9 Temmuz 2010 Cuma

Esir ruhlar: Partner yazarlar


Uzun bir aradan sonra yine aynı görüntüler... Yanmış, gövdesi ezilmiş, gözleri oyulmuş cesetler... Sıra infazlar... Başbuğ'un, yargıya ve siyasete müdahalesiyle geliştirdiği balans ayarı, Ergenekon'u aklama çabaları... Bir halk açısından 'ya sabır' çektiren sayısız uygulamalar, haksızlıklar, incitmeler...

Ama şuna inanırım: Birileri bir başkasını sevmeyebilir, hatta nefret de edebilir, ancak varlığına, yaşam hakkına saygı duyar. Fiziksel olarak yok etmeye, ezmeye çalışmaz.

Yaşam hakkı kutsal bir haktır çünkü...

Dokunulmazdır...

Kavga, karşıtlar arasında olsa bile birbirlerinin varlığına saygı duymayı, tahammül göstermeyi gerektirir... Mücadele 'öldürmek', 'asmak', 'kesmek', 'yakmak', 'yok etmek' fiillerinin dışında sürer; etik ölçüler içinde kalır...

Yaşam hakkına saygı olmadı mı en haklı mücadeleler bile yozlaşır, etik olmaktan çıkar; insani amaçlar kaybolur... Bir aydının, gazeteci-yazarın, yazarken ya da düşünürken göz önünde bulundurması gereken temel ilkedir bu... Bu ilke olmadı mı, yazar da, düşünür de yaşam hakkı karşısında taraflaşır, yok etme isteğine alkış tutar, yaşam hakkını önemsemez; bu özelliğiyle insansal amaçlardan uzaklaşmaya yozlaşmaya hizmet eder. Rol değiştirir; mazlumu zalim, zalimi mazlum görür (gösterir). Şiddet kurumlarının araçlarıyla birlikte güncellenmesini, organize olarak daha saldırgan bir tutum takınmasını sağlar.

* * *

Ne yazık ki Türkiye medyası ve entelektüel dünyası böylesi kafalar ve kalemlerle doludur. Örneklerini görüyoruz; 'Köşe'lerinden izliyoruz. TV'leri böylesi 'bilmiş', okumuş kafalar kuşatmıştır. Ayyuka çıkan darbe planlarında da fark edilmiştir: Darbe planlarının içinde olan, idam öneren, OHAL isteyen, asker çağıran yazarlar, bilim insanları, entelektüeller vardır. Her biri şiddet kurumlarına yöntemler önerme, doneler oluşturma, veriler toplama uğraşındadır.

Bunlar siperdekilerle müthiş benzeşirler, aynı ruh halini, aynı duyarlılığı taşırlar...

Eylemleriyle savaşa şiddete değil, barışa, çözüme ömür biçerler. Barışın değil, savaşın ömrünü uzatırlar. Savaş kliğini moralize eder, soluklandırırlar.

Bu özellikleriyle şiddetin en değişmez, en faal partner durumundadırlar. Her muharebede, her operasyonda eşlik ederler, 'eşik' atlatırlar! Yaşam hakkına, bir halkın haklarına saygı duymazlar, mağduriyetlerini önemsemezler ama, kanlı kıyımlara methiyeler dizerler...

Dahası icazet severler. Barış süreçlerinde barışçı, savaş süreçlerinde de savaşçı kesilirler. Tutarlı olmazlar. Bir halden bir başka hale kolay geçerler; iktidarların nitelik ve eğilimine göre ha bire kimlik değiştirirler. Halkın gündemini çarpıtırlar, hareketini bozarlar...

* * *

Yadırgamıyorum...

'Esir ruhların hikayesi' olarak tanımlıyorum...

Yaşam hakkına saygı duymayan ve varlıklarını şiddet kurumlarına partnerlik yapmaya bağlayan entellektüeller, yazar-çizerler başka şey üretemez zaten...

Bunları geçiyorum. Derinleştirme gereğini de duymuyorum.

Önemli olan gerçek entellektüellerin, yazar-çizerlerin nerede durduğudur.

Bunu geçmiyor, önemli buluyorum. Özellikle bugünkü koşullarda çok daha önemsiyor ve şöyle düşünüyorum:

Yaşam hakkına saygı duyan ve şiddet siyasetinin yedeğine düşmeyenler olaylara başka bir gözle bakarlar...

Kendilerini hayatın ve olayların akışına bırakmazlar. Her durumda ön açıcı olurlar. 'Söz bitti' denen yerde bile sorunsal düşünürler ve kaosa, ayrışmaya değil çözüme odaklanırlar.

** *

Entelektüel olmanın anlamı da budur. Aydın, yazar-çizer olmanın da...

Kaos ortamında şiddet değirmenine su taşıyanlar, tempo tutanlar her zaman olur. Önemli olan böylesi dönemlerde yaşam hakkına saygı duymaktır. Şiddet kurumlarının değil, halkın gündemiyle olmak, onu sahiplenmektir.

Savaş taraftarlığı, savaş muhabirliği, savaş yazar-çizerliği yapmadan, manipülasyonlara araç olmadan düşündüğümüz ve ürettiğimiz oranda uyarıcı olabiliriz çünkü.

Delil KARAKOÇAN
delil-karakocan@hotmail.com

Hiç yorum yok: