar ne kadar etkili olursa, demokratik siyaset, ahlak ve politikaya olan gereksinim de o kadar azalacaktır. Oysa demokrasi gerçek bir içerik ve ölçü ile dengelenirse bir toplumsallık yaratır.

Bu çok eski ve sınırlı bir azınlığı esas alan yurttaşlık yaratım düşünceleri zamanın müthiş iletişim olanakları içerisinde bile doğru dürüst yapılamamaktadır. Mevcut olan cılız demokrasi ve toplumsallık da parçalanmakta ve bizleri birleştiren tarihsel değeler de sadece 'saray bakış açısına' indirgenmektedir.

David Morris ve Karl Hess, 'yöresellik duygusunun, tarihimizde ve en canlı anılarımızda nasıl yoğun bir şekilde yer etmiş olduğunu' hatırlatıp, 'yöreselliği nostaljiden kurtarmanın ve onu demokratik siyasal hücresel özü durumuna getirmenin' zorunlu olduğunu savunurlar. Demokrasi ve yurttaşlık, her toplumun ve bireyin başkalarıyla konuşma, eğitim görme ve iletişim yoluyla, politikayla kendi varlığını ve kimliğini ispat etme hakkı, insan ve toplum özerkliğinin ve asaletinin paha biçilmez kaynağıdır: Ölçüsü ve özgür birlikteliği ve farklılıkların özü ile özdeştir. Meşru ve eşit yurttaşlık ruhu bu ölçülerle garanti altına alınabilecektir. Zira çağın ölçülerine göre vatandaşlık 'modern kulluk' anlamına gelmektedir. Öyledir.

Fethi SUVARİ/b>
peyasuvari@hotmail.com

* D Tipi Kapalı Cezaevi C1/2
DİYARBAKIR

Hiç yorum yok: