6 Temmuz 2010 Salı

Corrupto optimi pessina (En iyi bozulduğu zaman, en iyi kötüdür)


'Bir insan, en sonunda bireycilik tarafından kendisiyle yüz yüze getirildiği zaman, kendisini bir bireyle değil; bir türle yüz yüze bulur ve kendisini kurtarmak için ırkını kurtarmak zorunda olduğunu fark eder. Toplumun yaşamını paylaşmaktan başka bir yaşamı olamaz.'

Der George Bernard Show


Toplum içinde, eski zamanları ve yeni zamanları birlikte yaşamak isteyen tüm kadınlar ve erkekler, aslında ölçülü (mimesis) bir birlikteliği hiç kimseden istemeden gerçekleştirebilirler. Türleri yok eden ve tek tipleştirmeyi yaratmak isteyen 'çağdaş' bencil insan ise, mazinin tüm değerleri üzerine kalın bir boya çekmeyi düşünür. Belki de daha iyi gözlemek için kendisini...

Pytagorasçılara göre ise; 'Doğa insan bedenini, kişinin ruh özelliklerine göre yapılandırır.' Bu eski metadolojiyi izleyerek yerel halklar ile doğa arasında ve seçtikleri mekanlar hakkında bir paralellik kurulabilir. Türleri yok etmeyen, aşırılılıkları kışkırtmayan, cesaret ve cömertliğe önem veren, adil ve ahlaki bir politika uygulayan toplumlar ölümsüz eserler yaratıp halklarla paylaşırlar.

URFA

Belki de 11. yüzyıldan beri Urfa dediğimiz yer öyle bir yerdir. Var oluşunun tüm zamanlarında, hep ünlü adlar taşımış ve özünü günümüze kadar taşımayı başarmıştır. Ur, Urha, Ur-hai, Al Ruha, Edessa, Artiakhea, Roha, Orroer, Khurrai ve Urfa adlarını almıştır.

Urfa büyük bir inanç ve kültür birikimidir. Çevresindeki ilk yerleşimlerde; Nevale Çole ve Göbekli Tepe kazılarında, yerleşik düzene ait bulgular ve tapınak kültlerine rastlanmıştır. İnanç kültürü geliştirmiş bir toplumun MÖ 10 bin yıllarında bu sahada yaşadığı anlaşıldı. Ortaya çıkan verilere göre, bu kadar erken çağlarda, bu yörede bir tapınak-inanç kültünün oluşturulmuş bulunması ve buradan o zamanki bilinen tüm dünyaya yayılması muhtemeldir. Zaman içerisinde de hep dini merkez olma özelliğini korumuştur. Kudüs ve Mekke'ye de beşiklik etmiştir. İlk Sümer kentlerinin tapınak kültünü de beslemiştir. Tüm değerleri ile ve çevresiyle, inanç anlamında, El Ezhar ve Kum kentlerindeki iktidara bulaşmış dini ilim merkezlerine de öncülük edebilecek güçtedir.

Göbekli Tepe ve Harran ile bileşik olarak yeni bir inanç sentezi açığa çıkarma, reform imkanları bulunmaktadır. Göbekli Tepe ilktir: Burası klan başkanlarının, bilge kadın ve bilge erkeğin toplanma yeridir. Yine bu yöre, Eski Ahit'te de geçen ve Paddam Aram (iki nehir arası, Dicle-Fırat'ın merkezi alanı, Mezopotamya'nın kalbi) olarak kabul edilen yerdir.

HARRAN

Harran-Harranu; yol anlamına gelir. Eski zamanlarda, Fars, Mezopotamya, Suriye'den Anadolu'ya giden yolların kavşağında bulunuyordu. Fırat Nehri'nin bu ovalarda iki kolu bulunmaktadır. Habur ve Belih. İlk yerleşim yerlerinden biri olan ve Habur kenarında kurulan Gazan-Tel-Halaf köyü bulunmakta idi. Harran ise Belih kenarındadır. İslami kaynaklarda Harran; 'Tufandan sonra yeryüzünde ilk kurulan kenttir. Bazılarına göre de Nuh Peygamber'in torunlarından Kayman veya İbrahim Peygamberin kardeşi Aram tarafından kurulmuştur.' Kadim zamanlardan bu yana da inanç ve ticaret merkezidir. MÖ 2400'lerde Suriye'deki 'Ebla' metinlerinde, MÖ 1900'lerde 'Asur Ticaret Koloni' metinlerinde, 1700'lerde Mari, 1500'lerde Hitit metinlerinde 'Harran' adı geçmektedir. 'Ebla' metinlerinde Harran'ın, Zugalum adında bir kraliçe tarafından yönetildiği belirtilmiştir. 'Ay kültü'nün yaratıldığı yerlerin başında gelir, belki de ilkidir. Çünkü Verimli Hilal'in ilk yerleşim yerlerinden olduğu için, ana-kadın ve ana-tanrıça kültünün de önemli bir mekanıdır.'

Bu yörelerde yaratılan ana-tanrıça kültü 'Sümer sahasına ve bilinen tüm dünyaya yayılmıştır. Yeni zamanın tarih metinlerinde, 'ana-tanrıça ay kültünün' Sümer ve Akadlar üzerinden buraya taşındığı söylenir. Yanlıştır. Muhakkak ki değişimler olmuştur, lakin asıl kök Urfa-Harran'dır. Babil Kralı Nabonid'in annesi Addad Guppi şöyle yazar:

'Bütün tanrıların başı Sin'e kulak verdim. Bana söyledikleri doğru çıktı. Tek doğurduğum oğlum Nabonid, Sin, Ningal, Nusku ve Şaddarnunna'ya ait UNUTULMUŞ OLAN TÖRENLERİ yaptım. E. Hul-Hul mabedini yeniledi. Sin, Ningal, Nusku ve Şaddarnunna'yı (heykelleri) olabilir), onun kraliyet şehri Babil'den getirerek sevinç ve mutluluk ile Harran'daki ESKİ YERLERİNE koydu.' (M.İ.Çığ-İbrahim Peygamber)

Verimli Hilal'in gerçek tarihi henüz yazılmadı. Dolayısıyla tarihi değerlendirmelerin yapılmasından da itilaf bulunuyor. Bu henüz doğaldır. Mevcut olan bile çok değerlidir. Çok anlamlıdır. Zaman içerisinde her uygarlık Urfa'ya farklı isimler verebilir, lakin Urfa Urfa'dır. Verimli Hilal'in kadim sakinleri 'ay tanrıçasına' Star dediler. Sümerler ona Nanna adını verdiler. Akadlar Nanna'ya Sin adını verdiler. Hangi isimle olursa olsun, gizlenmiş de olsun, o her yerde aynı içeriği ifade etmiştir. Bilginin, bereketin, geçmişin ve geleceğin büyüsünü, her şeyi gören, anlaşmanın kurucusu ve koruyucusu olmuştur.

İbranilerin bu alana ilgisi tarihidir. Ve kendi haritalarında, bu alanı da içeren bir 'Erez İsraili' ülküsü de mevcuttur. Çünkü onların ataları İbrahim Peygamber buradan göç etti. Belki de akrabaları hâlâ bu topraklardadır. Ve giderken 'ana-tanrıça kültü'nün temel motiflerini de beraber götürdüler. 'Ay kültü'nün Yahudi yaşamı ve ibadetinde etkisi büyüktür. Bu kültün temel sembolleri: 'ay, yılan ve boğa'dır. Halen her inançlı Yahudi'nin evinde ve Havralar'da iç içe üç hilalden oluşan kadim zamanın şamdanları bulunur. Eski ibadetler de, mihrap da bu şamdan ve 'tunç yılan'da konulurdu. Ancak MÖ 4. yüzyılda Hezeikel 'tunç yılanı parçaladı.'

TÜRLERİN YOK EDİLMESİ

Harran ve Akçakale'de 1960'lı yallardan beri tuhaf, lakin ayrıntılı bir 'milliyetçilik' faaliyeti yürütülmektedir. Özellikle GAP Projesi daha tasarım halinde iken, bu sahada, 'Toprak Reformu' çalışmalarında yer alan kadrolardan, ciddi bir milliyetçi ağ oluşturulmaya başladılar. Daha sonra bu ağa, bazı tavizler karşılığında (toprak-satın alma) İsrail devleti de dahil edildi. Bu süreç halen devam etmektedir. Ve Urfa merkeze de yansıtılmaktadır.

Tarihsel kimlik ve inanç bakımından bu alanı ilk önemseyen Büyük Üstad Bediüzzaman'dır. Tercihi tarihiydi. O zaman henüz El Ezhar, henüz Kum ve Meşhed şekillenmemişti. İslam aydınlanması için burası belirleyici bir merkez olabilirdi. Belki de Bitlis'ten sonra ikinci hayali burası idi.

Daha sonra buradaki 'Nurcular' çizgiyi sürdüremediler, 'milliyetçi' akımla ilişkilendirildiler. 1970'lerdeki darbe ile karşı çıkanları ayıkladılar, sürdüler veya içselleştirdiler. GAP Projesi başlamadan önce, bu sahadaki kadim kimlikleri, inançları, kültürleri silip süpürmeye çalıştılar. Ve 'milliyetçilik ağına' dahil oldukları oranda ekonomik refah sunuldu.

İkinci bir toplumsal yıkım da barajlarla yerel kimlikleri göçertme politikasıdır. Toprakları kamulaştırarak, hayvanlar ve bitkiler gibi burada kadim zamanlardan beri yaşayan toplumları göçerttiler. Baraj, nükleer bir saldırı gibidir. Yapıldığı yerdeki her şeyi yok eder. İlk Siyonist yerleşimciler de toprak satın alarak Filistin halkını mültecileştirdiler. Şu anda birçok barajın planlanmasının politikası da kırsal alanları boşaltma, kimlikleri yok etme ve türlerin sonunu getirmedir. Milyonlarca bitki ve hayvan türü bir daha olmayacaktır.

Kırımın 'gelişme' olarak görüldüğü zamanımızda, dünyadaki tüm türler yok ediliyor veya yok olmayla karşı karşıya bulunuyorlar. Gündeme yansıyan ise bazı hayvanlardır: Panda, aslan, kaplan vs. lakin doğadaki tüm türler, insanlar da dahil olmak üzere yok edilme ile karşı karşıyadır. Bu faşist bir denetim stratejisidir. Sular tekellerindir. Bitki ve hayvanlar tekellerindir. Tekellere kusursuz hizmet edecek, hastalanmayacak, yeni insan türünün ancak yaşama hakkı vardır. Bu çok genelleşmiş bir faşizmdir. Zira türlerin yok edilmesi faşizmdir. Tek tipleştirilmedir.

SANAYİLEŞTİRİLMİŞ DOĞA

'Bugün, on hayvandan dokuzu sınai tarzda yetiştiriliyor. Hayvan yetiştiriciliğinin makineleştirilmesi tek bir adamın 20 bin piliç ya da 3 bin domuzla ilgilenmesine, bini aşkın danaya bakmasına, bir saatte 80'in üzerinde ineği sağmasına ya da sürüsünün otlaktaki hareketlerini uydu aracılığıyla izlemesine izin veriyor.' Sanayileştirilmiş hayvanlar '50 bin hayvana dek barındırabilen kümeslerde yetiştirilen tavukların yumurtaları makineye toplanır.'

Bu tablo ilk bakışta mantıklı görünebilir. İyi bir şey olduğu da söylenebilir. Lakin aldatıcıdır. Eskiden dünyada 160'a yakın türde buğday bulunmakta idi. Şu anda kalan tür altıdır. Ve tekeller bunu bire indirmeye çalışıyorlar. Daha pahalı ve daha bağımlı bir dünya için. Bu tüm türler için geçerlidir.

'Hayvan yetiştiriciliğinin sanayileştirilmesi hayvan sürüsünün tek tipleştirilmesine, dolayısıyla evcil hayvan türlerinde çeşitliliğin azalmasına, birçok türünün ortadan kalkmasına yol açmadı mı acaba?

'Açtı elbet. Ve bir bakıma kendi ipimiz çekilmiş oldu, çünkü genetik çeşitlilik gelecek açısından yaşamsal bir gerekliliktir. Dünyanın dört bir yanında, her hafta, bir tür yok oluyor. Oysa bu türler bulaşıcı hastalıklara karşı dirençlidir, dayanıklıdır, günün birinde bütün dünyadaki hayvan yetiştiriciliğinin dayanabileceği bir genetik kalıta sahiptir.' (Hayvanların En Güzel Tarihi, Karine Lou Matignon)

Zaman zaman bazı salgınlar (Kuş gribi ...) büyük çaplı itlaflara yol açıyor. Büyük bir doğal sistem çöküyor. Şimdi sıra insanlarda:

'İngiltere'de bulunan Newcastle Üniversitesi bilim insanları, kalıtsal hastalıklardan arındırılmış, üç ebeveyinli insan embriyosu geliştirmeyi başardı. İngiliz bilim dergisi Nature'da yayımlanan makaleye göre, iki anneli ve bir babalı embriyolar kas, beyin, kalp ve sindirim hastalıklarından arındırıldı. Araştırma için, besin maddelerini vücudun kullanacağı enerjiye dönüştüren ve 'güç santralı' olarak da tanımlanan mitokondriye odaklandı.' (16.04.2010, Milliyet)

Bitkiler ve hayvanlar üzerinde de önce çalışmalar böyle başladı. Sonra genelleşti. Besin zengini olan ülkemiz, dışa bağımlı ve muhtaç hale getirildi. Şimdi sıra insanlarda.

Fethi SUVARİ
peyasuvari@hotmail.com
D Tipi Kapalı C.evi
CI/2 DİYARBAKIR


Hiç yorum yok: