28 Haziran 2010 Pazartesi

Türk-İsrail gerginliğinin perde arkası

Türkiye'de sermayenin el değiştirmesine direnen bir grup ile hükümet arasında ilan edilmemiş bir savaş yaşanıyor. Bu savaşta İsrail'in hükümetin yanında yer almayacağını biliyoruz.
Türkiye gündemini bir anda işgal eden ve geniş kitleleri harekete geçiren, sokak gösterilerine neden olan İsrail’in Mavi Marmara gemisine silahlı müdahalesi konusunda her kafadan bir ses çıktığını görüyoruz. Bu konuda farklı değerlendirmeler içeren bir yazıyı kaleme almak isteğim, bu makalenin ortaya çıkmasını sağladı.

Olayla ilgili çok sayıdaki yorumun sığlığı karşısında, İsrail’in yardım gemisi operasyonunun perde arkasını, kimsenin söylemeye cesaret edemediği gerçekleri, bir zemine dayanmayan komplo teorilerinden uzak durarak açıklamaya çalışacağım.

Herşeyden önce şunun iyi bilinmesi gerekir ki, silahsız insanlara bombalar ve silahlar ile müdahale ederek kanlı bir operasyon gerçekleştirilmesi, insan haklarına, evrensel hukuk kurallarına aykırıdır. Daha da ileri gidersek, savaş hukukuna bile aykırı bir durumdur. Bu gerçeği, müdahaleyi yapan İsrail’in de bildiğini ve gelebilecek tepkileri göğüslemek pahasına bu eylemi gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Bir birey olarak İsrail’in bu operasyonunu haklı çıkarmaya çalışmak ya da mazur göstermeye çalışmanın da vahşete ortaklık yapmak anlamına geleceğine inananlardanım. Bu nedenle, kanlı İsrail operasyonunu kınıyorum.

İşin kınama ve tepki tarafında çok sayıda yorumcuyla aynı kulvara girdik. Ne var ki, olayın perde arkasını görmek açsından biraz daha ilerlemek, farklı noktalara yoğunlaşmak gereği duyuyorum.

Türk-İsrail ilişkilerindeki soğukluğun “One Minute” kriziyle başladığını savunanlar çok yanılıyorlar. Bu krizden önce de özellikle Türkiye içinde İsrail’i rahatsız eden “sermayenin el değiştirmesi” ve “Türkiye’nin eksen kayması” süreci yaşanmaktaydı ve bu süreçten İsrail’in ciddi rahatsızlıkları bulunuyordu. Bu rahatsızlıklara karşı İsrail’in Türkiye içinde ve dışında çeşitli açık ya da gizli- operasyonlara girdiğini gösteren ipuçları da yok değildir.

AK Parti iktidarında, sermayenin el değiştirmesi biçiminde ifade edilebilecek olan güçlü bir “Müslüman Sermaye” ya da “Yeşil Sermaye” yaratılması süreci başladı. Özellikle büyük belediyelerinden yüklü miktarlarda iş alan müteahhitler ve enerji-ulaştırma-inşaat sektöründeki ihalelerde gözle görülür bir el değiştirme süreci yaşandı. Eskiden bu birimlerden iş alan tanınmış iş adamlar ve şirketler, bu birimlerin yanına bile yaklaşamaz oldular. Sermayenin el değiştirmesi süreci, yeni tip müteahhitlerin sakallı olması ya da eşlerinin başörtüsüyle açıklanabilecek kadar basit bir olay değildir.

Son yıllarda yeni bir sermaye grubu, iktidara sonsuz destek veren ve varlık koşulunu AK Parti iktidarında gören bir sermaye grubu yaratılmaya başlandı. Bu süreçte eski tüfek sermayedarların yeni ittifaklara girmesi ve hükümet üzerinde baskı kurmaya çalışması kaçınılmazdı. Eski sermaye gruplarına hükümetin bütün iletişim yollarını kapaması, bir ekonomik savaşın da kapısını aralamıştır. Bu ekonomik savaş, Türkiye ötesine taşan ilişkiler yumağıyla İsrail’i de rahatsız eden gelişmelerin ilk ayağıdır.

Gerçekten de bugün kamu ihalelerinden pay alanlar ile 10 yıl önce pay alanlar arasında bir karşılaştırma yapılırsa, neredeyse sermayenin tamamıyla el değiştirdiğinin ilk bakışta göze çarpacağını göreceksiniz.

Türkiye’nin eksen kayması konusunu değerlendirirken, CIA görevlisi ve CIA’nın Türkiye-Orta Doğu Masası eski şefi Graham Fuller’den bahsetmemek olmaz. Fuller’ın düşüncelerini, bu düşüncelere yakın olan bir gazetenin yazarının kaleminden tanıyalım(http://www.taraf.com.tr/cemil-ertem/makale-yeni-turkiye-cumhuriyeti.htm ) istiyorum. Taraf gazetesi yazarı Cemil Ertem’e göre, Fuller’ın Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabını bugün önemli kılan çok önemli gelişme, ABD’nin 2008 krizi sonrası Obama iktidarı ile birlikte yaşamakta olduğu eksen değişikliği; bu değişikliğin Ortadoğu ve Türkiye’ye olan yansımalarının belirginleşmesi ve Fuller’in bu değişimi 2007 yılında öngörmüş olması. Tabii ki bu şaşırtıcı değil. Çünkü ABD bu krize ve krizle birlikte gelecek değişime çok uzun bir süredir hazırlanıyordu.

Cemil Ertem, çok önemli bir tespitte bulunuyor : “Fuller’in tezinde belirgin olmayan sonuçlar artık netleşti. Ortadoğu coğrafyası, Türkiye üzerinden hızla finanstan başlamak üzere Batı piyasalarına entegre olacak. İstanbul’un finans merkezi olma projesi bunun önemli bir parçasıdır. Rusya ve Kafkaslardaki enerji merkezleri de yine Türkiye üzerinden AB’ye bağlanacak ve yeni bir enerji pazarı oluşturulacak... Bu “stratejik bağlantılar, Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” tezi ile örtüşmektedir ve Fuller, Türkiye’nin yakaladığı bu derinliği, Türkiye-ABD ilişkilerini kaçınılmaz şekilde değiştirecek, uzun dönemli bir jeopolitik kayma olarak değerlendiriyor. Cemil Ertem’in Taraf gazetesindeki makalesinden lıntı yapmamın nedeni, Türkiye’deki eksen kayması ve bunun Türk dış politikasına entegre edilmesi konusunda Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” tezine atıfta bulunmasıyla ilgilidir.

Konuyu dağıtmadan toparlamak gerekirse, Türkiye’de sermayenin el değiştirmesine direnen bir grup ile hükümet arasında ilan edilmemiş bir savaş yaşanıyor. Bu savaşta İsrail’in hükümetin yanında yer almayacağını biliyoruz. Çünkü, İsrail’e yakın olan çok sayıda işadamı, bu süreçte bilinçli olarak ekonomik hayattan dışlanmıştır. İsrail’in bunu kolay hazmetmesi düşünülemezdi. Bu önemli neden, İsrail-Türkiye ilişkilerindeki gerginliğin nedenlerinden birisidir.

İkinci olarak, Türkiye’de eksen kaymasından söz ettik. Türkiye’nin laik Batı kampından Orta Doğu coğrafyasında lider rol oynayabilecek bir stratejiye yönelmesi ya da yönlendirilmesi, İsrail için hiç de kabul edilebilecek bir gelişme sayılmazdı. Yıllardır parçalanmışlıklarıyla İsrail’e tehdit oluşturmayan Orta Doğu ve özellikle Arap ülkeleri, Türkiye’nin liderliğinde İsrail için bir tehdit noktasına gelebilirdi. Özellikle İran ve Suriye’nin Türkiye ile yakınlaşan ilişkileri, Türkiye’nin Lübnan ve Filistin sorunlarına aktif müdahale etmeye başlaması, İsrail için tehlike çanlarının çalmaya başlaması demekti.

Türk-İsrail ilişkilerinde gelinen noktayı anlayabilmek için, Türkiye’de sermayenin el değiştirmesi ve Türkiye’nin Orta Doğu merkezli yeni bir stratejik rol sahibi yapılması süreciyle ilintili yeni küresel projelerin dikkate alınması zorunludur.

Ortada kolay anlaşılamayacak ilişkiler ve “derin bir oyun” olduğu anlaşılıyor. Bu oyunda ABD’nin başrolü oynadığı, Türkiye’nin de oyunun başrol oyuncuları arasında yer aldığı kesindir. Kestirilemeyen ise bu oyunda İsrail’in bilinçli olarak yer alıp almadığıdır. Eğer İsrail, oyunun dışında bırakılmışsa, gelecek günlerde Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni çatlaklar ve tırmanmalar yaşanması muhtemeldir. Ancak, İsrail de oyunun içinde bir oyun kurucu rolündeyse, Türkiye-İsrail ilişkileri rayında tutularak iki ülke arasındaki gerginlik, tribünlere oynayan yeni ve kontrollü krizlerin ötesine geçmeyecektir.

Türkiye-İsrail ilişkilerini ve gerginliğini, Graham Fuller’in Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabında dile getirdiği tezlerden, ABD’nin Türkiye’ye biçtiği yeni stratejik rolden, ülke içinde sermayenin el değiştirmesi ve Orta Doğu’ya ilişkin yeni küresel projelerden bağımsız ele almak ve çözümlemeye çalışmak, okyanusun derinliklerine düşen bir toplu iğneyi aramak kadar zordur.

İleriki günlerdeki gelişmeler, tezimizin daha da netleşmesi açısından yeni ipuçları verecektir. Gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz.

BİROL ERTAN

Radikal / 14/06/2010

Doç. Dr. Birol Ertan: Siyaset Bilimci


Hiç yorum yok: