5 Temmuz 2010 Pazartesi

Açılımın vardığı nokta

Açılım’ın birinci yılını "kutlarken (!)" , hakkında bir kaç satır yazmak gereğini duydum.
Açılım’ın içi boş olduğunu yeniden yazmak, binlerce kez yazılmış bir cümlenin "kes-yapıştır"’ını yapmaktır. Bu hareketin zahmeti olmadığı için, bende bir "kes-yapıştır" yaptım. Bunu yaptıktan sonra, içerikliğinden öte, biz niyetine bakalım. AKP’nin "Ilımlı İslam" felsefesinde niyet temel bir kavramdır. Onun için biz de açılıma aynı açıdan bakalım.
Bu adımın kaynağında iki sebep vardır, kanımca. Birincisi (belki de en etkilisi) Erdoğan’ın kişiliğidir, ikicisi ise ulus-devlet’in evriminde bir gerektir.
Erdoğan, hiçbir şeyi, ne uzun vadeli düşünür, ne de toplumun çıkarları için çalışır.  Onun ilk derdi, "Erdoğan" ismini bir şekilde tarihe yazmaktır. Bir nevi Özal olmaktır (Özal tarihe adını yazmamış ama belleklerde iyi yer edinmiş). Bütün gayreti bir gün tarih kitaplarında "Erdoğan dönemi" sayfasını açmaktır. Öyle olmasa, aynı anda o kadar konuya el atar mıydı? Dış politikada iki uyuşmaz yönde, AB üyeliği ve Orta-doğu liderliği, gitmezdi. İç politikada, aynı anda Ergenekon davasını açtı, açılım  sürecini başlattı ve beraberinde Kürtler üzerindeki baskıyı artırdı.  Öyle olmasa, o kadar duygusal davranır mıydı? Filmleri izlerken ağlamak (oysa iktidardaki ağlamaz, bir meselenin vahimliğini görür ve hareket eder), bütün diplomatik gelenekleri yok sayarak Davos’ta bağırıp çağırmak, İsrail’in sert davranacağını bile bile, gemilere izin vermek ve sonrada bu ölümleri politik malzeme yapmak (tabi ilişkileri koparma cesareti göstermeden, sonra gizli görüşmeler düzenlemek).  Yani, uzun lafın kısası, başbakan egosantrik bir insandır, Kürtlerinde etrafında dönmelerini istedi, samimi değildir. Açılım sürecini birde bu bağlamda anlamak gerekir.
Bunun yanı sıra, açılım gibi bir adım, ulus-devlet’in zorunlu bir tedavisidir. Türkiye’de ulus-devlet, erken doğmuş ve daha tedavisi bitmemiş bebek gibidir.  Çünkü ulus-devlet, bir kavmin ile bir toprağın örtüşmesi değildir. Ulus-devlet, bir toprakta bulunan kavimlerin, en güçlüsünün etkisi altına girip (bazen mecburen, bazen çıkarları gereği) yeni bir yapıda yaşama şansı bulmaktır. Ve bu yeni yapının meşruyet kazanması için, bir "açılım" hemen hemen şart sayılacak bir aşamadır. Kurulduktan bir süre sonra (süre vadesi şartlara göre değişir), bu ulus-devlet bir açılım süreci, bir kaynaşma süreci ile bütün çeşitliklerini, değişik kültürlerini görür, hiç birisine karşı düşmanlık beslemez ve onları ülke renkleri haline getirir. Böylece ulusal kimlik yerine oturmuş olur ve yerel/bölgesel kimlikler birer gelenek olup politik önemlerini yitirirler (yani kendilerinden asimile olacaklar).  Bu kadar gerekli olan, bu adım, zamanlaması ile birliğin bozulmaması için, çok önemlidir. Tabi,  asimile olacak kesimlerin sayısı da çok önemli bir etkendir. On milyonları aşmış ve kimliğinin bütün boyutlarıyla farklı bir halkın asimile olması çok zordur. Böylesi durumlarda, bir halklar birleşmesi söz konusu olmuştur tarihte. Çekoslovakya veya Yugoslavya gibi ülkeler, bu anlamada birer örnektir, ama bilindiği gibi, bu yapılar da kimlik talepleri karşısında dayanamamışlardır.
AKP, TC devleti inşası sürecinde, « açılım » eksikliğini fark etti, fırsatçı davranarak bu adımı atı. Başta dediğimiz gibi, Erdoğan hiç bir şeyi uzun vadeli düşünmediği gibi, meseleleri tarihi perspektiflerine koymaktan yoksundur. Kürtleri, zaten böylesi bir "açılım" adımı asimilasyona götürmez, hele hele bunca katliam ve isyanlardan sonra. Böyle bir adımın ne anlamı nede herhangi bir yararı var artık.
Ama bu hamle iki ahmaklığı göz önüne serdi. Biri Türk tarafında, öteki ise Kürt tarafındadır. Türklerin açılıma karşı çıkanları ahmaklıklarını, Kürtlerde ise, destek verenleri ahmaklıklarını gösterdiler. Çünkü hiç birisi hesabına gelen duruşu sergileyemediler.
Bu açılım süreci, yukarıda söylediğimiz gibi, farklı kimlikleri politik isteklerinden arındıracak ve böylece dayatılan Türk kimliği bütün ülkede kabul görecekti.  Başarı sağlaması imkânsız gibi zordu, ama en azında denenecekti. Onun, için Türkler ve en milliyetçileri, bunu sonuna kadar desteklemeliydiler. Kürtler ise, politik kimliğini savunanlar, böyle bir adıma karşı çıkar ve "açılım"  yerine "halklar birleşmesi" projesini geliştirmeliydiler (eksikte olsa, BDP ve PKK kendilerine göre bu duruşu gösterdiler).  Türk televizyonlarında boy gösteren "şehir Kürtleri" bu "açılıma" ahmakça destek vererek, Türk ahmaklarını korkuttu ve böylece bizde bu zamansız girişimden kurtulduk.
Açılımın karşısında durmak, savaşı desteklemek anlamına gelmez, sadece uymayan bir çözümü red etmektir. Keşke, devlet cephesinde, daha gerçekçi insanlar bu konuya el atsa da genç insanlar ölmese.

Hiç yorum yok: