6 Temmuz 2010 Salı

Kürtleri yok etmek mümkün müdür?


Büyüklerin bir lafı var 'düşmez kalkmaz bir Allah!' Yeryüzünde yenilmeyecek güç yoktur. Ama her yenenin zafer kazanması da Allah'ın emri değildir.

Kürtler sorununda Türk devlet güçleri, otuz yılın sonunda yenilmişlerdir. Ama Kürtler de bir 'zafer' kazanamamıştır. Yenilginin anlamı şudur: Türkiye Cumhuriyetinin Kürtleri asimile etme stratejik siyaseti, bu devlet kaç HPG'linin canını alırsa alsın, artık sonsuza kadar yenilgiye uğramıştır. Bir daha dirilmez. Çünkü aşiret aşamasına takılıp kalmış bir topluluğu asimile edip, Türkleştirmek mümkündür, ama milliyet (narodnost) olma eşiğini, kendi içinden, henüz devlet olmasa bile, ona tekabül edecek ölçülerde muazzam bir politik, toplumsal ve kültürel örgütlenme yaratarak atlayıp, millet olma aşamasına yükselen bir topluluğu asimile etmek mümkün değildir. Söz konusu Kürtler ise bu tamamen imkânsızdır.


Türk milliyetçileri şunu kafalarına iyice sokmalı: Olan olmuştur. Otuz yılın sonunda ortaya dünyanın modern milletleriyle aynı özelliklere sahip bir Kürt halkı çıkmıştır. Kürt halkı mücadelesiyle sarmalın bir üst halkasına çoktan çıkmıştır. Diyalektiğin kuralı şöyledir: Yüksek seviyeden bir prosesüs, alçak seviyeden bir fenomene irca edilemez. Bunun anlamı açıktır: Pirinç düşük seviyeden bir fenomendir, pilav pirince göre yüksek seviyeden bir prosesüstür; pirinç yükselerek pilav haline gelir; ama pilavı bir daha pirinç yapmak mümkün değildir. Diyalektikteki 'inkârın, inkâr yasası' tamda budur. Aşiret düzeyindeki Kürdü Türk yapabilirsiniz, yaptınız da; ama millet düzeyine yükselen Kürdü yeniden Türk yapmak artık umutsuz bir davadır.

Türkiye Cumhuriyeti devlet güçlerinin tarihsel olarak ve sonsuza kadar, yani yeryüzünden bütün uluslar silininceye kadar uğradığı yenilgi işte böyledir.

Kürt sorununu barışçıl ve hakkaniyet temelinde çözmenin alternatifi artık zorla asimilasyon değildir; ama tehlikeli ve insanlık dışı bir alternatiftir: Jenosit. Kürt artık Türkleştirilemez.

Yenilgi bundan ibaret değildir.

Osmanlı'nın yıkılması, onun topraklarının parçalanıp, paylaşılmasıyla ortaya çıkan ve İngiliz emperyalizminin çizdiği statüko, her ne kadar Türkiye'nin acılı tarihiyle ilgili bir şey sanılırsa da, Türk devleti bu statükodan ve özellikle de 1917den başlayarak ortaya çıkan sosyalizmle emperyalizm arasındaki stratejik dengeden yararlanarak Fırat'ın Doğusundaki toprak parçasını elinde tutabildi.

Bugün bu statükonun da, bölgeyi kilitleyen ve Kürtleri dört ayrı parçada birbirine karşı koyan, böylece bölge devletlerinin kendi 'mukaddes hudutlarını' 'ebediyen' korumalarına olanak veren uluslararası ve bölgesel dengelerin yerinde artık yeller esiyor. Kürt özgürlük hareketin başarısı burada yatıyor.

Mezopotamya'nın sahipleri Kürt coğrafyasının Güneyinde artık kendi güvenlik güçlerine, kendi diplomasisine, kendi merkezi ve yerel yönetimlerine sahip bir devlet kurmuşlardır. Bu yeni bir olgudur ve bu devletin başında kimlerin olduğundan bağımsız olarak, Kürt halkının Güney'de yaşayan nüfusu kendi devletine sahip olmuştur.

Bu da, bölgedeki dengelerle Kürtlerin bütün parçalardaki hak arama mücadelesini bastırma yönteminin tarihe karıştığını, Kürdü Kürde kırdırarak, bölge devletlerinin sözde 'toprak bütünlüklerini' koruma imkânını artık yitirdiklerini kanıtlamaktadır.

Demek ki artık, nasıl ki Kürdü yeniden asimile imkânı ebediyen yok olduysa, bu asimilasyonun tek alternatifi olarak cellatların elinde yalnızca jenosit kaldıysa, tıpkı öyle, artık Kürtlerin kendi kendilerini yönetmelerini, Kürdü Kürde kırdırarak önleme imkanı da ortadan kalkmıştır. Şimdi bölge devletlerinin Kürtlerin Türkiye'de 'demokratik özerklik', Güney'de 'federal' siyasal yapılanma temelinde kendi kendini yönetmesinin önünde Türkiye için 'iç savaş', Güney için ise 'istila, ilhak savaşı' dışında alternatif kalmamıştır.

Asimilasyonun barbar alternatifi jenosittir, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesinin vahşet alternatifi 'iç savaş' ve 'istila, ilhak savaşı' dır.

Peki, bu mümkün müdür?

Başta dediğim gibi, her şey mümkündür. Barbarlardan barbarlık beklenir.

Ama bu öyle bir barbarlıktır ki, uygarlığın da sonunu getirir. Bölge tepeden tırnağa silah deposudur. Kürtleri kendi topraklarında ezmek isteyen iktidarlar barut fıçısı üstünde oturmaktadır. Şimdi onlar, istikrarsız siyasi yapılarına bakmadan, buna aldırmadan, nükleer silahlanma yarışına girmişlerdir. İsrail'in elinde nükleer silah var. Molla diktasıyla yönetilen İran bu silaha sahip olma eşiğinde. Her an Taliban'ın eline geçebilecek olan Pakistan da bu silaha sahip. Ve Kerkük'teki petrol kokusunu koklaya koklayan tinerci bağımlıları gibi beyinleri küçülmüş olan Türk yayılmacıları da bu silah için adım atıyor.

İnsanlığın kendi soyunu koruma içgüdüsü, bu barbarlık ve vahşete izin vermeyecektir. Kısaca, Çetin Altan'ın deyimiyle 'enseyi karartmayalım'.

Kürtlerin karşısına dikilenler yenilmişlerdir. Uzatmaları oynuyorlar. Kürdün hakkını tanımak mı, yoksa insanlığın yazgısıyla oynamak mı sorusu herkesin aklını başına getirecektir. Bu sorunun çözümü her sınıftan, ırktan, renkten, dilden insanı ilgilendiren 'global bir sorun' olmuştur. O nedenle çözümü, ne kadar ertelenirse ertelensin, zorunludur, kaçınılmazdır.

Ömer AĞIN
aginomer@hotmail.com

Hiç yorum yok: