22 Haziran 2010 Salı

Yargı Terörü

Türk devleti; politikası, söylemi ve uygulamalarıyla tamamıyla savaşı tırmandırma ve Kürt halkının demokratik özlemlerini bastırma pozisyonu almıştır

Türk devleti; politikası, söylemi ve uygulamalarıyla tamamıyla savaşı tırmandırma ve Kürt halkının demokratik özlemlerini bastırma pozisyonu almıştır. Daha önce çok boyutlu uyguladığı tasfiye politikasını şimdi açık bir savaş haline getirmiştir.
Türk devleti AKP’ye Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme rolü vermişti. AKP de Kürt Özgürlük Hareketini en iyi ben bastırırım diyerek kendini pazarlayıp hükümette kalıyordu. AKP tasfiye politikalarını oyalama, aldatma ve psikolojik savaş yoluyla pratikleştirmek istiyordu. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi “oyalama ve tasfiye politikasını bırak, demokratik çözüm için adım at” dayatmasında bulununca AKP’nin gerçek yüzü açığa çıktı.
AKP önceden örtülü ve demagojik söylemlerle yürüttüğü tasfiye politikasını şimdi açıkça ve bir savaş hükümeti pozisyonunda sürdürüyor. KCK iddianamesi ve barış elçilerinin tutuklanması Kürt halkına karış nasıl özel ve kirli bir savaş yürütüldüğünü göstermektedir.
Demokratik çözüm için barış elçileri hükümetin bilgisi dahilinde sınırı geçtiler. Hükümet tutuklanmayacaklarına dair söz verdiği için Habur’dan geçiş yaptılar. Nitekim devlet savcısını ve görevlilerini göndererek Habur’dan kolay geçişi sağladı. Çünkü orada hukuktan çok siyasi bir kararla serbest bırakıldılar. Dün siyasi kararla serbest bırakılanlar şimdi siyasi kararla tutuklandılar. Habur’da serbest bırakıldıktan sonra artık tutuklanmalarını gerektirecek hiçbir neden kalmamıştı. Kaldı ki elçiye zeval olmazmış. Zaten tutuklansalardı tarihi bir skandal olurdu.
Şu anda tutuklanmaları da tarihi bir skandaldır; tarihi bir utançtır. Hem serbest bırakılmaları için söz verilecek hem de sonra örgüt üyesi olmaktan dolayı tutuklanacaklar! Türk devletinin ne siyasi, ne toplumsal, ne dinsel bir ahlakı olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu tutuklamalar Türk ulusunu da rencide eden bir saldırıdır.
Bazen “Türk devleti çadır devleti, aşiret devleti değildir” denilmektedir. Böyle utanılacak bir tutumu ne çadır ne de aşiret devleti gösterir. Bırakalım siyasi ahlakı, toplumsal ahlakları onlara böyle bir çirkinliği yaptırmaz. Çadırda yaşayan Türkmenlerin mutlaka bu tür durumlarda çok güzel ahlaklı tutumları vardır. Ancak biz Kürtlerin çok güzel bir geleneğini Türk devletine hatırlatmak isteriz. Kürtler düşmanları kapısına geldiğinde kesinlikle karışmazlar. Misafir gelen düşmanına kendileri karışmayacakları gibi, başkalarının da bu misafirlerine zarar vermesini istemezler.
Oramar’da esir alınan Türk askerlerine HPG bir misafir muamelesi yapmış ve kısa sürede ailelerine kavuşmalarını sağlamıştır. Kendilerine çok iyi yaklaşıldığını askerler açıkça beyan etmişlerdir. Bu gerçekler ortadayken devletin sözüne güvenilerek gönderilen insanların tutuklanması çok ağır sonuçlar doğuracaktır. Kürtlerin Türk devletinin sözlerine inancı kalmayacaktır. Zaten Türk devletinin tarihte Kürtleri sürekli aldattığı ve sonra da cezalandırdığı kanaati yaygındır.
Şunu açıkça belirtelim ki; bu elçilerin Habur’dan gireceği ve serbest bırakılacağı konusu sadece hükümet tarafından değil, diğer temel devlet kurumları tarafından da onaylanmıştı.
Şu anda Türkiye’ye hakim olan zihniyet 12 Eylül zihniyetidir. 12 Eylül öncesi gelişen Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi askeri, siyasi operasyonlar ve zindanlarla bastırılmak hedeflenmişti. Şimdi de benzer bir zihniyetle hareket ediliyor. Türk devletinin bir açılım politikası olmamıştır. Ama Kürt Özgürlük Hareketi Türkiye’deki ortamı uygun görerek Türkiye’yi demokratik çözüme zorlamıştır. Türkiye’nin bir çözüm politikası değil de bir tasfiye politikası olduğundan Kürt Özgürlük Hareketinin ve Kürt Halk Önderliğinin çabaları sonuçsuz kalmıştır. 29 Mart seçimlerinden bu yana hükümetin uyguladığı politikaların sadece faşist ülkelerde olacağına demokratik zihniyetli herkes kabul eder. Hiçbir argüman ve gerekçe 29 Mart seçimlerinden bu yana AKP’nin Kürt demokratik hareketine yönelik sürdürdüğü saldırılarına meşruiyet kazandıramaz. Barış elçilerine yönelik tutuklamalar açılımın bir safsata, oyun ve oyalama olduğunu açıkça göstermiştir.
Diğer bir siyasi saldırıysa KCK yargılamalarıdır. KCK yargılamalarıyla tam anlamıyla siyasi bir soykırım hedefleniyor. Kürt halkının demokrasi güçlerinin kökü kazınmak isteniyor. 12 Eylül askeri darbesi de Kürdistan’daki özgürlük ve demokrasi mücadelesinin kökünü kazımayı hedeflemişti. 12 Eylülde yapılan tüm zulümler de bu kök kazıma hedefi içindi. Şimdi de Kürt demokratik hareketinin kökü kazınmak isteniyor.
KCK iddianamesi okunursa 12 Eylül faşizmi döneminde olduğu gibi her şeyin suç olarak ifade edildiği görülür. Her selamlaşma, her telefon konuşması suçmuş gibi iddianameye alınmıştır. Ortada suç sayılacak hiçbir fiil yoktur. Hiçbir suçun olmadığı bir iddianame hazırlanmış. İki kişinin kendine göre sohbeti de bir suç delili olarak ortaya konulmuş. Dinlenilmediği taktirde hiç kimsenin duymayacağı ve hiçbir sonucu olmayan konuşmalar şimdi kişilerin önüne bir suçmuş gibi konuluyor. Özcesi zorlama suçlar ve örgüt üyelikleri icat edilmiş.
Kürtler şimdi gözünün üzerinde kaş var denilerek tutuklanıyor. Bir zamanlar burun ve yıldız sözcüklerini kullananlar cezaevine konulurmuş. Çünkü burun demekle Abdülhamit hakkında, yıldız demekle de saray hakkında konuşulmuş olarak kabul edilirmiş. KCK iddianamesi tam da bu trajikomik gerçeği ifade ediyor.
Kürt halkı üzerinde tam bir yargı terörü estiriliyor. Türkiye’deki hukuk sömürgeci ve inkarcı hukuk olduğu için bu yargılamalar kendine hukuki temel buluyor. Bu nedenle bu yargılamalara yol açan Türkiye’deki zihniyet ve hukuk sistemidir. Türkiye’de anayasa köklü değişmediği ve demokratik bir anayasa yapılmadığı müddetçe Kürtler üzerindeki bu hukuk ve yargı terörü devam edecektir.
Türk devletinin yargı terörünü bu düzeyde uygulaması Kürt halkına karşı bir savaş biçimi haline gelmiştir. Toplumsallaşmış bir hareket bu yolla sindirilmek isteniyor. Askeri operasyonlar ve saldırılarla devleti daha fazla teşhir ettiği için asker ve polis saldırılarıyla yapamadıklarını yargı terörüyle yapmaya çalışıyor.
Bu durumu bir savaş ve imha biçimi olarak görüp buna karşı mücadele etmek gerekir. Bu yargı terörü durdurulmadığı taktirde bunun 12 Eylül’de ve 1990’lı yıllarda olmadığı kadar kullanılacağı görülmektedir.
Belki de şu anda Kürt halkının en fazla mücadele etmesi gereken konu bu yargı terörüdür. Bunun dayandığı 12 Eylül hukukudur. Bu da sömürgeci ve inkarcı bir hukuk sistemidir. Buna dayalı siyasi egemenlik ve kültürel soykırım politikasının sürdürülmesidir. Bu nedenle bu hukuk düzeni ve yargı terörüne karşı mücadele esasta bir demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi olacaktır.
Türkiye’de gerçek demokrasi ve gerçek demokratik anayasa istemek de ancak Kürdistan’daki barış elçilerine ve Kürt demokratik hareketine yönelik yargılamalara karşı çıkmakla olur.
Mustafa Karasu

Hiç yorum yok: